İkinci Bölüm Mübahele Ayetinde İmamet
“Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle 'çekişip- tartışmalara girişirlerse' de ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.”1
Necran Hıristiyanları ve Onların Batıl İddiası
Ayet-i kerimede Hz. İsa’yı (a. s.) İlah olarak kabul eden ve onun babasız olarak dünyaya gelişini o’nun ilah oluşunun nişanesi olarak değerlendiren Necran Hıristiyanlarından bahsedilmektedir.
Bir önceki “Doğrusu Allah katında İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı sonra da ona: “Ol!” dedi. O da hemen oluverdi”2 ayeti, onların bu sözlerini batıl kılmaktadır. Yani eğer sizler sadece babasız dünyaya geldiği için İsa b. Meryem’in uluhiyetine inanıyorsanız, bilin ki annesiz ve babasız olarak dünyaya gelen Hz. Adem’in uluhiyetine inanmanız daha layık ve evladır.
Bu kesin delile rağmen onlar hakkı kabul etmediler ve inançlarını olduğu gibi sürdürdüler.
Sonraki aşamada ayet-i kerime Hz. Peygamber’e (s. a. a.) Hitap ederek onları mübahele etmeye davet etmektedir.
Gerçi mübahele ayeti hakkında bir çok husus söz konusu edilmektedir. Ama bu kitapta dikkate aldığımız husus, Hz. Peygamber (s. a. a.) İle mübaheleye katılan Ehl-i Beyt (a. s.), özellikle de Hz. Ali (a. s.) İle ilgili nüktelerdir.
Ayet-i kerime ve hadislerden istifade esasınca söz konusu edilen konular beş bölüm halinde ifade edilebilir:
1- Peygamber (s. a. a.) Kimleri mübaheleye davet etmekle görevlendirilmişti?
2- Onların mübahele sahnesindeki varlıkları neyi hedefliyordu?
3- Ayet hükmü gereğince, Peygamber (s. a. a.), beraberinde kimleri mübaheleye götürdü?
4- Ali’nin (a. s.) Mübahele ayetindeki konumunun, Hz. Ali’nin bu ayette Peygamber’in bizzat nefsi (kendisi) olarak tanıtılmasının ve bu konu ile ilgili hadislerin açıklaması
5- Ayet ile ilgili sorulara cevaplar
Mübahele Ayetinde Peygamber (s. a. a.) İle Birlikte Olanlar
Birinci hususta –Peygamber’in mübahele için kimleri davet etmesi gerektiği hakkında- ayet-i kerime üzerinde dikkatlice bir düşünülecek olursa birkaç meselenin beyanı zaruri görülmektedir.
A- “Ebnaena” ve “nisaena” ifadelerinden maksat kimlerdir.
B- “Enfusena” ifadesinden kasıt kimdir?
“Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım…”
“Ebna” kelimesi “ibn” kelimesinin çoğuludur.
Bu kelime ise “erkek çocuklar anlamındadır. “Ebna kelimesi “mütekellim-i meal gayr”1 zamirine2 izafe olduğundan ve de Peygamber’in (s. a. a.) Kendisi kastedildiğinden dolayı, Peygamber’in (s. a. a.) Evlatları sayılan en azından üç kişiyi mübahele için davet etmesi gerekiyordu.
“Kadınlarımız ve kadınlarınızı…”
Nisa kelimesi “kadınlar” anlamında olup çoğul bir isimdir. Bu kelime “mütekellim-i meal gayr” 3 zamirine izafe edilmiştir. Bu yüzden İslam Peygamberi (s. a. a.) Ailesinde olan tüm kadınları (umuma izafe olan çoğulun delaleti göz önünde bulundurulacak olursa) veya en azından üç kimseyi (ki çoğulun en az özelliğidir) mübahele için davet etmesi gerekiyordu.
Bu konuda hatırlatılan şeyler “ebnaena”, “nisaena” ve “enfusena” kelimelerinin delaletinin gerektirdiği şeylerdir. Mübahelenin hedefinin ne olduğundan ibaret olan sonraki husus da bu konuyu bütünlemektedir.
Ama “ebna” ve “nisa” kelimelerinin mısdakları unvanıyla kaç kişinin ve kimlerin mübahele için hazır bulunduğu konusunun incelenmesi, üçüncü husustaki tartışma ile ilgili bir mevzudur.
“Enfusena”, “enfüsekum” (nefislerimizi ve nefislerinizi) ve “enfus” kelimesi, “nefs” kelimesinin çoğuludur. Bizzat Peygamber’in kendisi olan “na” zamirine izafe olması, Peygamber’in çoğul olması gereğince, nefsi sayılacak üç kimseyi mübahele için hazır bulundurması gerektiğine delalet etmektedir.
Acaba “enfusena” ifadesi sadece Peygamber’e (s. a. a.) Uyarlanabilir mi?
Gerçi enfusena ifadesindeki nefs kelimesi bu ayette hakiki anlamda sadece Allah Resulü’ne uyarlanabilir, ama ayet-i kerimede yer alan bir çok deliller esasınca “enfusena” kelimesi bizzat Peygamber’in (s. a. a.) Kendisine uyarlanamaz.
Bu deliller şunlardan ibarettir:
1- Enfusena kelimesi çoğul bir isimdir. Herkes birden fazla nefse sahip değildir.
2- “Gelin…çağıralım…” ifadesi Peygamber’i hakiki anlamda bir davet ile yükümlü kılmaktadır. Hakiki bir davet ise insanın kendisine taalluk etmemektedir. Yani insanın kendi kendisini davet etmesi ve çağırması makul değildir.
Bu esas üzere bazı kimselerin, “fe tevvaat lehu nefsuhu” (nefsi kendisine itaat etti) veya “deavtu nefsi” (nefsimi davet ettim) ve benzeri yerlerde “deavtu”(davet ettim) gibi kimi fiillerin nefse taalluk ettiğini sanmaları, burada nefis kelimesinin insanın kendisi veya zatı anlamında kullanılmadığı veya “deavtu” ifadesinin hakiki bir davet olmadığı gerçeğinden gaflet etmelerinden kaynaklanmıştır.
“Nihayet nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti” örneğinde nefisten maksat insanın nefsani istekleridir. Cümlenin anlamı da şudur: Onun nefsani istekleri kardeşini öldürmeyi kardeşine kolay kıldı.”
“Deavtu nefsi” örneğinde maksat insanın bir işi yapmaya kendisini zorlaması ve hazırlıklı kılmasıdır. Hakiki bir davetin nefse taalluk etmesinin bir anlamı yoktur.
3- “Ned’u” kelimesi bizzat Peygamber’i (s. a. a.) Kapsadığı için nefse delalet etmektedir. Dolayısıyla mübahele için başkalarını davet eden ve merkez konumunda bulunan birinin kendini de bu işe davet etmesi artık gerekli değildir.
İkinci Husus Peygamber’in Ehl-i Beyti’nin Mübahele’ye Katılmasının Hedefi
Neden Peygamber’e (s. a. a.) Ehl-i Beyt’ini mübaheleye katılmak üzere götürmesi emredildi? Oysa mübahelenin davalı taraflar arasında olması gerekiyordu. Burada davalı kimseler ise İslam Peygamberi (s. a. a.) İle Necran Hıristiyanlarının temsilcileri idi.
Bazılarının sandığı üzere Peygamber’in en yakın akraba ve yakınlarından bir takım kimselerin mübahele sahnesinde yer alması, sadece Allah Resulü’nün kendi sözlerinin ve davetinin doğruluğu hakkındaki yakin ve imtihanını göstermek içindi. Zira insanın en değerli ve aziz yakınlarını böyle bir sahneye çıkarması, sadece söz ve daveti hususunda tam bir yakin içinde olduğu takdirde akıllı bir davranış olarak kabul edilebilir. Böyle bir itminan ve güven olmadığı taktide insanın kendi yakınlarını ve sevdiklerini yokluk tehlikesiyle karşı karşıya bırakmış sayılır. Hiçbir akıllı insan böyle bir teşebbüste bulunmaz.
Bu yorum Peygamber’in (s. a. a.) Bütün akrabaları arasında sadece Ehl-i Beyt’inin mübaheleye katılmasının doğru bir açıklaması olamaz. Zira bu durumda Ehl-i Beyt’in mübahele sahnesine çıkmasının ve davete icabette bulunmasının kendileri için hiçbir değeri kalmaz. Oysa ayet-i kerime ve ayet ile ilgili hadisler iyice bir etüt edildiğinde bu olayın Peygamber’in (s. a. a.) Ehl-i Beyt’i (a. s.) İçin de büyük bir fazilet ve üstünlük ispat etmekte olduğunu kolayca görebiliriz.
Ehl-i Sünnet’in büyük alimlerinden biri olan Zemahşeri şöyle diyor: “Ayet-i kerimede Ashab-i Kesa’nın faziletine delalet eden en güçlü deliller vardır.”1
Alusi ise Ruh’ul Meani’de şöyle diyor: “Ayet-i Kerime’nin Alullah ve Allah Resulü’nün faziletine delaleti iman sahibi kimselerin hiç şüphe etmeyeceği hususlardandır. Peygamber’in (s. a. a.) Ehl-i Beyt’ine düşmanlık imanı yok eder.”1
Gerçi Alusi burada böyle demektedir. Ama sonraki sayfalarda, Peygamber’in (s. a. a.) Ehl-i Beytinin bu büyük faziletini gözlerden gizlemeye çalışmıştır. 2
Şimdi de Allah’ın neden bu değerli hanedanın (a. s.) Peygamber (s. a. a.) Eşliğinde mübaheleye katılmalarını emrettiğine bir bakalım.
Bu soruya cevap bulabilmek için söz konusu ayete geri dönelim.
“Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.”
Ayet-i kerime’de Peygamber’in (s. a. a.) “ebna” (çocuklar) “nisa” (kadınlar) ve “enfus” (nefisler) hakkındaki daveti, ardından mübaheleye çağırması ve Allah’ın lanetinin yalancıların üzerine olması söz konusu edilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |