Şehriban Şahin Bir Kamusal Din Olarak Türkiye’de ve Ulus Ötesi Sosyal Alanlarda İnşa Edilen Alevilik Giriş



Yüklə 209,52 Kb.
səhifə4/5
tarix26.08.2018
ölçüsü209,52 Kb.
#74778
1   2   3   4   5

5.3 Aleviliğin Avrupa’da İnşası

Avrupa’da Alevi derneklerinin kurulması ve Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu’nun oluşumu, Alevilik üzerine bilgi üretme için enstitülerin kurulması, cemevlerinin temelden inşa edilmesi ile Alevilik Avrupa platformunda kendini inşa etme sürecine girmiştir. Ancak Aleviliğin formalizasyonu Avrupa’da Türkiye’den daha hızlı gelişmiştir. Bunun en önemli parçası Almanya sınırları içinde üç Alevi enstitüsünün bulunması ve bir diğerinin Fransa’da Straugburg’da kurulma aşamasında oluşudur. Avrupa’daki Alevi dernek faaliyetlerinde Türkiye’den farklı olarak ‘dedeler konseyi’ dini otorite olarak ortaya çıkmıştır. Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu dini konularda otorite kabul edilecek bir ‘dedeler konseyi’ oluşturmuş, konsey Aleviliğin dinsel pratiklerinin formalizasyonunda cok önemli bir rol oynamıştır. Bunun en açık örneği dedeler konseyinin hazırladığı ‘cem düzeni’dir. Cem düzeni Avrupada yaşayan ve federasyona bağlı derneklere üye dedelerce hazırlanmış ve konsey kararı ile federasyona bağlı derneklere bağlı dedelerin bu düzene göre cemi yürütmeleri zorunlu kılınmıştır. Dedelerin hazırladığı cem düzeni federasyonca basılan aylık dergi ve takvimde de yeralmıştır. Dedeler konseyi her yıl o yılın kutsal günlerinin hangi tarihlere geldiğini ve o günlerde neler yapılması gerektiğini de federasyonun aylık dergisi aracılığı ile duyurmaktadır.

Türkiye’den farklı olarak Avrupa’da Aleviliğin kamusal bir din olarak inşası daha hızlı ilerlemektedir. Bunun temel nedeni de Avrupa’nın sağladığı liberal atmosfer ve birçok Avrupa ülkesinin cokkültürlülük projesini hayata geçirme çabasıdır.

Bunun en güzel örneğini Almanya’da görmekteyiz. Aleviliğin formalizasyonunda en önemli gelişme Almanya’da iki eyalette (Berlin ve Nordrhein-Westfalen) Alevi derslerinin okutulmasına izin verilmesidir. Aslında Alevilerin Aleviliği ders olarak okutmak için başvurusu İslam Federasyonu’nun İslam dersi vermek için başvuru yapması ve bu hakkı kazanması sonrasında olmuştur. Almanya’daki federasyonu Alevilerin İslami diğerlerinden daha farklı yorumladıklarını neden olarak sunmuşlar ve talepleri kabul edilmiştir. Alevilik dersinin verilmesi Aleviliğin bir şekilde Almanya tarafından resmen tanındığını göstermektedir. Almanya’nın resmi olarak Aleviliği tanıması onun son yıllarda gerçekleştirmeye çalıştığı ‘çokkültürlülük’ projesinin bir devlet politikası haline gelmesinin sonucu olarak ele alınmalıdır. Alman hükümeti çokkültürlülük projesi içinde Alevilere Aleviliği ders olarak okutma hakkı vermesine karşılık Türkiye’de Aleviliğin ders olarak okutulmaması ve okullardaki hiçbir ders kitabında Alevilerle ilgili bir bilginin yeralmaması ciddi bir paradoks oluşturmaktadır.

Alevilerin çokkültürlülük projesi içinde Almanya tarafından tanınmasının bir örneği de Almanya başbakanı Gerhard Schröder’in Bin Yılın Türküsü festivaline gönderdiği telgraf mesajıdır. Schröder mesajında çokkültürlülüğün değişik din ve kültürlerden gelen insanların biraraya gelerek dialoğa girmesini sağladığını belirtmiş, bu çerçeve de Alevilere kültürlerinin temel parçaları olan müzik ve danslarını kendilerine tanıttıkları için teşekkür etmiştir (Bin Yılın Türküsü Festival Kataloğu Mayıs 2000: 6). Alman devleti Alevileri daha önce tanıyıp kamusal din olarak inşasında katkıda bulunurken, Türkiye devleti ile Alevilerin ilişkisi ne şekilde ilerlemektedir inceleyelim.

5.4 Türkiye’de Devletin Alevi Söylemi: Aleviler için Aleviliği Tanımlama

Meclis, medya, festivaller kanalıyla devlet Alevilerle etkileşmekte dialoğa girmektedir. Türkiye Devleti'nin sergilediği genel tavır, Alevileri laiklik ilkesinin yılmaz savunucuları olarak tanımlamak ve mümkün olduğu kadar Aleviliğin Türklük ve Türk kültürünün en önemli parçalarından olduğunu vurgulamak yönünde olmuştur. Devlet, Alevi söylemini Meclis'teki tartışmalar, devlet erkânının Alevi festivallerindeki konuşmaları ve medyada Alevilikle ilgili konuşma ve tartışmalara katılımları aracılığı ile üretmektedir.

1990’ların ikinci yarısından itibaren Meclis'te ne zaman Diyanet bütçesi tartışılsa Alevilerin konumu dile getirilmiştir. Özellikle 1996’daki Diyanet bütçesinin tartışması, çok kritikti; çünkü 1995 seçimleri öncesi DYP lideri Tansu Çiller Alevilere bütçeden 3 trilyon TL ayrılacağını açıklamıştı. Koalisyon (DYP-ANAP) ortağı olan DYP’nin tavrının ne olacağı merak konusu idi. Bütçeden Diyanet’e 47 trilyon 130 milyar TL ayrıldığını açıklayan DYP milletvekili Tayyar Altıkulaç 3 trilyon bekleyen Alevilere ayrılan herhangi bir paradan bahsetmemiş; ancak sözü Alevilerin Diyanet'te temsiline ve cemevlerinin konumuna getirmiştir.[12] Altıkulaç Alevilerin Diyanet'te temsilinin İslamın bütünleştirici ve birlik olma özelliklerine aykırı olduğunu savunmuştur. Ona göre caminin birleştirici özelliği ile tüm Müslümanlar birdir. Diyanet'te değişik dinler temsil edilebilir; ancak aynı kitaba, Allah’a, ve peygambere inanan Alevilerin ve Sünnilerin ayrı ayrı temsili söz konusu değildir. Özetle Alevilerin Diyanet'te temsili Müslümanlar arasında bölünmelere yol açar.

Altıkulaç’ın konuşmasından sonra CHP milletvekili Şahin Ulusoy Diyanet bütçesinin karşısında bir konuşma yapmıştır. Diyanet’in Sünni mezhebinin kurumu olduğunu ve Alevi-Bektaşi gerçeğini kabul etmekten çok uzak olduğunu ifade etmiş, Diyanet'in bütçesine ek olarak dini eğitim yapan okullara akıtılan paraları da eklemiş ve konuşmasında şu soruyu yöneltmiştir:



"...bu din imparatorluğunun [Diyanet] dev bütçesi, bir başka inanç grubu için, mesela, Alevi ve Bektaşiler için, bunların inançsal yapılanmaları için kullanılsaydı, yalnız, cemevleri yapılsaydı, dedelere kadro verilerek maaşa bağlansaydı... dede okulları açılsaydı ve bunlara benzer uygulamalar, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının vergileriyle yapılsaydı, Sünni inanç grubunda olan insanlara haksızlık olmaz mıydı?"

Meclis'te son yıllarda ortaya çıkan cemevlerinin konumu, zaman zaman tartışılmaktadır. Özellikle Diyanet bütçesi tartışılırken cemevlerinin konumu kesinlikle tartışma konusu olmaktadır. Cumhuriyet tarihinde ilk kez Alevilere devlet bütçesinden ödenek ayıran ANAP-DSP koalisyonu, bu kararın Meclis'te açıklanması sırasında Alevi-Bektaşi kültürünü öven konuşmalar yapmıştır.[13] Örneğin ANAP milletvekili Esat Bütün, bazı insanların cemevlerini camilerin karşısında gibi göstererek ulusal birlik ve beraberliğe zarar vermek istediğini belirtmiş, Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’nun Türkleştirmesi ve İslamlaştırılmasında ve Osmanlı’nın kuruluşunda önemli rol oynayan Yeniçerilerin piri olduğunun altını çizmiştir. CHP milletvekili Yılmaz Ateş, cemevlerinin camilere karşı kurulmadığını, cemevlerinin laiklik demokrasi ve hukuk devletini kabul eden bir kültürün yayıldığı kültür merkezleri olduğunu ileri sürmüştür. Birkaç milletvekili cemevleri tartışmasına girmiştir. Bazı milletvekilleri cemevlerinin dergâh olduğunu ve bu alanların Alevi vatandaşların dinleri icra ettikleri yerler olduğunu savunmuşlardır. Sağ partilerin vekilleri cemevlerini ibadet yerleri olarak kabul etmeye direnmekte, bilinçli ya da bilinçsiz, cemevlerini camilere karşı gibi kabul edip, bu yolla cemevlerini Müslümanların bütünlüğünü bozan bir olgu olarak lanse etmişlerdir. Cemevlerine karşı en katı tutumu İslamcı parti Fazilet’in vekilleri göstermişdir. Bir Alevi milletvekilinin cemevleri konusunu açıp maddi kaynak istemesi, bir Fazilet milletvekilinin, sırasından “camiye gitsinler” diye tepki göstermesine neden olmuştur.[14]

Sağ partilerin vekilleri Alevilik konusunun gündeme gelmesini ‘komunizmin yeni oyunu,’ ‘Türkiye’yi bölmek isteyen iç ve dış güçlerce yaratılan ve abartılan yapay bir ayrım’ olarak değerlendirmektedir. Zaman zaman Aleviliği öven konuşmalar yapıldığında gerginlikler yaşanmaktadır.

Kültür Bakanlığı'nca desteklenen HBAKV tarafından Ankara’da 27-29 Nisan 2000[15] tarihinde organize edilen Birinci Uluslararası Hacı Bektaş Sempozyumu devletin söylemini tespit açısından önemlidir. Sempozyumun açılışında bir konuşma yapan Kültür Bakanı İstemihan Talay, Hacı Bektaş’ı ve öğretisini öven konuşmasının sonunda



"bugün de çağdaşlığa evrenselliğe giden ulusumuzun demokrasimizin güvencesi Alevi Bektaşi düşüncesidir… ve bu düşüncenin toplumumuzda ilerlemenin ve çağdaşlasmanın itici gücü olduğunu toplumsal olarak da kabul ettiğimiz bir konuma gelmiştir"

diyerek Kültür Bakanlığı olarak bu düşünceye gerekli desteği verecekleri sözünü vermiştir. Açılışa katılamayıp bir telgraf gönderen başbakan Ecevit ise



"Anadolu’da Türk varlığını koruyan Hacı Bektaş Veli sufiliğin en üst seviyesine çıkmış Anadolu’yu yüzyıllar ötesinden geçip aydınlatmıştır"

diyerek Aleviliğin Türklük açısından değerini vurgulamıştır. Bu övücü konuşmalar ve mesajlar, açılışta HBAKV’nin yöneticilerinin zorunlu din derslerinin ve Diyanet'in kaldırılmasını talep etmelerine engel olmamıştır.

Aleviler seçimle iş başına gelen devlet görevlilerin belirlendiği seçimlerde sonucu etkileyecek bir grup olarak ortaya çıktıkça, başbakan, cumhurbaşkanı bakanlar gibi en üst kademedeki devlet adamları parti liderleri Alevi festivallerinde boy göstermeye başlamışlar, Alevileri ne kadar çok sevdiklerini göstermek iyi ilişkiler geliştirmek için özellikle Hacı Bektaş Anma Törenleri'ne her yıl akın etmeye başlamışlardır. Böylece festivaller Alevi aktörlerin, devlet görevlilerinin politikacıların, akademisyenlerin ve medyanın kesiştiği kültürel-politik bir alan haline gelmistir.

1997’deki Hacı Bektaş Anma Törenleri, devletin Alevi vatandaşlarını nasıl algıladığına önemli bir örnek teşkil eder. 1997’deki törenler 28 Şubat kararlarından sonraki gelişmelerle de bağlantılıdır elbette. 1997’de ANAP-DSP koalisyon hükümeti, küçük bir kasaba olan Hacıbektaş’ı adeta işgal ettiler. Normalde açılışın yapıldığı ilk gün konuşmalar yapılır, diğer günler festival etkinliklerine geçilirken, 1997’de devlet görevlilerinin konuşmaları iki gün sürmüştür. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ilk gün açılış konuşması yapmış Meclis'te sekiz yıllık zorunlu eğitim yasasını geçirmeye çalışan başbakan, ve yardımcısı yasayı geçirip, ikinci gün Hacıbektaş'a gelmiş ve konuşma yapmışlardır. Sekiz Yıllık Zorunlu Eğitim Yasası yükselen İslamcı hareketle mücadelede kilit yasalardan biri idi. Başbakan ikinci gün katıldığı festivalde Alevilere hitaben



"sayın Ecevit’le size elleri boş gelmedik. Size bir hediye getirdik, bu hediye Sekiz Yıllık Zorunlu Egitim Yasasıdır"

dedikten sonra şu sözleri vermiştir:



"Hacı Bektaş’ı sadece Ağustos’un birkaç günü ziyaret edilen bir yer değil 12 ay 365 gün ziyaret edilen bir yer yapacağız. Hacı Bektaş’ı Balkanlar, Kafkasya ve Anadolu Aleviliğinin merkezi yapmak için ne gerekiyorsa yapmaya kararlıyız" (Milliyet 18 Ağustos 1997).

Başbakan yardımcısı Ecevit ise yaptığı konuşmada “camiler ne kadar bizimse cemevleri de bizimdir” deyip ‘Yavuz ile Şah İsmail’in barıştırılması’nın gerektiğini savunmuştur. (Milliyet 18 Ağustos 1997)

İki İslamcı gazete Akit ve Yeni Şafak, devletin üst kademesinin bu tavrını 28 Şubat sürecinin ürünü olarak tanımlamış, Sekiz Yıllık Zorunlu Eğitim Yasası'nın neden Alevilere bir hediye olduğunu sormuştur. Hatta İslamcı bir gazete Alevilik devlet mezhebi mi oluyor, diye sorarak devletin Alevilere gösterdiği bu yakınlığı, devletin Sünniliği zayıflatıp Aleviliği güçlendirerek bir mezhepten devlet dini yaratmaya çalıştığı şeklinde yorumlamıştır (Akit 19 Eylül 1997).

Cumhurbaşkanı ve başbakan gibi üst devlet görevlileri, Alevileri tanıdıklarına dair mesajlar veren eylemler içine girseler de devletin en eski kurumlarından biri olan Diyanet'in Alevilere olan yaklaşımı pek de sıcak değildir.



5.5 Diyanet ve Aleviler

Alevi aktivistleri Aleviliğin problemlerini ve taleplerini kamusal alanda dile getirmeye başladığından beri, Diyanet eleştiri oklarının hedefi olmuştur. Alevi liderleri ve yazarları Diyanet'in bir devlet kurumu olarak tüm Türkiye vatandaşlarından toplanan vergilerle finanse edildiğini; ancak sadece Sünnilere hizmet verdiğini dile getirmişlerdir. Bu yoğun eleştiriler Diyanet’i bir şekilde rahatsız etmiş olmalı ki Diyanet Alevilerle 1991 yılında bir toplantı yapmış ve bunu aylık dergisinde de yayınlamıştır. “Gündem Alevilik” başlığı ile Diyanet Dergi’de yer alan toplantı, Diyanet’in Alevilere yaklaşımını anlamada aydınlatıcıdır.[16] Toplantıya katılan Aleviler büyük bir özenle seçilmiş ve İslamın şartlarını takip eden “model Aleviler”dir. Toplantıya katılan Aleviler ve Diyanet yetkilileri Alevi-Sünni ayrımı olmadığı konusunda hemfikir olmuşlar; Alevilerin de Sünniler gibi Muhammed ve Kuranıkerim’i kabul eden İslamın şartlarına uyan Müslümanlar olduklarını vurgulamışlardır.

Ancak Diyanet’in Alevilere tavrı Diyanet başkanının kurumun 75. kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada gayet açıkca beyan edilmiştir. Diyanet başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, Alevilerin Diyanet'te temsil edilmesini şiddetle reddederek “hiçbir mezhep ya da meşrep Diyanet'te temsil edilemez” deyip Diyanet'in 65 milyona hizmet ettiğini, Ali’nin tüm Müslümanların ortak değeri olduğunu söyleyip Alevi-Sünni olmadığını, ilahi mesaja inanların olduğunu savunmuştur (Hürriyet 4 Mart 1999). Diyanet'in Alevileri tanımadığını açıkça gösteren en son olay, 3-7 Mayıs 2000 tarihlerinde Diyanet tarafından düzenlenen “Uluslararası Avrupa Birliği Konferansı’dır. Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde dinsel hayatın tartışıldığı konferansa, Türkiye’den ve yurtdışından yüzlerce bilimadamının yanısıra Ermeni, Süryani ve Katolik, Ortodoks kiliselerinden, Yahudi cemaatinden temsilciler ve Vatikan büyükelçisi davet edilmiş, buna karşılık Alevi araştırmacı yazar, dernek temsilcisi ya da dede çağrılmamıştır.

Alevi festivallerine katılan devlet erkânı ile Diyanet'in sergilediği tutum oldukça farklıdır. Bunun nedeni devletin homojen bir varlık değil farklı ideolojiler ve amaçları takip eden aktörler ve fraksiyonlardan oluşmasıdır.



5.6 Türkiye Devleti ve Ulus Ötesi Aktörlerin Etkileşimi

Avrupalı Alevi liderlerin Türk devletinin temsilcileri ile etkileşimi de yine Aleviliğin kamusal alanda inşa edilmesinin bir parçasıdır. Avrupa’da yaşayan Alevi liderlerin Türkiye Devleti'nin temsilcileri ile aynı masaya oturup Alevilerin problem ve isteklerini tartışması, açık bir şekilde artık ulus ötesi ilişkiler ağı temelinde kavramsallaştırılan politika ve sosyal yaşamın ulus-devlet temelinde sınırlandırılmış politika ve kamusal alanı ciddi bir şekilde değişime uğrattığıdır.

Daha önce sözünü belirttiğim gibi Avrupa ve Turkiye’deki dernekleri bir araya getiren çatı örgüt olan ABTM, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu öncülüğünde oluşturulmuş, bunun sonucu olarak da bu federasyonun başkanı, ABTM’nin başkanı olarak bir grup Alevi lideri ile Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i ziyaret ederek Alevilerin problem ve taleplerini iletmiştir. ABTM dağıldıktan sonra da Avrupa’daki Alevi liderleri devlet erkânı ile yapılan toplantılarda hazır bulunmuştur. Örneğin 1997’de bir grup Alevi dernek temsilcisi başbakan, başbakan yardımcısı ve Meclis'te grubu olan siyasi parti liderleri Alevilerin sorunları ve talepleri üzerine konuşmak için buluştuğunda, Avrupa’da yaşayan Alevi dernek temsilcileri de hazır bulundu (Alevilerin Sesi, 1997 Vl. 20: 56-57). Başbakanla yapılan buluşmada zamanın Avrupa Alevi Federasyonu başkanı Ali Kılıç, Alevilerin Türkiye’de Alevi kelimesini kullanarak dernek kuramadıklarını ve bu durumun bir an önce yasal düzenleme ile değişmesini Alevi kelimesinin kullanımına izin verilmesini isteyip ‘biz ismimizi istiyoruz ismimiz kimseyi rahatsız etmemeli’ demiştir (Alevilerin Sesi 20 (1997): 56-57).

Yine Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Mesut Yılmaz, bakanlar milletvekilleri, parti liderleri, büyük bir Alevi kitlesi ve Alevi dernekleri temsilcilerinin katıldığı HBAKV’nın Dikmen semtinde yapılan genel merkez binasının açılış töreninde, cumhurbaşkanı ile Avrupa Alevi Federasyonu’nun etkileşimi bir hayli dikkat çekmiştir. Demirel konuşmasında “içinizden kini ve nefreti atın” deyince Ali Kılıç yanıt olarak “kinin ve nefretin adresi burası değildir. Cumhurbaşkanı bunu ziyaret ettigi camilerde söylesin’ demiştir (Alevilerin Sesi 25 (1998) 32-33).

ABKB’nin üyeleri olarak Avrupa’da yaşayan Alevi liderleri devlet erkânı ile yapılan toplantılara katılıp devletle iletişime geçmekte; bunu zaman zaman festivallerde ve medyada da sürdürmektedir. Bu liderlerin toplantı, festival ve medyada yer almaları onların hareketin göz ardı edilemeyecek aktörleri olduklarını da göstermektedirler.

6. İslamcılar, Refah Partisi ve Aleviler

Aleviliğin kamusal alanda tartışılan bir konu olarak ortaya çıkması ile İslamcı medya da 1990’larda bu tartışmalara katılmışlardır. Bunlara açıklayıcı bir örnek teşkil etmesi açısından kendi tanımlamaları ile “İslami kaygılarla” çıkan bir dergi olan İzlenim’de Aleviler üzerine çıkan geniş kapsamlı bir yazı önemlidir. İzlenim bu raporda Alevilerle dialog kurarak İslam çemberini onları da içine alacak şekilde genişletmeyi önermiştir (Mayıs 1993: 10-21). Ancak görüş alınan bir ilahiyat profesörü Alevilerle dialoğun; ancak Alevilerin İslamın şartlarını kabul etmeleri, Muhammed’in son peygamber oluşunu ve Kuranıkerim’i kabul etmeleri durumunda gerçekleşebileceğini belirtmiş ve Alevilerin “neden köyünüzde cami yok” ya da “neden Ramazan'da oruç tutmuyorsunuz” gibi soruları anlayışla karşılamaları gerektiğini vurgulamıştır (Mayıs 1993: 12). Bir köşe yazarı, Demirci, ise Alevi hareketini Alevilerin samimi şekilde bir dialog istemi olarak yorumlamış; geçmişte yeraltına atılan bu insanların hareketlerinin anlayışla karşılanması gerektiğini bunun karşılığında Alevilerin de cemevlerini “mum söndü” yuvaları olarak gören zihinleri affetmelerini önermiştir (s. 10).

Bu dialog kurma türünden yaklaşımların yanında, köktendincilerin cuma namazından çıktıktan sonra Pir Sultan Abdal Şenliklerine katılanların kaldığı Madımak Otel’ini ateşe vermeleri, İslamcı çevrelerle Alevilerin dialoğunun çok da kolay olmadığını gösterdi. Sivas’ta çıkan olaylarda itfaiyenin yangına müdahelesini önlediği öne sürülen Sivas’ın belediye başkanı Temel Karamollaoğlu daha sonra 1995 genel seçimlerinde Refah’tan milletvekili seçilmiş, hatta partinin meclis grup başkanvekilliğini yapmıştır. Refah-DYP koalisyon hükümetinde Adalet Bakanı olarak görevlendirilen Şevket Kazan, Sivas davasında yargılananların avukatlığını yapmıştır. Bunlar Alevilerin Refah ve onun devamı olan partilere kuşkuyla bakmalarına neden olmuştur.

Diğer taraftan, İslamcı çevrelerle iyi ilişkiler içinde olan Alevi dernekleri de vardır. Refah partisi ile Aleviler arasındaki dialog 1994 yerel seçimleri öncesi Erbakan’ın Refah’ın liberal politikacılarından Bahri Zengin’i kamunun yakından tanıdığı Alevi dede İzzettin Doğan ile iletişim kurması için görevlendirmesi ve kendisinin de bizzat Doğan ile telefonla görüşmesi ile başlamıştır. Bahri Zengin Alevi-Refah dialoğu için İslamcı entellektüel olarak tanınan Ali Bulaç ile projeler geliştirmiş ancak bu girişimler başarılı olamamıştır.

Bu girişimlere, bazı Alevi liderlerin İslami çevrelerle ilişkiler içinde olmasına rağmen, Refah’ın Alevilik anlayışı onun önde gelen politikacılarının sözleri ile ortaya dökülmüştür. İki olay bu konuda dikkat çekicidir. Birinci olay Refah-DYP koalisyon hükümeti sırasında yaşandı. Devletin üst kademelerinde yaşanan yolsuzluklara karşı bir tepki olarak devletin şeffaflığını isteme eylemi olarak vatandaşlar saat akşam 9’da bir dakika süre ile ışıklarını “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” sloganı ile kapatmışlardır. Refah'lı Adalet Bakanı Şevket Kazan, bu eyleme katılanlara “mum söndü oynuyorlar” diyerek, Alevilerin cem törenleri hakkında söylenen mum söndürüp önüne gelenle cinsel ilişki kurma karalamasını gündeme getirmiştir. Bu sözler yurt çapında Alevilerin protesto eylemlerine neden olmuş, Kazan Alevi dernekleri, sivil toplum örgütleri, laik aydınlarca kınanmıştır. Alevi dernekleri ortak yayınladıkları basın açıklamasında Kazan’ın Sivas’ta otel yakanları savunarak zaten Alevilere olan düşmanlığını çok önceden göstermiş olduğunu beyan etmişlerdir (Milliyet 13 Şubat 1997). Kazan’ın “mum söndü” suçlaması Meclis tutanaklarına dahi geçmiştir.[17]

İkinci olay Suriye ile yaşanan gerginlik sırasında Fazilet lideri Recai Kutan’nın sarfettiği sözlerle gelişmiştir. Kutan Türkiye’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’ı topraklarında barındırmaya devam etmesi üzerine Suriye ile ilişkilerin gerginleştiği günlerde “‘Suriye’de sapkın bir Alevi anlayışı iktidardadır’ demiştir (Hürriyet 7 Ekim 1998). Bu sözler onun bir cok Alevi derneğince protesto edilmesine neden olmuş hatta bir grup avukat Kutan’ı milyonlarca Aleviye bu sözlerle hakaret ettiği ve bu sözlerin Türkiye’yi kamplara bölecek anlamlar taşıdığını öne sürerek hakkında dava açmışlardır. Daha sonra Kutan, “Alevilik Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim” diyerek suçlamaları reddetmiş onun bu sözleri belediye başkanlığı sırasında Karacaahmet cemevi inşaatını yıkan Ali Tayyib Erdoğan ve birçok Faziletli tarafından da zaman zaman kullanılmıştır.



7. Sonuç Yerine

Alevilerin ilişki ağlarının kentlere göçle büyük kent merkezlerinde ve yurtdışında çoğalması, 1980’ler sonlarından itibaren politik yapının sosyal hareketin oluşumuna elverişli oluşu ve aktörlerin kamusal alanda etkileşimi ve iletişimi, Aleviliğın gizli-sözel, kan bağı ve ikrar vererek yola girmeye dayalı yapısının, giderek kamusal bir dine dönüşümüne yol açmıştır. Burada üzerinde durulması gereken, bu sürecin sadece Türkiye’de değil Avrupa platformunda da devam ediyor olması ve Avrupa’nın Aleviliği resmi olarak tanımada Türkiye’den daha hızlı davranıyor olmasıdır. Buna parallel olarak da Aleviliğin formalizasyonunun Avrupa’da daha hızlı gelişmesidir. AB’nin kimliğin korunması gereken bir insan hakkı olduğunu resmi olarak kabul etmesi ve çokkültürlülük projesinin birçok ülke tarafından kabul görmesi bu durumda etkili olmuştur.

Alevilere yönelik politikalar üretmeye başlayan Türkiye Devleti'nin bu ilgisi sosyal ve politik alanlarda yükselen İslami harekete ve devletin Türk kimliğini ve bunun meşruluğunu sorgulayan Kürt sorununa karşı Aleviliği kullanmak şeklinde açıklanmıştır (Bruinessen 1996; Yavuz 1999b). Bu açıklamayı doğru bir tespit olarak kabul etmekle birlikte, yeni bir açıklama önermek gerektiğini düşünüyorum. Bana göre küresel baskın bir söylem haline gelen kimlik ve kültürün bir insan hakkı olarak tanımlanması devleti de etkilemiştir. Bu söyleme göre devlet kendini yeniden yapılamaya çalışmaktadır. Bu söylemi empoze eden kurumlardan biri olan AB’ye üye olmaya çalışan Türkiye Devleti'nin bu yönde hareket etmesi, Türk-Sünni kimliğinin dışında kimliklerin olduğunu yüksek sesle söylemeye başlaması doğaldır. Ancak bu, devlet kendini tamamen değiştirecek ve bu söylemin gereği olan tüm adımları atacak demek değildir. Devletin kendini bu söyleme göre düzeltmesinin limitleri vardır elbette. Örneğin devletin Diyanet kurumu Alevileri kabul etmemekte kararlı görünmektedir.

Aleviliğin çok eksenli bir alanda inşası, Aleviliğin din mi kültür mü, İslam içi mi dışı mı sorularına farklı cevaplar sunan birçok aktörün iletişimi ve etkileşimi ile devam etmektedir. Bu etkileşim sadece yerel ve ulusal seviyelerle sınırlı kalmadı; yurtdışında yaşayan göçmenlerin dernekleşmeleri ve bunların Türkiye ile olan ilişki ağları aracılığı ile ulus ötesi alanlara da ulaşarak ulus ötesi bir kimlik kazandı. Alevilik yerel, ulusal ve ulus ötesinin karmaşık ilişki ağları ve aktörleri ile çok katmanlı bir yapıda kendini inşa ederken, Türkiye’nin de AB’ye üyelik sürecince uğraşmak zorunda kaldığı ulus ötesi bir konuma yükselmiştir.



Kaynakça

Abadan-Unat, Nermin: “Turkish Workers in West Germany” Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi 24 (1969) 1: 21-49.

Abadan-Unat, Nermin: “Turkish External Migration and Social Mobility” P. Benedict; E. Tümertekin;  F. Mansur (eds.): Turkey: Geographic and Social Perspectives. Leiden 1974: 362-403.

Abadan-Unat, Nermin: Turkish Workers in Europe 1960-1975. Leiden 1976.

Akçura, Tuğrul: 1974. “Urbanization in Turkey and Some Examples” P. Benedict; E. Tümertekin;  F. Mansur (eds.): Turkey: Geographical and Social Perspectives. Leiden 1974: 295-326.


Yüklə 209,52 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin