Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə63/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   181

HASİSA Bir şeye mahsus hal. Kendine mahsus olup başkasında bulunmayan keyfiyet, karakter.

HASİYY Hayası çıkarılmış, hadım edilmiş, burulmuş (insan veya hayvan).

HASİYYET (Hassiyet) Hususi fayda, kuvvet ve menfaat, tesir, keyfiyet.

HASL Fena huylu olma. Kötü haslet sahibi olma.

HASL Zayıflık.

HAS LAFIZLAR Bir mânaya mahsus olan lafızdır. Hasan, Mehmed, insan, erkek lafızları gibi.

HASLE Göbekle kasık arası.

HASLE (C.: Husul) Hurma koruğu.

HASLET Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.

HASLET-İ CEMİLE Güzel ve iyi huy.

HASLET-İ HAMİDE Medih ve senâ edilmeğe, övülmeğe lâyık olan güzel ahlâk ve haslet.

HASLET-İ HAMRÂ Hamiyet, gayret veya mahcubiyetten gelen ve yüz kızarması suretinde görünen güzel haslet.

HASM Kesip atma, kesme, kat'etme. * Kat'i olarak bir mes'eleyi hâlledip neticeye varma.

HASM-I DA'VÂ Dâvânın halledilmesi.

HASM (Hasım) Muhâlif. Karşı taraf. Düşman.(Eğer hasmını mağlub etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü, eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder, zâhiren mağlub bile olsa, kalben kin bağlar, adaveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen nedâmet eder, sana dost olur. M.)

HASM-I BÎAMAN Amansız düşman. Merhamet bilmeyen düşman.

HASM-I CA'LÎ Huk: Hakikatta hasım olmadığı halde, hasım imiş gibi hâkim önünde husumeti kabul eden kimse.

HASM-I EKBER En büyük düşman olan şeytan.

HASM-I ELEDD İnatçı düşman, muannid hasım.

HASM-I MÜTEVARÎ Huk: Mahkemeye gelmekten ve vekil göndermekten çekinen kimse.

HASM Atâ etmek, hediye vermek. * Ovmak.

HASMANE f. Düşmancasına. Düşman gibi. Hasma mahsus halde.

HASME Kırmızı meşe.

HASMEN Bir mes'eleyi kesin bir karar ile halledip bitirmek suretiyle.

HASMÎ Düşmanlık, husumet, adavet.

HASNÂ Çok fazlasıyla kendini haramdan saklayan kadın. Çok iffetli, çok nâmuslu kadın.

HASNÂ-YI HÜSNÂ Hem güzel ve hem de namuslu olan kadın.

HASNA Güzel kadın. Hüsün ve cemal sâhibesi.

HASPUŞ f. Hilekâr, hileci, iki yüzlü, mürai.

HASPUŞÎ Hile, riyâ.

HASR Bir şeyin içine alma. Yalnız bir şeye mahsus kılma. * Bir çember içine almak. Askerle etrafını kuşatmak. * Sıkıştırma. Kısaltma. * Okurken tutulup kalmak. * Vakfetmek. * Zaman ayırmak.

HASR-I FİKİR Bir şeye bütün fikrini vermek ve başka şeyle meşgul olmamak tarzı ve düsturu ile o şeyde veya meslekte mütehassıs ve muvaffak olmaya çalışmak. Bütün fikri çalışmayı bir şey üzerinde toplamak.

HASR-I İŞTİGAL Bütün çalışmaları bir şeye hasretme.

HASR-I NAZAR Sadece bir şeye bakıp dikkat etmek. * Yalnız bir mevzu veya meslek üzerinde çalışıp onda mütehassıs ve muvaffak olmaya çalışmak.

HASR-I ÖRFÎ Herkesçe bilinen belli bir şey. Böyle meşhur bir şeye mahsus olmak.

HASR Noksan olmak. * Sermayesini zayi edip ziyân etmek.

HASR Göz kapağında sivilce çıkmak.

HASR Keşfetmek. * Yorulmak.

HASR Böğür. * Bel.

HASREME Üst dudağın alt dudak üzerine taşması.

HASRET Özleyiş. İç çekme. Bir şeyi çok isteyip, arzulayıp ona kavuşamamaktan gelen üzüntü. (Bak: Husr)

HASRET-FİKEN f. Hasret düşüren, hasret döken.

HASRET-KEŞ f. Özlemiş, özleyen, hasret çeken.

HASRET-KEŞANE f. Hasret çekene yakışır surette. Özleyenler gibi.

HASRETMEK Kısaltmak. Sadece bir şeye mahsus kılmak. Bir şey için vakfetmek.

HASRET-NAME Edb: Ayrılık münasebetiyle yazılan mektub. Hasreti belirten yazı, hasret mektubu.

HASRET-ZEDE (C.: Hasret-zedegân) f. Hasrete düşmüş, hasrete uğramış.

HASS Tergib. Teşvik. Bir kimseyi bir şey için iknâ etmek.

HASS Duyan. Hisseden. Duyucu. * Duygu.

HASS Alçak, bayağı, âdi. * Marul.

HÂSS (C.: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu. * Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan. Umumi olmayıp mahsus olan. * Tam ayar olan, yabancı maddelerle karışık olmayan ve içinde bozuk bulunmayan. Tek, münferid. * Saf. * Tar: Osmanlı İmparatorluğunun ilk zamanlarında, devletin büyüklerine ayrılan yıllık geliri yüzbin akçadan fazla olan arazi.

HÂSS-ÜL HÂSS En güzel, en has.

HÂSS Ü ÂMM Herkes, bütün herkes.

HASS Azlık, kıllet.

HASS Zannetmek. * Silkmek. * Davarı kaşağılamak. * Közün üstünde birşey pişirmek. * Katletmek, öldürmek.

HASSA (C.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat. * Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.

HASSA-İ FARİKA Ayırıcı özellik. Vasf-ı fârık. Bir şeyi diğerinden ayıran hususiyet.

HASSA Saç ve sakalı döken bir hastalık.

HASSA' Hayırsız kadın.

HASSA Fil gözü.

HASSAD Orakçı, ekin biçen.

HASSAS Duygulu, içli. * Alıngan. Çok ve çabuk hisseden. Hissi galib olan kimse.

HASSASANE f. Hassas ve duygulu olana yakışacak şekil ve surette.

HASSAS BÖLGELER t. Sivil savunmada düşmanın hedef tutacağı bölgeler. Her hassas bölgenin ehemmiyeti aynı değildir. Hava savunması bakımından eldeki imkanlar ve hassas bölgeler arasında öncelik tesbitine ihtiyaç vardır. Hassas bölgeler, sırasıyla:1) Atomik vurucu üslerin bulunduğu bölgeler.2) Yüzeyden yüzeye füze üsleri.3) Darbe karargahları.4) Özel cephane depoları.5) Uçaksavar birlikleri.6) Radar mevzileri'dir.

HASSASE Hissedici kuvve. Hisseden, duyan.

HASSASİYET Hassaslık. Duygulu olmak. İhtimamlılık. Dikkatlilik.

HÂSSE Duygu uzvu. Bir şeye mahsus kuvvet. Hâl. (Bak: Kuvve)

HÂSSE-İ LEMS Elle dokunma kuvveti. Dokunma duyusu.

HÂSSE-İ RÜ'YET Görme kuvveti.

HÂSSE-İ SEM' İşitme kuvveti, duyma duygusu.

HÂSSE-İ ŞEMM Koklama duygusu.

HASSETEN Hususi olarak, özellikle. Yalnız, ayrıca.

HASSİYET (Bak: Hâsiyyet)

HASTE f. Uzanmış. * Ayağa kalkmış.

HASTE f. İstenilen, matlub, taleb edilmiş, istenilmiş.

HASTE (C.: Hastegân) f. Rahatsız, hasta.

HASTE-GÂN (Haste. C.) f. Hastalar, rahatsızlar, marizlar.

HASTE-GÎ f. Rahatsızlık, hastalık, maraz, illet.

HÂST-GÂR f. İsteyen, talep eden, isteyici.

HÂST-GÂRÎ f. Tâliplik, isteyicilik.

HASUB Kirişini atan yay.

HASUD Çok hased eden.

HASUDANE f. Kıskançlıkla, hasetçilikle, hasud olan kimseye benzer surette.

HASUDÎ Kıskançlık, çekememezlik, hasetçilik.

HASUN Serçe gibi küçük ve alaca renkli bir kuş.

HASUR Mânevi mücahededen dolayı kadınlara yaklaşmaya rağbet etmeyen. * Sır saklayan. Keder ve üzüntüden gönlü daralan, tasadan içi sıkılan. * Çok bahil kimse. (Halkla yer ve içer, birşey vermez) * Oğlu ve kızı olmayan. * Avrete cimâ edemeyen. * İhlili dar olan deve.

HASUS Katı, şedid, şiddetli.

HASV Men etmek, engel olmak.

HASV Toprak saçmak. * Az birşey vermek.

HASVA' Toprak parçası.

HASVE (C.: Husvât) Yudum yudum, azar azar içme.

HAŞ f. Süprüntü, kırıntı, döküntü. * Kızgınlık, hiddet.

HAŞ Kalb.

HÂŞÂ Aslâ. Kat'iyyen. Öyle değil. Allah korusun...(mânasına söylenir.)

HAŞÂ' (C.: Ehşâ) Nefes tutukluğu. * Nefesin tutulması. * Nâhiye. * Kalb.

HAŞÂ-İ BATIN Bağırsaklar.

HAŞAFET Kin ve düşmanlık, haset ve adavet.

HAŞAHİŞ (Haşhâş. C.) Haşhaşlar.

HAŞAİŞ (Haşiş. C.) Kuru otlar.

HAŞAK f. Süprüntü, çöp. Yonga.

HAŞAN Kokmuş tuluk.

HAŞARI Yaramaz, rahat durmaz, hırçın.

HAŞAS Arz haşereleri.

HAŞB Hayırsızlık. * Haşinlik.

HAŞBA' Kuru, yâbis.

HAŞEB Kereste imâlinde kullanılan kalın ve kuru ağaç.

HAŞEBE (C.: Haşebât) Odun, ağaç. Yonga.

HAŞEBİYET Odunluk, odun niteliği.

HAŞEB-PARE f. Tahta parçası. Yonga.

HAŞED İnsan topluluğu, cemaat.

HAŞEF Hurmanın yaramazı. * Eski elbise diken. * Devenin sütünün çok olması.

HAŞEFE (C.: Haşef-Haşefât) Sünnet mevziine varana kadar olan zeker başı. * Yaşlanmış kuru kadın. * Kuru hamur. * Yumuşak taş.

HAŞEFE Hiss. * Harekete ve yürüyüş sesine derler.

HAŞEL Bayağılaşma, rezil olma. Bayağılık, rezillik, âdilik. * Her nesnenin kötüsü.

HAŞEM Taraftarlar ve hizmetçiler. Düşmanlarına karşı koruyanlar. Aile.

HAŞEM Burun içinde olan bir illettir ve kokuyu değiştirir. * Genzin tıkanıp burnun koku almaması.* Etin kokması.

HAŞEME (C.: Haşem) Kol. Kollukçu. Hizmetkâr.

HAŞEM-NİŞİN f. Göçebe.

HAŞENE (Haşin. C.) Sert, katı ve kalb kırıcı olanlar.

HAŞERAT (Haşere. C.) Küçük zararlı böcek, akrep ve yılan gibi hayvanlar. * Mc: Zararlı ve kıymetsiz kimseler.

HAŞERE Yabani arı, böcek, akrep ve yılan gibi zararlı mahluk.

HAŞHAŞ Kapsüllerinden uyuşturucu bir madde olan afyon; tohumlarından da yağı çıkarılan bir bitki. * Hazırlıklı. * Silâhlı ve zırhlı topluluk.

HAŞHAŞA Silah sesi, yüksek ses. * Silâh. * Kuru ot. * Yeni kaftan.

HAŞIR Toplayan, cem'eden, haşreden.

HAŞİ Kuru, yâbis.

HAŞİ' Huşu içinde olan, alçak gönüllülük eden. * Kusurlarını düşünerek, ürpererek Cenâb-ı Hakka niyâz edip yalvaran.

HÂŞİAN Tevazu ve mahviyetle. Alçakgönüllülük göstererek.

HÂŞİANE f. Hâşi' olarak.

HAŞİB Yoğun, kalın. * Tam düzelmemiş olan kılıç. * Süslü, zinetli.

HAŞİBE Tabiat, mizaç, huy.

HAŞİF Eskimiş ve yıpranmış elbise.

HAŞİF Keskin kılıç. * Damdan aşağı asılmış olan karpuz.

HAŞİFE Adâvet, düşmanlık, kin.

HAŞİÎN Huşu' içinde olanlar.

HAŞİM Haşmetli, gösterişli, muhteşem.

HAŞİM Kuru ekmek kırıntısı doğruyan. Ezen, yaran, kıran, parçalayan.

HAŞİME Kemiği kırılmış olan baş yarığı.

HAŞİMÎ Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) kabilesinden, O'nun sülâlesinden gelen. * Bir tarikat şubesinde olan.

HAŞİN Kırıcı, kalb kırıcı. Sert, katı.

HAŞİN Korkak, korkan.

HAŞİN Kokmuş tuluk.

HÂŞİR Haşreden, toplayan. Cem'eden. * Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bir ismi. Haşir meydanında bütün insanlar mübarek izlerinde haşr olup toplanacaklarından Delâil-i Hayrat'ta bu isimle mezkurdur. (Bak: Haşr)

HAŞİŞ Esrar adı verilen "Hint keneviri"nin yaprağı. * Kuru ot.

HAŞİŞE Ot.

HAŞİV (Bak: Haşv)

HAŞİYE Sahife kenarına veya altına yazılan izah. Bir kitabın izah ve şerhini yapan yazı. Kenar, pervaz.

HAŞİYY Kuru, yâbis.

HAŞİYYE (C.: Haşâyâ) İçi dolmuş döşek. * Nihalî adı verilen sofra altı.

HAŞL Herşeyin âdisi, bayağısı.

HAŞM İncitmek. * Gadaplandırmak, hiddetlendirmek.

HAŞMET (Hışmet) Kendisine tabi olanlardan dolayı, "haşem" den olan, büyüklük ve heybet. Tantana-i azamet. Hürmetten gelen çekinme. * Hiddet, kızgınlık. * Alçak gönüllülük.

HAŞMETLİ (Haşmetlü) Tar: Haşmet sâhibi mânâsına gelir ve ecnebi hükümdarlarına verilen bir ünvandır.

HAŞMETMEAB Haşmetli, haşmet sahibi mânâlarına gelir ve eskiden padişahlara karşı hürmet bildirmek için kullanılırdı.

HAŞNA' Saliha kadın.

HAŞR (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek. * Toplama, cem'etmek. * Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet. * Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıktığı gibi, her bir insanın acb-üz zeneb denilen bir nevi çekirdeğinden diriltilerek bütün insanların Haşir Meydanında toplanmaları. (Bak: Acb-üz Zeneb)(Surenin başında, küffar, Haşri inkâr ettiklerinden Kur'ân onları Haşrin kabulüne mecbur etmek için şöylece bast-ı mukaddemât eder; der: "Ayâ, üstünüzdeki semâya bakmıyor musunuz ki: Biz ne keyfiyyette, ne kadar muntazam, muhteşem bir surette bina etmişiz. Hem görmüyor musunuz ki; nasıl yıldızlarla, Ay ve Güneş ile tezyin etmişiz, hiç bir kusur ve noksaniyet bırakmamışız. Hem görmüyor musunuz ki; zemini size ne keyfiyyette sermişiz, ne kadar hikmetle tefriş etmişiz. O yerde dağları tesbit etmişiz, denizin istilâsından muhafaza etmişiz. Hem görmüyor musunuz o yerde ne kadar güzel, rengâ-renk her bir cinsten çift hadrevâtı, nebâtâtı halkettik. Yerin her tarafını o güzellerle güzelleştirdik. Hem görmüyor musunuz, ne keyfiyyette sema cânibinden bereketli bir suyu gönderiyoruz. O su ile bağ ve bostanları, hububatı, yüksek leziz meyveli hurma gibi ağaçları halkedip ibâdıma rızkı onunla gönderiyorum, yetiştiriyorum. Hem görmüyor musunuz, o su ile, ölmüş memleketi ihya ediyorum. Binler dünyevî haşirleri icad ediyorum. Nasıl bu nebâtatı, kudretimle bu ölmüş memleketten çıkarıyorum; sizin haşirdeki hurucunuz da böyledir. Kıyamette arz ölüp, siz sağ olarak çıkacaksınız." İşte şu âyetin isbat-ı haşirde gösterdiği cezalet-i beyaniye-ki, binden birisine ancak işaret edebildik - nerede, insanların bir dâva için serdettikleri kelimat nerede? S.) (Bak: Hudus)

HAŞR-İ A'ZAM Kıyamet koptuktan sonraki en büyük haşir, içtimâ.

HAŞR-İ CİSMANÎ Cisimle, cesedle dirilme. Bedenlerin ve vücudların haşri. (Sual: Kusurlu, noksaniyetli, mütegayyir, kararsız, elemli cismaniyetin ebediyetle ve cennetle ne alâkası var? Madem, ruhun âli lezaizi vardır; ona kâfidir. Lezaiz-i cismaniyye için bir haşr-ı cismanî neden icabediyor?Elcevab: Çünki: Nasıl, toprak; suya, havaya, ziyaya nisbeten kesafetli, karanlıklıdır... fakat, masnuat-ı İlâhiyyenin bütün envaına menşe' ve medar olduğundan bütün anâsır-ı sairenin mânen fevkine çıktığı gibi.. hem kesafetli olan nefs-i insaniyye: sırr-ı câmiiyyet itibariyle, tezekki etmek şartiyle bütün letâif-i insaniyyenin fevkine çıktığı gibi.. öyle de, cismaniyyet en câmi', en muhit, en zengin bir âyine-i tecelliyat-ı Esmâ-i İlâhiyyedir. Bütün hazâin-i rahmetin müddeharatını tartacak ve mizana çekecek âletler, cismaniyettedir. Meselâ: Dildeki kuvve-i zâika, rızk zevkinde envâ-i mat'umat adedince mizanlara menşe' olmasaydı; herbirini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı. Hem, ekser Esmâ-i İlâhiyyenin tecelliyatını hissedip bilmek, zevkedip tanımak cihazatı, yine cismaniyettedir. Hem, gayet mütenevvi ve nihayet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidatlar, yine cismaniyettedir. Madem şu kainatın Sânii, şu kâinatta bütün hazâin-i rahmetini tanıttırmak ve bütün tecelliyat-ı esmâsını bildirmek ve bütün enva-ı ihsânatını tattırmak istediğini; kâinatın gidişatından ve insanın câmiiyyetinden, Onbirinci Söz'de isbat edildiği gibi kat'i anlaşılıyor. Elbette şu seyl-i kâinatın bir havz-ı ekberi ve bu kâinat tezgâhının işlediği mahsulâtın bir meşher-ı a'zamı ve şu mezraa-i dünyanın bir mahzen-i ebedisi olan dar-ı saadet, şu kâinata bir derece benziyecektir. Hem cismanî, hem ruhanî bütün esasatını muhafaza edecektir. Ve O Sâni-i Hakîm ve o Âdil-i Rahim; elbette cismanî âletlerin vezaifine ücret olarak ve hidematına mükâfat olarak ve ibadat-ı mahsusalarına sevab olarak, onlara lâyık lezaizi verecektir. Yoksa hikmet ve adalet ve rahmetine zıt bir hâlet olur ki, hiç bir cihetle Onun cemal-i rahmetine ve kemal-i adaletine uygun değildir; kabil-i tevfik olamaz. S.)

HAŞR-İ EMVÂT Ölenlerin dirilerek bir araya toplanmaları.

HAŞR SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 59. suresi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.

HAŞRECE Ölüm anında can çekişmekte olan bir kimsenin çıkardığı hırıltı.

HAŞREM Kireç taşı. * Alçak dağ. * Arı.

HAŞRÎ Haşre âit. Öldükten sonraki dirilişe ve toplanmaya dair.

HAŞR U NEŞR Toplanıp dağılmak, yayılmak.

HAŞŞ Kat'etmek, kesmek. * Toplamak, cem'etmek. * Davara ot vermek. * Ateş yakmak.

HAŞŞ Girmek, dühul etmek.

HAŞŞAB Ağaçtan anlayan. * Ağaç satan.

HAŞŞAK Bir nehir ismi.

HAŞŞAŞ Esrar, eroin gibi uyuşturucu maddeler kullanan. Esrarcı, esrar içen.

HAŞUR Her malın değerini bilip aldanmayan tâcir.

HAŞUŞ Abdesthane, helâ, tuvalet.

HAŞV (Haşiv) (C.: Ahşâ) Tıb: Vücudun içindeki uzuvlardan her birisi. * Minder, yastık gibi şeylerin içini dolduran pamuk, kuru ot. * Kırılması ihtimali olan eşyanın arasına konan yumuşak, ot gibi şey. * Edb: İbarede lüzumsuz söz bulunması, aynı mânada iki kelimeyi yanyana söylemek: Ahd ü peymân, vakt ü zaman, ferid ü yektâ... gibi.

HAŞV-İ KABİH Edb: Söze çirkinlik veren kelime fazlalığı.

HAŞV-İ MELİH Söz arasında ikinci bir kelime veya cümle ile ikinci derecede bir mâna ifade etmek.

HAŞV-İ MÜFSİD Edb: İbarede yalnız kalabalık etmekle kalmayıp mânâyı da anlaşılmaz hale getiren söz.

HAŞV Hurmanın kötüsü.

HAŞVÎ Mânâsız sözler söyleyen, saçma sapan konuşan. * Haşve benziyen.

HAŞVİYYAT Söz arasında, lüzumsuz, fazladan olan sözler.

HAŞYET Korku ve dehşet.

HAŞYETEN Ürkerek, korku ile.

HAŞYETEN LİLLAH Allah için korku.

HAŞYETULLAH Allah korkusu.

HAT f. Çaylak kuşu.

HATA Yanlışlık. Yanılma. * Suç. Günah.

HATA-YI ADLÎ f. Adalet dairesine âit hata, yanlışlık.

HATA Yarış atlarının sekizincisi.

HATA' Saçak bükmek.

HATA Kuzey Çin.

HATAB (Hatb) Odun. * Kinaye olarak "Dedikodu, nemime" ye de odun denilir.

HATABAHŞ f. Kabahatleri affeden, kusurları bağışlayan.

HATAEN Hatâ olarak, yanlışlıkla.

HATA ENDER HATA Kusur içinde kusur. Hatâ içinde hata.

HATAİ Tezhib ıstılahlarındandır. Resim gibi tabiatı taklid ederek yapılmayıp, san'atkârlar arasında kabul edilen çeşitli gül şekli gibi irili ufaklı yapılan şekiller. * Türkistan'da Hatay şehrinde imal edilen bir cins dayanıklı kâğıt.

HATAİR (Hatire. C.) Mühim işler, ehemmiyetli ve önemli ameller.

HATAİYYAT Yanlışlıklar, yanlışlar.

HATAKÂR f. Yanlışlık yapan, hatâ eden, yanılan.

HATAL Boş ve yaramaz söz.

HATA-PUŞ f. Kabahatleri örtbas eden, suçları örten, hataları göstermeyen.

HATAR Tehlike. Uçurum, Emniyetsizlik. Korku.

HATAR Bir şeyin etrafını çevreleyen çember nev'inden şeyler. * Çadırın eteklerine bağlanan parça.

HATARAT Tehlikeler. Akla gelen fikirler.

HATARE Hürmetli ve izzetli olmak.

HAT'ARE Bir hâl üzerine karar etmeyip devamlı değişmek.

HATARGÂH f. Tehlikeli yer, tehlikeli saha, tehlike yeri.

HATARİŞ Deprenmek.

HATARKÂR f. Hatarlı, korkulu.

HATARNÂK f. Korkunç, korkulu, tehlikeli.

HATA SAVAB CETVELİ Basılmış bir kitabın mürettib yanlışlarını göstermek için sonuna ilâve edilen cetvel. (Hatâ: Yanlış; savab: Doğru demektir.)

HATAT Sütün kaymağı. * Tıb: Cilt iltihabından meydana gelen kabukların soyularak iyi olanları.

HATAT Bağırma, çağırma, feryâd etme.

HATATİF (Huttâf. C.) Kırlangıçlar.

HATAVAT (Hatvât - Hatuvât - Hutuvât olarak da yazılır) (Hatve. C.) Adımlar, hatveler. (Bak: Hutuvât)

HATAYA (Hatâ. C.) Hatâlar. Yanılmalar.

HATAYİ (Bak: Hatâi)

HATB (C.: Hatub) Mühim iş. * İstemek. * Konuşmak. * Nidâ.

HATB Odun toplamak.

HATBA' Arkasında siyah çizgiler olan dişi eşek. (Müz: Ahtab)

HATD Durdurmak. İkâmet.

HATEB (C.: Ahtâb) Odun. * Koğuculuk.

HATEL Kahretmek. * Ahdini bozmak. * Aldatmak.

HÂTEM Mühür. Üzerinde yazı olan ve mühür yerine kullanılan yüzük. * Son. En son.(...Sath-ı arzda altı ay zarfında beşerin haşrini temsil eden o sayısız haşir ve neşirlerde görünen rububiyetin o tasarruf-u aziminde pek yüksek, büyük ve ince nakışlı bir hâtemi vardır. Mahlukatın icadında görünen şu intizamlar, suhuletler, sür'atler, imtiyazlar hep o hâtemin parıltısından meydana geliyorlar. Evet her bahar mevsiminde pek hakimane, basirane, kerimane faaliyetler başlar ve hârikulâde san'atlar yapılır. M.N.)

HÂTEM-ÜL ENBİYA Peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed (A.S.M.)

HÂTEM-ÜL HÂTEM Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Tevrat'taki ismi.

HÂTEM-İ MAHSUS Hususi mühür. Bir kimseye âit damga, mühür.

HÂTEM-ÜR RÜSÜL Peygamberlerin sonuncusu, son resul, Hazret-i Muhammed (A.S.M.)

HÂTEM-İ SADARET Padişahın sadrazamlarda bulunan mührü. Buna "hâtem-i vekâlet", "hâtem-i şerif" veya "mühr-i hümayun" da denilirdi. İlk zamanlar yüzük şeklinde idi ve parmağa takılırdı. Sonraları zincire bağlı olarak sadrazamlar, boyunlarına asarlardı. Bundan ayrılmak, vazifeden azledilmek demek olduğu için; mühürü hamamda bile boyunlarında taşıyan sadrazamlar vardı. (O.T.D.S.)

HATEM Çok cömert ve eli açık adam.

HATEM Kırılmış olan şey.* Hayvanın çok yaşamaktan dolayı zayıf olması.

HATEMANE f. Hâtem'e yakışacak şekil ve surette. Cömertçesine.

HATEMAT (Hatme. C.) Hatim etmeler. Sona erdirmeler.

HATEME "Allah, sona erdirsin." meâlinde bir dua.

HATEMİ Mühür kazıyan, mühür yapan. Mühürle alâkalı.

HATEM-İ TAÎ (Ebu Adi bin Abdullah bin Said) Arab kabile reislerinin büyüklerinden ve şairlerinden olup, cömertliği ile meşhurdur. Adı, cömertlik ve keremde darb-ı mesel halini almıştır. Bazı şiirleri toplanarak bir divan yapılmış ve Londra'da bastırılmıştır. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) zamanına yetişmiş ise, de, bi'setten evvel vefat etmiştir.

HATEMKÂRÎ Bir sathın "yüzeyin" üzerine süs şekilleri oyarak meydana getirilen boşlukları, o satha benzeyen başka bir madde veya mâdenle doldurmak suretiyle yapılan tezyinât.

HATEN (C.: Ahtân) Kadın tarafından olan kimseler. (Baba, kardeş ve emmi gibi) * Araplar, damat mânasına kullanırlar.

HATENAT (Hatene. C.) Kaynanalar.

HATENE (C.: Hatenât) Kaynana.

HAT'ET Vurmak, darb. * Düşürmek. * Cima etmek.

HATF Ölüm. Ölmek. Vefat etmek.

HATF Kapmak. * Şimşek gibi göz kamaştırmak. * Sür'atli olmak.

HATIB (Hatab. dan) Oduncu, odun toplayan. * İyiyi kötüyü ayırd edemeyen kimse.

HATIB-I LEYL Geceleyin odun toplayan kimse. * Mc: Mânâsız ve saçmasapan sözler konuşan adam.

HATIF Süratli kapıp götürücü. * Göz kamaştırıcı şimşek.

HATIL Taş duvarı takviye etmek için her bir-iki metrede çekilen tuğla veya kereste tabakası.

HATIM Kırıcı, ufalayıcı.

HATIM (C.: Havâtim) Yüzük.

HATIR Zihin. Fikir. Gönül. Kalb. Hal. Tedbir. Vesvese.

HATIR-I NÂ-ŞÂD Tasalı ve kederli gönül.

HATIR-I NEFSANÎ Tas: Dünya ve nefis muhabbetinin cismanî kuvvete galebesi.

HATIR-I RAHMANÎ Tasavvuf ehlinin kalbinde, Allah'ın cemal-i vahdetinin tecellisiyle tam bir sükûnet olması. Buna muhabbetullah da denir.

HATIR-I ŞEYTANÎ Tas: Nefsin zevklerine muhabbet yüzünden, ma'siyet ve günahlara düşmek.

HATIRA Hatıra gelen. Hatırda kalan şey. * Bir kimseyi veya bir hâdiseyi hatırlatması için yazılan veya saklanan veya birisine verilen şey.

HATIR-AŞÜFTE f. Gönlü perişan olan.

HATIRAT (Hâtıra. C.) Hâtıralar. Hatırda kalan şeyler. * Edb: Bir adamın yaşadığı zamana, bulunduğu işlere, görüştüğü kimselere dair düşüncelerini ve duygularını hâvi olmak üzere yazdığı eser.(... Acaba Hâlık-ı Semavat ve Arz'dan başka hangi sebeb var ki; en ince ve en gizli hâtırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüzbin boğucu emvacından kurtaracak, hâşâ; Zat-ı Vacib-ül Vücud'dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette Onun izni ve iradesi olmadan imdat edemez ve halaskâr olamaz. L.)

HATIRAT-I KALB Kalbe gelen hatıralar ve mânâlar.

HATIR-AZAR f. Hatır kıran.

HATIR-AZÜRDE f. Hatırı kırılmış.

HATIR-NEVAZ f. Gönüle okşayan, hatırnaz.

HATIR-NİŞAN f. Hatırda kalan, akılda duran.

HATIR-GÜŞA f. Gönle ferahlık veren. İç açan.

HATIR-MANDE f. Gücenmiş, kalbi incinmiş, hatırı kırılmış.

HATIR-NİŞİN f. Akılda kalan, hatırda kalan.

HATIR-SAZ Hatır yapan, gönül alan.

HATIR-ŞİKEN f. Gönül inciten, kalb kıran, hatır kıran.

HATIR-ŞİNAS f. Gönül alıcı, hatır alıcı.

HATIR-ZAD f. Akla gelen, hatıra doğan.

HATÎ Şaşırtan, yanıltan, hatâya düşüren.

HATÎ Fakir kavutu.

HATÎ' Yaramaz kimse.

HATÎA Ok atan kimselerin, baş parmaklarına geçirdikleri deri.

HATİB Hitâbeden. Söz söyleyen. Cemaate, topluluğa karşı güzel söz söyleyen kimse. * Câmi'de müslümanlara dini nasihatlar ve güzel sözlerle hitâbeden vazifeli zat.

HATÎB Mânalı ve fâideli, güzel söz söyleyen. Güzel, düzgün konuşan.

HATÎB Odunu çok olan kimse.

HATİBANE f. Hatibcesine. Güzel ve akıcı söz söyleyenlere yakışırcasına. Nutuk atarcasına.

HATÎBE Ormanlık, ağaçlık yer. * Odunluk.

HATÎCE (Hadîce) Vakitsiz ve erken doğan kız çocuğu. * Fetva metinlerinde kadını temsil eden umumi isimlerden birisi. (Ötekiler: Hind, Fâtıma ve Zeyneb'dir.)

HATÎCE-İ KÜBRA Peygamberimizin (A.S.M.) ilk zevcesi ve mü'minlerin annesi. Yirmidört sene bütün varlığıyla ve mülküyle Peygamber Efendimize hizmet etmiş ve Ona ilk olarak iman etmiştir. (Radıyallahu Anha)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   59   60   61   62   63   64   65   66   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin