Şİİr niteliĞİndeki Kİtaplara giRİŞ


Mezmur: Tanrı’nın Düşmanlarının Sonu



Yüklə 1,7 Mb.
səhifə25/33
tarix29.07.2018
ölçüsü1,7 Mb.
#62754
növüYazi
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   33

109. Mezmur: Tanrı’nın Düşmanlarının Sonu
Duaların yer aldığı bütün mezmurlar içinde bu mezmur ilk sırayı alır. Tan-rı’nın yargısı, başka hiçbir mezmurda burada olduğu gibi böylesine içten­likle ve ayrıntılarıyla dilenmemektedir. Okuyucunun merakı uyandırılır; mezmur yaza-rının düşmanları için dilediği cezalar, okuyucuyu etkiler!

109:1-3 Mezmur, kuşkuları yok eden bir ılımlılıkla başlar. Davut, övgü sunduğu Tanrı’nın yardımını diler. Düşmanları ona haince bir saldırı hazırlığı içindedirler, ayrıca ona karşı gerçek dışı suçlamalarda bulunmaktadırlar. Nef­ret dolu sözler aynı anda her yönden üzerine gelmektedir. Dayanma gücünü tüketen ise, bunların haksızca saldırılar olmasıdır.

109:4,5 Davut kendisine saldıranlara sevgiyle yaklaşmış ve nazik davran­mıştır. Ama bunun karşılığı sahte suçlamalarla dolu şiddetli bir saldırıdır. Bütün bunlar olup biterken o, düşmanları için dua eder. Her iyiliği bir hakaretle yanıt­lanmış, gösterdiği sevgiye karşılık aldığı ödül, nefret olmuştur.

109:6,7 İşte tam bu noktada sert bir tutum takınmaya başlar. O andan itiba­ren bedduaları şiddetlenir. 1-5’inci ayetlerdeki pek çok düşmandan sonra, şimdi özellikle bir düşmanın üzerinde durmaya başlar.

Sonunda bu adam yakalanır ve yargı önüne çıkartılır. Böyle bir durum karşı­sında koşulları Rab düzenlemelidir. Öyle ki, düşmanının başına kötü bir insan koysun, şeytani düşüncelere sahip bir kişi onu suçlasın. Davanın sonunda “suçlu” çıkarılsın. Davasını daha yüksek bir mahkemeye götürmek isterse, bu isteği mahkeme için bir hakaret sayılsın ve cezası artırılsın.



109:8-10 Kendi yaşamına gelince; ömrü kısa olsun, görevini bir başkası üstlensin. Bu özel beddua, Yahuda’nın Elçilerin İşleri 1:20’deki elçiler grubu­nun para kesesinden sorumlu olma görevine atfedilir:
“Mezmurlar Kitabı’nda şöyle yazılmıştır: ‘Onun konutu ıssız kalsın, içinde oturan olmasın. Onun görevini bir başkası üstlensin.’”

Eğer bu mezmurun yalnızca Davut ve düşmanından değil, aynı zamanda Mesih ve O’nu ele veren Yahuda’dan ve belki de gelecekte bir gün, İsrail ve Mesih Karşıtı’ndan söz ettiğini unutmazsak, mezmurun önemini daha iyi anla­yabiliriz.

Düşmanın ailesine gelince; çocukları öksüz, karısı dul kalsın! Çocukları avare gezip dilensin, yıkık evlerinden uzakta yiyecek arasın!

109:11-13 Bütün malları tefecinin ağına düşsün, bütün kazancını yaban­cılar paylaşsın.

Kendisi merhamet etmediği için öksüz çocuklarına da merhamet eden ol­masın. Aile adı unutulsun, soyu kurusun (Bu, Doğu illerimizdeki insanları en çok utandıracak cezalardan biridir).



109:14,15 Ataları bile rezil olsun. Onların suçları Rab’bin önünde dur­sun. Annesinin günahı silinmesin! Suçlarının ne olduğu tam olarak belirtil­memiştir, ama mezmur yazarı günahlarının Tanrı tarafından asla unutulmama­sını ister. Tanrı’nın onları yeryüzünden yok etmesini istemeyi sürdürdüğün­den, suçları büyük olasılıkla oldukça ağırdı.

109:16-20 16’ncı ayette, kötü adamın iğneleyici suçlamalarını okuruz. Sev-gi göstermekten sakınmak, onun yaşam biçimidir. Mazluma ve yoksula ölesiye baskı yapar, yüreği kırık insanları ölüme sürükler. Bu ayette Yahuda’dan söz edildiğini düşünebiliriz. Günahsız Kurtarıcı’nın peşini, O’nu çarmıha götürün-ceye kadar bırakmamıştır.

Ama ahlâksal yönden, işlenen günahın bir karşılığı bulunur. Ne ekersek onu biçeriz, hasat kaçınılmazdır. Günahın sonuçlarından kurtulamayız. Mezmur ya­zarı burada etki tepki yasasının bütün hızıyla işlemesini ister: Bu adam, başkala­rına küfretmekten hoşlanırdı; şimdi lanetleri kendi başına gelsin. Diğer insanla­rın bereketlerden keyif almalarını asla istemedi; şimdi de bereketler kendisinden uzak kalsın. Sürekli lanet ederdi; şimdi bu lanetler kendi yaşamında gözüksün; su gibi içine, yağ gibi kemiklerine işlesin. Lanet, giydiği elbiseler gibi onu ört­sün. “Asla çıkartamayacağı bir kuşak gibi hep onu sarsın” (Knox).

Davut kendisini suçlayanlara karşı bu dileklerde bulundu. Adını bilmedi­ğimiz birinin söylemiş olduğu gibi, “Bir düşmana verilebilecek cezaların hepsi, buradaki düşman için istenmiştir.”

109:21-25 Mezmur yazarı, iki ayrı dua ve coşkulu bir övgüyle mezmuru sonlandırır. Önce sıkıntılardan kurtarılmak için dua eder. Rab’bin, adı uğruna kendi tarafını tutmasını ister, böylelikle güç ve adalet Tanrısı olarak kendisini yüceltecektir. Davut’un adına savaşarak bir kez daha sevgisini sergileyecektir.

Mezmur yazarı ölümcül derecede kötü durumdadır; yalnızca yoksul ve mazlum değildir, aynı zamanda yüreği de yaralıdır. Yaşamı, uzayıp giden bir gölge gibi çekilmektedir. Bir adamın elindeki çekirgeyi kolayca silkip atması gibi, yaşamdan silkilip atılmaktadır. Uzun süredir tuttuğu oruç nedeniyle diz­leri titremektedir. Bir deri bir kemiğe dönmüştür. Düşmanları onun bu acıklı durumuna gülmekte, onu görünce alay ederek kafalarını sallamaktadırlar.



109:26-29 İkinci duasında Rab’den kendisini düşmanlarının önünde haklı çıkartmasını ister. Yahve yardımına gelerek onu kurtardığında, saldırganları bu­nun Tanrı’nın işi olduğunu bileceklerdir; yenilgilerinde bunun Rab’bin eli ol­duğunu kabul edeceklerdir. Rab kutsadığı sürece onların lanetlemelerinin bir anlamı olmayacaktır. Düşmanlar rezil olacak, ama mezmur yazarı sevinecektir. Onu suçlayanlar rezilliğe bürünsün, kaftan giyer gibi utançlarıyla örtün­sünler.

109:30,31 Son olarak Rab Davut’un dualarını yanıtladığında, Davut’un O’na sunacağı övgüyü tasarladığını işitiriz. Bu, sıradan bir övgü değil, büyük bir hamt olacaktır. Tek başınayken değil, kalabalığın arasında O’nu övecektir. Övgüsünün konusu, RAB’bin yoksulun sağında durması ve onu yargılayanlar­dan kurtarmasıdır. Rab’bin yanımızda olması bize büyük güvence sağlar. F. B. Meyer şöyle der:
Ülkedeki en soylu kişinin koluna yaslanarak mahkemeye giren sanık ne kadar da cesurdur! Herkesin yargıcı, yanında sanığı aklamak için dururken, onu yargıla­mak nasıl da anlamsızdır!71
BEDDUA İÇEREN MEZMURLAR
109. Mezmur’da söylenenleri inceledik. Ancak bedduaya yer veren mez-murları sorunla yüzleşmeksizin görmezden gelmek dürüstçe bir davranış değil-dir. Sorun, bu mezmurlardaki kin dolu ruhun, Tanrı halkındaki bağışlama ve sevgi ruhuyla nasıl bağdaştırılacağıdır. 109. Mezmur, lanet okunan mezmurların en ünlüsü sayılacağından, sorunla yüzleşmenin doğru yeri bu mezmur gibidir.

Öncelikle, ileri sürülen bazı açıklamaları sıralayacağım, ama bu açıklamala­rın hiçbiri beni ikna etmiş değil. Sonra, bu açıklamada da zorluklar olmasına rağmen, bana göre doğru olan açıklamayı ifade edeceğim.

Bir görüşe göre, bu beddualar kötüler için sunulan öç ve ceza dilekleri olma­yıp Tanrı’nın düşmanlarının başına gelecekleri belirten önbildirilerdir. Bu gö­rüşü savunan Unger şunları söyler:
Kutsal insanlar tarafından bireylere okunan lanetler öç, tutku ya da sabırsızlık ifadeleri sayılamaz; bu lanetler önbildirilerdir ve bu nedenle Tanrı’nın yargısını açıklarlar.72
Bu bölümlerin çoğu emir kipinde yazılmışsa da, gelecek zaman ifade edile­rek çevrildiklerinde yanlış değildirler.

İkinci bir açıklama ise, Davut’un Tanrı’nın meshettiği kişi olarak konuşma­sıdır. Konumu nedeniyle Davut, Tanrı’nın temsilcisiydi. Bu nedenle, bu ağır yargıları duyurma iznine sahipti (Burada yine de bütün beddua içeren Mezmur-ların Davut tarafından yazılmadığına dikkat edilmelidir).

Bu bölümler birçok kişi tarafından, acımasızlıkları onaylanmaksızın insan duygularına yer veren tarihi kayıtlar olarak görülürler. Bu görüşteki Barnes şöyle yazar:
Bu ifadeler aslında mezmur yazarının yalnızca zihninde oluşanların bir kaydıdır ve kısmen kutsal kılınmış olan insan doğasının bir örneği olarak korunmuşlardır. Bu görüşe göre Esinleme Ruhu, mezmur yazarının bu duygularından, Davut, İb­rahim, Yakup ya da Petrus’un yaşamlarında da olduğu gibi sorumlu değildir... Esinlemeye göre uygun olan, bizden esin alan kişilerin bütünüyle günahsız ol­duklarını düşünmememizdir... Bu görüşe göre, bu kayıtlarda kullanılmış ifadeler bizim örnek almamız için sunulmamıştır.73
Bu tür mezmurların savunulduğu başka açıklamalar da bulunmaktadır. Lanet ifadelerine yer veren mezmurlar bize, İsrail Tanrı’nın seçilmiş ulusu olduğun­dan, İsrailliler’in düşmanlarının Tanrı’nın da düşmanları olduklarını hatırlatır­lar. Hepimizin suçların karşılığında verilen uygun cezayı onaylayan bir yanı bulunur. Mezmur yazarları günahkârların layık oldukları cezaları tanımlarlar, ama öç almak için duydukları kişisel istekleri ifade etmezler.

Daha önce söylediğim gibi, ben bu açıklamaları bütünüyle doyurucu bulmu-yorum. Uygun bulduğum açıklama, beddua içeren mezmurların yasa al­tında yaşayan bir Yahudi için uygun bir ruhu ifade ettikleridir. Ama bu ruh, lü­tuf al-tında yaşayan bir Hıristiyan için uygun değildir. Bu mezmurların bize acımasız gibi görünmelerinin nedeni, onları Yeni Antlaşma’nın ışığında incele­memizdir. Davut ve diğer mezmur yazarları Yeni Antlaşma’ya sahip değillerdi. Scroggie bu konuda şunları ifade eder:


...Bir önceki düzenin bugünkü düzenden üstün olmadığı gerçeğini bir an önce kabullenmek, bu konunun aydınlanmasına yarar sağlar. Yasa, Müjde’yle çeliş­mese de, onunla aynı değildir. Mesih yasayı tamamlamak için gelirken aynı za­manda üstün olanı da getirdi. Pavlus’un mektuplarıyla kıyaslandığında, Mezmur kitaplarındaki kin ve öç kokan ifadeleri yargılamamaya özen göstermeliyiz.74
Bir insanın yargısına ailesinin de dahil edilmesi bize anlaşılmaz görünse de, mezmur yazarı bunu onaylamıştır. Çünkü Tanrı, babaların işlediği suçların he­sabını çocuklarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan soracağını söyleyerek uya­rıda bulunmuştu (Çık.20:5; 34:7; Say.14:18; Yas.5:9). Hoşumuza gitse de git­mese de, ruhsal alanda, bir insanın günahlarının sonuçlarının o kişinin ailesini etkilemesine neden olan yasalar bulunur. Eylemlerinin sonuçları kendilerini et­kilediği gibi başkalarına da uzanır.

Biz bugün Rab’bin lütuf çağında yaşıyoruz. Bu çağ sona erdiğinde ve Tan­rımız’ın öç günü geldiğinde, beddua içeren mezmurlardaki dil, bir kez daha Tanrı halkının ağzından duyulacaktır. Örneğin, büyük sıkıntı sırasında şöyle di­yeceklerdir: “Kutsal ve gerçek olan Efendimiz! Yeryüzünde yaşayanları yargı­layıp onlardan kanımızın öcünü almak için daha ne kadar bekleyeceksin?” (Va.6:10).

Son bir gözlemde daha bulunalım! Mezmurlardaki bu lanetlerin önemi, yü­reklerimizi, lanet ve lanetlenmekten sonsuza kadar özgür kalabilmemiz için çar-mıhta her laneti bedeninde taşıyanı takdir etmek için hazırlasın. Mezmurlarda tanımlanan cezaların hepsi bir araya gelse de, bizim yerimize ge­çerek bu laneti yüklenmiş Mesih’in üzerine inen yargıyı yansıtma konusunda zayıf ve soluk kalacaklardır.

110. Mezmur: Davut’un Oğlu ve Rab’bi
Davut’un bu mezmuru Yeni Antlaşma’da, Eski Antlaşma’dan en sık alıntı yapılan bölüm olması nedeniyle farklı bir yere sahiptir. Mesih’e işaret edilen bir mezmur olduğu oldukça açıktır. Öncelikle Tanrı’nın sağına yüceltilmiş Olan, sonra evrensel yönetimin asasını almak için yeryüzüne geri dönen Yücelikler Kralı ve Melkisedek düzenine göre sonsuz Başkâhin ifadelerinin Mesih için kullanıldığına kuşku yoktur.

110:1 Birinci ayette Davut, Rabbi’ne (efendisine) seslenen RAB’bin sözle­rinden alıntı yapar:
Ben düşmanlarını ayaklarının altına serinceye dek sağımda otur.”
Bunu anlamak için “Rab” sözcüğüyle ifade edilen iki farklı kişiyi tanımla­mak gerekir. Sözcüğün ilk kullanılışı hiç kuşkusuz Yahve’yi işaret etmektedir.75 Diğer “Rab” sözcüğü ise İbranice’de “Efendi” ya da “Önder” anlamına gelen adon sözcüğüdür. Bazen Tanrı’nın bir adı olarak kullanıldığı gibi, bazen de bir insana uyarlanabilir. Sözcüğün kendisi tek başına daima kutsal bir kişiyi belirt­mese de, onu izleyen sözcükler Davut’un Rabbi’nin (Adon) Tanrı’yla eşit oldu­ğunu gösterir.

İsa bir gün Yeruşalim’de Ferisiler’le konuşurken onlara Mesih’in kimliğine ilişkin sorular sordu. Vaat edilen kişi hangi soydan gelecekti? Ferisiler vaat edilenin Davut’un oğlu olacağını söyleyerek doğru yanıt verdiler. Ama İsa on­lara, 110. Mezmur’a göre (Ferisiler bu mezmurun Mesih’e ilişkin olduğunu ka­bul ederlerdi) Mesih’in aynı zamanda Davut’un Rab’bi olacağını da anlattı. O aynı anda nasıl hem Davut’un oğlu hem de Davut’un Rab’bi olabilirdi? Kral olan Davut, yeryüzünde Rab’bi olan birine nasıl sahip olabilirdi?

Elbetteki yanıt, Mesih’in hem Tanrı, hem insan oluşudur. Tanrı olarak Da­vut’un Rab’bi, insan olarak Davut’un oğlu olacaktı. İsa, kişiliğinde hem Tanrı­lığı hem de insanlığı birleştirmiş olarak Davut’un hem Efendisi hem de oğ­luydu.

Bu, Ferisiler’in gerçeği işittikleri bir andı. Ama bütün kanıtlara rağmen İsa’yı uzun zamandır bekledikleri Mesih olarak kabul etmeye istekli değillerdi. Bununla ilgili şu ayetleri okuyabiliriz:


Hiç kimse O’na karşılık veremedi. O günden sonra, artık kimse de O’na bir şey sormaya cesaret edemedi (Mat.22:41-46; Mar.12:35-37; Luk.20:41-44).
Yeni Antlaşma yazarlarına göre Tanrı’nın sağında oturan kişi Nasıralı İsa’dan başkası olamaz. Bu konuda hiçbir kuşku yoktur (Mat.26:64; Mar.14:62; 16:19; Luk.22:69; Elç.2:34, 35; 5:31; 7:55, 56; Rom.8:34; 1Ko.15:24; Ef.1:20; Kol.3:1; İbr.1:3, 13; 8:1; 10:12, 13; 12:2; 1Pe.3:22; Va.3:21). Bu nedenle birinci ayet, Rab İsa gökyüzüne alındığı gün Tanrı’nın sağında otururken Yahve’nin O’na söylediklerini anlatır. Orada, düşmanları ayakları altına serilinceye dek kalacaktır.

110:2 1 ve 2’nci ayetler arasında, H. A. Ironside’ın “büyük parantez”76 ola­rak adlandırdığı kavram yer alır: Mesih’in tahta çıkmasından, ikinci gelişine ka­darki kilise çağı. 2’nci ayette Yahve’nin Siyon’dan Mesih’in kraliyet asasını gönderdiğini görürüz; başka bir deyişle Rab, başkenti Yeruşalim olan krallığına Mesih’i Kral olarak atamıştır. Bu asa kraliyet yetkisini simgeler. Mesih’e, düş­manlarının ortasında, bütün yeryüzünde egemenlik sürme yetkisi verilmiştir: “Düşmanlarının ortasında egemenlik sür!” Bu gerçekleşmeden önce, Rab İsa yeni koşullara göre düşüncelerini değiştirmemiş olan düşmanlarını yok etmiş olacaktır. Burada sözü edilen düşmanlarını yok etmesi değil, bir zamanlar düş­manları olan bu kişilerin, şimdi O’nun egemenliğine sevinçle boyun eğen dostları haline geldikleridir.

110:3 Bu düşünce 3’üncü ayette de onaylanır. Ordusunu kutsal dağa yön­lendirdiği gün, halkı isteyerek kendisini sunar ya da NKJV’de ifade edildiği gibi:
Savaşacağım gün askerlerim gönüllü gidecek; kutsallığın güzellikle­rinde...
Burada istekli kişiler, Kralı kutsal bir düzen içinde selamlarlar. Barnes bu konuda şunları yazar: “Yaşam ve davranışlarında, kutsal ve saf bir karakterde bulunan bütün güzellik ya da çekiciliği sergileyecekler.”

3’üncü ayetin son bölümü, çevirmen ve yorumcuları çok zorlamıştır. Scroggie bu son bölümü şöyle yorumlar: “...Şebnem, nasıl seherin bağrından doğduysa, ordun da sana kalabalık, güçlü ve taze olarak gelecektir.”77



110:4 Krallığın olağanüstü özelliklerinden biri, Rab İsa’nın krallık ve kâ­hinlik görevlerini, kişiliğinde aynı anda birleştireceğidir. Bu birleşim, yalnızca insan olan önderlerin kişiliğinde gerçekleşseydi, çok tehlikeli olurdu; kilise ve devletin birbirinden ayrılması için harcanan çaba, geçerli bir nedene dayanır. Ama bu birleşim, yöneten kişi İsa olduğunda uygundur. Mükemmel krallık ve ruhsal kâhinlik dünyayı asla tanımadığı, ama hep özlediği bir yönetime kavuştu­racaktır.

4’üncü ayette Mesih’in kâhinliğine ilişkin dört şey öğreniriz:


Yahve’nin ant içmesiyle kâhin yapıldı.

Bu atama değişmezdi.

Kâhinliği sonsuzdur.

Kâhinliği Melkisedek düzeni uyarıncadır.


Melkisedek düzeni uyarınca” ifadesi İbraniler 5-7’nci bölümlerde yo­rumlanır. Bu bölümde Melkisedek’in kâhinliği, Harun’un ve Levililer’in kâhin­liğiyle karşılaştırılır ve farklılıklar belirtilir.

Tanrı’nın yasasına göre Levi ve Harun’un soyundan gelenler kâhin olmak için atanmışlardır. Kâhinlikleri soydan soya geçer ve ancak ölümleriyle sona ererdi.

Gizemli bir kişiliği olan Melkisedek’in kâhinliği, egemen Tanrı’nın ataması sayesindeydi; kâhinliği anne babasından miras almamıştı (“Babasız, annesizdir. Soyağacı yoktur.” İbr.7:3a). Kâhinliğinin başlangıcı ve sonu yoktu (“Ne günle­rinin başlangıcı, ne yaşamının sonu vardır.” İbr.7:3b). Melkisedek’in kâhinliği Levioğulları’nın kâhinliğinden üstündür. Melkisedek, Rab İsa’nın ilk örneğidir. Rabbimiz’in kâhinliğinin bir soyla ilgisi yoktur; O, Yahuda oymağından geldi, Levioğulları’ndan değildi. Kâhinliği, Tanrı’nın egemen ve sonsuz kararıyla dü­zenlenmişti. Sonsuz bir yaşamın gücünde yaşadığından, kâhinliği asla son bul­mayacaktır.

Melkisedek’in Mesih’in ilk örneği olduğunu gösteren bir başka nokta da, hem kral hem kâhin oluşudur. Adı ve unvanı doğruluk ve esenlik kralı olduğunu belirtir (İbr.7:2). Aynı zamanda en yüce olan Tanrı’nın da kâhiniydi (Yar.14:18).

110:5 Mezmurun son üç ayeti, Rab İsa’yı güçlü bir galip olarak resmeder; krallığına başlamadan önce bütün yasasızlık ve isyanı yok eder. Bu ayetlerdeki önemli kişileri tanımlama sorunu, bunların RAB’be hitap ettiğini ve Kral Me­sih’i işaret ettiğini düşündüğümüzde, geniş ölçüde çözümlenir. Böylece 5’inci ayeti şöyle anlayabiliriz:
RAB (Adonay – burada Rab İsa) senin (Yahve’nin) sağındadır; O (Mesih) gazap gününde kralları ezecektir.
110:6 Uluslara karşı harekete geçen, Rab İsa’dır. Bu, Yoel 3:9-17; Zeke-riya 14:3; Vahiy 19:11-21’de önceden bildirilmiştir. Ulusları yargılayacak, ortalığı cesetlerle dolduracaktır. “Dünyanın dört bucağında başları ezecek” ifa­desi şöyle de çevrilebilir: “Birçok ülkenin başındakini vuracaktır.” Bu, yasa tanımaz adamın sonunu işaret ediyor olabilir. “Rab İsa onu ağzının soluğuyla öldürecek, gelişinin görkemiyle yok edecek” (2Se.2:8).

110:7 Rab düşmanlarının üzerine yürüdüğünde, Kral, yol kenarındaki de­reden su içecektir. Su genellikle Kutsal Ruh’u simgelediğinden (Yu.7:38, 39), bunun anlamı Rab’bin, Kutsal Ruh’un görevi aracılığıyla tazelenip canlandırıl­dığıdır. Bu, başını dik tuttuğunu açıklar.
111. Mezmur: Rab’bin Harika İşleri
111. Mezmur’da üç düşünce biçimiyle karşılaşırız:
RAB’bin işleri (2-4; 6-7. ayetler).
RAB’bin sözleri, antlaşmayla aynı yetkiye sahiptir (5, 9. ayetler), ahlâksal yönleri (7. ayet).
Varlığının ve bütün işlerinin sonsuz karakteri (3, 5, 8-10. ayetler).
Bu mezmur, İbranice’de akrostiş bir mezmurdur. İlk sekiz ayetin her biri iki satırdan, son iki ayetin her biri üç satırdan oluşur. Yirmi iki satırın her biri, düz­gün bir sıralamayla, İbrani alfabesinin ilk harfiyle başlar.

Mezmurun konusu taht üzerindeki Mesih’in harikalarıdır. İsrail halkı, kendi­sini Mısır’ın karanlığından ve Babil’deki tutsaklığından kendi harika ışığına ça­ğıran Tanrı’ya övgü ezgileri söyler.



111:1 Ezgi, sadık olanlara Rab’bi övmeleri için çağrıda bulunarak başlar (İbranice, “Haleluya”). Mezmur yazarı, Rab’bi sınırsız bir biçimde ve bütün dikkatini vererek övmeye kararlıdır. O’nu hem küçük imanlı topluluklarında, hem de büyük insan topluluklarında ya da hem tek başına olduğunda, hem de herkesin önünde övecektir.

111:2,3 Rab’bin işleri burada dört şekilde tanımlanır: O’nun işleri büyük­tür, ama Eski Antlaşma döneminde yaşayan bir Yahudi için Rab’bin en büyük işi, kendisini Mısır’dan kurtarmış olmasıdır. Rab’bin işleri büyüktür; bunlar­dan zevk alanlar bu işleri düşündüklerinde verimli olurlar. İşleri, yüceliğini ve görkemini sergiler ve doğruluğu sonsuza dek sürer.

111:4,5 İsrail’i kuzunun kanıyla kurtardığını anımsamaları için Fısıh Bay­ramı’nı verdi. Bu, Rab’bin lütuf ve merhametinin sonsuza kadar anılmasını sağlayacaktır. Rab’bin Sofrası’nda, Kuzu’nun Kanı sayesinde kurtulduğumuzu hatırlar, O’nun lütuf ve şefkat dolu unutulmaz iyiliğini anarız. 5’inci ayet belki de özellikle Tanrı’nın mucizevi yiyecek sağlayışını belirtmektedir. Çöldeki yol­culukları sırasında İsrailliler’i beslemişti. Onların antlaşma halkı olduklarını asla unutmamıştı. O, verdiği sözlere sadık kalır!

111:6 Kenanlılar’ın topraklarını kendi halkına vermekle ve mezmur yazarı­nın burada, Ulusların mirası” olarak adlandırdığı vaat edilen topraklara gü­venlik içinde getirmekle, halkına işlerinin gücünü bir kez daha gösterdi.

111:7-9 Tanrı’nın bütün işleri, O’nun daima sadık ve adil olduğunu göste­rir. Bütün koşulları güvenilirdir. Vaatlerini sonsuza dek sürdürür, onları sada­katle ve onuruna uygun olarak gerçekleştirir. Halkını Mısır’dan çıkararak kur­tarmış, daha sonra onları Babil’deki sürgünden geri getirmiştir. Görkemli egemenliğinden önce, on iki oymağı İsrail’e tekrar geri getirecektir. Bütün bun-lar antlaşmasının bir parçasıdır ve mutlaka gerçekleşecektir. Adı kutsal ve müthiştir, saygıya layıktır. Adı gibi, kendisi de kutsal ve müthiştir!

111:10 O’nun kurallarını yerine getiren kişi bilgelik yoluna girmiştir, O’nun sözünü dinledikçe bizi daha çok aydınlatır. O, sonsuza dek övülmeye layıktır!
112. Mezmur: Doğrunun Ödülleri
112:1 Bu ve bundan önceki mezmur arasında, her ikisinin de akrostiş bi­çimde yazılmış olmaları ve ruhsal öğretişleri yönünden benzerlik bulunur. 111. Mezmur’un bıraktığı yerden devam eder. Rab’den korkan insandan ve O’nun bilgeliğini uygulayandan söz eder. 1. Mezmur’da, Rab hakkında söylenenlerin çoğu, bu mezmurdaki Tanrı adamına uyarlanır. 111. Mezmur’da bütün görke­miyle parlayan Doğruluk Güneşi’ni görürüz; burada ise, imanlı bu yüceliği yan­sıtan ay gibidir. Rab’bin yüceliğini gören imanlı, Kutsal Ruh aracılığıyla aynı yücelikle değiştirilir (2Ko.3:18).

Övgüler sunun RAB’be!” Bu ifade mezmur yazarının duygularını ifade eder ve bizim için iyi bir örnek oluşturur.



Mutlu kişi kimdir? Rab’bi sayan, O’nun buyruklarından büyük zevk alan ve O’na boyun eğen, aynı zamanda buyruklarını yerine getirerek onlardan zevk aldığını kanıtlayandır. Bu kişiler Tanrısayar bir yaşamın yararlarını görür­ler. Şimdi bu yararlara bakalım:

112:2 Soyu yeryüzünde güç kazanacak. Bu kişinin soyu güce ve ayrıcalıklı bir konuma sahip olacak, tanrısal mirasları nedeniyle onurlandırılacaklardır (Bu bereketleri Kilise Çağı olarak yorumlayacak olursak, bereketlerin dünyasal ve maddesel anlamlarını ruhsal alana taşımak bilgece olacaktır).

112:3 Bolluk ve zenginlik. Tanrı sözüne itaat etmenin insanları kaybetmek­ten ve yoksulluktan koruduğu bir gerçektir. Doğruluğunun sonuçları olan dü­rüstlüğü, saygınlığı ve tutumluluğu kendisinden sonraki kuşaklarda da sürecek­tir.

112:4 Karanlıkta ışık güvencesi. Karanlığa karşı bağışıklık kazanılacağının güvencesi yoktur, ama karanlıktan ışık doğacağı vaat edilir. Yaşamın bütün karanlık zamanlarında Rab bize ne kadar lütufkâr ve şefkat dolu olduğunu gösterir.

112:5,6 Eli açık olmak. Eli açık olan, ödünç veren kişi mutludur. İşlerini adaletle yürütür. Yaşamı sarsılmaz bir temel üzerine kuruludur ve öldükten sonra da anılacaktır.

112:7 Korkudan özgürlük. Sürekli kötü haber alma korkusu içinde yaşamak zorunda değildir. İşleri bozulsa da, doğal felaketlerle karşılaşsa da Rab’be gü­venir ve hiçbir şeyin O’nun isteği dışında gerçekleşmeyeceğini bilir.

112:8 Saldırı karşısında güvencededir. Düşmanları bile huzurunu kaçıra­mazlar. Koşullar düşmandan yanaymış gibi görünse de, onun gözü pektir ve gü­venliktedir. Ama düşmanlarının yenilgisi kaçınılmazdır ve o, kazanan taraftadır.

Yüklə 1,7 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin