laştırdıkları için onlar adına utanıyorum. Gene de gülüyor-
lar sözlerime. Aptalca buldukları için gülüyorlar elbette.
Fakat gülerken sanki öyle değilmiş gibi davranıyorlar. Son-
ra oturup benim eleştirimi yaptıkları zaman çıkıyor aptallı-
ğım ortaya. Güldürü, mantığın yanında güçsüz kalıyor. Gü-
lünecek sözlerin de bir seviyesi olmalı, diyorlar. Ayağı takı-
lıp yere düşen adama da kendini tutamayıp gülermiş insan.
Bu bakımdan haklı buluyorum onları. Birçok durumda ger-
çekten takılıyorum: o zaman da gülüyorlar bana. İşte böyle
durumlarda onlar adına daha çok utanıyorum. Onları gül-
dürmek için, espri uzmanı olmaya ihtiyaç kalmıyor. Bana
ad takılmasını pek sevmem. Aşırı duygululuk gösteren in-
sanlara ad takarlar; ya da taktıkları adı yüzüne söylerler.
Haksız adlar taktıkları da olmuştur bana. Ortaokulda da
maymun derlerdi. Aynaya bakardım:
maymuna benzer bir
yüz göremezdim. Üstelik bu adı bana takan çocuk, sınıfın
en çirkinlerinden biriydi. Sonra onu görüp bunun sebebini
sorma fırsatını bulamadım.
Evet bu yüzden, yorgunluğumu anlatamıyorum kimseye.
Yakınmalarımda ince bir alay görüyorlar. Bu inceliği bana
yakıştıranlar tabii cahil insanlar. Ötekilerle artık görüşmü-
yorum. Darıldım onlara. Onlar bu dargınlığımın farkında
değil tabii. Kapıdan çıkıp gidince hemen unutuluyorum.
Bir de benimle uğraşacak vakitleri yok.
Çünkü uğraşmaya
değmiyorum. Ben de darıldım onlara işte. Yolda, onlardan
birini görünce, sıkılarak gülümsüyorum. İçimden geçenleri
saklamak istiyorum. Onların içinden ne geçtiğini anlayamı-
yorum; yüzlerinden belli olmaz ki duyguları. Bu nedenle,
yüzlerini görmek içime sıkıntı veriyor. Sıkıntıma onlar se-
bep oldu sanki. Hepsi de sanki hiçbir şey olmamış gibi ra-
hatça yürüyor yolda. Karşıdan karşıya emin adımlarla geçi-
yorlar. Günlük yaşayışlarını sürdürüyorlar. Galiba yalnız
ben yoruldum. Ve bu yorgunluğumu yaşamak zorundayım.
592
Güner’i severim. Bizim Ayı Güner’le karışmasın diye, Kö-
pek Güner deriz ona. Turgut takmıştı bu adı. Yüksek mate-
matik notlarını Turgut’a vermemişti Güner. İnsafsızdır şu
Turgut. Ben de öyle bilinirim üniversitede. Aşağılık oldu-
ğum buradan belli. Ortaokulda çektiğim bunca sıkıntıdan
sonra ben de bu vahşete katıldım. Bana ad takılınca olmu-
yor da Güner’e takılınca oluyor. Ben ne biçim yaratığım?
Güner’le otururken Kenan geldi: Alaman Japonu Kenan.
Almanca bilmediği için, Güner’e yazdırır Almanya’ya gön-
derdiği iş isteyen mektuplarını. Bütün isteği Almanya’da
bir iş bulmak:
tertemiz caddelerde dolaşmak, birbirini al-
datmayan insanların arasında yaşamak. Kenan’a çok saldı-
rırım bu Alamancılığı yüzünden. Ufak tefek olduğu için
Alaman Japonu diyoruz ona: iki millet de çalışkan ya! Ke-
nan’a gene yüklendim: “Üniversitede okurken ders çalış-
maktan fırsat bulup da bir türlü öğrenemediğin mühendis-
liğin de ne olduğunu kavrarsın orada,” dedim. Bu sefer ar-
tık tamammış. Bütün işleri düzene girmiş. Yakında gidiyor-
muş. Ben de böyle bir hevesle avunmak isterdim. Sen de
gel, dediler. Yollarda kalacağımı söyledim: bütün hastalık-
larımı sayıp döktüm. Beni gerçekten zayıf
ve yorgun bul-
dular. Biraz oturduk. Bildiğimiz anıları yüz kere tekrarladık
birbirimize. Önce, sıkıntıdan bunaldığımı sanıyordum. Fa-
kat güçsüzlüğüm artıyordu. Hastalandığımı hissediyor-
dum. Eve gidip yatacağımı söyleyerek kalktım. Beni hiç
böyle görmemişlerdi. Dinlenmemi tavsiye ettiler. Üniversi-
tenin kapısında bir otomobile binerek hemen eve gittim.
Anneme hasta olduğumu söyledim. Soyunup yatağa gir-
dim. Uyumağa çalıştım. Akşama doğru ateşim yükseldi.
Göğsümde bir sıkışma hissediyordum. Uykusuz ve rahatsız
bir gece geçirdim.
593