ALACAK
Alm. Forderung (f), Fr. Creance, İng. Debt, Claim, Credit. Bir kimsenin, bir alış-veriş veya bir iş karşılığı yahut başka yollarla hak edip, henüz eline geçmeyen para veya mal. Alacak bir hak olup, bir kimseye, diğer bir kimseyi, o anda veya daha sonra bir şey vermeye veya yapmaya veya yapmamaya zorlama yetkisi verir.
Bu hakkın sahibine alacaklı denir. Alacak hakkı kanundan (tazminat, nafaka gibi) veya sözleşmeden (akitten) veya bir iş karşılığı olarak doğar. Derhal ifası istenen alacağa “mu’accel alacak” belli bir müddet sonra alınacak olan alacağa “müeccel (acil olmayan) alacak”, bir şartın tahakkukuna veya fesh olmasına bağlı olana “şarta bağlı alacak” denir. Alacak, adi (te’minatsız) veya te’minatlı (rehinle sağlanmış) olabilir. Alacak, aynı hukuki bağıntının aktif yönünü; borç ise pasif yönünü ifade eder.
Alacak davası: Alacaklı tarafından borçlusuna karşı açılan ve konusu borçludan alacağın alınması olan davadır.
Alacağın temliki: Bir kimsenin alacağını, üçüncü bir şahsa devretmesidir. Kanun veya akit ile veya işin mahiyeti icabı olarak menedilmiş olmadıkça borçlunun rızasını aramaksızın alacaklı, alacağını bir üçüncü şahsa temlik edebilir. Alacağın temliki yazılı şekilde yapılmadıkça muteber olmaz. Alacaklı, alacağını temlik ettiğinde borçlu bunu temlik edilen kimseye ödemek mecburiyetindedir. Ancak nelerin temlik edilebileceği kanunla tesbit edilmiştir. Mesela, bir kiracı, kiraya verene (mal sahibine) haber vermeden kiralanan şeyi başkasına devredemez.
Alacağın haczi: Cebri icra yolu ile takib olunan borçlunun üçüncü şahıslardaki alacağının, takipte bulunan alacaklı lehine haczedilmesidir. Kanunen devir ve temlik olunamıyan alacaklar haczedilebilirler.
Alacaklının temerrüdü: Alacaklının, borçlunun ifasını kabul etmemesi veya borçlunun borcunu ifa edebilmesi için alacaklının evvelce yapması gereken muameleleri yapmamasıdır. Haklı bir sebep olmaksızın borçlunun usulüne uygun olan ifasını reddeden veya borcun ifa edileceği kendisine bildirildiği halde, ifa için daha evvel yapması lazım gelen hazırlığı yapmayan alacaklı mütemerrid olur.
Alacaklılar toplantısı: İflasa tabi bir kimsenin iflasına karar verilmesinden sonra iflas edenin haczi kabil bütün malları ve borçlarından teşekkül eden iflas masasının idare ve tasfiyesi için lüzumlu kararları almak üzere alacaklıların yaptıkları toplantı.
ALAEDDİN ALİ ÇELEBİ
Osmanlı Devleti zamanında yetişen meşhur müderris, hattat ve Hümayunname yazarı. Asıl adı Alaeddin Ali bin Salih’tir. Bazı kaynaklarda adı Salihzade er-Rumi şeklinde geçer. Filibe’de doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. Fatih döneminde doğduğu tahmin edilmektedir. İyi bir tahsil gören Alaeddin Çelebi, Edirne’de devrinin meşhur alimlerinden ve Rumeli Kazaskeri Abdülvasi bin Hayreddin Hızır Efendiden ders aldı. Abdülvasi Efendiden müderrislik diploması aldığından dolayı Vasi Alisi diye meşhur oldu. Hat sanatını Şeşkalem Şükrullah Halifeden öğrendi.
Alaeddin Ali Çelebi müderrisliğe Edirne Siraciye Medresesinde başladı. Sonra Bursa’ya tayin olarak sırasıyla; Bayezid Paşa, Ferhadiye ve Hüdavendigar medreselerinde müderrislik yaptı. Uzun yıllar kaldığı Bursa’dan 1537’de Edirne Halebiye Medresesine tayin edildi. Kısa bir süre sonra Edirne Atik (Saatli) Medresesi müderrisliğine getirildi. Yüksek ilmi ile dikkati çeken Ali Çelebi, bir sene sonra Fatih Sahn Medreselerinden Başkurşunlu Medresesi müderrisliğine tayin edildi. Aradan bir sene geçmeden altmışlı paye ile, Edirne İkinci Bayezid Medresesine gönderildi. 1542’de pek gözde bir makam olan Bursa kadılığına tayin edildi. Bu görevdeyken vefat etti (1543). Emir Sultan Camii bahçesindeki türbeye yakın bir yerde defnedildi.
Alaeddin Ali Çelebi’ye asırlar boyu sürmüş bir şöhret kazandıran göz kamaştırıcı üslup ve imajlarla işlenmiş Hümayunname isimli eseridir. Eser Kelile ve Dimne’nin tercümesidir. Uzun bir çalışmanın neticesinde meydana gelen Hümayunname’nin yazılış yeri ve tarihi kaynaklarda farklı gösterilmekte ise de, Alaeddin Ali Çelebi eserini Atik Medresesinde iken yazmaya başladığını ön sözünde bildirmektedir. Kelile ve Dimne’nin, Hüseyin Vaizi-i Kaşifi’nin Envar-ı Süheyli adıyla Farsçaya çevrilmiş şeklinin tercümesi olan Hümayunname edebi açıdan ve muhteviyat yönünden Farsça aslını çok aşmıştır. Alaeddin Çelebi, Envar-ı Süheyli’yi üslup yönünden yeni baştan işlemiş, muhteviyatını (içindekileri) tasviri tablolar, ayet ve hadisler, Arapça ve Farsça şiirler ve manzum parçalarla zenginleştirmiştir. Türk nesir alanında eşi görülmemiş ve daha sonra da seviyesine erişilemiyecek bir şaheser olan Hümayunname asırlar boyu devam eden büyük bir ilgi ve takdir görmüştür.
Hümayunname, yabancı müelliflerin de dikkatini çektiğinden bazı bölümlerini eserlerine tercüme etmişlerdir. Türk dili ile ilgili kitap yazan ve bu kitaba Hümayunname'den parçalar alan Arthur Cumley Davids, Ali Çelebi’nin bu eserinin Türk edebiyatında nesirin en güzel örneği olduğunu, ince düşünce ve üslup güzelliği ile işlenmiş masal ve hikayeler içinde bir ahlak sistemi kurduğunu söylemektedir. Edebiyatımıza ahlaki, içtimai ve siyasi terbiyeye dönük nasihat ve düşüncelerle doldurulmuş olan Hümayunname çeşitli dillere çevrilmiştir.
Hümayunname, sadece edebiyat alanında meşhur olmamış ayrıca minyatür sahasında da kendini göstermiştir. Farsça Kelile ve Dimne’ler üzerinde meydana gelen minyatür geleneğine karşı, Hümayunname etrafında Osmanlı üslubuna bağlı yeni bir minyatür sahası doğmuştur. Eserin minyatürlü yazmasının Topkapı Sarayı Revan Kütüphanesi 843 numarada kayıtlı olan nüshası 208 varaktır.
ALAEDDİN ALİ SABİR
Hindistan’da yetişen evliyanın büyüklerinden. İsmi Ali Ahmed Sabir olup, lakabı Alaüddin’dir. Babası Şah Abdurrahim’dir. Feridüddin-i Genc-i Şeker’in talebesi, yeğeni ve damadıdır. 1196 (H. 592) senesinde Herat’ta doğdu. 1291 (H. 690) senesinde Hindistan’ın Gwalyar şehrinde vefat etti.
Annesi asil bir aileye mensuptu. Babası Abdülkadir-i Geylani neslindendi. Seyyid Alaeddin Ali Ahmed Sabir daha beş yaşında iken babası vefat etti. Babasının vefatından sonra dayısı Feridüddin-i Genc-i Şeker’in yanına verildi. Dayısı ilim öğretilmesi ve yetiştirilmesi işini üzerine aldı. Alaeddin Ali Ahmed Sabir, üç senede ilim tahsilini bitirdi. Çok oruç tutup, mücahede (nefsin istemediklerini) yaparak nefsini terbiye ile meşgul oldu. Kendi hücresine (odasına) çekilip, günlerce murakabe (nefsini kontrol etme) halinde kaldı. Tasavvufun yüksek derecelerine kavuştu. 1226 (H. 623)da Feridüddin-i Genc-i Şeker onu vekili olarak vazifelendirdi. Hocasının emriyle 1252 (H. 650)de insanlara İslam dininin emir ve yasaklarını anlatmak üzere Gwalyar’a gitti. Gwalyar halkı ona karşı çıktılarsa da gördükleri kerametleri ve ilimdeki üstünlüğü karşısında pişman olup büyüklüğünü anladılar. Karşı çıkanlar da zelzele neticesinde helak oldular. Alaeddin Ali Ahmed Sabir bir çok talebe yetiştirdi. Vefatına yakın Şemsüddin-i Türki’yi yerine halife bıraktı.
Alaeddin Ali Ahmed Sabir’in zahiri ve batıni ilimlerde emsali yoktu. Haramlardan, şüphelilerden, dünyaya düşkün olmaktan sakınır; dünyaya düşkün olanlarla beraber olmaktan uzak dururdu. Ettiği dua hemen kabul olurdu. Zamanında bulunan evliyanın baş tacı, hakikatı arıyanların yol göstericisi idi. Keşf ve kerametleri çoktur. Bunlar Gülzar-ı Sabiri adlı eserde toplanmıştır.
Dostları ilə paylaş: |