220
münazara, münakaşa usulleriyle bu vazife yerine getirilir.
Eğer insanlar hala
şirk ve bid’atlardan vazgeçmiyorlarsa, imamın izni ve sağladığı kuvvetlerle,
gerekirse savaşılarak kötülüğün giderilmesine çalışılır.
Söz konusu anlayış doğrultusunda Vehhâbîler,
cihat adı altında Osmanlı
Devleti’ne, Hicaz hükümetine, Şiîlere ve diğer rakiplerine karşı sıcak bir
mücadele yürütmüşlerdi. Bu süreçte, kendileri gibi düşünmeyen müslü-
manları tekfir
etmede acelecilikleri, şiddet uygulamaları, işgal ettikleri
yerlerde halk üzerindeki baskıları, onarılmaz tahripleri, Vehhâbileri
sanki
apayrı bir mezhep gibi tarihe yansıtmışır. Müslümanları tekfir ederek
canlarını ve mallarını helal saymaları nedeniyle Hâricîlik’le vasıflanmışlar,
türbe ve kabirleri tahrip etmeleri nedeniyle ‘mezar yıkıcılar’ olarak adlan-
dırılmışlar, fıkıh mezheplerine bağlı medreseleri kapatmaları,
tarikat faali-
yetlerini yasaklamaları, kütüphanelerdeki fıkıh ve tasavvuf eserlerini
yakmaları nedeniyle müslüman kamuoyunun öfkesini kazanmışlardı.
Bu açıklamalar ışığında Vehhabîler’deki Osmanlı aleyhtarlığının
nedenleri
hakkında bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Tarih: Muhammed b. Abdülvehhâb, yukarıdaki fikirleri doğrultusunda
etrafında taraftar toplaması ve bazı aşırı faaliyetleri nedeniyle Uyeyne’den
çıkartılınca bugünkü Riyad kentine bitişik Dir’iye kasabasına gitti ve oranın
reisi olan Muhammed b. Suud’un himayesine girdi. Bu iki insan arasında
1744 yılında siyasi bir sözleşme gerçekleşti. Bu sözleşmeye göre İbn
Abdülvehhâb, siyasi lideri olarak Muhammed b. Suud’a biat etmekte, İbn
Suud da bunun karşılığında İbn Abdülvehhâb’ın dini daveti için gerekli siyasi
ve askeri gücü sağlama görevini üstlenmekteydi. Anlaşma meyvelerini verdi
ve İbn Abdülvehhâb’ın öldüğü 1792 yılına kadar tüm Necd toprakları
Suûdîlerin hâkimiyetine girdi.
Vehhâbî-Suûdî kuvvetleri 1802’de Kerbela’ya baskın düzenlediler. İki
binden fazla Şiîyi kılıçtan geçirip Hz. Hüseyin’in türbesi içindeki değerli
eşyayı ganimet alarak Dir’iye’ye döndüler. 1803–1805 arasında ise Osmanlı
Devleti’nin elindeki Hicaz şehirlerini ele geçirdiler. Mekke ve Medine’de
başta Bakî kabristanındakiler olmak üzere birçok türbe ve mezarı tahrip
ettiler. Osmanlı emrindeki Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın ordusu 1812–
1813 yıllarında Hicaz’ı geri aldı. 1818 senesinde de Necd’e girerek Vehhâbî
başkenti Dir’iye’yi işgal etti.
1822’de ve uğradıkları diğer bir bozgundan sonra en son 1902’de Necd’i
yeniden ele geçiren Suûdî-Vehhâbî kuvvetleri, Necd İhvânı adı verilen
Vehhâbî bir teşkilatın sağladığı askeri güçle 1924–1925 yıllarında
Hicaz
şehirlerini tekrar hâkimiyetlerine geçirdiler.
Vehhâbîlik hakkında daha geniş bilgi için Mehmet Ali Büyükkara’nın İhvan’dan
Cüheyman’a Suudi Arabistan ve Vehhabilik adlı kitabını okuyunuz.
Etkisi: Arabistan haricindeki müslümanlar üzerinde Vehhâbîliğin tesiri
daha çok 20. yüzyılda gerçekleşti. Gelişen ulaşım ve iletişim imkânları, farklı
ülkelerdeki değişik cemaat ve kuruluşların Necd ulemâsı ile irtibatlarını
kolaylaştırdı. Hindistan-Pakistan Ehl-i Hadîs cemaati ile Mısır’daki Ensâri’s-
Sünneti’l-Muhammediyye cemiyeti bu oluşumların
en eskileri olarak kayda
değer. Nijerya’da İzâle cemaati, Mali’de Subbanu hareketi, Moritanya’da
Müceydirî ekolü, Mâlikî medreselerine ve tarikatlara karşı duruşlarıyla Batı
Afrika’da Vehhâbîliğin temsilcileri oldular. Diğer İslâm ülkeleri ile Avrupa
ve Amerika’daki çeşitli davet teşkilatları, yayınevleri, cami vakıfları ve
öğrenci dernekleri kendi bölgelerinde Vehhâbî öğretilerin propagandasını
221
üstlenmiş durumdadırlar. Batı kültürü aleyhtarlığı söz
konusu kuruluş ve
cemaatlerin en bariz özelliğidir. Bu aleyhtarlığı siyasi alanlarda ve militer
usüllerle
yürütmeyi hedefleyen, batılı kaynaklarca ‘cihâdîler’ diye nitelenen
Vehhâbîlik etkisindeki büyüklü küçüklü şiddet yanlısı organizasyonlar da
varlıklarını sürdürmektedirler. Cezayir’de Cemâatü’s-Selefiyye li’d-Da’vâ
ve’l-Kitâl, Endonezya’da Leşger-i Cihâd bu çeşit teşkilatlardandır.
Dostları ilə paylaş: