Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə37/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   181

ECVİBE (Cevab. C.) Cevaplar.

ECVİBE-İ MÜSKİTE Susturucu cevaplar.

ECYAD (Cîd. C.) Uzun boyunlar.

ECYAF (Cife. C.) Kokmuş etler. Cifeler.

ECYAL (Cîl. C.) Soylar. Tâifeler. Kavimler. Nesiller.

ECYED Uzun boyunlu (adam.)

ECYEM Gözü büyük ve kırmızı olan. (Müe: Ceymâ)

ECZÂ (Cüz. C.) Eczacılıkta kullanılan çeşitli maddeler. * Ciltlenmemiş kitab ve saire. * Cüz'ler, parçalar, kısımlar. * Bir kimyevi terkible vücuda gelip yanma hassası gibi böyle bir kuvvet ve te'siri haiz bulunan şey.

ECZÂ-İ ASLİYE Vücudda temel teşkil eden parçalar ve kısımlar, unsurlar.

ECZÂ-YI ŞERİFE Kur'ân-ı Kerim'i meydana getiren otuz cüz.

ECZÂ-İ UNSURİYYE Esas teşkil eden parçalar.

ECZÂ-İ ZÂİDE Fazladan olan kısımlar, parçalar.

ECZAHANE f. Eczacı dükkanı. Ecza dolabı. İlaç satılan mağaza.

ECZAL (Cizl. C.) Ağaç kökleri, tomrukları.

ECZEB Suyu geçirmeyen sağlam zemin.

ECZEM (Cüzâm. dan) Cüzamlı, miskinlik illetine uğramış olan. * Parmakları veya eli kesik olan adam.

ECZEM Burnu kesilmiş.

EDÂ' Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak. * Tarz. Üslub. * Şive. * Tekebbür. * Fık: Namazı vaktinde kılmağa "Eda" ve vakit geçtikten sonra kılınan namaza da "Kaza" denir. (Bak: Kaza)

EDA-İ FERÂİZ Allah'ın (C.C.) farz olarak emrettiklerini yerine getirmek. Farz vazifelerini ifa etmek.

EDA-YI DEYN Borç ödeme.

EDA-YI SALÂT Namazı vaktinde kılma.

ED'AC Gözleri kara renkte ve büyükçe olan. * Pek siyah şey.

EDAKK En dakik, pek ince, çok mühim.

EDAKK-I UMUR İşlerin en mühimmi.

EDALL (Bak: Adall)

EDÂMALLAH Allah (C.C.) dâimî eylesin (mealinde duâ.)

EDANİ (Ednâ. C.) Ednâlar, en deniler, en alçaklar. Alçak, pek bayağı ve aşağılık kimseler.

EDAT Sebep. Âlet. Avadanlık. * Gr: Kendi başına mâna ifade etmeyip, kelime veya fiillerle birlikte mâna ifade eden kelime veya harf. İsim ile fiilden gayri kelime.

EDB Ziyafet verip, halka yemek yedirmek.

EDBAR (Dübür ve Dübr. C.) Ard ve arka taraflar. Herhangi bir şeyin sonları ve akibetleri.

EDBAR-ÜN NÜCUM Fecirden evvel kılınan iki rek'at nafile namaz.

EDBAR-ÜS SÜCUD Akşam namazından sonra kılınan iki rek'at nafile namaz.

EDBES Rengi ne kızıl, ne siyah olan hayvan.

EDD (C.: Üdüd) Kuvvet. * Yetişmek. * Ric'at etmek.

EDDAİ "Mâlum bir duâcı. Duâcınız. Hayrınızı isteyen" meâlinde imza yerine yazılan bir tâbir.

EDEB Terbiye. Kavlen, fiilen insanlara lütuf ile muamele etmek. Güzel ahlâk. Usluluk. Hayâ. * Ist: Sünnet-i Resul'e (A.S.M.) uygun hareket etmek. * Utanılacak şeylerden insanı koruyan meleke; kuvve-i râsiha-i nefsiye. * Edebiyat ve ondan bahseden ilim.(Kur'anın edebi ise: Öyle bir hüznü verir ki, âşıkane hüzündür. Yetimâne değildir. Firak-ul ahbabdan gelir. Fakd-ül ahbabdan gelmez. Lemeat)

EDEB-İ KELÂM Söz güzelliği, söz zarifliği. * Edb: İfade arasında bayağı ve çirkin tabirlerin bulunmaması. İfadenin güzel oluşu.

EDEB-İ MUÂŞERET (Bak: Âdâb-ı muaşeret)

EDEB-AMUZ Edeb öğreten.

EDEBÎ Edebe dâir. Güzel söylenmiş yazı. Edebiyata âit. Ehl-i edebe, terbiyeli, ahlâklı ve edebli olanlara dâir ve edebe mensup ve müteallik.

EDEBİYAT Düşünce, duygu veya herhangi bir hakikatı veya herhangi bir fikri yazı veya sözle, manzum veya nesir halinde güzel şekilde ifâde san'atı. Bu san'atla uğraşan ilim kolu. * Edebiyata âit yazıları toplayan kitap.Edebiyatın sözlük anlamından biri de edebe, yani terbiyeye uygun söz söylemektir. Demek ki edebiyatçı edepli olmalı, edepsizce söz ve yazılar edebiyat olamaz.(Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelân; onlar içinde gezer, haricine çıkamaz: Ya aşkla hüsündür, ya hamâset ve şehâmet, ya tasvir-i hakikat. İşte yabani edebse hamâset noktasında hakperestliği etmez.Belki zâlim nev-i beşerin gaddarlıklarını alkışlamakla kuvvet-perestlik hissini telkin eder. Hüsün ve aşk noktasında, aşk-ı hakiki bilmez.Şehvet-engiz bir zevki nefislere de zerkeder. Tasvir-i hakikat maddesinde, kâinata san'at-i İlâhî suretinde bakmaz;Bir sıbga-i Rahmanî suretinde göremez. Belki tabiat noktasında tutar, tasvir ediyor; hem ondan da çıkamaz.Onun için telkini aşk-ı tabiat olur. Maddeperestlik hissi, kalbe de yerleştirir; ondan ucuzca kendini kurtaramaz.Yine ondan gelen, dalâletten neş'et eden ruhun ıztırabatına, o edepsizleşmiş edeb (müsekkin, hem münevvim); hakiki fayda vermez. S.)

EDEBİYAT-I CEDİDE 1896 - 1901 tarihleri arasında Avrupa te'siri ile meydana gelen edebiyat cereyanına verilen isim. Yeni edebiyat. Servet-i Fünun Edebiyatına verilen ad.

EDEBİYAT YAPMAK Mc: Güzel ve uzun uzun sözlerle mevzu dışına çıkarak konuşmak.

EDEBİYYUN Edebiyatçılar. Edebiyatla uğraşanlar.

EDEME Derinin iç yüzü. (Dış yüzüne "beşere" derler.)

EDEVAT (Edat. C.) Aletler. Takımlar, parçalar. * Gr. Fiil veya isimlere eklenen küçük kelime veya harfler. Edatlar.

EDEVAT-I KİTABET Yazı vasıtaları.

EDEYAN f. Çok koşan hayvan.

EDFA (Edfâk) Beli kamburlaşıp bükülmüş kimse. * Uzun boynuzlu keçi. * Kanadı uzun kuş.

EDFER İğrenilen, tiksinilen, nefret edilen şey.

EDGAM Yüzü ve dudaklarının etrafı siyah olup, sâir bedeni başka renk olan at.

EDHAK Daha uzak, daha ırak.

EDHAN (Dühn. C.) Sürülecek güzel kokulu yağlar.

EDHAR Eb'ad ve erzel kimse.

EDHEM (C.: Dühem-Edâhim) Karayağız at.

EDHİNE (Duhân. C.) Duhanlar, dumanlar, sisler. * Tütünler.

EDİ Küçük ve şerir (adam). * Küçük kap.

EDİB Edebiyatçı. Güzel ve san'atlı söz söyleyen veya yazan. * Edebli, terbiyeli.(Edibler edebli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumi-i müşterek-i milletten bitarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyânet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli. İk. M.)

EDİB-İ BÎ-MÜDANÎ Eşsiz edebiyatçı.

EDİBÂNE f. Edibe yakışır, terbiyeli bir surette. Edebiyatçı gibi.

EDİLLE (Delil. C.) Deliller, işaretler. Alâmetler. Rehberler. İsbat vasıtaları.

EDİLLE-İ AKLİYE Akıl ile bulunan isbat vâsıtaları, akli deliler.

EDİLLE-İ ASLİYE (Bak: Edille-i erbaa)

EDİLLE-İ ERBAA (Edille-i şer'iye) Fık: Fıkıh ilminin istinad ettiği deliller: Kitab (yani Kur'an-ı Kerim'deki deliller), sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha. (Usul-ü erbaa ve edille-i asliye tabirleri de aynı mânada kullanılır.)

EDİLLE-İ KATI'A İtiraz edilmeyecek derecede kat'î ve sağlam deliller.

EDİLLE-İ KAVİYYE Sağlam deliller.

EDİLLE-İ ŞER'İYE (Bak: Edille-i erbaa)

EDİLLE-İ TÂLİYE Huk: Örf, âdet, teâmül, istishab, asıl ve amel, maslahat-ı mürsele, kaide-i külliye, âsâr-ı sahabe ve âsâr-ı kibar-ı tabiîn gibi deliller.

EDİM Sahtiyan, tabaklanmış deri. * Satıh, yüz, zemin.

EDİM-İ ARZ Yer yüzü.

EDİMME Derinin ikinci tabakası.

ED'İYE (Duâ. C.) Duâlar.

ED'İYE-İ HAYRİYE Hayırlı dualar.

ED'İYE-İ ME'SURE Peygamberimiz (A.S.M.) ile, sahabelerden naklolunan te'sirli ve makbul duâlar.

EDİYYE Az, kalil.

EDKEN Bulanık, * Rengi siyaha yakın olan.

EDLEM Karayağız, siyah adam. * Kara eşek. * Uzun yanaklı. * Uzun boylu.

EDM Üns tutmak. * İttifak etmek, birleşmek. * Islâh etmek.

EDMAS Kaşlarının üç kısmı ince ve dipleri kalın; başının kılları ise az olan kimse.

EDMEN f. Hâlis ve katıksız misk.

EDMİGA (Dimağ. C.) Beyinler, dimağlar.

EDMU' Göz yaşları. Aberat.

EDNA Pek aşağı, en alçak. Pek az, pek cüz'i. * Çok yakın.

EDNANÎ (Denâvet. den) Beni yaklaştırdı (meâlindedir.)

EDNAS (Denes. C.) Pislikler, necisler, kirler. * En aşağılar, âdi ve bayağı kişiler.

EDNEF Burnu kısa olan adam.

EDNİK Çengel.

EDRA' Vücudu beyaz, başı siyah olan at. * Hecin.

EDRED Dişsiz, dişi çıkmamış veya dökülmüş kimse.

EDREM Topukları etli kimse (ki, topuğu etten belli olmaz.) * Dişleri dökük adam. * Düz şey.

EDREM f. Eğerin altına konulan keçe.

EDRENG f. Sıkıntı, içdarlığı. Musibet, belâ, felâket, âfet.

EDSAK Ağzı büyük olan adam.

EDSEM Çok yağlı (şey.)

EDSER Gaflette bulunan, gafil adam.

EDV Aldatmak, hud'a.

EDVA (Da'. C.) İlletler, hastalıklar.

EDVAR (Devr. C.) Devirler, zamanlar.

EDVAR-I HAMSE Beş devir, beş vakit.(Beşer esirliği parçaladığı gibi ecirliği de parçalayacaktır: Bir rü'yada demiştim: Devletler milletlerin hafif muharebesi; tabakat-ı beşerin şedid olan harbine terk-i mevki ediyor. Zira beşer, edvarda esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecir olmuştur; onun yükünü çeker, onu da parçalıyor. Beşerin başı ihtiyar; edvar-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlukiyet, esaret, şimdi dahi ecirdir, başlamıştır geçiyor. S.)

EDVAR-I SÂBIKA Geçen zamanlar.

EDVAR-I SEB'A Yedi devreler. Dünyanın yaradılışından beri geçirdiği devreler ki, nazariye olarak söylenir.

EDVAR-PERDAZ Devirleri dile getiren. Devirleri terennüm eden.

EDVEK Devenin, misvak ağacını yemesi. * Bir yerde sâkin olmak. * Yaranın veremi sakin olmak.

EDVEŞ Gözü dumanlı adam.

EDVİYE (Devâ. C.) İlâçlar, devâlar.

EDVİYE-İ MÜESSİRE Te'sirli ilaçlar.

EDYAK (Dîk. C.) Dîkler, horozlar.

EDYAN (Din. C.) Dinler.

EDYAN-I BÂTILA Bâtıl dinler. Bozuk, hükmü hakikatten ayrılmış olan dinler.

EDYAN-I MEFSUHA Hükmü kaldırılmış eski dinler. Hıristiyanlık, Yahudilik gibi. (Bak: Mensuh.)

EDYAN-I SEMAVİYE Allah tarafından gönderilmiş hak dinler.

EDYAR (Deyr. C.) Manastırlar, kilisler. Hıristiyanların ibadethâneleri.

EF'A Engerek yılanı. * Mc: Fena huylu, tabiatı kötü olan adam.

EFADIL (Efâzıl) Faziletliler, iyiliksever ve temiz kimseler.

EFAHİM (Efhâm. C.) Büyük zatlar. Pek büyük, muhterem kimseler.

EFAHİS (Ufhus. C.) Taşların aralarında veya kayalıkta bulunan kuş yuvaları.

EFAİ (Ef'a. C.) Engerek yılanları.

EFAİK (Efike. C.) Yalanlar, dolanlar, düzme sözler. İftiralar.

EFAİM Vâsi olmak, geniş olmak, bol olmak.

EFAKİL (Efkel. C.) Titrekler, titreyenler.

EF'ÂL (Fiil. C.) Fiiller, işler, ameller.

EF'ÂL-İ HASENE İyi ve güzel ameller, fiiller, işler.

EF'ÂL-İ İHTİYARİYYE Kişinin kendi isteğiyle yaptığı işler, Kişinin kendi ihtiyârî fiilleri.

EF'ÂL-İ MÜKELLEFÎN Mükellef olanların (yani; Cenâb-ı Hakk'ın teklif ve emirlerini kabul ve vazifeli kimselerin) yaptıkları amel ve işler. Bunlar şu isim altında sıralanır: Farz, vâcip, sünnet, müstehab, mübah, mekruh, haram, sahih bâtıl, fâsid, helâl.

EF'ÂL-İ SEYYİE Kötü ve çirkin ameller, fiiller ve işler.

EFANİN (Üfnûn. C.) Değişiklikler. * İşler, şartlar, hâller. * Sarmaşık gibi birbirine sarılmış sık ağaç dalları.

EFARİT (İfrit. C.) İfrit gibi, ifrite benzer adamlar. Hilekârlar, kurnazlar, cüretliler. * Pek hain cinler. * Şeytanlar, iblisler.

EFATİH Mantar ve ona benzer bitkiler.

EFAVİC (Efvâc. C.) Bölükler, takımlar, kısımlar.

EFAVİK (Fuvâk. C.) Hıçkırıklar.

EFAVİYE Yemeklere konulan kokulu baharat.

EFAYİK (Efike. C.) Uydurma, düzme, asılsız, yalan sözler. İftiralar.

EFÂZIL (Efdal. C.) Fâzıllar, faziletliler. Mümtaz ve çok bilgili kimseler.

EFÂZIL-I UKALÂ Akıllıların en ileri gelenleri.

EFÂZIL-I VÜKELÂ-YI FİHÂM Büyük vekillerin bilgilileri.

EFDA' Eli ve ayağı eğrilmiş.

EFDAH (Fadih. den) Çok rezil, daha rezil.

EFDAL (Fazl. C.) Ziyadeler, fazlalar, çoklar. * İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.

EFDAL Daha faziletli, daha lâyık, daha iyi.

EFDALAN Emn ile adâlet.

EFDALİYET Faziletçe üstünlük. Fazileti, iyiliği ziyâde olmak.

EFDER (Evder) f. Amca. Babanın erkek kardeşleri. * Yeğen. Amca, hala, teyze çocukları.

EFEK Sarfetmek, harcamak.

EFEKK Zayıflıktan dolayı omuzu mafsaldan ayrılmış olan kimse.

EFEKTİF Fr. Nakit para, elde bulunan para.

EFELL Güdük kılıç.

EFENDİ (Rumcadan) Sahib, mâlik, mevlâ. Ağa. Şer'î hâkim, kadı, molla. (Saygı ve nezâket mübalağası olarak kullanılır. Eskiden büyüklere ve şâyân-ı hürmet zâtlara Efendimiz denildiği gibi, her zaman için Hz. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm'a da, mü'minler Efendimiz diyerek hürmet ve sevgilerini ifade ederler.)

EFERR Çok koşan, pek çok kaçan.

EFFAF Çok of! çeken. Sıkıntılı, muztarib ve kederli kimse. Elemli, gamlı, tasalı adam.

EFFAK (İfk. den) Çok iftira eden, çok yalan isnad eden kişi.

EFFAK Ticaret için bütün dünyayı dolaşıp gezen tüccar adam.

EFGAN f. Acı ile bağırıp çağırmalar. Feryatlar ve istimdat.

EFGAR (Figâr) f. Yaralı, kötürüm, sakat, cerih.

EFGEN (Figen) f. Düşüren, yere atan, yıkan, yere atıcı, düşürücü, yıkıcı.

EFGENDE f. Yere atılmış, düşürülmüş. Yıkılmış, yıkık. Bozulmuş, tahrib edilmiş. * Biçare, zavallı, düşkün.

EFHAM (Fahim. den) Çok büyük, pek büyük.

EFHAM Anlayışlar, zihinler, anlamalar.

EFHAS (Fahs. C.) Her şeyin içleri, boşlukları.

EFHAZ (Fahz. C.) Akrabalar, yakın hısımlar.

EFHEM Anlayışlı, kolay anlayan.

EFİD (Eftid) : f. Medhedici, öven, sena eden. * Hayret edilecek, şaşılacak, taaccüb edilecek şey.

EF'İDE (Fuâd. C.) Kalbler. Gönüller.

EF'İDE-İ HÂLİSE Temiz ve saf kalbler. Bozulmamış, tahrib edilmemiş kalbler, gönüller.

EFİH Bir adamın beynine vurmak.

EFİK Dibâgatı tamam olmamış deri.

EFİKA Fenâ, hoş olmayan, çirkin ve kötü şey.

EFİKE (C.: Efâik) Yalan, dolan, iftira.

EFİL(E) (C. Afâl-Efâil) Genç küçük deve.

EFİN Çürük ceviz. * Zayıf fikirli ahmak kimse.

EFK (Ufuk) Yalan söyleme. * Kaçmak. Bir işten sapmak.

EFK Çok fazla atâ ve ihsan etmek. * Gitmek, zehab.

EFKAM Eğri.

EFJÛL f. Kandırma. * Kışkırtma, tahrik etme. * Dağınık, perâkende.

EFKAR Pek fakir, çok fakir.

EFKAR-I FUKARA Fakirlerin en fakiri, çok fakir.

EFKÂR (Fikir. C.) Fikirler. Düşünceler.

EFKÂR-I ÂLİYE Yüksek düşünceler, fikirler.

EFKÂR-I ÂMME Halkın düşüncesi ve fikirleri.

EFKÂR-I SÂİBE Maksada uygun fikirler, doğru sözler.

EFKÂR-I UMUMİYE (Bak: Efkâr-ı âmme)

EFKEL (C.: Efâkil) Titremek.

EFL Gurub etmek, batmak.

EFLAH Çok felah bulan, kurtulan, selâmete çıkan. Taleb ettiği şeye, arzusuna vasıl olan.

EFLÂK (Felek. C.) Felekler, gökler. Dünyalar, âlemler. Asumanlar.

EFLAK Osmanlı İmparatorluğu zamanında, Romanya'yı meydana getiren asıl ülke (Merkezi Bükreş'tir.)

EFLATUN Plâton. (M.Ö. 429 - 347) Aristo'nun üstadı, Sokrat'ın talebesi, eski Yunan filozofudur.

EFLATUNÎ Leylakî ile ergüvanî arasında, hafif mor karışık renk.

EFLATUNİYE Eflâtuna göre olan felsefe, düşünüş (Plâtonizm). Çok ileri veya parlak devir.

EFLEC (Felc. den) Seyrek, sık olmayan diş. Bazıları dökülmüş olan diş. * Geniş omuzlu, kollarının arası açık olan adam. * Nüzul hastalığına tutulmuş olan kimse.

EFLEC-ÜL ESNÂN Seyrek dişli.

EFLES Çok müflis, iflâs etmiş, züğürt.

EFLUD Yetişkin, gürbüz (çocuk).

EFN Noksan etmek. İçmek. * Sağmak. * Davarın sütü az olmak.

EFNAD (Fened. C.) Bunaklar, yaşlarının ilerlemesinden bunamış olanlar.

EFNAN (Fen. C.) Neviler, çeşitler. * (Fenen. den) İnce dallar. * Üslublar, şubeler.

EFNAN-I ELVAN Renk çeşitleri.

EFNİYE (Finâ. C.) Avlular.

EFRA' İşi gücü olmayan adam. Boş dolaşan kişi. * Kuruntulu, vesveseli adam. * Başının saçı tamam olan kimse. (Müe: Für'â)

EFRAD (Ferd. C.) Fertler. Askerler.

EFRAD-I ADÎDE Çok kalabalık fertler.

EFRAH Ferahlamalar. İç açılmaları. Sevinmeler.

EFRAHTE f. Yukarı kaldırılmış, yükseltilmiş, yükselmiş.

EFRAK Ayrılmış. * Çatal ibikli horoz.

EFRAN Neş'eli, keyifli, sevinçli olan kimse. Mesrur.

EFRAS (Fers. C.) Atlar. Beygirler.

EFRAŞTE f. Yükseltilmiş, yukarı kaldırılmış.

EFRAZ f. Kaldırma. Yükseltme. Yüksek. Yukarı. Bülend.

EFRENC (Fr: Franc. dan) Bu kelime, Ortaçağda teşekkül ederek, o sıralarda Frankların ve bilhassa Charlemagne'in hükmü altında bulunanlara ve zamanla genişleyerek bütün Avrupalılara denmiştir. Frenk. Avrupalı ve hasseten Fransız.

EFRENCÎ (EFRENCİYYE) Frenklere yani Avrupalılara mahsus ve aid. * Frengi hastalığıyla alâkalı ve münasebetdar.

EFREND f. Debdebe, gösteriş, süs, bezek.

EFREZ Arkası kambur gibi olan (adam.)

EFRUG f. şu'le, nur, ziya, ışık.

EFRUHTE f. Şu'lelenmiş, parlamış, ziyalanmış, nurlanmış, ışıklanmış, aydınlanmış. * Yanmış, tutuşmuş.

EFRUŞE f. Un helvası.

EFRUZ f. (Efruhten: Tutuşturmak, ziyalandırmak mastarının emir kökü) Şule. Aydınlatıcı. Parıltı.

EFSA f. Sihirbaz. Efsuncu. İnsanı teshir edici.

EFSAH Daha fasih. En fasih. Pek çok güzel ifade.

EFSAH-I FÜSEHÂ Fasih ve güzel konuşanların en fasihi ve güzeli.

EFSAK En fâsık, çok edepsiz.

EFSAL (Fesl. C.) Alçak, âdi ve aşağılık kişiler.

EFSANE Masal. Uydurulmuş yalan hikâye.

EFSANE-CUYÎ f. Masal, efsane arayıcılık.

EFSANE-GU(Y) Masal söyleyen, efsane anlatan.

EFSANE-PERDAZ f. Hikâye yazan, masal uyduran, meddah, romancı.

EFSAR f. Yular.

EFSED Pek fena, çok bozuk, fazlaca kötü.

EFSER f. Tâc. Padişah tâcı.

EFSUN f. Sihir, büyü, üfürük. Sihirbazların tuzağı. Hile ile yapılan kötü işler. (Efsun İslâmiyetçe men'edilmiş ve büyük günâhlardan sayılmıştır.)

EFSUNGER f. Büyücü, sihir yapan. Efsun yapan kimse.

EFSUS f. Yazık! Hay! Eyvah! gibi bir teessür edatı.

EFSÜRDE f. Soluk, donmuş, hissizleşmiş.

EFSÜRDE-DİL f. Kalbi hissizleşmiş. Donuk gibi olmuş kalb.

EFSÜRDE-DİMAG f. Beyni donmuş. * Mc: Kabiliyetsiz.

EFSÜRDE-GÂN (Efsürde. C.) Duygusuz, gayretsiz adamlar.

EFSÜRDE-MİZAC f. Kanı soğuk, soğuk kanlı, mizâcı soğuk adam.

EFŞAL (Feşil. C.) Korkaklar, cesaretsizler.

EFŞAN f. Dağıtan, saçan, serpen.

EFŞAR f. Çimdikleme. * Sıkılmış, sıkma (meyve suyu gibi.)

EFŞE f. Bulgur.

EFŞÜRDE f. Sıkılmış, posası çıkartılmış (şey.)

EFŞÜRE f. Lübb, hülasa, öz, usâre.

EFŞÜRE-İ ENGÜR Üzüm suyu.

EFTAH Yassı burunlu.

EFTAH Parmaklarının boğumu yassı ve yumuşak olan. * Tırnaklarının boğumları yumuşak olan kuş.

EFTAN f. Düşerek. Düşen.

EFTAR (Fitr. C.) Baş ile şehâdet parmaklarının araları.

EFTEL (C. Fütul) Ön ayaklarının arası geniş olan at.

EFUK Gezi ufanmış ok.

EFUR Sıçrayıp seğirtme.

EFVAC (Fevc. C.) Cemaatler, takımlar, kısımlar, bölükler, grublar.

EFVAF Nâzik, ince kumaşlar.

EFVAG Ağzı büyük olan adam.

EFVAH Menfezler, ağızlar, delikler. * Mc: Yemeğe lezzet için konan baharat.

EFVAH-I NÂRİYYE Ateşli silâhlar. (Top, tüfek gibi.)

EFVAHÎ f. Avam sözü, halk kelâmı, ehemmiyetsiz.

EFVEH Ağzı büyük ve ön dişleri uzun olan adam.

EFVEK Yalancı, yalan söyleyen.

EFYAL (Fil. C.) Filler.

EFYUN f. Haşhaştan çıkarılan uyutucu madde. Afyon.

EFYUN-KEŞ f. Afyon kullanmaya alışmış olan. Afyon tiryakisi.

EFZA' (Fezâ. C.) Korku ile bağırıp çağırmalar.

EFZA f. (Sonlarına eklenen kelimelere) Artıran, çoğaltan mânasını verir. Meselâ: Hayret-efzâ $ : Hayret verici, hayret artıran.

EFZA' Şiddetli, katı, eşed.

EFZAR f. Ayakkabı, kundura. * Gemi yelkeni. * Yemeklere koku ve tad vermesi için konulan baharat. * San'atkârların kullandıkları san'at âletleri.

EFZAYİŞ f. Artma, çoğalma, tezayüd, tekessür.

EFZÛD f. Çoğalan, artan, tekessür eden, tezayüd eden.

EFZUN f. Fazla, çok ziyade.

EFZUNÎ f. Kesret, çokluk, fazlalık, ziyadelik.

EFZUNÎ-Yİ ÖMR Ömrün çokluğu, ömrün uzun olması.

EFZUNTER f. Daha fazla, daha çok.

EGALİT (Uglute. C.) İnsanı yanıltacak hatalı sözler, yanlış kelâmlar.

EGAMM Saçları yüzüne ve ensesine sarkan ve çok olan kimse.

EGANİ (Ugniyye. C.) Nağmeler, şarkılar, türküler, âhenkler.

EGANN Sözü burnu içinden söyleyen, burnundan konuşan. * Otlu dere.

EGARE f. Kandırma, kışkırtma, teşvik etme.

EGARİB Firak anı, ayrılış zamanı. Savaş ânı.

EGARR Çok parlak ve kıymetli. Beyaz şey. * İşi güzel ve hatırlı olan kimse, aziz ve şerefli. (Müennesi daha çok müsta'meldir: Şeriat-ı Garrâ gibi.)

EGBİYA (Gabi. den) Gabiler. Akılsızlar. Anlayışı kıt olanlar.

EGDİYE (Gıdâ. C.) Gıdalar.

EĞE Maden vesaire yontmaya mahsus ince dişli âlet. Törpü.

EĞERÇİ (Eğerçend) f. ...ise de, her ne kadar, ...olsa da.

EGLAK (Galak. C.) Kilitler, kilitli şeyler. Mc: Anlaşılması zor olan ifadeler.

EGLAL (Gull. C.) Halkalar. Kelepçeler. Mahkemenin cezaya müstehak kılıp mahkum ettiği kimselerin boyun ve ayaklarına vurulan zincirler. * (Galel. C.) Ağaçlar arasında korulukta akan sular.

EGLEB (Bak: Ağleb)

EGMAK (Bak: A'mak)

EGMİS (Gams. dan) Batır, daldır (meâlinde).

EGNAM Koyunlar.

EGNİŞ f. İnşa etme, bina yapma. Yapı meydana getirme.

EGNİYA (Gani. C.) Zenginler.

EGO Lât. Ben. Ene.

EGOİST Bencil, hodpesent, hodbin, kendini beğenmiş, menfaatperest.

EGOİZM Fr. Bencillik. Kendi menfaatını ön plâna alma. Her işi ve davranışta kendini düşünme. Bencillik, hem ahlâk, hem de dinde reddedilen kötü bir huydur. Bencillikten kurtulmanın çaresi, İslâm terbiyesidir.

EGOSANTRİZM Fr. Psk: Benmerkezcilik. Zihnî gelişmenin ilk çocukluk safhası. Bebek büyüyüp kendi varlığı ile başka varlıkları ayırmaya başladığı zamanlarda kendine has bir düşünce tarzı ile düşünür. Sanki dünyada en önemli varlık kendisi, herşey onun emrine ve isteğine hazır olmalı. Annesi, babası, diğer insanlar ve eşya, isteği gibi kendisine davranmasa ağlamaya başlar. Herşeyin merkezi olduğu hissini taşır.İnançsız insanlar, bu çocuktan farklı mı düşünüyor? Her varlık kendi nefsine maliktir. Kendisi için çalışır, kendi zevki için çabalar, gayesi yaşamak ve varlağını devam ettirmektir diyen ve benliklerini dünyanın merkezi yapan, kendilerini firavun gibi tanrı sanan bu insanlar, egosantrik düşünüşten daha aşağı seviyede değiller mi?

EGRAZ (Garaz. C.) Garazlar.

EGSAN (Bak: Ağsân)

EGŞİYE (Bak: Ağşiye)

EGTAŞA Karartı.

EGTİYE (Bak: Ağtiye)

EGUL f. Hiddet ve öfke ile yan yan bakma.

EGVAL (Gul. C.) Büyük felâketler, âfetler, musibetler, belâlar. * şeytanlar. * Gulyabaniler.

EGVAR (Gavr. C.) Dipler, çukurlar, kuyular. Sonlar, uçlar.

EGZOST ing. İçten yanmalı motorlarda yanmış akaryakıt gazı. Bu gazın boşaltılması tertibatı.

EHABB Çok sevgili. En sevgili.

EHABB-I EHİBBA $ Dostların, ahbabların en sevgilisi.

EHABB-I EMVAL Malların çok sevileni.

EHACC Pek katı, çok sert şey.

EHACÎ (Uhcüvve. C.) Bilmeceler, bulmacalar, yanıltmacalar.

EHAD Bir. Tek. İnfiradla muttasıf sıfât-ı kâmileyi cami' olan. (Bak: Ehadiyyet)

EHAD-ÜL-ÂHÂD Eşsiz, tek, emsalsiz. Teklerin teki, bir tek.

EHADD (Hadd. den) Çok keskin.

EHADD-İ SÜYUF Kılıçların en keskini.

EHADİD (Bak: Ahadid)

EHADİS Hadisler. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) sözleri, hareketleri ve emirlerini bildiren hakikatler. (Bak: Hadis)

EHADİS-İ KUDSİYE (Bak: Hadis-i Kudsî)

EHADİS-İ MERFUA (Bak: Hadis-i Mürsel)

EHADİS-İ MEVZUA (Bak: Hadis-i Mevzu')

EHADİS-İ MÜRSELE (Bak: Hadis-i Mürsel)

EHADİS-İ SAHİHA (Bak: Hadis-i Sahih)

EHADİYYET (Ahadiyet) Allah'ın (C.C.) her bir şeyde kendine âit birlik tecellisi. (Ehadiyyet, her bir şeyde Halik-ı Külli Şey'in ekser esmâsı tecelli ediyor demektir. Meselâ: Güneşin ziyası, bütün zemin yüzünü ihata ettiği haysiyeti ile vahidiyyet misâlini gösterir ve her bir şeffaf cüz'de ve su katrelerinde, güneşin ziyası ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi bulunması ehadiyyet misâlini gösterir. Ve her bir şeyde, hususan zi-hayatta ve bilhassa her bir insanda o Sani'in ekser esması onda tecelli ettiği cihetle ehadiyeti gösterir. M.) (Bak: Rahmaniyyet)

EHADÜ HÜMA Onlardan biri. Her ikisinden biri.

EHAFF Çok hafif.

EHAFF-İ MÜCÂZÂT Cezâların en hafif olanı.

EHAKK Daha haklı, pek haklı. Daha doğrusu. En hakiki.(Ey talib-i hakikat, madem hakta ittifak, ehakta ihtilaftır. Bazan hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen. S.)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin