Resim San'atı'nda Zihinsel ve Bedensel Özürlülüğün Ele Alınışı



Yüklə 488,38 Kb.
səhifə3/14
tarix02.11.2017
ölçüsü488,38 Kb.
#28639
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14

1.3. Türkiye'de Özürlülük

1.3.a. Özürlüler için politika arayışı


Türkiye'de Devlet Planlama Teşkilat'ı tarafından hazırlanan ve özürlüler için ne yapılması gerektiğini sıralayan "Özürlüler Politikası" bulunmaktadır. DPT 'nin "Sakatlar İçin Politika Dokümanı" yayınını önsözü ise şöyledir:

"Günümüz dünyasında, sosyal devlet anlayışının anlaştığı insanî boyut, toplumun bütün fertlerinin bu hizmetlere eşit şekilde ulaşabilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Ülkemizdeki fiili duruma bakılırsa.... devlet, sağladığı hizmetlerin sakatlara ulaştırılmasında, gerekli olan şartları (imkanları), henüz tam olarak oluşturamamıştır."12

Çeşitli kuruluşların uzman ve yöneticilerinden görüş alınarak hazırlanan bu doküman Türkiye'de özürlülük sorununu bir bütün olarak ele almasındaki biricikliği ile değer taşır. Bu politika geliştiremediği gibi gönüllü kuruluşların çabasını da yeterince değerlendirememiştir.

Hazırlanmış olan "Sakatlar İçin Politika Dokümanı"nda özürlüler için gerekenler ve sorumlu kuruluşlar yazılmıştır. Fakat bu önlem maddelerinin karşısına, örgütlenme biçiminin nasıl olması gerektiği karar haline getirilmemiştir.

"Erken Teşhis Bürolarının" kurulması halkın ayağına götürülmesi sağlanmalıdır. Bazı kuruluşların serbest piyasa ekonomisi ile bağdaşabilmesi durumunda personel bulma sorunu ortaya çıkaracaktır. Öyle ise eğitim kurumların da devreye sokulup bu açık kapatılmalıdır. Bireyler özürlülüğe neden olabilecek her türlü faktör hakkında ve temel sağlık konularında sorumlu kuruluşlarca bilgilendirilmeli. Ayrıca aile eğitiminin temelini teşkil eden aile rehberliği, ailelerin, özürlü çocuğun gelişmesine katkıda bulunmaları amacı ile sistemli ve düzenli çalışmalar gerçekleştirmeli. Aile, psikolojik yardımlarla ferahlatılmalı.

Özürlüler politikasını hukukuyla, eğitimiyle ve istihdamıyla bir bütün olarak ele almak ve örgütleme biçimini yetki ve sorumlulukları taşıyan kurum ve kuruluşları, buna göre tanımlamak gerekir (ÖRNEK: 50'den fazla işçi çalıştıran iş yerlerinde %2 oranında özürlü birey istihdam edilmemesi halinde kesilen cezaların bir fonda birikerek, "özürlülere yönelik hizmetler" için kullanılması).

Bu konudaki bütünlüğün öneminden bahsettikten sonra gerekli bir politikanın çerçevesini şöyle belirleyebiliriz:

Saptanacak özürlüler politikası, uzun vadeli bir programın konusu olmalı. Bu durumda böyle bir program, zamanla kendi hukukunu, örgütlenme biçimini ortaya çıkaracaktır. Sorunların özünü ve çekilen sıkıntıları, bunların çözüm yollarını, en yakından bilen ve tanıyan, bürokrat kesim değil, tersine gönüllü kuruluşların üyeleri olduğundan hazırlanacak politikanın onların görüş ve deneyimleri üzerine inşa edilmesi gerekmektedir. Bürokrat kesime düşen en önemli görev, bu seslere kulak verip, kendilerine yansıtan gereksinimlere çözüm aramaları olabilir. Devlet, kuruluşların rahat çalışmasını sağlayacak gerekli maddi ve manevi ortamı hazırlamalıdır."Geliniz birlikte becerelim" savıyla hareket etmelidir.



Burada ülkemizdeki özürlüler politikasının işlev kategorileri sırası içinde şöyle verilmektedir:

  1. Erken Teşhis Aşaması,

  2. Özürlü Çocuk Doğumu Aşaması,

  3. Özürlü Çocuk ve Genç Eğitimi Aşaması,

  4. Yetişkin Özürlülerin Korunması Aşaması,

1.3.b. Özürlüler hukukunun temel maddeleri


"Madde . Tanım: Bedensel, zihinsel ve ruhsal yetilerinde, yaşamın gereği olan fonksiyonların zarar görmesi nedeniyle, kişinin iş ve çalışma hayatını ve toplumla kaynaşmasını belli ölçüde ya da tümüyle engelleyerek sosyal kayıplara neden olan durum, altı aydan uzun sürmesi halinde "özürlülük" olarak tanımlanır. Bu kişiye "özürlü" denir.

Madde 2. Amaç : Özürlüyü yaşam risklerine karşı koruyan önlemler almak, kendine yeterli olmasını, insan onuruna yakışır yaşam koşulları ile toplumla kaynaşmasını, eğitim, bakım, koruma ve çalışmasını, kişiliğinin geliştirilmesini sağlamak.

Madde 3. Kapsam : Özürlü ve ailesi için gerekli maddi ve manevi ortamı hazırlamak, özürlünün gelişimini izlemek, eğitim, rehabilitasyon bakım, gözetim ve koruyuculuk hizmetlerinden yararlanmasını kamusal hizmetlerin kapsamı içinde gerçekleştirmek.

Madde 4. Ölçü : Özürlülüğü saptamakla yetkili olan Sağlık Kurulu'dur. Bunu raporu ile sunar. Özürlülük derecesi 20-100 arasında bir sayı ile ölçülür. Özürlülüğün türü ve derecesi bir raporda verilir. Buna bir itirazda bulunulursa, raporu "Hakem Sağlık Kurulu" inceler. Bütün bunlar kamusal hizmet sayıldığından, her hangi bir ücrete bağlı değildir.

Madde 5. Kimlik Belgesi : Rapor sonucu, özürlü isterse kimlik belgesi verilir. Bu belge, onun sosyal haklardan yararlanmasında kullanılır. Belgede, özürlülüğün türü ve derecesini belirleyen simge, işaret, renk gibi belirlemelere yer verilebilir.

Madde 6. Sosyal Hakları :

  1. Özürlü çocuğu olan aileye yardım.

  2. Dört yaşını bitiren özürlü çocuğun kreşe gönderilmesi.

  3. Özürlü çocuğun yedi yaş sonrasında özel eğitimini sağlayan okul veya rehabilitasyon merkezine gönderilmesi.

  4. Özel sektörde 20 veya daha fazla işçi çalıştıranların %5 özürlü istihdam etme zorunluluğunun bulunması.

  5. %60 özürlü ve onların refakatçilerinin ulaşımdan bedelsiz yararlanmaları. Bu koşul dışında özürlülüğü olanların %50 indirimle yararlanmaları.

  6. Hastalık durumunda tedavi-bakımın öncelikle ve ücretsiz sağlanması.

  7. Protez, tekerlekli sandalye gibi gereksinimine parasal yardım yapılması.

  8. Birey ve ailesine konut edinme hakkı.

  9. İşyeri açmak isteyen özürlü bireye konseyce karar verilerek yardım yapılması.

  10. Çalışma saatlerinin ayarlanması..."13

Gibi maddeler yasal eksikliklere karşın yine de özürlü bireyler için yapılması olanaklı sosyal yardım kategorileri mevcuttur ve bunların yapılabildiği kuşkusuz, toplumsal sorumluluk bilincinin kamu vicdanında yer almasına bağlıdır

1.3.c. Özürlü çocukların eğitim ve rehabilitasyonu dairesi-özürlü

istihdam dairesi


  • Yaş grubu, özürlülük türü ve derecesine göre bakım, kreş, rehabilitasyon, gözetim vs. olanakları sağlar.

  • Kreş planlarına, yapımına veya var olanların korunup geliştirilmesine finansman sağlar.

  • Kuruluşlara nesnel ve parasal yardımı gerçekleştirir. Özürlü eğitimini, toplumla kaynaşmasını, kendi kendine yetebilmesini, istihdam edilmesini, kuruluşlar arasındaki yöntem birliğini sağlar.

  • Özürlülerin kamusal ve gönüllü tesislere yerleştirilmesini sağlar.

  • Yardımların koşullara uygun nitelikte yapılıp yapılmadığını denetler, olumsuzlukları sorumlulara bildirir.

  • Yurtiçi ve yurtdışı benzer kurum ve kuruluşlarla ilişki kurar, seminer, toplantı vb. düzenler, özürlü ailelerine rehberlik hizmeti sunar.

  • 18 yaşını aşanlara iş imkanı ve ortamı sunar. Özürlüye uygun koşulların olup olmadığı denetlenir, iyileştirici önlemler alır.

  • Belli sayıda özürlü birey çalıştırması gereken iş yerlerinde, yasal koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğini denetler, yeter sayıda özürlü çalıştırmayan işyerinin ödemek zorunda olduğu cezayı tahsil için işlemleri yerine getirir.

  • Ağır özürlü bireyin korunması, rehabilitasyonu vs. için tesis kurar, kurulmuş olanlarla işbirliği yapar.

1.3.d. Özürlüler için Türkiye ve dünyada yapılan çalışmalar


Özürlü birey için, onurlu yaşam biçiminin gereğini, sosyal güvence türlerini, istihdam sorunlarını, devletin, bu konudaki çalışmalarını halka duyurma zorunluluğu vardır. Özürlüler konusunda ülkemizde yapılan araştırma ve çalışmaları kamu oyuna yansıtmalıdır. Örneğin bu araştırma ve çalışmalardan birkaçı şöyledir:

Öğretilebilir Çocukları Koruma Derneği kurulmuştur. 1970 yılında, zihinsel özürlü dört çocukla eğitim çalışmasına başlanmıştır. Zekâ düzeyi 20-50 arasında olan zihinsel özürlü çocukların da öğrenebileceklerini ispat etmek amaç olmuştur. Çünkü, o yıllarda bu düzeyde zihinsel özürlüğün, eğitsel mi, yoksa hekimsel bir olay mı olduğu kamunun gözünde kesinlik kazanmamıştı.

1970 yılında dört çocukla başlayan eğitim, dört yıl içinde 46 zihinsel özürlü çocuğun eğitim görmesi biçiminde hızla gelişti ve 1982 yılında derneğin eğitim kapasitesi 96'ya, 1987 de 140 'a yükseldi.

1982 yılında "Zihinsel Yetersiz Çocukları Yetiştirme ve Koruma Vakfı" kuruldu. Federal Almanya Cumhuriyeti Büyükelçiliği'nin katkıları sağlanarak, 1986 'da, Vakfın, Gölbaşı semtinde tasarımlanan İş Rehabilitasyon merkezi inşaatını gerçekleştirme olanağı bulmuştur. 1989 yılında hizmete giren bu merkezde, şimdi 10 yatılı ve 30 zihinsel özürlü genç iş eğitimi görmektedir.

Türkiye'de zihinsel özürlülüğün aile, toplum ve devlet tarafından benimsenmesi olayının gerisinde yılları aşan kahırlı uğraşının izlerini görmekteyiz.

Özürlülük konusunda, ülkemizde dağınık ve yetersiz, çelişkili yasal düzenlemelerin ve insan onuruyla bağdaşmayan yaşamsal koşulların, eğitsel, örgütsel ve hukuksal bütünsellik içinde, değişmesine katkıda bulunmak temel amaç olarak görülmüştür. Bütün bunlar çoğunlukla kişisel çabaların ürünü olmuştur. Çünkü;



  • Her özürlü birey, sosyal devlet koşulunun gereği toplumdan ve devletten yardım görmek hakkına sahip olmalıdır.

  • Bu yardım acıma duygusunun sonucu ya da bir bağış değil, tersine onların insan onuruna yaraşır yaşam koşullarına sahip olmaları ve üretken dünyanın üyeleri olarak toplumda kaynaşmaları amacına yönelmelidir.

  • Özürlü bireylere yardım, onların kendilerine yardım içindir.

  • Almanya ve Hollanda'da özürlüleri kuşatan, sosyal haklar ve eğitsel, üretimsel olanaklar, "Özürlüler Hukuku"nun bütünselliği içinde, Türkiye'de de gerçekleştirilmelidir.

Bize göre bu olanakların sağlanmış olması özürlü olarak dünyaya gelen veya doğumdan sonra çevresel faktörlerle özürlü olma olasılığını yaşayan, o durum içinde yer alan bireylerin problemlerini en asgariye indirecektir. Onlara verilecek maddi ve manevi desteğin sınırı yoktur. Yaşanan kazalarda ve felaketlerde psikolojik olarak güçlük çeken insanlardan bazıları buna ek olarak bedensel bir takım problemlerle de yüz yüze kalmışlardır. Bu fertleri talihleriyle başbaşa bırakmamak her zaman bize düşen en büyük yükümlülüklerden biri olmalıdır. Çünkü onlarda toplumun bir ferdi olarak insanca yaşama hakkına sahiptirler.

Normal bireylerin yaşadığı büyük sevinçleri onların da yaşamaları, eğlencenin tadına varmaları, ekonomik özgürlüklerinin güvenini hissetmeleri, evlilik mevhumunun kutsallığı içinde bulunmaları, eğitimin sağladığı her türlü olanaktan faydalanmaları ve buna benzer yaşamla iç içe olan bir çok olgunun bire bir içinde olmalarını sağlamada ön ayak olmak bize düşen kısmıdır. Bunun için, bireysel ve devlet olarak yeterli imkanı seferber etmenin zamanı çoktan gelmiştir.

Dünya'daki yapılan çalışmalara ilk ortaya çıkışından itibaren bir göz atacak olursak;

Her ülke, kendi ekonomik yapısına ve doğal kaynakları kullanma tekniklerine uygun olarak, istihdam koşulları yaratır. Bu istihdam koşulları, 20. yüzyılın başlarına kadar, sağlıklı işgücüne gereksinim duymaktaydı, özürlülerin beceri gücü, üretken dünyanın dışına itilmişti ve insancıllığın gereği olan yardım alanlarından başka olanaklar tanınmamıştı. Hastalara ve güçsüzlere ya da özürlülere, örgütlü olarak yardım etme gereksinimi, ilk kez Almanya'da, Kassel kendinde ufak bir yerleşme birimi olan Kurhessen'de 1864 yılında küçük bir kağıt hamuru atölyesinde başladı. Hastalara ve güçsüzlere yardım amacıyla kurulan bir evdi. 1864 yılı bir dönüm noktasıdır.

Treysa'da rahip Franz von Roques'in öncülüğünde 1864 yılında kurulan u örgütün hemen o yıl küçük bir hastane yapımına giriştiğini görüyoruz. 19. yüzyılın ortasında ilk kez, zihinsel özürlü insanlar için, güçlü bir sorumluluk duygusunun doğuşuna neden oldu. 1880 yılında, Treysa'daki Eyalet Dini Yayma Derneği (Der Landesverein für Innere Mission), 600 'den fazla yardıma gereksinimi olan zihinsel özürlü çocuk ve yetişkin üzerinde yatığı anket çalışmasının sonrasında, Treysa'daki Diakonie eviyle birlikte, zihinsel özürlü bireyler için bir yurt inşa etmeye karar verirler. Bu yeni çalışma alanı hızla genişledi ve Treysa'da "HEPHATA" adını aldı. "Hephata, Aramei dilinde "açıl" anlamına gelir. Mezopotamya'da 3000 yıl önceleri Sümer ve Akatların kullandığı en eski dil. Hz. İsa, sağır ve dilsiz bir kişiyi bu sözcükle iyileştirir. Markos İncili Bap 7'de şöyle yazılı : Göğe bakarak, ah edip Hephata, yani açıl dedi, kulakları açıldı, dilinin bağı çözüldü."14

HEPHATA, özürlü bireylere toplumsal sorumluluk duygusuyla yaklaşmanın kaynağını oluşturmuştur. Ülkemizde ise "Diyanet İşleri Başkanlığı ya da Vakfı bu tür çabalara sırlarını dönmüştür. 1987 yılında Diyanet İşleri Vakfı'na zihinsel özürlü çocuklara yemek yardımı için, Öğretilebilir Çocukları Koruma Derneği'nin yazılı başvurusuna olumsuz yanıt alındığını anımsıyoruz.Oysa, böylesi bir başvuru Almanya'da Kiliseler Birliği tarafından ilgiyle karşılanmış ve her zihinsel özürlü çocuk için günde 1 DM ödeme yapmaları, gelir düzeyi düşük ailelerin, eğitim merkezindeki beslenmelerine olanak tanınmıştır. Diyanet İşleri Vakfımızın özürlüler için besleme katkısı konusundaki başvurusuna cevabı şöyle olmuştur. "Aynı durumda 2 okuldan toplam 450 öğrencinin öğle yemeklerinin ücretleri Vakfımızca karşılandığından talebinizin karşılanmasına imkan bulunamamıştır." Yaptığımız incelemede Aydınlıkevler İş Okulunda 211 ve Ulus Öğretilebilir Çocuklar Okulunda 152 öğrenci, yani toplam 363 öğrenciye yardım edildiği anlaşılmıştı."15

Özürlü bireylerin topluma ve iş yaşamına katılımın sağlayan girişimler göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Onların topluma ve iş yaşamına özürsüz bireylerle eşdeğerde katılımlarını sağlayan hekimsel, eğitsel ve davranışsal etkinliklerin türü, niteliği ve kapsamını saptamak ve örgütlemek gerekmektedir.

İngilizce konuşulan ülkelerde AAMD (American Association of Mental Deficiency)ın fazla kullanılan belirlemesinde, zihinsel geriliğin nedenlerine dayalı bir saptama yapmaktan vazgeçilmiş, buna karşın sosyal davranışı temel alan tanımlamaya dayanılarak, zihinsel özürlülük: "Uyum sağlama davranışında eksiklik ve gelişme döneminin sabit kalması biçiminde görünen genel ortalamanın altında zekâ"16 olarak betimlenmiştir.

"Otto Speck, Maria Miesler ve Walter Strasumeir üçlüsünün makalesi, bu konudaki farklılığa yeterince açıklık getiriyor. Onlara göre zihinsel özürlülük "zihinsel (entelektüel) ve toplumsal davranışlarda, insan yaşamının alışılmış biçimlerinden önemli ölçüde, yeti eksikliği"dir. Bu kavram yine onlara göre: "hekimsel açıdan biçimlendirilen, yavaş duyu, oligophrenie, idiotie gibi deyimlere karşıttır."17

Zihinsel özürlülüğün çeşitli tanımları vardır. Bu tanımlamalar IQ ölçütünü temel alarak yapılmıştır. Bizim için ilginç olanı, ülkemizde hekimlik raporlarına giren "embesil" ya da "idiot" gibi tanımların "eski psikiyatrik ayırım" olarak nitelendirilmesidir. Hekimlerin, bu eski ayırıma bağlı kalma alışkanlığıyla, embesil ya da debil olarak nitelendikleri pek çok kişinin, normal zekâ düzeyindekilerden çok daha fazla beceri sahibi olabildikleri, üretkenliklerinin daha üst düzeye çıktığı gözlenmektedir. Önemli olan her zihinsel özürlü bireyde sağlıklı bir özü bulup ortaya çıkarmaktır.

Ülkemizde zihinsel özürlülük için kullanılan öğrenebilme derecesi şöyledir: "Ruhsal gelişiminde ve öğrenme yetisinde, organik, kalıtsal (genetik) ya da başka tür bir zarar (eksiklik) nedeniyle belirgin içimde toplumsal ve pedogojik yardıma gereksinimi olan kişi, zihinsel özürlüdür. Bu tanım çok daha olumlu ve zihinsel özürlüleri koruyucu niteliktedir. Onların topluma iş yaşamına katılımı olanaklı yapan eğitimi temel olur. ne var ki eğitim alanında onlar için yapılanlar devlet desteğinden yoksundur. Türkiye'de devlet politikası olamamıştır.

Özürlülük eğitim ve öğretim temeline göre algılanmalı, onlara tanınan haklar kurumlaşmalı. Türü ve derecesine bakılmadan, tümünü bir arada kapsayan, Avrupa'daki eğitim ve öğretim yöntemleri uygulanmalı. Böyle bir yöntem eğitim ve iş ortamında özürlü özürsüz bütün bireylerin yaşamı paylaşmasını sağlar. Önceleri yadırganan özürlülük, şimdi toplumun gelişmişlik düzeyinde, kabul gören ve kaynaşmayı engellemeyen normal koşullardan sayılmaktadır. Böylesi bir kaynaşmanın temel öğesini mekan birliği oluşturmaktadır.

Ülkelerdeki özürlülük oranının yüksek oluşunda, iş kazalarının, afetlerin ve benzeri olasılıkların rolü var. Ülkemizde özellikle zihinsel özürlü bireylerin nüfus içindeki ağırlığını yansıtan istatistiklerden yoksun bulunmaktayız. Bunun sebebi Nüfus Sayımındaki soruların olumlu sonuç vermemiş olmasıdır. Böylesi bir sonucun önemli nedeni aile içinde özürlülüğün saklı tutulması ve sayımlara yansıtılmamasıdır. Halbuki, özel eğitime muhtaç çocukların tespiti, seçilmesi, teşhisi, yerleştirilecekleri kurumların kararlaştırılması ve bu çocuklar için gerekli rehberliğin sağlanması buna bağlıdır.

Özürlüler konusunda yapılan bütün bu çalışmaların olumlu neticeler vermesi ve örgütsel önlemlerin alınmasında halk, belediyeler ve devlet işbirliğinin sağlam temeli atılmış olmalı. Böylelikle kişinin vicdanına hapsettiği acıma duygusu aşılmış, bu duygu örgütlenmiş, özürlülerin sosyal hakları bilincine dönüşmüş olacaktır.

Almanya ve Hollanda'da özürlüler için yaratılan dünyanın bir 100 yılı aşan tarihi vardır. Bu tarihsel süreçten uzun süren ve kahırlı olan deneyimlerden geçilerek bu günkü aşamaya ulaşmıştır. Almanya'da 1933-1945 arası döneminin özürlülere uygulanan yok ediş politikası üzerine bugün onlar için üretken dünyanın kapıları ardına kadar açılmıştır(üstün bir ırk yaratmak için özürlülerin toplanarak öldürülmeleri, onların yaşama hakkı olmadığı savı, Hitler iktidarının temel savı olmuştur).

Bugün ise özürlüleri "doğabilimsel düşüncenin ilerlemesi ve ona dayalı olarak teknik gelişme, biz buna sanayi devrimi diyoruz, uzun zamandan beri böylesi bir körlüğün sakıncasını taşıyor."18 Düşüncesinde bir sorun bekliyor. Sanayileşme, insanı içi boş, katı ve tekniğe bağlı kılmıştır. Ve daha güçlü, becerikli, sağlıklı bireye ihtiyaç duyması özürlülerin onurlu yaşama alanını daraltmıştır. İnsanlık dolayı kendi isteği ile etkilerken bunun sonucunda bazı gerilemelere maruz kalmıştır. Böyle bir durumda özürlü insan doğanın bir cilvesi ya da değersiz olarak görülecektir. Sanayileşmenin özürlülük konusundaki umursamazlığı ile sömürgecilikte özürlülüğün değersiz ırk olarak nitelenmesi aynı şema içinde görülüyor.

Türkiye'nin geleneksel ve doğal yapısı, kırsal alan özürlülerinin tarımda çalışmaları, onları topluma kazandıran rehabilitasyon yöntemlerinin uygulanmasından daha elverişli görünmektedir. Bunların yanı sıra özürlülerin istihdamı, eğitim için çalışma mekanları yapılmalı, ağır özürlüler özel eğitim görmeli, el becerisi edinmeli, çalışabilir duruma gelmelidir. Böyle çalışmalar yapılırken Avrupa'daki kuruluşlarla iş birliği içinde olmak fayda sağlayacaktır.

Özürlülüğün tür ve derecesine bakmadan bir arada, kendi kendilerine yeterli düzeye gelmeleri, uyum içinde çalışmaları, boş zamanlarını site içindeki tesislerde değerlendirmeleri ve barınmaları sağlanmalıdır. Nitekim yurt dışında bu yapıda, hukuksal ve ekonomik özerkliğe sahip çok sayıda özürlüler sitesi bulunmaktadır. Buralardaki temel amaç, özürlüye yeni yaşam biçimi kazandırmak ve yaşam hakkındaki kavramlarını geliştirmektedir. Önceleri kapalı mekanlarda, toplumdan ve birbirlerinden soyutlanarak bir sınır içinde sıkıştırılan özürlüler artık ortaklaşa yaşam ve sorumluluk paylaşımını hayatla etkileşim içinde çözmeyi öğrenmektedirler. Buralarda amaç, herkesin kendi inanç özgürlüğü içinde, gelişmesini, topluma kazandırılmasını sağlamak olmuştur.

Yine Almanya'da kurulan, Zihinsel Özürlüler İçin yaşam yardımı Derneği" adındaki ( (Lebenshilfe für Geistig Behinderte) kuruluşun amacı zihinsel özürlüleri kollamak ve korumak olmuştur. Kurulan bu tür kurumların temel ilkesi, özürlü bireyler için, yaşam hakkı ve nitelikli yaşam koşulları hazırlamak, gerçekleştirmektir. Özürlüye ve yakınlarına mutluluk getirme çabası içinde bulunmaktır.

Lebenshilfe'nin 10 Kasım 1990 günlü genel kurul toplantısında kabul edilen yeni "Çerçeve Programı"nın ilk paragrafında: "Her zihinsel özürlü insanın olabildiğince kendine yeterli ve kullanılabildiğince yardım görerek yaşaması"19 gerektiği vurgulanmaktadır. Özürlü insanlar da Anayasa'nın koruyuculuğu altındadır ve insan onuruna yaraşır bir yaşam düzeyine ulaştırılmalıdır. Lebenshilfe'nin Temel İlkeler Programı özürlülük olayına böyle bir görüşle yaklaşarak sorunları çözme yolunu tutmuştur.

Bütün bu özürlülükle ilgili çabaların, özetle ve özellikle bizim bürokrasimizde de yerini alması tek arzumuzdur. Ülkemizde de tıpkı bu örnekte olduğu gibi özürlülük olayına teori ve pratikte katkı sağlayacak bir dernek kurmak amaçlanmalıdır. Özel eğitim sağlayan okul, bakımevi, anaokulu, atölye, yurt ve konut gibi özürlülere hizmet veren, onların barınmasını sağlayan kuruluşlar oluşturulmalı. Buralara hizmet verecek öğretmen, hekim, psikolog, sosyal pedagog, teknisyen ve yöneticiden oluşan kadro sağlanmalı. Çok sayıda şube, bilimsel çaba, konu ile ilgili araştırma tebliğlerinin tartışıldığı, sonuçların belirlendiği toplantılar düzenlenmelidir.

1.3.e. Özürlü bireylerin haklarına ait bir bildiri


Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen "Çocuk hakları" bildirisi, bedensel ya da toplumsal yetersizliği (haddicapped), çocukların özel işlem, eğitim ve bakım görmesini, onların farklı durumları nedeniyle, koşul ilan etmiştir. Merkezi Brüksel'de olan "The International League of Societies for Mentally Handicapped (Zihinsel Özürlüler uluslar arası Dernekleri Birliği) bu bildiriyi zihinsel özürlü çocuklar için uyarlanmış, 24 Ekim 1968 'de yayımlanmıştır. Biz bu bildirgeyi bütün özürlü bireyleri kapsayan biçimiyle aktarıyoruz.

"Madde 1 : Her özürlü kişi, aynı ülkede aynı yaştaki öteki bireylerle aynı temel haklara sahiptir.

Madde 2 : Özürlü bireyler, uygun hekimsel akım ve fiziksel tedavi ve öğrenim, eğitim akademik kariyer yapmak, kendi yeteneğini ve potansiyelini geliştirmek ve olabildiğince, özürlülüğün derecesi ne denli ağır olsa da, kendisine rehberlik edilmesi haklarına sahiptir.

Madde 3 : Özürlü bireyler, ekonomik güvenceye ve uygun yaşam standardına sahip olmak, üretken çalışma yapmak ve iş edinmek haklarına sahiptir.

Madde 4 : Özürlü kişi, kendi ailesi ya da koruyucu aile ile birlikte yaşamak, toplumsal yaşamın bütün etkinliklerine katılmak ve boş zamanlarını değerlendirmek hakkına sahiptir.

Madde 5 : Özürlü bireyler kendi kişisel yararı ve refahının, gereksinim duyduğunda, korunmasını dilemek hakkına sahiptir. Hiçbir özürlü kişiyi kendisini korumak hizmetinden hiç kimse yoksun bırakamaz.

Madde 6 : Özürlü birey, sömürülmek, kötü ve aşağılayıcı işlemlerden korunmak hakkına sahiptir. Suçlandığında, sorumluluğun derecesine göre ileri sürülen beyanların muhakeme edilmesi hakkına sahiptir.

Madde 7 : Kimi özürlü birey, kendi özürlülüğünün ağırlığından ötürü haklarını yeterince korumaya yetkin olmayabilir. Bu hakların bir bölümünün ya da tümünün değiştirilmesi başkaları için uygun olmayabilir. Bu hakların değiştirilmesi ya da yadsınmasına ilişkin kötülüklerin her türüne karşı uygun yasal koruyucu önlemler alınmalıdır ve bunlar özürlü bireylerin toplumsal yetilerinin gelişmesi alanında uzman olan kişiler aradığıyla, periyodik denetimler yapılmalı ve yargıya başvurma hakkı korunmalıdır."20

Hiç kimse tümüyle özürlü ya da özürsüz değildir, hasta ya da sağlam olmadığı gibi. O nedenle, zihinsel özürlü diye bir tanım da insanın durumunu tam olarak yansıtmaz. Zihinsel ve bedensel özürlülük alışılmış olmasına karşın bir hastalık da değildir. Zarar verici bir olayın geride bıraktığı izle ilgilidir. Doğum esnasında ya da doğumdan sonra (felaketler, kazalar, savaşlar vb.), beynin veya bedenin zarar görmesi olayıdır. Özürlülüğe sebebiyet veren bu olayların, insanın yaşamı üzerindeki etkileri çeşitli biçimlerde kendisini gösterir. Örneğin; Afganistan'da yapılan bir istatistikte mayın kurbanlarının %85'i yetişkin erkek, %8 'i erkek çocuk ve %2 'si kız çocuklarıdır. Afganistan, 1979 yılındaki Sovyet işgalinden beri iç savaş yaşıyor ve bu savaşın biteceğine dair en ufak bir işaret yok ufukta. Sovyetler, 1989 'da çekildiler ama bunca yıldır savaş yaşayan bir ülkede yerin üstünde oluk oluk kan akarken, yerin altında da mayınlar pusuda bekliyor. Tahmin edilen mayın sayısı 10 milyondur. Yani, Afganlı herhangi biri, herhangi bir an, herhangi bir yere basarsa canından ya da bacağından kolundan olabilir. Çocuklar da her an her yere basmaya hazır olduklarından sürekli yaralanıyorlar. Ve en şanslıları, daha ne olduğunu anlayamadan ellerinde yapma bacaklarıyla öylece kalakalıyorlar.

Özürlü insanlarda, kavrama ve iş yapabilme yetisinin işleyişi, deneyim ve uygulamalara göre doğrudan doğruya, yaşanılan koşullara bağlı kalır. Önyargı ile, onlarda duygu ve düşünce yetilerini yadsımak yanlış olur. Onların coşku yeteneği, sosyal yeteneklerine bağlıdır ve bu yetileri ileri doğru gelişir. Özürlü insanlar özellikle de zihinsel özürlüler iletişim yeteneğine sahiptir. kendi yaşamlarını biçimlendirme ve yaşama katılma durumundadır. Onların kişiliklerine, bir parçasından değil, bir bütün olarak bakmak gerekir. Onların yetilerini bu bütünden ayırmak ve sınıflandırarak karar almak acımasızlık olur.

Bütün bunlardan hareketle, sonuç olarak diyebiliriz ki:

Kişilik gelişmesi; bedensel, zihinsel-ruhsal ve sosyal yetenekler bir bütün olarak ele alınmalıdır.


Yüklə 488,38 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin