5.2 Sırrın Çözülüşü: Aleviliğin Kamusal bir Din Olarak Ortaya Çıkışı
Yüzyıllarca gizlilik temeli üzerine inşa edilen bir öğreti olan Alevilik kamusal bir dine dönüşme sürecinden geçmektedir. Alevilik kamusal alana kitaplar, dergiler, yazılı ve elektronik medya, dernekleşme faaliyetleri, gizli yapılan cem törenlerinin diğerlerine açılışı, kültür festivalleri ile kendini kamusal alanda yeniden kurmaktadır. Bu yeniden yapılanma süreci kamusal siyasal alanda devam ettiğinden, Alevilik birçok politik tasarımlarla, bilinçli ya da bilinçsiz, harmanlanmaktadır. Aleviliğin kamusal alana girişi Casanova’nin “deprivatization of religion” yani dinin özel alana itilişi sürecinin tersine dönmesine ampirik bir örnek oluşturmaktadır. Casanova’ya göre dinin özel alana itilişinin tersine dönmesi (deprivatizasyonu) süreci dinin modernleşme ile kendısine ayrılan özel alanı terk ederek kamusal alana girmesidir (Casanova 1994: 65-66).
Nasıl her ulus bir bayrağa, ulusal bir marşa uluslararası arena da tanınmak için ihtiyaç duyuyorsa her dinde Kuranıkerim, İncil gibi kutsal kitaba, cami veya tapınak gibi ibadet edilen resmi bir kutsal binaya sahip olması, ve Cuma namazı ya da pazar ayini gibi haftanın bir gününün dini toplantı için kutsal sayılması gerekmektedir. Bir din olabilmek için gerekli bu beklentileri karşılayarak, Aleviler Aleviliği kamusal bir din olarak kurmaya çalışmaktadırlar.
Aleviliğin sözlü geleneğinin yayın faaliyetleri ile yazılı hale getirilmesi Aleviliğin kamusal alanda bir din olarak formalize edilişinde ilk adımdır. Geleneksel olarak dedeler Alevi yol ve erkân bilgisine sahip olan gruptu ve bu gizli bilgiyi taliplerine öğretmekle yükümlü idiler. Sözel geleneğin yazılı metine geçirilmesinde dedelerin neredeyse hiçbir rolü olmamıştır. Bu dönüşümde bilgiyi kararlaştıran, düzelten, yazıya geçiren dedeler değil kamuda ve medyada Alevi aydını olarak tanımlanan Alevi araştırmacı yazarları daha doğrusu kentde eğitim alan orta-yaş Alevilerdi. Dedelerin tersine bu yazarların büyük kısmı ocakzâde olarak nitelenen dede soylular değildi.
Göç ve bunu takiben yaşanan kentlerle bütünleşme, eğitimle gelen modernleşme ve politik olarak da solculaşma süreci Alevilerin sosyal organizasyonunun neredeyse tamamen çözülmesine neden olduğundan, şu an içinde yaşanılan süreç geçmişin telafi edilmeye çalışıldığı bir süreçdir. Aslında bu süreç geçmişi ve geleneği hatırlama aynı zamanda ‘uydurma’ ve en doğrusu Hobsbawn ve Ranger (1991)’in deyimiyle ‘geleneğin icat edilmesi’ sürecidir. Sözel gelenek hafızadaki bilgiden oluşur ve geçmişin yeniden kurulmasında önemli rol oynar (Vansina 1985). Bunun bir kanalı sözel geleneğin yazıya aktarılmasıdır.
Yazılaştırma Aleviliği gizli öğreti yapan iki esas öğenin, gizliliğin ve mistikliğinin, çözülmesine neden olmuştur. Altıncı İmam Câfer es-Sadık tarafından yazıldığı kabul edilen Buyruk hariç, Alevilerin dini öğretisinin yazılı kaynakları, dini sistemleri çalışacak kitapları ve okuyan yazan grubu yokdu (Moosa 1988). Alevilerin kente gelişlerinin bir yansıması küçük çaplı yayın aktivitelerinin Ankara ve İstanbul’da başlamıştır. İki yayınevi İstanbul Maarif Kütüphanesi ve Emek Basımevi Alevilik üzerine birkaç kitap basmıstır. En önemlisi Sefer Aytekin tarafından Buyruk’un latin harfleri ile 1958’de basılmasıdır. O zamana kadar Buyruk el yazması ve sadece dedelerin elinde bulunuyordu. Ancak yayın aktiviteleri geniş kitlelere ulaşamadı. Bunun nedeni de göçün daha ilk yılları olması idi, yeni kente göçen Aleviler göçün en sancılı dönemini yaşamaktaydılar ve kenttin baskın çoğunluğunu oluşturan Sünni grup ve kültürüne ve kurumlarına uyum sağlamada karşılaştıkları problemlerle ugraşıyorlardı. Alevilik üzerine yazılan kitaplarda patlama, Şener’in 1989’da yayınlanan kitabına kadar başlamadı. O günden sonra yüzlerce kitap basıldı, hatta bazıları onuncu baskıya ulaştı ve geniş bir kitleye ulaştı. Bu kitaplar daha çok popüler kitaplardı ve Aleviliği kamusal alana taşııp tartışmaya açmak için yazılmışlardı.
Alevilikle ilgili çıkan bu popüler kitapları takiben, uzun süredir kapalı duran tekke ve türbelerin yeniden açılması ve cemevlerinin yapımı ile bu mekânlarda cem törenlerine akın eden Alevilere dini ritüelleri anlatacak kitaplara ihtiyaç doğdu. Artan sayıda Alevinin yeniden açılan dergâhlar, türbelerde ya da cemevlerinde yapılan cem törenlerine katılımı ile dini kitapları almaya hazır kitle oluştu. Bu Buyruk ve Menakıbnâme kitaplarının artan sayıda basılmasına ek olarak dini ritüelleri ziyaret ediş ritüellerini, kutsal yerleri, günleri ve festivalleri anlatan kitaplarda basılmaya başladı.
Yazılaştırma süreci aynı zamanda formalizasyona da götürdü; geleneğin sabitleştirilmesi sorgulanamaz hale de getirilmesine yol açabilecek sürece girilmis oldu. İnancın, geleneğin ve rituellerin sabitleştirilmesi sözelin naklinden doğan yorum farklılıklarının azaltılarak standardlaştırılmasını da içermektedir. Bu standardlaştırmanın en güzel örneği cem törenlerinin nasıl yapıldığını yazılı forma aktarmada gözlemlenebilir. Alevi yazarlarca yazılan kitaplar, cem törenlerinin Aleviler arasında nasıl yapıldığını törendeki oturma düzeninden görevli kişilerin rolüne ve cemin aşamalarına kadar anlatarak cem törenlerinin yapım şeklini standartlaştırmasına katkıda bulunmuşlardır. Cemin nasıl yapıldığı, düzeni ve aktörleri Alevi dergilerinde, derneklerin broşürlerinde, yine derneklerce çıkarılan takvimlerinde bile yerlerini almıştır.
Yazılaştırma kamusal alanda devam ettiğinden birçok aktör bu süreçte yer almıştır. Yazılan kitaplar, akademik standardlara göre yazılmaktan çok politik tavırların, amaçların, ideolojik değerlerin yansıltıldığı metinler olmuştur (Olson 1998). Alevi araştırmacı-yazarlarca yazılan kitapların yani sıra muhafazakar Sünni yazarların da Alevilik üzerine kitapları çıkmıştır. Kafalarındaki Türk-İslam sentezi ile Alevileri Orta Asya'dan gelen öz Türkler olarak tanımlarken, Hacı Bektaş’ı, Anadolu’yu Türkleştiren ve İslamlaştıran ulu eren olarak tanımlamışlardır (bkz. Eröz 1990, 1992; Fığlalı 1990, Sezgin 1991). Ancak Alevileri kırsal kesime mensup cahil ve naif gruplar olarak tanımlayıp İslamın doğru şeklinden saptıklarını doğru yolun gösterilmesi gerektiği de birçok Sünni yazarca dile getirilmiştir (Vorhoff 1998). Aleviliğin tanımlanmasında yorumlanmasında Türklüğe aşırı dozda yer yermek Kürt kökenli Alevilerce hoş karşılanmamış onlar da Aleviliğin Kürt uygarlığının bir ürünü olduğu tezini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre Alevilik Kürtlerin en eski dini olan zerdüştlükten kaynaklanmıştır (bkz. Bayrak 1997; Bender 1995; Bulut 1997; Xemgin 1995). İşte kitaplar, dergiler, paneller ve festivaller tüm bu farklı farklı tanımlamaların çarpışma alanları olmuştur.
Aleviliğin formalizasyonu cami ve kilise ile karşılaştırabilecek ibadetin yapılacağı cemaatin toplanacağı resmi dini merkeze ihtiyaç duymuştur. Cami, Kilise ya da Sinagog gibi resmi dini bir mekân olarak kabul görecek bir mekân arayışının ürünü, kent merkezlerinde sayıları hızla artan cemevleri, yeniden açılan türbe ve tekkeler olmuştur. Bu mekanlar Alevilerin dini ritüellerini icra ettikleri mekânlar olmuştur. Bu mekânlarda “görevli dede” bulundurulması yine Aleviliğin formalizasyonu ile ilgilidir. Dede-talip bağları çözüldüğünden ve dedeliği icra edenlerin sayıları azaldığından görevli dedeler güçlükle bir yerlerden bulunmuş getirilmiş kişilerdir ve kendi taliplerine değil görev aldıkları cemevi, türbe ya da tekkeye gelen Alevilerin yer aldığı cem törenlerini yönetmektedir. Örneğin Şahkulu and Karacaahmet dergâhları İstanbul’da Alevilerin yoğun olarak ziyaret ettikleri merkezlerdir ve haftasonları binlerce Alevi buralarda düzenlenen cem torenlerine katılmak ve lokma yemek için akın etmektedir. Bu başka başka dedelerin talipleri ve değişik yörelerin Alevileri karma bir grup olarak cem törenine girmekte ve görevli olan dedenin yönettigi cem törenine katılmaktadır.
Aleviliğin kamusal alanda inşasının bir parçası da 1990’larda sayıları hızla artan Alevi festivalleridir. Kutsal günlerin, şahısların adına ya da yöre derneklerinin düzenlediği onlarca festivalle Alevilik kamusal alanda iyice gözle görülebilir hale gelmekte ve festivaller Alevi kimliğinin yeniden üretiminde önemli alanlar haline gelmektedir. İleride söz edeceğim Hacı Bektaş Anma Törenleri bu festivallerin en bilineni ve devlet erkânı dahil olmak üzere birçok aktörün hazır bulunduğu en geniş kapsamlısıdır. Alevilerin göç ettikleri yörelerde kalan derviş eren türbeleri etrafında ya da köy kasabaları adına festivaller düzenlerken bir anlamda ‘köklerini’ kutlamakta ve aynı kökden gelenler olarak aralarındaki bağı güçlendirmektedirler. Şehre göç edenlerin göç ettikleri köyde kasabada festival düzenlemesi dikkat çekici bir olaydır. Festivallerin kent merkezine göç edenlerce şehirde organize olup köylerde festivali yapmaları ayrıca irdelenmesi gereken bir sosyal olaydır.
İletişim praksisi sadece sözel söylemden değil aynı zamanda duygular, stiller, heyecanları da içerir. İçinde duyguları taşıyan müzik insanları soysal harekete itebilen bir güç olabilir. Eyerman ve Jamison (1995) şarkıcıların ve şarkıların 1960’ların soysal hareketlerde merkezi rol oynadığını göstermiştir. 1960’li ve 1970’li yıllarda Alevilerin dinsel törenlerinin parçası olan nefes, düvaz ve deyişlerinin ne radyo ve televizyonda yer alması yasaktı. Ancak son yıllarda Alevi müzisyen ve ozanları festivallerde Alevi müziğini çalmakta devletin ve özel radyo televizyon kanallarında yer almaktadır. Bu bağlamda Alevi müzisyenler ozanlar Alevilerin dini toplantılarında icra edilen nefes, deyiş ve duazları çalarak Alevi hareketinde önemli rol oynamıştır. Alevi idealleri müziğin gücü ile aktarılmaktadır. Müzik Alevilerin arasındaki bağları güçlendirmede de etkin olmuştur. Saz Türk halk müziğinin temel enstrümanı olmakla beraber Aleviler için ‘telli Kuran’dır yani kutsal bir anlam taşır. Bunun nedeni de sazın cem törenlerinin vazgeçilmez parçası oluşu cemlerde dedenin deyiş nefes ve duazları saz ile calmasındandır. Alevilerin müzik eserlerinin büyük çoğunluğu cem törenlerinde çalınan eserlerdir.
Saz, Alevi kimliğinin dışa vurumunda özel bir konuma sahiptir. Sivas olaylarının protesto yürüyüşlerinde Alevi gençler sazlarını iki elleri ile başlarının üzerinde havaya kaldırarak yürümüşler ve bu bir tür sembolik hareket olmuştur. Bu yolla ‘sazımızla direneceğiz’ ya da ‘kültürümüzle geleneğimizle ölüme direneceğiz’dir. Pir Sultan Abdal Osmanlı tarafından asılmış şiirleri susturulmaya çalışılmış, onu anmaya gidenler de 1993 te Sivas’ta yakılmıştır. Alevilerin gözünde sazları, şarkıları, dansları öldürülmek; Alevi ideallerini aktaran saz susturulmak istenmiştir. Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu tarafından hazırlanan Bin Yılın Türküsü Festivali’nde de gençler tıpkı Sivas olaylarını protesto eden arkadaşları gibi sazı havaya kaldırmışlardır. Köln’de saz çalmak ve onu havaya kaldırmak kimlik inşasının bir parçası olmuştur.
Dostları ilə paylaş: |