Kureyşlilerin Korkuya Kapılması
Kureyşliler, Peygamber'in (s.a.a) Mekke'den Yesrib'e hicret etmesinden büyük bir korkuya kapıldılar. Peygamber'in güç ve kuvvet bulduktan sonra kendilerine geri dönüp intikam alacağından hiç kuşkuları yoktu. Çünkü ona çok eziyet etmiş, haksızlık yapmış ve hatta onu öldürmeye bile azmetmişlerdi. Ayrıca kendisine iman eden ashabına da akıl almaz işkenceler yapmış, can yakıcı ve öldürücü darbeler indirmişlerdi. Bu yüzden el ele verip onun işini bitirmeye, onu öldürmeye ve ona iman edenleri tasfiye etmeye karar verdiler. Bu amaçla ordular hazırlayıp ona karşı savaşlar açtılar. Bu savaşlardan bazıları şunlardır:
1- Bedir Savaşı
Bu savaş, Resulullah'ın (s.a.a) en inatçı düşmanı Ebu Cehil'in önderliğinde gerçekleşmişti. Ebu Cehil, kalabalık bir orduyla Ebu Süfyan'ı koruyup kollamaya gelmişti. Ebu Süfyan, Kureyş'in ticaret kervanıyla Şam'dan geliyordu. Peygamber (s.a.a), Müslümanların güçlenmesi için ashabına o kervanı ele geçirme emrini vermişti. Böylece Kureyş'e de sert bir darbe vurmuş olacaktı. Ebu Süfyan'ın bundan haberi olmuş ve ana güzergâhı değil de başka bir güzergâhı kullanarak kurtulmuştu. Mekke'den gelen ordu ise hızla ana güzergâhta ilerliyordu. Nihayet Bedir'e vardı. Peygamber (s.a.a), Ebu Süfyan'ın ticaret kervanını ele geçirmek için daha önceden Bedir'e yerleşmişti. Ebu Cehil, Peygamber'in ashabının azlığını, kendi sayılarının ise çokluğunu ve silâhlarının üstünlüğünü görünce, Peygamber'in işini bitirebileceğini zannetti. Ordusunun komutanları da aynı görüşü ileri sürünce Müslümanlarla savaşa girişti. Fakat yüce Allah, Peygamberine açık bir zaferi yazmıştı. Ebu Cehil ve ordusu, ağır bir darbe aldı. Müslümanlar, Ebu Cehil'i ve ordusundaki Kureyş ileri gelenlerini öldürdüler. Onlardan yetmiş savaşçıyı esir aldılar. Ölülerinin cesetleri oradaki bir kuyuya döküldü. Silâhları ve araç gereçlerinin büyük bir bölümünü ganimet olarak ele geçirdiler.
Kureyşliler, çok kötü bir hezimete uğramıştı. Ölülerin çoğu, siyer ve tarih kitaplarının tasrih ettiği üzere İslâm'ın yiğidi, bir numaralı mücahidi, İmam Emirü'l-Müminin'in (a.s) kılıcıyla öldürülmüştü.
Bedir Savaşı, İslâm için kesin bir zaferi, müşrikler için ise büyük bir hezimeti tescillemişti. Böylece Allah, müşriklerin kalplerine korku salmış, Müslümanların kalplerini ise düşmanlarına karşı kesin zaferin kendilerinin olacağına dair iman ve yakin ile doldurmuştu.
2- Uhud Savaşı
Kureyşliler, yenik ve başı eğik bir hâlde Mekke'ye geri döndüler. Ölenleri için gözyaşı döküp ağlıyorlardı. Kendilerini karşılamaya gelen kadınlar da ölenlerine ağıt yakıyorlardı. Muaviye'nin annesi Hind'i derin bir hüzün kaplamıştı. Çünkü babası, erkek kardeşi ve ailesinin büyükleri öldürülmüştü. Hind, acı ve hüznün dinmemesi için Peygamber'den (s.a.a) intikam alınana kadar öldürülenlere ağlamayı yasakladı. Kureyş, hiç vakit kaybetmeden büyük bir ordu hazırlamaya ve onu silâhlar ve teçhizatla donatmaya başladı.
Müşriklerin ordusu, Ebu Süfyan'ın komutanlığında yola çıktı. Amaçları, kendilerini Allah'tan başkasına kulluktan ve cahiliye hurafelerinden kurtarmak ve ebedî bir izzet ve yüceliğe kavuşturmak isteyen Resulullah'ın (s.a.a) işini bitirmekti.
Şirk ordusu Uhud dağına vardı. İslâm ordusu da dağın eteğine konuşlanmıştı. Peygamber (s.a.a), düşman ordusunun gizlice arkadan saldırmasını engellemek için okçuları dağın tepesine yerleştirmişti. İki ordu arasında şiddetli bir çatışma yaşandı. Kesin zafer, İmam Emirü'l-Müminin'in (a.s) komutanlığında İslâm'ın oldu. Ancak dağın tepesindeki okçulardan bir grup, müşriklerin yenilgiye uğradığını görünce mevzilerini terk edip, hezimete uğrayanların ganimetlerini ele geçirmek için aşağıya koştular. Müşriklerin ordusunun komutanlarından olan Halid b. Velid, bu fırsatı ganimet bilerek okçuların mevzilerini ele geçirdi. Yenilgiye uğrayanlar, mevzilerine geri döndüler. İslâm ordusu, müşriklerin ordusunun şiddetli saldırılarına maruz kaldı. Önden ve arkadan muhasara edilmişti. Muharebe meydanında Müslümanların ileri gelenleri ve komutanlarından bir grup şehit düştü. Başlarında ebedî şehit Hamza b. Abdulmuttalib vardı. Düşman, Peygamber'i (s.a.a) çepeçevre kuşatmıştı. Mübarek bedeni birçok yara almıştı. İmam Emirü'l-Müminin (a.s) canla başla Peygamber'i (s.a.a) savunuyordu. Eğer o olmasaydı, müşrikler Peygamber'i öldürmüş olacaklardı.
Hind, Şehit Hamza'nın naaşına koşarak onu kötü bir biçimde parçaladı. Ciğerini çıkarıp çiğnedi. Bazı uzuvlarını kesip boynuna gerdanlık yaptı. Ebu Süfyan da, Hamza'nın mukaddes naaşının üzerine gelerek ayağıyla onu tekmeleyip, düşmanlığını ve sevincini izhar etti.
Müşriklerin ordusu, Peygamber'den (s.a.a) intikamını almış olarak zafer şarkılarıyla Mekke'ye geri döndü.
Kureyş'in hiçbir müsamaha göstermeden Peygamber'e (s.a.a) karşı açmış olduğu ezici savaşlardan iki örnekti bunlar. Kureyş, bu savaşlarla Peygamber'in (s.a.a) sesini kesmeyi ve getirdiği değerler ve ilkelerin nurlarını söndürmeyi amaçlıyordu. Ancak yüce Allah, bu mücadelenin sonunda Peygamberini onlara karşı muzaffer kıldı, dinini yüceltti ve peygamberini destekledi.
Mekke'nin Fethi
Peygamber (s.a.a), silâhlı kuvvetlerini kurup onu her türlü silâh ve teçhizatla donatarak o asrın en güçlü askerî gücünü oluşturdu ve bu orduyla Mekke'nin üzerine yürüdü. Bu niyetini ordudan gizledi. Kureyş'in durumdan haber olmasını ve ordusunun onlarla kanlı bir çarpışmaya girmesini istemiyordu. Mekke'nin güvenli bir şehir olarak kalmasını ve hiç kan dökülmeden fethedilmesini istiyordu.
İslâm ordusu Mekke yakınlarına geldiğinde Peygamber (s.a.a), bütün askerlerine ateş yakmalarını emretti. Ateşler alevlendi ve ışığı Mekke'nin her yanını aydınlattı. Ebu Süfyan, onca ateşi görünce korkuya kapıldı ve:
"Bu geceki gibi bir ateş hiç görmedim." dedi.
Yanında da Büdeyl b. Verka vardı.
"Bunlar, vallahi Huzaa kabilesidir; savaş hırsı, onları kızdırmıştır." dedi.
Ebu Süfyan, onun sözünü reddetti ve:
"Huzaa, böyle bir ateş yakabilecek bir orduya sahip olmaktan çok daha az ve daha aşağıdır." dedi.
Abbas b. Abdulmuttalib, Ebu Süfyan'ı sesinden tanıdı ve ona lakabıyla seslendi:
"Ebu Hanzale!"
Ebu Süfyan da ona lakabıyla cevap verdi:
"Ebu'l-Fazl!"
Abbas şöyle devam etti:
"Yazıklar olsun sana Ebu Süfyan! Bu insanların arasında olan, Resulullah’tır (s.a.a) Mekke'ye zorla girecek olursa, Kureyş'in vay sabahına!"
Ebu Süfyan'ın bütün vücudu titremeye başladı; kesik bir sesle:
"Anam babam sana kurban, çare nedir?" dedi.
Abbas, onu katırının terkine bindirerek Resulullah'a (s.a.a) getirdi ve: "Ben ona aman vermişim." dedi. Peygamber (s.a.a), Abbas'a şöyle buyurdu:
"Onu kendi meskenine götür, sabah olunca bana getir."
Sabah olunca Ebu Süfyan'ı Peygamber'in huzuruna getirdiler; korkudan tir tir titriyordu. Peygamber (s.a.a) ona şöyle buyurdu:
"Yazıklar olsun sana ey Ebu Süfyan! Artık Allah'tan başka ilâh olmadığını bilmenin zamanı gelmedi mi?!"
Ebu Süfyan, korku bütün vücudunu kaplamış olduğu hâlde kısık bir sesle şöyle dedi:
"Anam babam sana kurban, sen ne kadar halim, ne kadar kerim ve -kavmine karşı- ne kadar iyi birisin! Evet, vallahi eğer Allah'la beraber bir ilâh olmuş olsaydı, bana kifayet ederdi diye düşünüyorum."
Peygamber (s.a.a) bu kez ona şöyle buyurdu:
"Yazıklar olsun sana ey Ebu Süfyan! Artık benim Allah'ın resulü olduğumu bilmenin zamanı gelmedi mi?!"
Ebu Süfyan utanmadan şu cevabı verdi:
"Anam babam sana kurban, sen ne kadar halim ve -kavmine karşı- ne kadar iyi birisin! Evet ama, vallahi bu konuda içimde biraz tereddüt var."
Abbas, onu azarladı ve boynu vurulmadan önce Peygamber'in Allah'ın resulü olduğuna şehadet getirmesini emretti. Ebu Süfyan, İslâm'ı kabul etmekten başka bir çaresinin olmadığını anlayınca diliyle şehadet getirdi, fakat kalbi küfründe baki kaldı. Resulullah (s.a.a), kendisine karşı savaşlar açan ve sahip olduğu tüm imkânları işini bitirmek için seferber eden Kureyş için genel bir af çıkardı.
Mekke'nin fethi, büyük olaylardan biriydi. Müslümanlara, karşı konulmaz bir güç kazandırmıştı. Muhalif güçler, artık Müslümanlara karşı direnemeyeceklerini görmüş; kanlarını korumanın en iyi yolunun, dilleriyle İslâm'ı ikrar etmek olduğunu anlamışlardı. Kalpleri ise küfür ve nifakta direnmeye devam ediyordu.
Dostları ilə paylaş: |