Tablo 1 – 1921 Yılında Görev Alan Yunanistan Yöneticileri11
Saltanat Makamı
|
Kral Konstantin
(4 Ocak 1921)
|
Veliaht Nikola ve Prens Andre de harekâtta görev almıştır.
|
Başbakan
|
Dimitrios Rallis
(18 Kasım 1920-4 Şubat 1921)
Nikolaos Kalogeropoulos
(6 Şubat 1921-8 Nisan 1921)
Dimitri Gunaris
(8 Nisan 1921)
|
Nikolaos Kalogeropoulos, Rallis’in ölümünün ardından Başbakan olmuş; Başbakan olduktan kısa bir süre sonra Yunan Heyeti Başkanı olarak Londra Konferansına katılmıştır. Birinci İnönü yenilgisinden sonra Gunaris, 8 Nisan 1921’de yeni Hükümeti kurmuştur. Sakarya yenilgisinin ardından 15 Ekim 1921’de Gunaris Hükümeti güvenoyu alarak yola devam etmiştir.
|
Dışişleri Bakanı
|
Georgios Baltacis
(8 Nisan 1921)
|
Gunaris Hükümeti
|
Savaş Bakanı
|
Nikolaos Teodokis
(8 Nisan 1921)
|
Gunaris Hükümeti
|
Maliye Bakanı
|
Petros Protopapadakis
(8 Nisan 1921)
|
Gunaris Hükümeti
|
Genelkurmay Başkanı
|
Victor Dusmanis
(13 Nisan 1921-12 Ekim 1921)
|
Kral'ın Genel Yaveri Victor Dusmanis, General Meteksas'ın bu görevi iki kez reddetmesi üzerine Genelkurmay Başkanlığı'na atanmıştır. Başkanlık yeniden örgütlenmiştir. Dusmanis’in 12 Ekim 1921’de görevden alınmasına neden olan olay ise, 10 Ekim 1921 tarihinde Anadolu’daki işgal ordusunun başına buyruk hareketlerini önlemek için bütün ordu teşkilâtının kendine bağlı olduğunu bildirmesi olmuştur.
|
Genelkurmay Başkan Yardımcısı
|
Ksenofon Stratigos (13 Nisan 1921)
|
|
Küçük Asya Ordusu Başkumandanı
|
Anastasios Papulas
|
|
Küçük Asya Ordusu Kurmay Başkanı
|
Albay A. Pallis
|
|
İzmir Yüksek Komiseri
|
Aristidis Stergiadis
(21 Mayıs 1919)
|
|
İngiltere, Yunanistan’la ilişkilerini doğrudan Başbakan Gunaris’le yaptığı görüşmelerin yanı sıra resmi olarak Atina Elçisi Lord Granville aracılığıyla yürütmüştür.
Yunanistan, her ne kadar askeri gücü İtilâf Devletleriyle kurduğu ittifaka dayanan ve mali açıdan onların desteğine muhtaç bir ülke olsa da, Yunanistan’ın işgal bölgesinde kurmaya çalıştığı yeni yönetsel mekanizma, Yunanistan’ı Anadolu’daki iktidar mücadelesinin bir bileşeni ve yönetsel alanın belirleyeni haline getirmiştir. 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan İşgal Kuvvetleri Kumandanlığı tarafından İzmir’in işgali edilmesinin hemen ardından 21 Mayıs 1919 tarihinde Aristidis Stergiadis yüksek komiser sıfatıyla şehre gelerek göreve başlamıştı. Yunanistan İzmir Yüksek Komiseri Aristidis Stergiadis’e, “1914 ilkbaharında doğu Ege adalarına sevk edilmiş Osmanlı Rumlarını evlerine yerleştirmek için gerekenleri yapması ve barış anlaşmasıyla Osmanlı Devleti’nden devralınacak arazide kurulacak Yunan yönetiminin zeminini hazırlaması” görevi verilmiştir.12 İşgalin hemen ardından Batı Anadolu’ya yayılan Yunanistan “İzmir’deki sivil yönetime bağlı olması dışında sürekli değişen ve büyüyen, bu nedenle oldukça karmaşık bir örgütsel yapı kurmuştur.”13 İdari olarak İzmir’deki Yüksek Komisere bağlı genişleyen örgütün yanı sıra, askeri harekâtın bir parçası olarak Batı Anadolu’da askeri bir yönetim tesis edilmiştir. Bu yapının çatısını Küçük Asya Ordusu Kumandanlığı oluşturmuştur.14
Stergiadis, Batı Anadolu’daki Yunan idaresinin temelini daha Haziran 1920’deki Yunan genel taarruzundan önce kurmaya başlamıştı. Bu yapı, kendisine verilen görevin amacına uygun şekilde “ordunun işgal ettiği tüm sancak ve kaza merkezlerinde örgütlenerek gelecekteki Yunan yönetiminin temelini” atacak ve “Yunan Devleti’nin Anadolu’daki etkin uzantısı” olacak şekilde tesis edilmişti.15 Başında yüksek komiser Stergiadis’in olduğu İzmir Yunan Yüksek Komiserliği makamına karşı sorumlu olan bir merkez ve bir taşra teşkilatı olmak üzere örgütlenmişti.16 İşgal öncesinde görev yapmakta olan Yunan Konsolosluğu’nun yerine geçen merkez teşkilâtı, başında müdürlerin olduğu bölümler ile müfettişlerden oluşmakta; İzmir dışındaki kaza ve sancakları kapsayan taşra teşkilâtı ise siyasi temsilcilerin sorumlu olduğu temsilciliklerden meydana gelmekteydi.
10 Ağustos 1920 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Sevr Barış Anlaşması’nı imzalaması ile, Mondros Mütarekesi’nden beri sürmekte olan ikili yönetsel yapıya son verilmiş ve bölgenin resmi yönetimi kendisine verilen Yunanistan, işgal ettiği bölgede tek egemen güç haline gelmişti.17 Sevr Anlaşması, 69.maddesi ile İzmir, Manisa ve Aydın sancaklarının egemenlik hakkını anlaşmada belirtilen sınırlar dahilinde Yunanistan’a devretmişti. Yunanistan Hükümeti, bu anlaşmaya dayanarak önce Osmanlı mülki ve beledi yönetimini devralmış, taşra teşkilâtını kaymakamlıklarla ikame etmiş; sonra da 23 Eylül 1920 tarihli İzmir ve Artbölgesinin Yunan İdaresi Hakkında başlıklı Kanun ile İzmir Yüksek Komiserliği makamını tasfiye ederek yerine İzmir Yunan İdaresi’nin kurmuştu.18 Bu yasayla, yüksek komiserlik makamı da bakan ile eşdeğer konuma getirilmişti.
İzmir Yüksek Komiserliği’nin genişleyen idari yapısı dışında Batı Anadolu’daki yönetim Yunanistan ordusu eliyle sağlanmıştır.19 Yunanistan, Batı Anadolu’ya yerleşeceğine kesin gözüyle baktığı ve yönetimin asker eliyle tesis edilmesi nedeniyle orduya yük haline geldiğini düşündüğü için 1921 yılında sivil bir idarenin kurulmasını gündeme getirmiştir. Yunanistan Başbakanı Gunaris, 17 Eylül’de, Savaş Bakanı Theodakis’e çektiği telgrafla “Anadolu’da idare örgütünün kurularak ordunun yükünün azaltılmasını” istemiştir. Gunaris, ayrıca, Anadolu’da işgalleri altında bulunan bölgede 3 milyon nüfuslu 100.000 m²lik alanda sivil bir idare kurmak istediklerini, 27 Ekim günkü görüşmelerinde İngiltere Başbakanı ve Dışişleri Bakanına iletmiştir. Ekim 1921’de Bursa’ya Aleksandr İzolo adında bir siyasi vali gönderilmiştir.20 Aleksandr İzolo, İzmir Fevkalâde Komiserinin Vekili namıyla anılmaktadır.
Yunanistan işgali altındaki bölgede başlıca politika, göç ve iskan politikası olmuştur. Bu durum, karşı göçü ve Yunan zulmünü gündeme getirmiştir. 7 Ekim tarihli Vakit Gazetesi, İzmir ve Trakya’nın işgalinden beri 367.000 Müslümanın hicret ettiğini gösteren bir istatistik yayımlamıştır. Yunan zulmüne karşı artan protestolar üzerine, Beynelmilel Kızılhaç Örgütü (Uluslararası Kızılhaç Örgütü) Temsilcisi Maurice Gehri, Yunan zulmünü incelemek üzere 12 Mayıs’ta Gemlik'e, 25 Mayıs’ta Yalova’ya, 10 Temmuz’da İzmit’e gitmek zorunda kalmıştır.
Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile İlişkiler
Büyük Millet Meclisi ile ilişkiler 1921 yılı başında dolaylı olarak, İstanbul Hükümeti vasıtasıyla yürütülmektedir. Müttefik Ülkeler, Ankara Hükümeti’nin Londra Konferansı’na katılabileceğini Sadrazam Tevfik Paşa kanalıyla Mustafa Kemal Paşa’ya iletmişlerdir. İtilâf Devletleri, 26 Ocak’ta Fransa Başbakanı Briand imzalı nota ile Sadrazam Tevfik Paşa'ya İstanbul Hükümetini temsilen, istendiği takdirde “Mustafa Kemal veya Anadolu Hükümetince tasdik olunan murahhaslar” da dahil olmak üzere Londra Barış Konferansı'na delege gönderebileceklerini bildirmişlerdir. 27 Ocak’ta Tevfik Paşa Büyük Millet Meclisi’nden heyete katılacak bir üye istemiştir. Ancak, Ankara Hükümeti, İstanbul Hükümeti ve İtilâf Devletlerince Türkiye’nin tek meşru hükümeti olarak tanınma isteğini ilişkilerin kuruluş tarzını değiştirme yönünde irade koyarak gösterecektir. 30 Ocak’ta İcra Vekilleri Heyeti Reisi Fevzi Paşa Sadrazam Tevfik Paşa'ya çektiği telgrafta Londra Konferansı'na gidecek Türkiye Heyeti'nin yalnız Büyük Millet Meclisi tarafından seçilebileceğini bildirmiştir. Büyük Millet Meclisi, 5 Şubat’ta Ankara Hükümeti’ni temsilen Londra Konferansı’na gidecek Heyeti Murahhasa üyelerini seçerek, ilişkilerin ancak kendi seçtiği temsilciler kanalıyla kurulabileceğini kararlaştırmış ve ilan etmiştir. 21 Şubat-12 Mart 1921 tarihlerinde gerçekleştirilen İkinci Londra Konferansı’nda Müttefik Ülkeleri Ankara Hükümeti’ni doğrudan muhatap almak zorunda kalmıştır.
Büyük Millet Meclisi ile ilişkiler, işgal koşullarının İtilâf Devletlerinin kendi ülkelerinde yaşadıkları sorunlar ve 1921 yılında şiddetlenen savaşlar nedeniyle yıl içinde değişmesiyle dönüşüme uğramıştır. Bu dönüşüm, sadece İtilâf Devletleri ile Büyük Millet Meclisi arasındaki ilişkileri değil, İtilâf Devletlerinin doğrudan Büyük Millet Meclisi’ni muhatap almak zorunda kalmasıyla İtilâf Devletleri-İstanbul Hükümeti ilişkilerini, İtilâf Devletleri-Yunanistan ve Müttefik Devletlerin kendi arasındaki ilişkileri de etkilemiş ve dönüştürmüştür. İlişkilerin kuruluş tarzındaki dönüşüm politikalardaki dönüşümle paraleldir.
En önemli işgal gücü olan İngiltere ile kurulacak ilişkiler konusunda görüş ayrılıkları mevcuttur. Bekir Sami Bey, Londra Konferansı sırasında yürüttüğü temaslarda ve Hariciye Vekâletinden istifa ettikten sonra 21 Mayıs’ta çıktığı Avrupa seyahatinde itidal yanlısı olduğunu göstermiştir.21 İnebolu Görüşmelerini yürüten Refet Paşa da, 27 Kasım-5 Aralık 1921 tarihlerini kapsayan görüşme tutanaklarında görüldüğü üzere, geleneksel Türk-İngiliz dostluğuna dönmek gerektiğini belirtmiştir. Anlaşma halinde, Türkiye’nin İngiliz sermayesine geniş ölçüde açılağını söylemiştir.
İkinci Londra Konferansı (21 Şubat – 12 Mart 1921)
Londra Konferansı, İtilâf Devletlerinin 24 Ocak – 30 Ocak 1921 tarihlerinde Almanya ve Türkiye sorununu çözmek için topladıkları Paris Konferansı’nda Doğu Sorununun çözümünde Türk ve Yunan temsilcilerinin dinlenmesine karar verilmesi üzerine toplanmıştır. Aristide Briand’ın 16 Ocak’ta iktidara gelmesi sonrası Fransa’nın acil barış için daha uzlaşmacı bir tutum sergilenebileceğine ilişkin dış politikada yönelimi konferans çağrısının yapılmasında belirleyicidir. Konferansın zamanlamasında artan Ankara Hükümeti-Sovyetler Birliği ilişkileri etkili olmuştur. 3 Ocak’ta Belçika temsilcisi Michotte de Welle, Ankara Hükümeti’ne Sovyet yardımının başladığını haber vererek, Ankara Hükümeti’nin “Sovyetlerin hâkimiyeti altına düşeceği”ni rapor etmiştir. Türk Elçilik Kurulu, 16 Ocak’ta hareket ederek 18 Şubat’ta Moskova’ya varmış ve 19 Şubat’ta Dışişleri Komiseri Çiçerin’le görüşerek güven mektubunu vermiştir. Sovyetler Birliği’nin Şubat ayında Kafkas ülkelerindeki askeri harekâtı yoğunlaştırması, Türkiye-Sovyetler Birliği sınırının çizilmesini ve ilişkileri doğrudan etkileyecek bir diğer faktör olarak görülmüştür. İtilâf Devletleri, bir yandan Kafkas ülkelerinde Bolşeviklerin iktidara gelmesini engellemeye çalışırken bir taraftan da Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin Kafkas sınırı konusunda anlaşmalarını önlemek istemektedir. Büyük Millet Meclisi gündemine de gelen Kafkas Federasyonu bunun bir örneğidir. 20 Ocak’ta İngiliz yanlısı Menşevik Gürcistan Hükümeti ile görüşen Türk Elçilik Kurulu üyesi Yusuf Kemal Bey, Gürcistan Hükümetinin, Türkiye’nin de üyesi olduğu Kafkas Federasyonundan yana olduğunu iletmiştir. 19 ve 20 Şubat tarihlerinde iki ayrı İngiltere Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin ilettiğine göre, Azerbaycan, Dağıstan, Ermenistan ve Kafkas ülkelerinin diğer temsilcileri Paris’te bir araya gelerek ancak İngilizlerin izin vermesiyle yaşayabileceğine inandıkları Ankara Hükümeti ile anlaşma yapmaya karar vermişlerdir.
Hemen Londra Konferansı öncesinde gündeme gelen Kafkas Konfederasyonunun İtilâf Devletleri çıkarına bir proje olduğunu gören Kâzım Karabekir Paşa’in konferansa ilişkin yorumu da, İtilâf Devletlerinin Kafkas ülkelerini olduğu gibi Türkiye’yi de kendi kaderini tayinden uzaklaştırmak istediklerini göstermektedir: “Türkiye’yi ateş çemberi içinde eritmek ve hiç değilse Ruslarla bizim ittifak etme imkânını kaldırarak Şark cephesi kıtaatını garbe nakil imkânından mahrum etmek ve bu suretle Yunanlıların istilâsını kolaylaştırmak (?) için mi Londra Konferansı açıldı?”22 Ancak, konferansın İtilâf Devletleri açısından planladıkları gibi geçmeyeceği konferansın başladığı gün Meclis gizli oturumunda konuşan Mustafa Kemal Paşa’nın sözlerinden anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa, 21 Şubat’taki gizli oturumda Kafkaslarda Bolşevik hâkimiyetinin İngiliz hâkimiyetine tercih edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Fransa Başbakanının barış yanlısı görüşlerine karşı, Fransa, Londra Konferansı öncesinde de Türkiye üzerindeki pazarlık gücünü arttırmak istediğini gösteren adımlar atmıştır. 1921 yılı 1 Ocak’ta Fransız İşgal Komutanı Gouraud’ın, Antep halkına teslim ol çağrısı ile başlamıştır. Antep, şiddetli bir Fransız kuşatması ve ablukası altındadır. Ancak, Antep halkı çağrıyı 2 Ocak’ta reddetmiştir. Antep, Kuvayı Milliye Kumandanı Özdemir Bey’in başkanlığında bir Merkez Kurulu tarafından yönetilmekte ve Selâhattin Arif Bey’in kumandanlığındaki İkinci Ordunun harekâtına kadar açlığa direnmeye çalışmaktadır. Antep Kuvayı Milliyesi 30-31 Ocak’ta giriştiği kuşatmayı içerden yarma harekâtını kaybetmiştir ve 11 ay 8 günlük Fransız kuşatması altındaki açlığa daha fazla dayanamayan Antep 8 Şubat’ta düşmüştür. 9 Şubat’ta Fransız Albay Andrea ile Antep halkı temsilcileri arasında şehrin teslimi hakkında 11 maddelik bir anlaşma imzalanmıştır. Protokol Antep'in Fransız mandası altına girdiği şeklinde yorumlanmış ve 12 Şubat’ta Büyük Millet Meclisindeki Antep mebusları manda haberlerini protesto etmişlerdir. Protokole göre, Fransızların kontrolünde yeni bir Hükümet kurulacak, ordu birlikleri savaş esiri sayılacak, silahlar teslim edilecek, Ermenilerle Türklere eşit işlem uygulanacaktır.
Londra Konferansı’na İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ile Ankara ve İstanbul delegeleri katılmıştır.23 Amerika Birleşik Devletleri, iki defa davet edilmesine rağmen Konferansa katılmamıştır.24 Büyük Millet Meclisi’nde, konferansa doğrudan çağrılmadan katılmanın yanlış olduğu ve İngiltere’nin er ya da geç Ankara Hükümeti’ni tanıyacağı ve İstanbul Hükümeti’nin meşru bir temsilci olmadığı yönündeki tartışmalara rağmen 5 Şubat’taki gizli oturumda delege gönderilmesine karar verilmiştir. Büyük Millet Meclisi adına Sulh Murahhas Heyeti için, İcra Vekilleri Heyeti, mebuslardan Hariciye Vekili Bekir Sami Bey (Amasya), Yusuf İzzet Paşa (Bolu), Ahmet Muhtar Bey (Trabzon), Cami Bey (Aydın), Mahmud Esat Bey (İzmir) ile eski Nafıa Müsteşarı Muhtar Bey, Muvaffak Bey, Adanalı Niyazi Bey, Düyunu Umumiye Müfettişi Rıza Bey, Münir Bey'i seçmiştir. Düyunu Umumiye Müfettişi Rıza Bey ve Muhtar Bey gibi isimler 4 Şubat’taki gizli birleşimde tartışma yaratmış; Meclis'in daha önce mandacılık taraftarı olan kişilerce temsil edilmemesi gerektiği söylenmiştir. Bunun üzerine 5 Şubat’taki oturumda, Heyetin sadece mebuslardan oluşmasına karar verilmiştir. Hariciye Vekili Bekir Sami Bey'in yanı sıra heyette, Roma'da bulunan Cami Bey (Aydın), Yunus Nadi Bey (İzmir), Hüsrev Bey (Trabzon) ve Zekâi Bey(Adana) yer almaktadır. İstanbul Hükümeti delegeleri ise, 9 Şubat’ta belirlendiği üzere Sadrazam Tevfik Paşa, Osman Nizami Paşa ve Mustafa Reşit Paşa’dır.
Sevr Anlaşmasının tadili amacıyla toplanan Konferansta asıl görüşülen Yunanistan’ın askeri harekât isteği ve Ankara Hükümeti’nin gücü olmuştur. İngiltere, Mustafa Kemal önderliğindeki hareketin gücünün abartılmaması gerektiğini ve Yunanlıların başarılı olacağını söylerken; Fransa, İngiltere ile aynı görüşü paylaşmadığını belirtmiş. İtalya ise, Türklere ve Yunanlılara uzlaşma empoze edilmesini istemiştir. Fransa ne olursa olsun İtilâf Devletlerinin birlikte bir görüntü vermeye devam etmelerini önermiştir. Konferans’tan bir sonuç alınamıyacak; ancak, Konferans Ankara Hükümeti’nin kendini kabul ettirmeye başladığının bir göstergesi olarak tarihe geçecektir.
Ankara Hükümeti, konferans vesilesiyle sadece İtilâf Devletlerine değil İstanbul Hükümeti’ne de kendini kabul ettirme yönünde önemli adımlar atmıştır. Londra Konferansına İstanbul Hükümeti’nin mi Ankara Hükümeti’nin mi heyet gönderebileceği tartışılırken, Ankara Hükümeti’nce 5 Aralık 1920’de alıkonulan ve hala Ankara’da bulunan Dahiliye Nâzırı İzzet Paşa, Sadrazam Tevfik Paşa’dan Ankara Hükümeti’nin tanınmasını istemiştir. 31 Ocak’ta Tevfik Paşa, Ankara Hükümeti’nin yaptığı Anayasanın geçersiz olduğunu ve Anayasaya dayanarak tek meşru temsilcinin Ankara Hükümeti olduğunun söylenemeyeceğini dile getirmiş olmasına rağmen, 23 Şubat’ta konferansta söz hakkını Ankara Hükümeti Murahhas Heyeti’ne bırakmıştır.
İzmir ve Trakya’nın Yönetimi
Londra Konferansı’nda tartışılan önemli konulardan ikisi, İzmir ve Trakya’nın yönetimi konusudur. İzmir ve Trakya’nın yönetimi sorunu öncelikle egemenlik yani yönetim hakkının hangi ülkeye verileceği ile ilgilidir. Ancak, İzmir’in yönetimi başta olmak üzere bu iki sorunlu alan aynı zamanda egemenlik haklarıyla bağlantılı bir yönetim tarzı sorununu da ifade etmektedir. Yeni Türkiye’nin sınırları çizilirken hangi hattın benimseneceği bir egemenlik sorunu olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte, İngiltere’nin İzmir için planladığı “özerk yönetim” modeli, hem İzmir’in yönetim tarzını belirleyecek hem de söz konusu yönetim tarzı altında İzmir’in emperyalist ülkeler tarafından yönetilmesine meşru bir zemin sunacak niteliktedir. Padişah Vahdettin’in de desteklediği ve Fransa’nın sınırların çizilmesi konusunda anlaşılamaması halinde taraftar olduğu Trakya Tampon Bölgesi / Devleti modeli de İzmir özerk yönetimiyle eşdeğerde düşünülebilir.
İzmir, 15 Mayıs 1919 tarihinden beri Yunanistan’ın işgali altındadır. 21 Mayıs 1919 tarihinde Aristidis Steryadis İzmir’e gelerek Yunan Yüksek Komiseri sıfatıyla göreve başlamış ve İzmir Yunanistan’ın bir vilayeti olarak yönetilmeye başlanmıştır. 1921 yılında İzmir’in yönetiminin özerk hale getirilmesi gündeme getirilmiştir. 25 Ocak’ta Düyunu Umumiye İtalya Temsilciliğini de yapan Binbaşı Nogara, eski Maliye Nâzırı Cavit Bey'e İzmir'in Şanghay'a benzer bir statüde yönetilmesini önermiştir. 18 Şubat’ta İngiltere Başbakanı Lyold George, Yunanistan Başbakanı Nikolaos Kalogeropoulos’a Doğu Trakya gibi İzmir’in de ileride Yunanistan’a bağlanmak üzere özerk bölge statüsüne kavuşturulmasının düşünüldüğünü söylemiştir.
İtilâf Devletleri, Türkiye ve Yunanistan’a İzmir’in özerk yönetimi mevzuunu açmakla birlikte, Londra Konferansında İzmir ve Trakya konusunu öncelikle Türkiye’nin sınırlarının çizilmesi boyutuyla gündeme getirmişlerdir. İtilâf Devletlerinin taviz olarak adlandırdığı bu konu, İzmir ve Doğu Trakya’da nüfus araştırması yapılması ve bu bölgelerin yönetiminin kimde kalacağına araştırma sonunda karar verilmesidir. Yunan Meclisi, Trakya ve Batı Anadolu’nun Yunanistan’dan koparılamayacağını ve İstanbul’un gelecekteki Yunan İmparatorluğu’nun başkenti olduğunu söyleyerek oybirliği ile değişiklik önerilerini reddetmiş ve 6 Mart’ta Yunanistan Başbakanı Kalogeropoulos önerilerin reddedildiğini açıklamıştır. Mustafa Kemal Paşa da, 1 Mart’ta Bekir Sami Bey’e çektiği telgrafta İzmir ve Trakya’da yapılması önerilen nüfus sayımının ancak Yunan işgalinin kaldırılması ile mümkün olabileceğini söylemiştir. İtilâf Devletleri, 12 Mart’ta Londra Konferansı kapanırken nüfus sayımı önerisini geri çekmiştir. İzmir üzerindeki egemenlik sorununu çözmek için İngiltere, Londra Konferansı öncesi gündeme getirdiği “özerk yönetim” modelini 10 Mart’ta Yunan Heyeti’ne sunmuştur. İngiltere’nin önerisi, İzmir’in başında Hristiyan bir vali bulunması, egemenliğinin Türkiye’de kalmak kaydıyla kontrolünün Yunanistan’a verilmesi ve statüsünün 5 yıl sonra değiştirilmesi şeklindedir. Yunan kontrolünün ne olduğu, 11 Mart’ta İtilâf Devletlerinin Sevr Anlaşmasında yapılacak değişiklikleri kesinleştirdiğinde netleşmiştir. İzmir, Türkiye’nin egemenliğinde kalmakla birlikte şehrin güvenliği bir Yunan garnizonu tarafından sağlanacaktır. İstanbul Heyeti, 12 Mart’ta İzmir’de Yunan askeri bulundurulmasının kabul edilemeyeceğini söylemiştir.
İzmir ve Trakya’yı bırakmak istemeyen Yunanistan, Londra Konferansı daha kapanmadan askeri harekât kararı almış ve masa üzerinde kendini zorlayan konuları cephede çözmeye çalışmıştır. Ancak, ileri harekâtın İkinci İnönü Zaferi ile sonuçlanması üzerine 22 Nisan’da yapılan değerlendirmede Yunan Generali İoannis Metaksas, İzmir’de özerkliğin kurulmasını ve Sevr Anlaşmasında belirtilen sınırların kabul edilmesini istemiş; Sevr sınırında savunmaya geçilerek savaşın sona erdirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Yenilgiye rağmen, Yunanistan Hükümeti, bu görüşü benimsememiştir.
Londra Konferansı’nda İstanbul Heyeti 25 Şubat’ta 1913 sınırlarının korunmasını istemiş ve Damad Ferid Paşa, 5 Ocak’ta “Her zaman Müttefiklerden İzmir ve Trakya’yı istedim” demiş olsa da, Padişah Vahdettin 23 Mayıs’ta İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’la yaptığı görüşmede İtilâf Devletlerinden de bir adım öteye giderek Trakya’da bir tampon devlet kurulmasına izin verilebileceğini söylemiştir. Vahdettin, Batı ve Doğu Trakya'nın Türkiye'ye bağlı olmakla birlikte, düşman komşular karşısında buranın elde bulundurulmasının mümkün görünmediğini söyleyerek, bölgenin İtilaf Devletlerinin garantörlüğü altında tarafsız bölge ilan edilerek Asya ile Avrupa arasında tampon bir bölge durumuna getirilmesini istemiştir. İngiliz Gizli Haberalma Örgütü’nün 1 Kasım’da hazırladığı rapora göre, Padişah İzmir ve Trakya’nın verilmesine ilişkin görüşünü sürdürmektedir. Vahdettin, arabuluculuk görüşmelerinin başlaması için, İzmir'in boşaltılması ve Trakya'nın Yunanistan'a bırakılmasına razıdır.
İkinci İnönü Zaferinden sonra da Yunanistan, İzmir ve Trakya’daki taleplerinden vazgeçmemiştir. İngiltere’nin Yunan talepleri karşısındaki tavrı, bir orta yol bulunabileceği görüntüsünü verme isteğiyle gündemde tuttuğu İzmir’in özerk yönetimi olmuştur. 30 Mayıs’ta hazırladığı muhtıra ile İngiltere Dışişleri Bakan Yardımcısı Sir E.Crowe, Yunanistan’ın İzmir’den çekilmek istemeyeceğini, çekilmeye ikna edilse bile Doğu Trakya ve İstanbul’da asker bulundurmayı isteyeceğini ifade etmiştir. Bunun üzerine, 9 Haziran’da İngiltere Kabinesi Türkiye’ye bir kez daha İzmir’in özerk bir yönetime bağlanmasının önerilmesine karar vermiş; önerinin kabul edilmemesi halinde Yunanistan’ın tarafında olarak, Yunanistan’ın ileri harekâtının desteklenmesi ve Türkiye’nin ablukaya alınması görüşünü benimsemiştir. 18-19 Haziran 1921 tarihlerinde İtilâf Devletleri arasında gerçekleşen Paris Görüşmelerinde, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Yunanistan ve Türkiye’ye arabuluculuk teklif edilmesini önerdiğinde, İtilâf Devletlerine İzmir ve Trakya’nın yönetimine ilişkin de öneriler getirmiştir. İngiltere, İzmir'in özerk bölge olarak yönetilmesi ve Trakya sınırının Çatalca'dan geçmesini önermiştir. Curzon, Türklere baskı yapılmasını teklif etmiş; Fransa Başbakanı Briand ise, öncelikle Türkiye'ye baskı yapılmasına karşı olduğunu belirtmiş ve Trakya'nın uluslararası statüde bir bölge olarak yönetilmesini, bölgeye araştırma komisyonu gönderilmesini önermiştir. Fransa’nın Trakya konusundaki bu tavrı, Trakya’nın Yunanistan’a bırakılmasındansa özel statüye kavuşturulmasının tercih edildiğini göstermektedir.
22 Eylül’de Milletler Cemiyeti’ne üye olmayan ülkelerin kurduğu Hukuk-ı Akvam Cemiyeti, İsviçre Kızılhaç Başkanı'nın önerisi ile, Trakya ve İzmir'in Yunanistan tarafından boşaltılarak Türklere teslim edilmesini ve Batı Trakya'da genel oya başvurulmasını büyük bir çoğunlukla kabul etmiştir.
Sakarya Zaferinden sonra İzmir ve Trakya konusunda İngiltere ve Yunanistan’ın elinin zayıflamaya başladığı görülmektedir. Ekim ayında özellikle Fransa’nın görüşünün İngiltere ve Yunanistan’dan farklılaşmaya başlaması İngiltere ve Yunanistan’ı sıkıştıran bir konu haline gelmiştir. İngiltere, işgal altındaki mevcut sınırların korunabilmesi için Yunanistan’ı İzmir’in özerk yönetimi ve Trakya sınırında Fransa’nın da mutabık olduğu bir revizyona gidilmesi konusunda ikna etmeye çalışmıştır. 27 Ekim’de Yunanistan Başbakanı Gunaris’in, İngiltere Başbakanı Lyold George ve Lord Curzon’la yaptığı görüşmede Anadolu'da işgalleri altında bulunan bölgede 3 milyon nüfuslu 100.000 m²lik alanda sivil bir idare kurmak isteklerine karşı Lord Curzon’un, "Kendinizi Müttefiklerin ellerine bırakın. İzmir konusunda yeni şartları kabul edin. Sevr Anlaşması temelleri üzerinde yeni bir anlaşmaya ihtiyaç var." demesi bunun en belirgin göstergesi olmuştur. 2 Kasım’da Gunaris, İngiltere’nin arabuluculuk teklifini kabul etmek zorunda kalmış ve Lyold George’un İzmir'de özel bir yönetim kurulmasına ilişkin önerilerini dinlemekle yetinmiştir.
Dostları ilə paylaş: |