37
bizim kültürümüzde asırlar boyunca Kur’ân ve sünnetin açtığı
caddeden yürüdüğü, tevhîdî anlayışa dayandığı ve Rahmanî
ilhamla yazıldığı için rağbet görmüştür. Bir başka ifade ile, hakikat
ve hikmetin taşıyıcısı olduğu için değer kazanmıştır.
Şuarâ Sûresi’nde şairler için bazı olumsuz vasıflar
sıralanmaktadır: “Şairlere ancak azgınlar uyar. Onların her
vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık
dediklerini görmez misin?” Şairlik, sanatkârlık şüphesiz önemli
değerlerdendir; ama bu değerler kötü niyetli kişinin elinde birer
tahrip aracına dönüşür. Kur’ân-ı Kerîm’de “[onlara] ancak
azgınlar uyar” diye vasıflanan şairler, dolaşan, yapmadıklarını
yaptık diyenlerdir. Her vadide şaşkın şaşkın dolaşanlar; avare,
gayesiz, hedefsiz, tufeyli insanlardır; yapmadıklarını yaptık
diyenler de mübalağayı seven, yalancı, ciddiyetsiz kimselerdir.
Sanat anlayışını, sınırsız bir hürriyet ve başıboşluk şeklinde
anlayanlar her türlü ahlâk dışı tasviri normal, hatta gerekli
gördüler. Böylece bir sanat tılsımıyla sunulan kötülükler daha
kışkırtıcı ve cazip geldi.
‘Mâkul’ ve ‘kutsal’la bağını koparan sanat, onu icat
edenin elinde bir tahrip aracına dönüşür. Âyet-i Kerîmenin
muhatabı, bu tip şairler ve onlara uyanlardır. Sonra gelen âyette
“Ancak inanıp faydalı iş yapanlar, Allah’ı çok zikredenler ve
haksızlığa uğratıldıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır.”
buyurulmaktadır. Kötü niyetlinin elinde korkunç bir tahribat
aletine dönüşen şiir, iyi niyetli erbabının elinde de o ölçüde bir
güzellik vasıtası hâline gelir. Âyetteki ölçüler: İnanmak, faydalı iş
yapmak, Allah’ı
çok zikretmek, haksızlık karşısında susmamak!
Toplumumuzda asırlar boyunca bu vasıfları taşıyan çok
sayıda şair yetişmiştir. Şiiri anlamlı ve faydalı kılmada ‘inanç’
birinci şarttır; çünkü Necip Fazıl’ın ifadesiyle: “Şiir, Allah’ı sır ve
güzellik yolunda arama işidir.” Çünkü şiirin çıkış noktası ilâhî âlemi
anlamak, anlatmak, kalbi ve ruhu dünyeviliğe karşı korumak,
ilâhî esintiler kazandırmak olmalı. Aksi takdirde şiir azgınlıkları
ve taşkınlıkları artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
38
Yine Necip Fazıl’ın ifadesiyle: “Şiir ki Allah’ın mahrem
ülkesi, meçhuller âleminin derbeder seyyahıdır. Allahsız bir
cemiyette elektrik cereyanı kesilmiş bir şehrin meydan yerindeki
fener gibi sönecek ve hâdiselerin en gizli nabızlarını saymaktan
ibaret memuriyet hikmetini kaybedecektir.” Hadis-i Şeriflerde de
şairliklerini tahrip yolunda kullananlar zemmedilmekte, kötü şiir
irine benzetilmektedir.
Asr-ı Saadette şiiri İslâmiyetin aleyhine kullananlar olduğu
için Efendimiz, [sallallahu aleyhi ve sellem] bu sahada kabiliyeti
olan sahabeleri teşvik etmiştir. Zaman zaman sahabelere
şiirler okutur, şiiriyle İslâm davasını yüceltenleri metheder,
mükafatlandırır ve şiiri oktan, kılıçtan daha tesirli görürlerdi. Şiir
Nebiler Nebisi’nin hırkasını hak edecek liyakata çıkabildiğine
göre, bu güzel değerin, dünyada, ukba letâfeti kazanacak gönül
azığına dönüştürülmesi ehl-i kalp, ehl-i insaf, ehl-i letâfet şairlerin
tasarrufundadır, diyebiliriz.
Şiir, sanatçı ruhunun seçkin bir verimi olduğuna göre,
onun hakikatten beslenmemesi, hakikate doğru yürümemesi
düşünülemez. Hikmet, yaratılış sırlarına, varlığın özüne, içyüzüne,
kâinattaki bütün oluşların mânâsına eğilir. Şiirin görevi, iç içe
girift sırlar manzumesi olan kâinattaki bu oluşların hikmetini
araştırmaktır; çünkü şiirin bizzat kendinde hikmet vardır. Şiir
bununla
değerini bulur, bununla gönül azığı olur.
İslâmiyetle müşerref olduğumuz ilk dönemlerden itibaren,
Kutadgu Bilig, Divân-ı Hikmet, Mesnevî, sûfîlerin divanları ve
klasik edebiyatımız çevresinde oluşan birçok mesnevi bizim
için hep birer hikmet taşıyıcısı olarak kalbî hayatın ve tasavvufî
neşvenin vasıtası oldular. Bu hakikat Yunus’un dilinde en güzel
ifadesini bulur:
Dostları ilə paylaş: