Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevi Hazretleri96
Hicri 1228 (miladi 1813) yılında Gümüşhane'nin Emirler mahallesinde dünyaya geldiler. Babası Mustafa, dedesi Abdurrahman adlarını taşır. Kendi isimleri ise Ahmed'dir. Mahlasları Ziyaûddin, lâkapları GümüşhanevVdir. Pederleri ticaretle hayatını kazanan sâlih bir sat idi.
Beş yaşında okumaya haşladı. Sekiz yaşma gelince Kufan-ı Karim, Delâil-i Hayrat, Keside-i Bürde ve Hizbû'l-A'zam kırasti için icazet aldı. On yaşlarında iken babasının Trabzon'a hicretiyle birlikte o da oranın ileri gele nâlimlerinden âlet ve Şeeriat ilimlrini tahsile başladı. Küçücük yaşında bir yandan babasının mağazasında yardımcılık hizmeti görür, bir yandan da büyük bir aşk ve şevkle ilim tahsiline say-ü gayret ederdi. Aklı ticarette değil ilimdeydi. Boş zamanlarda bizzat elceğiziyle ördüğü keseleri satarak helâl para biriktirmeye çalışıyordu. Bu parayla tahsilini ilerletmek için gereken masrafı karşılayacaktı.
1831'de amcasiyle birlikte alış-veriş için İstanbul'a geldi. Babam için lüzumlu ticaret eşyasını aldıktan sonra onları amcasına teslim etti ve: izin alıp İstanbul'da kaldı.
İlle menzili Beyazıt Medresesinde küçük bir hücre. Orada Allah dostu sâlih bir zatın yardımı ve mânevi terbiyesiyle hayli yol aldı. O muhteremin vefatından sonra Mahmud Paşa Medresesinde bir odaya taşındı. Süleymaniye Medresesindeki derslere deevam etti. O zamanın ileri gelen ulemasından Hâce-i Şehriyâri (padişahın hocası) Hacı Hafız Muhammed Emin Efendi, Abdurrahman el-Harpûti, Laz Osman gibi meşhur hocaların ders halklarına devam ederek ilimde kemale ulaşmaya uğraştı. Nihayet âlet ilimlerini, onların vasıtasıyla 'alî ilimleri (Yüce Şeriat ilimlerini) elde etti, icazet aldî. Bâyezld Camii dersiamlığına tapın olundu. Orada va'za, irşada, ders okutmaya başladı.
Zaten o henüz daha icazet almadan üstün zekâsı, kavryazşı ve çhşkan-lığı ile hocalarının dikkatini çekmiş ve vekâleten Şerh-i AJcaid okutmağa, bîr yandan da eserler telif ve tasnifine başlamıştı,
Gümüşhanevi Ahmed Ziyaüddin hasretleri Şeriatın zahir ilimlerinde başarılı bir tahsil hayatından sonra icazet almışlar, dersiâmlık payesini elde etmişler ve ilim yayma faaliyetine başlamışlardı. O sırada Mevlâna Halid hazretleri halifelerinden birine:
— Ey dost, İstanbul'a git ve filancayı irşud et. Çünkü o bizden sonra sahib-i zaman ve rehber-i tarikat olacaktır. O gül henüz açıl-mamış bir goncadır.
Hâlid-i Bağdadi hazretlerinin vazifelendirdikleri bu şeyhin de ismi Ahmed Ziyaüddin idi. Lâkabı ise el-Ervâdi... Emr-ü ferman gereğince bu yüce zat 1845'te İstanbul'a vardılar. Gümüşhaneli hazretleri mürşidinin gelişine ilâhi ilhamlar, sâdık rüyalar ile muttali oldu.
Bir ara (1867) hacca niyet etmişler, yolculuk esnasında İskenderiye ve Mısır taraflarında birbuçuk ay kadar tarikatlerini yaymışlardır.
1293 Osmanlı - Rus muharebesine bir kısım müridleriyle beraber iştirak etmişler, ateş hattında bulunmuşlar, asker ve kumandanların maneviyatını yükseltmişlerdir.
1294 senesinde ikinci defa hacca gitmişler, sonra Mısır'ı şereflendirerek üç seneden fazla Nâsıriyye ve Câmiü'l-Ezhefde kendi tasnifleri olan Râmûzü'l-Ehadis'i yedi defa okutarak yüzlerce Arap âlimine icazet vermişlerdir.
(1310 H., 1893 M.) Dar-i bekaya irtihal ettiler.
Kendisinden sonra:
Kastamonulu Hasan Hilmi Efendi,
Safranbolulu İsmail Necati Efendi,
Dağıstanlı Ömer Ziyaeddin Efendi,
Tekirdağü Mustafa Fevzi Efendi (korvet kâtibi),
Serezli Hasib Efendi,
Kazanlı Aziz Efendi ve
Bursalı Muhammed Zahid Kotku Efendi hazeratı şeyhlik yaparak irşad vazifelerini yürütmüşlerdir. Cenab-ı Hak cümlesinden razı olsun.
Bazı Eserleri
1 - Câmiu'l-usûl fi'l-evliya ve envâihim. Kenarında «Ishlahat-ı Sûfiyye ve fevâid-i şâire»
2 - Câmiu'l-mütun fi hakki envai's~sıfâti'l-İlâhiyy ve'l-akai-di'l-Mâturidiyye ve elfâzi'l-küfri ve tashihi'l-a'mali'l-acibiyye. (Tercüme ve dere ettiğimiz eser.)
3 - Mecmuatü'l-ahzab ve'l-evrad.
4 - Râmuzü'l-ehadis 'alâ tertibi hurufi'l-hecâ.
5 - Levâmiu'l-ukul şerhu Râmuzi'l-ehâdis.
6 - Garaib'l-ehadis.
7 - Hadis-i erbain.
8 - Necâtü'l-gafîlin.
9 - Ruhü'l-ârifin ve İrşâdu't-tâlıbin.
10 - Câmiu'l-menâsik 'alâ ahsenVl-mesâlik.
11 - Netâyipu'l-ihlâs fi hakki1'd-dua.
12 - Zübdetu'l-akaid ve nuhbetu'l-fevaid.
13 - Usulu't-turuki'l-aliyye.
14- Acaibu'n-nübuvve ve dakaiku'l-velâye.
15 - Nâsıku'l-hac.
Malûmdur ki, şer'an, her mükellefe, her şeyden önce, Allah, enbiya ve melâike hakkında vacip, müstahil ve caiz olan şeyleri bilmesi farzdır.
İman, enbiya, köleler ve kadınlar da dahil herkese farzdır. İman, dille ikrar kalb ile tasdik ve marifettir. Yalnız başına ikrar, imân olmadığı gibi tasdiksiz marifet de iman değildir. İmânın iki tarafı vardır :
1- Allah'a ait tarafı; tevfik, hidâyet ve kalblere imân muhabbeti vermesidir. Bu yönüyle mahlûk değil’dir.
2 - Kula ait tarafı; ikrar ve tasdikdir. Bu yönüyle kesbidir.
1- Bölüm 1- Allah’u Tealâ Hakkında Vacib Olan Sıfatlar
Bil la, Allah’ u Teâlanın kadim, ezelî ebedî, sermedi, zâtıyla kâim sıfatları vardır. Bunlar ne O'dur (Allah'dır), ve ne de O'ndan gayridir.
A- Tenzihi Sıfatları :
Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ birdir, zâtında, sıfatında esmasında, ef alinde, mülkünde ortağı yoktur. O, cisim, cevher (kendi kendine bir varlığı olup, gerçekleşmesi için başka bir nesneye ihtiyacı olmayan), musavvar (şekillenmiş), mahdûd (sınırlanmış), mukadder (ölçüsü kile, okka vs. gibi şeylerle belirtilen), ma'dûd (sayılan, sayılmış), müteba'ız (parçalara, bölümlere ayrılan), mütehayyiz (kendisine bir şeyler katılan), mürekkeb (cüzlerden meydana gelen), mütenâhî (sonu olan) değildir. Takdir ve bölünme hususunda cisimlere benzemez. Ne O, bir cevhere ne de cevherler ona girer. Ne O, bir a'ruz'a (kendi kendine vücud bulmayıp başka bir cevherle meydana gelen), ne de abraşlar O'na arız olur. Ne o bir varlığa ne de bir varlık O'na benzer. Onun gibi bir şey yoktur ve O, bir şeyin misli değildir. Mikdar ve çapla sınırlandırılmaz. O'nu cihetler kuşatmaz. Yerler ve gökler ihata etmez. Ne O, bir şeye hulul eder, ne de bir şey O'na. O, ne bir mekân, ne de bir zaman ihtiva eder. Bir yerde mekân tutmaz. O'nun üzerinden za man, vakit, ân, gece, gündüz geçmez. Hadiseler ona hulul etmez. Avarız arız olmaz. Celâl sıfatlarında zevâldan münezzeh ve sıfatlarında tamamlanma ihtiyacından uzaktır. O'ndan herhangi bir kusur vs acizlik meydana gelmez. O'nu uyuklama, uyku almaz. Yok olması, ölmesi yoktur. Kabza-i kudretinden hiçbir varlık kurtulamaz ve işlerin tasarrufu onun kudreti dışına çıkamaz. Gücü, kudreti sonsuzdur. Bilgisinin sonu yoktur. (Herhangi bir) cinsden olmak, keyfiyet, hâl, ahvâl, gülmek, hüzünlenmek, tebessüm, umum, güleryüzlülük, keder, sürûr, hüzn, zindelik, elem, ferah, üzüntü gibi şeylerle nitelendirilmez.
Gelmek, gitmek, birine doğru gitme, geri çekilme, bitişme, ayrılma, bir araya gelme, toplanma-dağılma, aşağı düşme, bir yere yerleşme - karar kılma, oturma, kalkma, yan üstü yatma, oturma, hareket, sükûnla vasıflandırılamaz. Kendisine ziyâdelik, noksanlık, büyümek, küçülmek, yanlışlık, unutma, hatâ, dalgınlık, illet, hastalanma, zafiyet, hastalık, âfet, meşakkat, usanma, hakirlik, sabırsızlık, sızlanma, korku, inâd, akılsızlık, tenbellik, acelecilik, kötü huyluluk, utanmazlık, cehalet, budalalık, gizleme, cimri olma, tamah, hırs gibi şeyler arız olmaz. Onun çoğalması, sayılması, uzaması, cüzleri, uzuvları, çeşitli maddeleri, unsuru, mizacı, istidadı, tabiatı, uzunluğu, kısalığı, darlığı, genişliği, derinliği yoktur. O, ne bir şeyin zarfı ne de mazrufudur. O'nun hulûlu olmadığı gibi birleşmesi de yoktur. Kendisine hissî yakınlık ve uzaklık isnâd olunmaz. Örtünmesi, örtüsü, uçması, yükselmesi yoktur. Havâdâ, bir eşya içinde değildir. Veyahut yürüyücü, âlem içine girici, çıkıcı değildir. Mağlup olması, yenilmesi düşünülemez. Yardımcı, vezir ve yol göstericiye, dost edinmeye, noksanlığını gidermeye ihtiyacı yoktur. Hayret etmek, hasret duymak gibi şeylerden uzaktır. Hâtıralar, hâtıra yerleri, vehimler, fikirler, sekler, zanlar, hayâller, arazdan beridir. Başlama, son bulma, evvel, son, nihayet sona erme, değişme, başka hâle girme, şekil sahibi olma, benzeme, heykel, renk, vecd, zevk gibi hallerden münezzehdir. Künyesi, lâkabı, zıddı, eşi, misli, benzeri ve bir işi doğrudan veya dolaylı yapması düşünülemez. O doğurmadı, başkasından doğmadı, O'nun dengi ve benzeri yoktur. Vermesini engelleyebilecek, menettiğini verebilecek, hükmünü reddedebilecek, kaderini değiştirebilecek, hükmün karşı çıkabilecek olamaz. O, haksızlık, gadr, eziyetten münezzeh, kötülükten, fenalıktan, ezadan uzaktır. Letafet, kesafet, hâile, vahşet, dehşet, tokluk, açlık, yeme, içme ve bu ikisinin gerekli kıldığı hallerden, kısacası O, mahlûkun zihnine ve hayâline gelen her türlü şeyden münezzehtir. Zâtı, zatlara benzemediği gibi, sıfatları da, mahlûkların sıfatlarına benzemez. O, Arş üzerine kendisinin beyan buyurduğu şekilde ve irâde buyurduğu mânâda, temasdan, gezme ve konuklamadan, yerleşme ve intikalden uzak olarak istiva edicidir. Arş, Semâ ve yer altındaki her şeye kadar, her şeyin üstündedir. Öyle bir şekildeki bu, O'nun Arş y.e Semâ'ya yakınlığını artırmadığı gibi Arz ve yerin altından uzaklığını da artırmaz.
O, her varlığa yakındır, insana da şah damarından daha yakındır. Her şeye şahiddir.
Dostları ilə paylaş: |