İrfani Bir Uyarı
Bil ki gayb, şehadet, dünya ve ahiret alemlerindeki bütün varlıklar için bir başlangıç ve dönüş vardır. Gerçi bütün mahiyetlerin başlangıç ve dönüşü ilahidir. Lakin yüce ve celil olan Hak Teala’nın mukaddes zatı, bizzat esma sıfatları olmaksızın, düşük veya yüce varlıklara tecelli etmediğinden ve makamsızlıktan ibaret olan bu makam hasebiyle, isim, resim, zatî sıfat ve fiilî isimlerle muttasıf olmaksızın, varlıklardan hiçbirinin onunla bir tenasübü yoktur. Hiçbir irtibat ve karışım söz konusu değildir: “Toprak nerede? Rablerin Rabbi nerede!”3 Nitekim bu inceliğin detaylarını Misbah’ul-Hidaye’de zikrettik. O halde Hak Teala’nın mukaddes zatının başlangıç ve dönüş kaynağı, esmai örtülerdedir. İsim, müsemmanın aynısı olduğu halde, onun örtüsüdür de. O halde gayp ve şehadet alemlerinde tecelli, esma hasebiyle ve de onların örtüsündedir. Bu açıdan Zat-ı Mukaddes’in esma ve sıfat cilvelerinde, Hz. İlmiyye’de marifet ehlinin “e’yan-i sabite” (değişmez özdekler) olarak adlandırdığı bir takım tecellileri vardır. O halde Hz. İlmî’de, her ismi tecellinin, bir sabit özdeğinin olması gereklidir. Her ismin de ilmî tecelli ile harici dış alemde başlangıç ve dönüşünün kendisiyle uyumlu bir ilişkisinin olduğu, bir zuhuru vardır. Varlıkların her birinin başlangıcı ve sonu olan isim, onun sırat-ı müstakiminden ibarettir, dolayısıyla her birinin kendisine özgü bir seyri ve sıratı vardır ve de isteyerek veya istemeyerek, ilim halvetinde takdir edilen bir başlangıcı ve dönüşü söz konusudur. Zahirlerin ve sıratların ihtilafı da isim hazretlerinin ve zahirinin ihtilafı hasebiyledir.
Bilmek gerekir ki insanın a’la illiyin’de (en yüce alemlerde) takvimi (kıvamı ve doğruluğu), esma-i cem’ iledir. Bu açıdan Esfel’es-Safilin’e kadar tardedilmiştir ve onun sıratı, Esfel’es-Safilin’den başlayarak a’la illiyinde sona ermiştir. Bu Hak Teala’nın kendilerine mutlak nimetle ihsan buyurduğu kimselerin sıratıdır ve bu nimet ilahi nimetlerin en yücesi olan esma-i cem’in kemal nimetidir. Diğer sıratlar ise; ister saadete erenlerin ve kendisine nimet verilenlerin sıratı olsun ve isterse de şekavete düşenlerin sıratı, mutlak nimet feyzinden yoksunluk miktarınca, ifrat ve tefritin iki tarafından birine dahildir. Dolayısıyla kamil insanın sıratı, mutlak bir sözle kendisine nimet verilenlerin sıratıdır ve bu sırat, asaleten son peygamberin mukaddes zatına özgüdür. Diğer nebilere ve velilere de bağımlı olarak bu yol sabittir. Bu sözü anlamak ise Nebi-i Ekrem peygamberlerin sonuncusu olduğundan, Esma ve e’yan (isimler ve özdekler) hazretlerini anlamaya bağlıdır ve bunu da Misbah’ul-Hidaye kitabında açıklamış bulunmaktayız. Doğru yola hidayet eden şüphesiz ki Allah’tır.
Meseleyi Kavratmak İçin Bir Söz Nakli
Büyük şeyh Bahai (kuddise sırruhu) Urvet’ul-Vuska adlı risalesinde şöyle buyurmaktadır: “Münezzeh olan Allah’ın nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. Nitekim Hak Teala şöyle buyurmuştur: “Allah’ın nimetlerini saymaya kalkarsanız, sayamazsınız.”1 Lakin Allah’ın nimetleri iki türlüdür: Dünyevi ve uhrevi, onlardan her birisi de ya vehbidir, ya da kesbi. Bunlardan her biri de ya ruhanidir ya cismani. Dolayısıyla nimetler sekiz kısım olmaktadır.
Birincisi, ruhani, vehbi ve dünyevi nimettir. Tıpkı ruhun üfürülmesi veya akıl ve anlayışın ifazesi gibi.
İkincisi, cismani, vehbi ve dünyevi nimettir. Tıpkı organların ve kuvvelerin yaratılışı gibi.
Üçüncü ise, ruhani, kesbi ve dünyevi nimettir. Tıpkı nefsin aşağılık işlerden uzaklaşması ve temiz ahlak ve yüce melekelerle süslenmesidir.
Dördüncüsü ise, cismani, kesbi ve dünyevi nimettir. Tıpkı beğenilmiş heyetler ve güzel çarelerle süslenmesi gibi.
Beşincisi ise, ruhani, vehbi ve uhrevi nimettir. Tıpkı günahlarımızı bağışlaması ve önceden tövbe etmiş kimseden razı olması gibi.2
Altıncısı ise, cismani, vehbi ve uhrevi nimettir. Tıpkı süt ve baldan nehirler gibi.
Yedicisi ise, ruhani, kesbi ve uhrevi nimettir. Tıpkı bağışlama ve tövbe edildiği taktirde razı olmak ve itaat fiiliyle elde edilen ruhani lezzetler gibi.
Sekizincisi ise, cismani, kesbi ve uhrevi nimettir. Tıpkı itaat fiiliyle elde edilen cismani lezzetler gibi.
Burada nimetten maksat, son dört kısımda yer alan veya ilk dört kısımdan, bu son dört kısma ulaşma vesilesi olan şeylerdir.”3
Şeyh Behai’nin bu nimet bölüştürmesi, gerçi çok incelikli bir bölüştürmedir, ama ilahi nimetlerin en önemlisi ve ilahi mukadder kitapların en yüce maksadı olan nimeti unutulmuş, sadece nakıs veya orta kimselerin nimetleri zikredilmiştir. Gerçi Şeyh Behai’nin sözünde ruhani lezzetler de zikredilmiştir. Ama itaat fiiliyle elde edilen uhrevi ve ruhani lezzetler, orta makamlı kimselerin nasibidir, nakıs kimselerin nasibi demesek bile.
Özetle, şeyh Behai’nin zikrettiği hayvani lezzetler ve nefsani nasipler dışında bir takım nimetler de vardır ki onların başlıcaları üç şeydir:
Birincisi zat marifeti ve zatın tevhit nimetidir ki, bunun da aslı Allah’a doğru sülûk etmek ve neticesi ise lika cennetidir. Eğer sâlik kimse neticeye bakacak olursa, sülûkunda noksanlık vardır. Zira bu makam kendini ve lezzetleri terketme makamıdır. Hasıl olana teveccüh ise, kendine teveccühün bir neticesidir. Bu da kendine tapmaktır, Allah’a tapmak değil; teksirdir, tevhid değil ve örtünmedir, tecrid değil.
İkincisi ise isimlerin marifet nimetidir ve bu nimet, esmai kesretler hasebiyle dallara ayrılmaktadır. Eğer müfredatı hesaplanacak olursa, bin tanedir. Eğer iki veya daha fazla isimle terkibatı hesaplanacak olursa, sayılamayacak kadar çoktur: “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, sayamazsınız.” Bu makamda esmai tevhid, isimlerin cem-i ahadiyet makamı olan ism-i a’zam’ı tanıma nimetidir ve isimlerin marifet neticesi ise isimler cennetidir. Herkes, bir veya birden fazla, tek veya toplu marifeti ölçüsünce bundan nasiplenir.
Üçüncüsü ise efa’li marifet nimetidir. Bu da sayısız bir çok konulara ayrılmaktadır. Bu mertebedeki tevhit makamı ise feyz-i mukaddes ve velayet-i mutlaka makamı olan fiilî tecellilerin cem-i ehediyet makamıdır. Bunun da neticesi, sâlikin kalbinde Hak Teala’nın fiillerinin tecellisi olan ef’ali cennettir. Belki de Musa b. İmran’ın, “Bir ateş gördüm”1 diye buyurduğu tecelli de, ef’ali tecelli idi. Hak Teala’nın, “Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Mûsa da baygın düştü.”2 diye buyurduğu tecelli de esmai veya zatî tecellidir.
O halde birinci makamdaki “kendisine, nimet verilenlerin” sıratı, Allah’ın zatına sülûk sıratıdır ve o makamdaki nimet de, zatî tecellidir. İkinci makamdaki sırat ise, Allah’ın isimlerine sülûktur ve o makamdaki nimet ise, esmai tecellidir. Üçüncü makamda ise Allah’ın fiillerine sülûktur ve ondaki nimet ise efali tecellidir. Bu makamın ashabının cennetlere ve genel insanların lezzetine teveccühü yoktur. Bu ister ruhani olsun, ister cismani fark etmez. Nitekim rivayetlerde de müminlerden bazısı için bu makam ispat edilmiştir.1
Dostları ilə paylaş: |