Alt sınıfların büyüyen hoşnutsuzluğunu ve geleneksel burjuva partilerden kopma eğilimini sosyal demagojiye dayalı sol bir söylemle bloke etmeye çalışan bu akım, böylece orta burjuvazinin toplumsal konumuna uygun düşen ikili bir rol oynuyordu. Bir yandan toplumsal muhalefetin aldatılarak dizginlenmesi yoluyla kurulu düzen devrimci aşırılıklardan korunuyordu. Öte yandan ise, bu muhalefet üzerinde kurulan denetimle elde edilen politik güce dayanılarak hızlı kapitalist gelişmenin aşırılıklarından orta burjuvazi bir parça olsun korunmaya çalışılıyordu. Başka ifadelerle, orta burjuvazi, sosyal muhalefete demagojik bir söylemle tercüman olarak, bunu kendisi için politik bir güce dönüştürmek, bununla düzenin aşırılıklarını dengelemek istiyordu. Ecevit’in ‘60’lı yıllardaki “su işleyenin, toprak kullananın”, ‘70’li yıllardaki “ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen” türünden şiarları. MHP şahsında uç faşist eğilimlere ya da 12 Mart türünden faşist kurumlaşmalara tepkisi bu çerçevede bir anlam taşıyor. Tüm bunların gerisinde, orta sınıfların halk muhalefetinin demokratik eğilimlerini de arkasına alarak iktisadi zayıflığını belli bir politik güçle dengeleme çabası var. Enine boyuna irdelediğimiz gibi, geleneksel ya da modern biçimiyle orta burjuvazi, düzene temelden itirazı olan bir sınıf değil. Emperyalizmin sınırsız hakimiyetine, tekellerin sınırsız sömürüsüne, onu tamamlayan sınırsız egemenliğine belli itirazları var, o dönemde. Onun reformculuğu işte bu aşırılıkların sınırlanması sınırları içinde kendi(184)ni gösteren, bunda ifadesini ve anlamını bulan bir reformculuk.
‘80’lerde durum birçok açıdan bir hayli değişti. Zira geleneksel orta burjuvazinin tasfiyesi ve yeni türden bir orta burjuvazinin oluşumu bu dönemde yeni boyutlar kazandı. O klasik türden burjuvazinin ağırlığı belirgin biçimde azaldı, bu yeni türden orta burjuvazinin ağırlığı aynı ölçüde arttı. Doğal olarak bu değişim, orta burjuvazinin politik tutum ve davranışlarında da yansımalarını buldu. Öylesine ki, ‘70’li yıllarda belirgin biçimde CHP’yi destekleyen, modern burjuva değerlere yatkın kent orta burjuvazisi, ‘80’li yıllar boyunca büyük ölçüde ANAP’a destek verdi. Geleneksel değerlere, kültüre bağlı muhafazakar kesimler ise RP’de kendini ifade etti. Kendini CHP şahsında gösteren düzen solunun, yeni isimlendirmeyle sosyal-demokrasinin hala da aşılamayan bunalımının temel nedenlerinden biri de budur.
Elbette bunun başka nedenleri de var. Siyaset sahnesine sol kisveyle çıkışından itibaren burjuva sol akımın gücünün alt sınıfların sosyal-siyasal muhalefetini kendi denetimine almaktan geldiğini biliyoruz. Oysa yeni dönemde yığınların eyleminde ve sol politizasyonunda yıllardır aşılamayan bir zayıflık var. Öte yandan, düzenin sıkışmışlığından dolayı burjuva sol partiler alt sınıfları kendi çabalarıyla politize etmekten de çok özel bir tarzda, çok bilinçli bir biçimde kaçınıyorlar. Tam tersine, alt sınıfların bu zayıflığı, aktif politik yaşamdan uzaklığı düzenin genel çıkarları çerçevesinde onların da işine geliyor. Ekonomik bunalım var; bu, yığınların üzerine sürekli yeni yüklerin bindirilmesini gerektiriyor. Sosyal-demokrasinin İMF kaynaklı bu politikaya en ufak bir itirazı yok. Bu politikalar 12 Eylül’le yaratılan siyasal-hukuksal çerçeve içinde daha kolay uygulanıyor; bu nedenle, sosyal-demokrasinin buna da bir itirazı yok. Tam tersine, koalisyon hükümetleri deneyimlerinin de gösterdiği gibi, tam desteği var. Ve en önemlisi. Cumhuriyet düzeninin 70 yıllık dengeleri Kürt ulusal hareketi üzerinden(185)sarsıntılar geçiriyor. Kemalist geleneğe bağlı, onun Kürt ulusuna yönelik inkar ve imha politikasının mirasçısı bir akımın böyle bir dönemde MGK merkezli politikalara dört elle sarılması da anlaşılır bir durum. Bu onun ilerici demokratik muhalefetin sahte sözcüsü olarak ortaya çıkmasını ayrıca zora sokan bir açmaz. İşte böyle bir dönem, yani kendi geleneksel toplumsal tabanını kaybettiği, alt sınıfların demokratik muhalefetine yaslanamadığı, yığınların karşısına öteki düzen partilerinden farklı bir politikayla çıkamadığı bu özel dönem, sosyal-demokrasinin bunalımı ya da çıkmazı ile belirleniyor.
Elbette burjuva siyaset sahnesinin sol kanadı olarak kendini pazarlayan sosyal-demokrat partiler bugün yine solculuk taslıyorlar; ama dikkat edin çok gerekmedikçe sosyal sorunları kurcalamıyorlar. Somutta sosyal demagojiyi fazla kullanmıyorlar, üstelik bu konuda meydanı RP’ye bırakmak pahasına. Çünkü sermayenin bu konudaki hassasiyetini biliyorlar ve bunu özenle gözetiyorlar. Demagojik de olsa anti-emperyalizm yapmıyorlar. Bugün toplumsal muhalefete sol kanal olarak özel bir çabayla öne itilen Baykal; bu çağdaş dünyanın gerçeklerinden kopmuş bir üçüncü dünya solculuğudur, çoktan geride kaldı, geçmişte bunu öğrenciler ve dernekçiler yapardı, diyordu düne kadar. Şimdi demiyor, kitle muhalefetine oynadığı için daha dikkatli davranıyor. Avrupa Gümrük Birliği’ne giriş Baykal’ın dışişleri bakanlığı esnasında kesinleşti ve o kendini bu adımın onurunu taşıyan biri sayıyor. ‘70’lerdeki “milli” söylemleri çoktan geride bıraktılar, artık, globalizm, küreselleşme, onların da ideolojisi. “Çağdaş dünya” dedikleri emperyalist sistemle tam bütünleşme onların da programı. Ne yapıyorlar peki, bunların solculuğu neyde ifadesini buluyor? Şu dönem şeriata karşı laiklik var, çağdaş yaşamı savunma, cumhuriyetin kazanımlarını koruma vb. şeylerle idare ediyorlar. Generallerin planlı çıkışlarının yarattığı özel atmosfer, bu temalara dayalı bir muhalefete göreli bir başarı sağlıyor şu dönem. Aslında herhangi bir(186)şeye muhalefet ettikleri de yok; bugünkü alternatif yokluğunun yarattığı boşluk üzerlerine yığılıyor bir bakıma.
Orta burjuvazinin siyasal eğilimlerine uygun düşen burjuva partiler olarak CHP, DSP vb. diyoruz da, bu elbette orta burjuvazinin bütün kesimlerinin kendisini bu partilerde ifade ettiği biçiminde anlaşılmamalıdır. Ne geçmişte, ne de bugün, hiçbir zaman böyle olmadı. Tam tersine, orta burjuvazinin asıl ağırlığını oluşturan ve genellikle muhafazakar değerlere bağlı olan kesimler tüm öteki burjuva partiler içinde kendilerini şu veya bu ölçüde ifade etme yoluna gittiler. Bir sınıf ya da tabakanın kendisine özgü sosyal çıkarlarını en iyi biçimde yansıtan bir siyasal akım ile onun temsil ettiği sınıf ve tabakayı birbirine karıştırmamak gerekir. Dün de bugün de, tekelci burjuvaziyi düşün, hiçbir sınıf kendi öz temsilcisi durumundaki siyasal akımlar etrafında kenetlenmiş değildir. Bugün orta sınıflar bütün partilerde politika yapıyorlar. Örneğin Refah Partisi'nde de özel bir ağırlıkları var, hatta denebilir ki daha belirgin bir ağırlıkları var. Geleneksel ideolojiye, değerlere, kültüre bağlı orta sınıfları kastediyorum. Yani modern ekonomik koşullar içinde yer alan, ama buna rağmen düşüncenin en gerisini temsil eden orta sınıf katmanları da var ve bunların Refah’da belirgin bir ağırlığı var. Orta sınıf katmanları aynı şekilde öteki partilerde de varlar. Orta burjuvazinin farklı katmanlarının doğrudan büyük-burjuvazinin temsilcisi konumundaki partilerde kendisini ifade etme yoluna gitmesinin gerisinde, bilinçsizlik değil, fakat orta burjuvazi ile büyük burjuvazi arasındaki bir çıkar bağı var. Orta burjuva kesimlerin kendine özgü çıkarlarının kurulu düzenin genel çıkarlarının temsilcisi olan büyük burjuvazi ile uyumlulaştırma eğilimi var. Çıkar farklılıkları ise kendini bu partilerin iç çelişki ve çatışmalarında yeri geldikçe yansıtabilmektedir. Burjuva siyaset sahnesine karmaşık bir görüntü kazandıran bu durum bir olgu olmakla birlikte, orta burjuvazinin kendine özgü, konumuna en uygun düşen tutu(187)mun, herşeye rağmen, bugünün sosyal-demokrat denilen partileri tarafından, daha çok da CHP tarafından gösterildiği de bir gerçektir. Orta sınıfın CHP’nin etrafında ne kadar kenetlendiği ise tümüyle ayrı bir sorun. Ve CHP bugün öne çıkarılıyorsa, bu hiç de şu dönem orta sınıfın ağırlığını koymasından gelmiyor. CHP’yi bizzat tekelci burjuvazi, bizzat ordu, sola akacak toplumsal muhalefeti dizginleyici bir kanal olsun diye bilinçli olarak öne çıkarıyor. Ilımlı ve uzlaşmacı, ezilen sınıfların bir takım dertlerini dile getiren, sosyal demagojiyi kullanan, bu arada ilerici değerler, çağdaş yaşam, laiklik, insan hakları vb. üzerine politika yapan bir sosyal-demokrasi, düzen için özellikle şu dönem yığın hareketini oyalama odağı olma işlevini yerine getirecektir. Dinsel gericiliğin ölçüsü kaçmış etkinliğini dizginleme dönemi bunun tam zamanı olarak değerlendiriliyor ve RP’nin gücünü kırma operasyonun yan sonuçlarından biri CHP’yi güçlendirme olarak kendini gösteriyor.