Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə34/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   181

DİL t. Lisan, zeban. * Ağızdaki tat alma duygusu ve konuşma uzvu. * İnsanların konuştukları lehçelerin her birisi. Lügat. * Muhtelif âlât ve edevâtın uzunca ve yassı, ekseriya oynak kısımları. * Coğ: Denizin içine uzanmış üstü düz mumluk, uzunca kara parçası. * Mc: Gıybet, mezemmet, dedi-kodu, çekiştirme.(İnsanın yüz cihazatından birtek cihazı olan lisanı; bir et parçası iken, iki büyük vazifesiyle yüzer hikmetlere, neticelere, meyvelere, fâidelere âlet oluyor.. Taamların zevkindeki vazifesi, ayrı ayrı bütün tatları bilerek cesede, mideye haber vermek ve rahmet-i İlâhiyyenin matbahlarına dikkatli bir müfettiş olmak ve kelimeler vazifesinde kalbe ve ruha ve dimağa tam bir tercüman ve santral olmak; elbette gayet parlak ve kat'i bir surette ihatalı ilme delâlet ve şehadet eder. Birtek dil, hikmetleri ve meyveleriyle böyle delâlet etse; hadsiz lisanlar ve hadsiz zihayatlar, nihayetsiz masnuat, güneş zuhurunda ve gündüz kat'iyetinde nihayetsiz bir ilme delâlet ve şehadet ve Allâm-ül Guyub'un daire-i ilminden ve hikmetinden ve meşietinden hariç hiçbirşey yoktur diye ilân ederler. ş.)

DİL f. Gönül, kalb, niyet. * Cesâret, yürek. * Mandıra, ağıl.

DİL-İ ÂVÂRE Serseri gönül.

DİL-İ DERYA Denizin ortası.

DİL-İ DİVANE Divâne gönül, deli gönül.

DİL-İ PÜR-ÂTEŞ Ateşli gönül.

DİL-İ SUZAN Yanık, ateşli gönül.

DİL-İ ŞEB Gecenin ortası, gece yarısı.

DİL-İ VİRAN Harap gönül, yıkık gönül.

DİL-İ ZÂR Zavallı gönül.

DİL-ÂGÂH f. Kalbi uyanık. Akıllı, bilgili, görgülü. Gönül anlar.

DİLAHİS Leşker, asker. Çeri başı.

DİLALET Kılavuzluk etmek. * Nazlanma. İşve. * Üstünlük, galebe.

DİL-ÂRÂM f. Gönül eğlendirici, kalbe rahatlık veren. Gönül okşayan.

DİL-ÂRÂ(Y) f. Kalbi süsleyen, gönlü zinetlendiren.

DİLAS (C.: Düles) Hızlı, seri.

DİLAS (DELİS) Yumuşak ve berrak olan nesne.

DİL-ÂSÂ f. Gönlü rahatlandıran, avutan.

DİL-ASUDE f. Kalbi rahat.

DİL-AŞUB f. Kalbi sıkan, yüreğe sıkıntı veren, gönle eza veren. * Kalbi meftun eden güzel.

DİL-ÂVER f. Yiğit. Cesaretli. Yürekli. * Gönül alıcı.

DİL-ÂVERÂN (Dil-aver. C.) Dilaverler, yürekliler, yiğitler.

DİL-AVİZ f. Câzib, çekici, gönle asılan. Gönlü asılı tutan, dilber.

DİL-AZAD f. Gönlü rahat, gönlü bir şeyle ilgili olmıyan.

DIL-AZAR f. Gönlü inciten, hatır kıran.

DİL-AZURDE f. İncinmiş. Gönlü, kalbi kırılmış.

DİL-BAZ f. Güzel konuşan. Sözü ve işi hoş olan. Gönül eğlendiren.

DİL-BEND f. Gönül bağlıyan, seven.

DİL-BER f. Gönül alan, kalbi çeken. Güzel, dilber.

DİL-BESTE f. Kalbi bağlı, âşık.

DİL-CU(Y) f. Gönül çeken, gönül arıyan.

DİL-DADE f. Gönül vermiş, âşık.

DİL-DAR f. Kalbi hükmü altında tutan. Sevgili, mâşuk.

DİLDİL f. Iztırab, acı, elem, sıkıntı, azab. İnilti.

DİLDİL-KÜNÂN İnleyenler, acı çekenler, ıztırab çekenler.

DİL-DUZ f. Kalbe batan, gönül delen.

DİL-DÜZD f. Gönül çalan.

DİLE f. Dil, gönül, kalb yürek. * Gönül sahibi.

DİL-EFRUZ (Dilfiruz) f. Kalbi yakan, gönül parlatıcı.

DİLEKÇE (Bak: İstida)

DİL-FERAH f. Sevinçli, gönlü rahat.

DİL-FİGAR f. Gönlü yaralı, âşık.

DİL-FİRİB f. Gönlü aldatan, câzibeli.

DİL-GERM f. Öfkelenmiş hiddetlenmiş, gönlü kızmış.

DİL-GİR f. Kalbe sıkıntı veren gönül tutan. * Gücenmiş olan, kırgın.

DİL-GÜŞA f. İç açan, gönül açan, kalbe ferah veren. * Türk musikisinde bir mürekkeb makam.

DİL-HAH f. Gönül talebi, gönül arzusu.

DİL-HARAB f. Gönlü yıkılmış, gönlü kırılmış.

DİLHAS (DÜLÂHİS) Arslan. Çeri kimse.

DİL-HIRAŞ f. Yürek parçalıyan, tırmalıyan.

DİL-HUN f. Kalbi yaralı, yüreği kanlı. Mükedder, mağmum.

DİL-HURREM f. Neş'eli, gönlü sevinçli.

DİL-HUŞ f. Yüreği rahat, gönlü hoş.

DİLİR (C.: Dilirân ) Bahadır, cesur, cesaretli, yiğit, yürekli.

DİLİRÂN (Dilir. C.) Bahadırlar, cesurlar, cesaretliler, yiğitler, yürekliler.

DİLİRÂNE f. Mertçesine, yiğitçesine, bahadırcasına.

DİLİRÎ f. Mertlik, yiğitlik, yüreklilik.

DİL-KEŞ f. Gönlü çeken, kalbi cezbedici.

DİL-KUB f. Gönül zedeliyen, vuran.

DİL-MÜRDE f. Duygusuz, kalbi ölmüş.

DİL-NİŞİN f.Gönlüde yer tutan. Lâtif, hoş.

DİL-NÜVAZ Gönül okşayan.

DİL-RİŞ f. Dertli, kalbi yaralı, gönlü yaralı.

DİL-RÜBA f. Gönül alan, gönül kapan.

DİL-SAZ f. Gönül yapan.

DİL-SİR f. Gözü gönlü tok.

DİL-SİTAN f. Gönül alan.

DİL-SUZ Gönül yakan.

DİL-ŞAD f. Sevinmiş. Kalbi hoş olmuş.

DİL-ŞİKAF f. Yürekleri delen, çok acıklı, dokunaklı.

DİL-ŞİKEN f. Can sıkıcı, kalb kırıcı.

DİL-ŞİKESTE f. Kalbi kırık, gönlü kırılmış olan.

DİL-ŞÜDE f. Gönlü gitmiş. Âşık.

DİL-ŞÜKÜFTE f. Gönlü açılmış, ferahlamış.

DİL-TENG f. Sıkıntılı, kederli, gönlü darda olan.

DİL-TENGÎ f. Gönlü darlığı, iç sıkıntısı.

DİL-TEŞNE f. Kalbi susamış. Gönlü çok istekli, çok özlemiş.

DİLÜVİYUM Jeo: Nehirlerin en eski alüvyonlarına verilen isim.

DİM f. Yüz, yanak, çehre, surat.

DİMA' Göz yaşı akan yerlerin izi.

DİMA' (Dem. C.) Kanlar.

DİMA f. (Bak: Demâ)

DİMAĞ Beyin. Kafanın içi. (Bak: Kalb)(Dimağda merâtib var birbiriyle mültebis ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur sonra tasavvur gelir.Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor sonra iz'an oluyor, sonra gelir iltizam sonra itikad gelir.İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Herbirinden çıkar bir hâlet; salâbet itikaddan.Taassub iltizamdan, imtisal iz'andan, tasdikten iltizam, taakkulde bitaraf, bibehre tasavvurda.Tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir.Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek, her demde, sâfi olan zihinleri cerhdir, hem idlâli...S.)

DİMAM Çocukların yüzlerine sürülen ilâç. * Sevap.

DİMAR Helâk, mahv.

DİMASE Yumuşak. * Asanlık, kolaylık.

DİME (C.: Diyem) Gündüz veya gecenin üçte biri miktarı ile tam gün kadar sürebilen, gürleme ve yıldırımı, olmayan yağmur.

DİMEN Süprüntülükler. Mezbele. Gübre. Fışkı.

DİMİŞK Şam şehri. Suriye'nin başkenti.

DİMİŞKÎ Şam şehriyle alâkalı. Şam'a ait ve müteallik. * Şam'da yapılan ve güzel san'atlarda kullanılan bir nevi kâğıt.

DİMKİS İbrişim.

DİMMET Deve ve koyun tersi.

DİMN Deve ve koyun tersi.* Selin getirdiği çörçöp.

DİMNE f. Tilki.

DİMNE (C.: Dimen) Ters. * Duvar temeli. * Kin, düşmanlık. * Süprüntülük.

DİN Ceza, ivaz. * İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey'et-i mecmuasıdır. Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıyarak, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır. İnsanların cemiyet hayatında barış içinde ve kardeşçe yaşamalarını sağlar, hakiki saadete ulaştırır. Dinin zayıfladığı cemiyetlerde ırkçılık ve ihtilâlci ideolojiler yayılır. Milletin birlik ve dirliği bozulur. * Cenab-ı Hakk'ın Dergâh-ı Uluhiyyetine kulluk edasına vesile ve medar olan ibadet, İslâm, şeriat. * Millet. * Âdet, hâl, siyaset. * Hesab. * Kahr, galebe, istilâ. * Mâlik olmak. Aziz olmak. * İtaat etme. Verâ, takvâ. Mâsiyet ve ikrah ve hizmet. * Hüküm, kazâ ve ihsân. * Bir şeyi âdet eylemek, de'b. * Siret ve tarikat. * Tedbir ve tevhid. * Melik, mülk. * Birisini hoşlanmadığı şeye sevketmek. *Ist: Allah ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim eden nizam.

DİN-İ FERİD Tek ve benzersiz olan hak din. İslâm dini.(Bernard Shaw demiş: "Din-i Muhammedî'nin (A.S.M.) en yüksek makam-ı takdire çıkmasının sebebi: Gayet acib ve sağlam bir hayatı te'min etmesidir. Bana açılan budur ki: O din; tek, yektâ, emsalsiz bir din-i ferid olup, bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor. Yâni: Islah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor. Hem Muhammed'in (A.S.M.) dini öyle bir dindir ki, insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celbedebilir. Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki: Beşere vâcibdir ki desin: "Muhammed (A.S.M.) insaniyetin halâskârıdır. Ve halâskârlık namı, O'na verilmek lâzımdır." M.)

DİN (Dyne) Fr. Fiz: Bir gramlık bir kütlenin hızını, saniyede bir santimetre artıran kuvvet ölçüsü.

DİNAK İri gövdeli, şişman kadın.

DİNAMİK yun. Cisimlerin hareketleriyle bunları meydana getiren sebebler arasındaki alâkayı araştıran mekanik ilminin bir kolu. * Hareket eden, durup dinlenmek bilmeyen, hareketli. * Fls: Sâbitin zıddı olarak bir kuvvet tesiriyle dâim hareket halinde bulunan ve bulunduran, bir değişmesi, bir oluşu olan. Hareketle birlikte te'sirli kuvveti de olan.

DİNAMO yun. Hareketi elektrik akımına çevirmeye mahsus âlet.

DİNAN Küpler.

DİNAR Lât. Eskiden kullanılan altın ve sikkeli para.

DİNDAR f. Dinî kaidelere hakkıyla riayet eden, dininin emirlerini yerine getiren, mütedeyyin.

DİNDARANE Dindar bir kimseye yakışacak tarzda.

DİNEN Din bakımından, diyanet noktasından, dince.

DİNKAS İfsad etmek, bozmak.

DİNNABE Kısa boylu kimse.

DİNNAME Kısa boylu.

DİNNEME Kısa boylu.

DİNPERVER f. Sağlam dindar, dine hizmet eden. Salabet-i diniye sâhibi.

DİNYA Emmi oğlu, amca oğlu.

DİPLOMAT yun. Memleket hakkında siyasi söz sâhibi. Dış meseleler hakkında milletlerarası işlerle uğraşan siyaset adamı. * Becerikli, söz söyliyebilen.

DİR' Zırh, demirden gömlek. * Kadın gömleği.

DİRAHŞ f. Nur, ziya, parıltı, parlama, ışık.

DİRAHŞAN f. Parlıyan, parlak.

DİRAHŞENDE f. Işıklı, nurlu, ışıldayan, parıldayan.

DİRAHT f. Ağaç. Şecer.

DİRAHT-I MEYVEDÂR Meyve veren, yemişli ağaç.

DİRAK Tâbi olmaklık, itaat etmeklik.

DİRAN (Dâr. C.) Evler, hâneler.

DİRASE Kitab okumak. * Elbiseyi eskitmek. * Gizli yol. * Harmanda buğday döğmek. * Uyuz olan deveyi katranlamak.

DİRAYET Zekâ, bilgi. Kuvvetli tecrübe sahibi olmak. * Fetanet. Temkin ve tecrübeye dayanan akıl.

DİRAYETKÂR f. Bilgili, dirâyetli, kavrayışlı.

DİRAYETLİ Kavrayışlı, zeki, bilgili, anlayışlı.

DİR-BAZ f. Uzun zaman, uzun müddet, uzun.

DİRDİH Yaşlı, pir, ihtiyar kişi.

DİRDİM Ağzında dişleri kırılmış ve kütelmiş yaşlı deve.

DİREFŞ f. Alem, bayrak, sancak.

DİREKTİF Fr. Üst makamlardan, tutulacak yol üzerine verilen emirlerin tümü, hepsi. Talimat, emir. Nasıl, ne şekil olacağına çalışacağına dair emir.

DİREKTUVAR Fr. Fransız ihtilâlinin üçüncü yılında Konvansiyon'un yerine geçen idare şekli.

DİREM (Dirhem) f. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki üç gram ağırlık. Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır. Şer'an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı. * Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para. Akça.

DİREM-SERA f. Darbhâne, para basılan yer.

DİRENG f. Gecikme, yavaşlık, teenni, teahhur. * Dinlenme, karar, istirahat, aram.

DİREV f. Ekin biçme, hasat.

DİREV-GER f. Ekin biçen, orakçı.

DİRHA Süngü ile oynadıkları halka.

DİRHAM (C.: Derâhim) Kuruş.

DİRHEM (Bak: Direm)

DİRHEVS Katı, şiddetli nesne, şedid.

DİRİĞ f. Men'etmek, korumak, esirgemek. * Eyvâh, yazık.

DİRİGA f. Yazık, eyvahlar olsun!

DİRİN(E) f. Eski, kadim.

DİRİTNOT (Diritnavt) ing. Büyük harp gemisi.

DİRKİTE Acem diyarında bir oyun adıdır. (Bir yere gelip raks ederler.)

DİRVAS Büyük deve. * Boynu kalın olan adam. * Arslan. * Köpek ve devenin sütü.

DİRYAK Tiryâk, ilâç.

DİRZ (C.: Duruz) Dünya nimetleri. * Lezzet.

DİSAM Şişe ağzına konulan tıpa. * Yaraya bağlanan bez. * Kulak içine sokulan şey. * Yarık ve delik tıkamada kullanılan tıkaç.

DİSAR (C.: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise. * Yatak çarşafı. * Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır.

MERHAMET-DİSAR Çok merhametli, acıma hissi fazla olan.

DİSAR (C.: Düsür) Kenet, urgan, halat, perçin, mismar.

DİSE f. Kişi, şahıs, zât, fert.

DİSİPLİN Fr. Uyulması lâzım gelen kaide ve yasaklar. * Nizam ve intizam te'mini için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî tâlim ve terbiye.

DİSKALİFİYE Fr. Müsabaka dışı bırakılmış.

Dİ-ŞEB Dün gece.

DİV f. Dev. * İblis, şeytan. * Cinn, ifrit.

DİVAN Eskiden yaşamış şâirlerin şiirlerinin toplandığı kitap. * Büyük meclis. Büyük ve idâre işlerine bakan bilgili, nüfuzlu kimselerin toplandıkları yer.

DİVAN-I AHKÂM-I ADLİYE Huk: Kanunlara göre, bakılacak dâvalarla ilgilenmek üzere 1284 yılında kurulan ilk nizâmiye mahkemesi.

DİVAN-I ÂLÎ Yüce divân.

DİVAN-I DEÂVÎ NEZARETİ Çavuşbaşılığın kaldırıldığı 1836 (Hi: 1252) tarihinde bunun yerine kurulan daire. Fakat 1870 (Hi: 1287) tarihinde Adliye Nezareti'nin teşekkülü üzerine kaldırılmıştır.

DİVAN-I EŞ'ÂR Şiirler divanı, şiirler kitabı.

DİVAN-I HARP Harp divanı. Yüksek rütbeli askerlerin harp mes'eleleri veya harp suçluları hakkında işler için toplandıkları meclis.

DİVAN-I HÜMÂYUN f. Halkın dâva ve şikâyetlerinin dinlenip halledildiği, devlet meselelerinin görüldüğü padişah huzuru. Bu mecliste; sadrazam, şeyh-ül İslâm, kazaskerler, defterdarlar ve sair büyük devlet ricali bulunurdu.

DİVAN-I İLÂHÎ Âhiretteki hesap günü. Haşirde muhasebe günü.

DİVAN-I NÜBÜVVET Peygamberler cemaati, peygamberler meclisi.

DİVANÇE f. Kafiye itibariyle harf sırası tertibiyle yapılan küçük şiir mecmuası.

DİVAN DURMAK Huzurda hazır olarak beklemek.

DİVANE f. Deli. Aklı başında olmayan.

DİVANE-GÎ f. Delilik, divânelik.

DİVANE-REV f. Çılgın, delicesine davranan.

DİVANHANE f. Odalar arasındaki büyük salon. Büyük ev. Divan kurulacak büyük oda. Saraylarda odalar hâricinde olan büyük salon.

DİVAR f. Duvar.

DİVÂR-GER f. Duvarcı.

DİV-BAD f. Şiddetli rüzgâr, kasırga, fırtına. * Divanelik, delilik, cinnet.

DİV-BEÇE f. Deve yavrusu.

DİV-CAME f. Eskiden savaşlarda giyilen kaplan veya arslan postekisi.

DİV-ÇE f. Sülük. * Kadın tuzluğu adı verilen bir bitki çeşiti. * Ağaç kurdu, güve. * Arka kaşağısı.

DİVE f. İpek böceği.

DİVEK f. Ağaç kurdu, güve.

DİVER f. Ev sahibi.

DİVİT Yazı yazmak için kullanılan hokka ve kalemi bir arada ihtiva eden mahfaza.

DİYAF Bir mevzi.

DİYANET Dindarlık. Dinin hükümlerine riâyet ve muktezasınca amel etmek. Din emirlerinin hüsn-ü ihtiyar ile tatbiki. Din işleri.

DİYAR (Dâr. C.) Memleket.

DİYAR-I ÂHAR Başka, diğer memleket.

DİYAR-I GURBET f. Gurbet diyarı. Yabancı memleket.

DİYAR-I KÜFR İslâm ülkelerinden hariç olan memleketler.

DİYAR-I RUM f. Eskiden Osmanlı ülkesindeki Anadolu.

DİYAS(E) Ekini davar ayağı ile bastırıp çiğnetmek. * Kılıcı ruşen etmek, kılıcı parlatmak.

DİYAT (Diyet. C.) Diyetler. (Bak: Diyet)

DİYEKE (Dîk. C.) Dîkler, horozlar.

DİYER (Dâr. C.) Dârlar, hâneler, evler.

DİYET Kan bedeli. Yaralanan veya öldürülen bir kimse için en yakın vârisine ödenmesi şer'an hükmolunan para veya mal. Can pahası. * Para, değer. Kıymet.

DİYET-İ KÂMİLE Huk: Öldürülen şahsın nefsine bedel olarak, câniden veya ailesinden alınan tam diyet olup, miktarı öldürülen kişiye göre değişir.

DİYET Tar: Almanya'yı meydana getiren devletlerin özel parlamentolarına verilen isim.

DİZ f. Kal'a, sur.

DİZ(E) f. Levn, renk.

DİZA Noksanlaştırmak. * Eziyet vermek. * Ezâ etmek. * Hor ve hakir etmek.

DİZÇEK Dizleri muhafaza etmek için muharebelerde kullanılan bir nevi zırh.

DİZDAR f. Kale muhafızı, kale ağası.

DOĞA (Bak: Tabiat)

DOĞA ÖTESİ (Bak: Metafizik)

DOĞMA yun. Fikir, rey. * Fls: Kat'i olarak ileri sürülen fikir.

DOĞMATİZM (Bak: Nassiye)

DOK ing. Gemi tamir veya inşasında kullanılan üstü örtülü havuz. * Ticari eşya için rıhtımlarda yapılan büyük depo.

DOKTRİN yun. Hatt-ı hareket. Hareket tarzı. Düstur, tarik. Re'y. * Fls: Bir sistem meydana getiren fikir ve kanaatlerin hepsi. Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin tümü.

DOLAP (C.: Devâlib) Kuyudan su çıkarıp bahçeleri sulamaya mahsus döner makine. * Her çeşit döner çark, çıkrık. * İçine eşya vesaire konulan raflı veya rafsız göz. * Eskiden selâmlık ile harem arasında eşya alıp vermeye mahsus döner dolap ki, veren ile alan birbirlerini görmezlerdi. * İşlerin idaresi. * Mc: Hile, hile ile iş görme.

DOLUNAY t. Ayın yuvarlağına karşı gelen yarım küre yüzeyinin tamamıyla aydınlık görünmesi hâli. Ayın 14 veya 15 nci günleri. * Bedir.

DOMANİÇ Kambur. Tümsekli, fırlak.

DOMİNYON ing. Büyük Britanya İmparatorluğu'nun, anavatanla aynı hakları olan deniz aşırı parçalarından beherine verilen isim.

DOST (C.: Dostân) f. Sevilen insan, muhib, yâr. * Erkek veya kadın sevgili, mâşuk, mahbub, mâşuka, mahbube. * Hakiki dost ve âşıkların ve âriflerin âşık oldukları Allah.

DOSTAN (Dost. C.) Dostlar.

DOSTANE f. Dostça, dostlukla.

DOSTÎ f. Dostluk.

DOZ Kim: Bir maddenin bir karışıma girmesi gereken muayyen miktarı. * Tıb: Bir hastaya bir defada veya bir günde verilecek ilâç miktarı. * Ölçü, miktar.

DÖNÜM 919 m2 lik eski bir arazi ölçüsü.

DÖVİZ Fr. Yabancı devlet parası. * Yabancı ülkelerde ecnebi paralarla ödenecek olan poliçe, çek gibi senetler.

DRAM yun. Korkunç ve kanlı tiyatro piyesi. * Müthiş bir vakıa. Musibet, felâket. Heyecan uyandıran hâdise veya hareket.

DRAMATİK yun. Drama benzer. Heyecan verici, acıklı. * Temsil yapılmak üzere yazılan heyecan verici veya acıklı tiyatro eseri. Acıklı olanına Trajedi, gülünç olanına da Komedi denir.



DU' (C.: Ezvâ-Zayân) Erkek baykuş.

DUA Allah'a (C.C.) karşı rağbet, niyaz, yalvarış, tazarru. * Salât, namaz. * Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek. Allah'ın rızâsını, hidayet ve istikamete muvaffakiyyeti dilemek, yalvarmak. * Peygamber'e (A.S.M.) salavat getirmek. * Birisini çağırmak. * Birisini bir şeye sevketmek. * Bir kimseyi bir isimle tesmiye etmek. * Söz, kelâm. * Okumak.(... Duâ ubudiyyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir. Çünkü, duâ eden adam duâsı ile gösteriyor ki: Bütün kâinata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılaı var ve bilir; en uzak maksadlarımı yapabilir; benim her halimi görür, sesimi işitir. Öyle ise, bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki benim sesimi de işitiyor, bütün o şeyleri O yapıyor ki en küçük işlerimi de Ondan bekliyorum, Ondan istiyorum...Duânın en güzel, en lâtif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki: "Duâ eden adam bilir ki; birisi var ki, onun sesini dinler; derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder; Onun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim Zât var; ona bakar, ünsiyet verir... M.)(Duâ-yı kavli-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki cihetledir. Ya aynı matlubu ile makbul olur veyahud daha evlâsı verilir.Meselâ: Birisi kendine bir erkek evlâd ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. "Duâsı kabul olunmadı" denilmez. "Daha evlâ bir surette kabul edildi" denilir. Hem bâzan kendi dünyasının saâdeti için duâ eder. Duâsı âhiret için kabul olunur. "Duâsı reddedildi." denilmez. Belki, "Daha enfa bir sûrette kabul edildi." denilir. Ve hâkezâ... Mâdem Cenâb-ı Hak Hakim'dir, biz ondan isteriz, o da bize cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele der. Hasta tabibin hikmetini ittiham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. "Tabib beni dinlemedi." denilmez. Belki âh ü fizârını dinledi, işitti, cevap da verdi; maksudun iyisini yerine getirdi. M.) (Mü'minin mü'mine en iyi duâsı nasıl olmalıdır?Elcevap : Esbâb-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü, bâzı şerait dahilinde duâ makbul olur, şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Duâ edileceği vakit, istiğfar ile mânevi temizlenmeli: sonra makbul bir duâ olan Salâvat-ı Şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine Salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duânın ortasında bir duâ makbul olur. Hem $ yâni "Gıyaben ona duâ etmek"; hem hadiste ve Kur'an'da gelen me'sur duâlarla duâ etmek. Meselâ: $ $ gibi câmi duâlarla duâ etmek, hem hulus ve huşu ve huzur-u kalb ile duâ etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mevâki-i mübârekede, hususan mescidlerde, hem cum'ada, hususan saat-i icabede, hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede; hem Ramazan'da, hususan leyle-i Kadir'de duâ etmek kabule karin olması rahmet-i İlâhiye'den kaviyyen me'muldür. O makbul duânın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut duâ olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek aynı maksad yerine gelmezse, duâ kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir. M.)(Dördüncü nevi ki; en meşhurudur...Bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır: Biri, fiilî ve hâlî; diğeri, kalbî ve kalîdir. Meselâ: Esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir. Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisan-ı hâl ile müsebbebi Cenab-ı Hak'tan istemek için bir vaziyet-i marziye almaktır. Hattâ çift sürmek hazine-i rahmet kapısını çalmaktır. Bu nevi dua-yı fiilî, Cevad-ı Mutlak'ın isim ve ünvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır. İkinci kısım: lisan ile, kalb ile dua etmektir. Eli yetişmediği bir kısım metalibi istemektir. Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi, şudur ki: "Dua eden adam anlar ki: Birisi var; onun hatırât-ı kalbini işitir, herşey'e eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir.. Aczine merhamet eder, fakrına medet eder."İşte ey âciz insan ve ey fakir beşer! Duâ gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medarı olan bir vesileyi elden bırakma. Ona yapış âlâ-yı illiyyin-i insaniyete çık, bir sultan gibi bütün kâinatın dualarını, kendi duan içine al. Bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi $ de. Kâinatın güzel bir takvimi ol!... S.)

DUÂ-YI HAYR Hâyırlı dua, hayır isteyen dua.

DUÂ-YI FİİLÎ Fiil ile yapılan dua. Yâni: İstenilen şeyin sebeplerini yerine getirmeye çalışmak.

DUÂ-YI KAVLÎ Sözle yapılan dua ki bildiğimiz meşhur duâlardır.

DUÂ-YI MÜSTECAB Kabul olunan dua.

DUÂGÛ (Duâhân) f. Duâ okuyan. Duâ eden.

DUAT (Dâî. C.) Duâ edenler. Allah'a yalvaranlar. * Dâvet edenler.

DUBAN Duman.

DUBU' Yapışmak.

DU'CE Gözün büyük ve siyah olması.

DUCRET Sıkıntı, gönül darlığı, zahmet. Zaruret.

DUCRET-VER f. Sıkıntılı.

DÛÇAR f. Yakalanmış. Çatmış. Mübtelâ. * Ulaşmış.

DUD f. Duman, sis. Tütün. * Elem, gam, keder, tasa.

DUD Kurt, böcek.

DUD-İ HARİR İpek böceği.

DUD-ALUD f. Dumanlı.

DUDE f. Kavim, kabile, aşiret, ocak, aile. * İs'inden mürekkeb yapılan çıra.

DUDE Kurtcağız, küçük solucan, böcek.

DÛD-HÂNE f. Kabile, silsile, hânedan, soysop.

DUDHAR f. Kelebek. * Aşçı, yemek pişiren kimse. * Külhancı.

DUDMAN f. Hanedân, sülâle, akarib, aile, kabile, kavim, aşiret.

DUDU Hanım, kadın, hatun.

DUDU (Tuti) Dudu kuşu, papağan.

DUG f. Ayran.

DUGA Akılsız kadın.

DUGA' Kedi miyavlaması. * Tilki sesi. * Zelil, hakaret görmüş kimsenin sesi.

DUGAB Tavşan sesi.

DUGAGA Ahmak, akılsız kişi.

DUGATA Eğri bir ağaç cinsi.

DUGD f. Gelin, yeni evlenmiş kız.

DUGMERAN Kara, esved.

DUGMUS (C.: Degâmis) Rengi siyaha yakın küçük bir su canavarı.

DUGN Karanlık, zulmet.

DUGTA şiddet. * Meşakkat, zorluk.

DUH f. Kız, kerime, duhter. * Havai fişek. * Hasır otu, hasır sazı.

DUH f. Çorak, otsuz ve çıplak arazi. * Tüysüz, çıplak yüz ve baş. Köse ve dazlak. * Yapraksız ve meyvasız ağaç. * Hasırotu.

DUHA Kuşluk vakti. * Güneş. * Vuzuh ve beyan. * Kur'ân-ı Kerim'in 93. Suresinin adı. Vedduhâ da denir.

DUHALA (Dahil. C.) Yabancılar. Muhacirler. Sığınanlar. Dahilde olanlar.

DUHAN Duman. Tütün. * Kur'an-ı Kerim'in 44. suresinin adı. * Mc: Gaflet ve dalâlet dumanı ki, hakikatların görünmesine mâni olur. Arap lisanında galib olan şerre, duhan tesmiye ederler. * Kıtlık ve kuraklık.

DUHAN-I ATEŞ Ateşin dumanı.

DUHAN-I MÜBİN Aşikâre duman. (Bu duhan hakkında iki tefsir rivayet olunmaktadır. Birisi: İbn-i Mesud Hazretlerinden mervi olduğuna göre; şiddetli açlık ve kaht seneleridir. Çünkü çok aç olan kimseye, gerek gözlerinin za'fından ve gerek çok kuraklık ve kahtlık senelerinde havanın fenalığından, semâ dumanlı görünür. Bir de Arab, galib olan şerre, duhan tesmiye eder. Nitekim dumanlı hava tâbirini biz de kullanırız.) (E.T.)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin