Müşrik Araplar soy-soplarıyla övünürlerdi. Ataları, isim ve kabileleri hatta mezardaki ölülerinin sayı!arı(Tekasür/l-2) dahi, onların övünmelerinin gerekçesiydi. Soy bilgisi de yaygın ve muteber olan bir saygınlığa sahipti.
Konunun İzahına yönelik olarak, Ebu Leheb'le ilgili bir rivayette, farklı bir boyut vardır. Soy-sop, kabile-aile tarafgirliği o denli bağnazlığa dönüşmüştü ki, Allah (c.c.)'nün, hakkında âyet indirdiği Ebu Leheb gibi bir Allah (c.c.) düşmanı, Benî Haşİm ve Benî Muttalib'e rağmen tek basma (Resulün birinci dereceden yakmı-amcası) olduğu halde ambargo koyanlar ve zulmedenlerle beraber idi. Ancak Ebu Uhayha ölüm döşeğindeyken onu kederli ve ağlar gördüğünde onu teselli eder, Uzza'ya tapınmanın sona ermeyeceğini vaad eder ve şunları söylemekten de kendini alamaz; "Eğer el-Uzza üstün gelirse, onu kolladığım için, onun teveccühünü kazandım. Fakat Muhammed üstün gelirse, -hiç ummuyorum- o da nihayet benim kardeşimin oğludur."119 der.
Allah (c.c.) kibir ile azametin, babalarla övünmenin, ataları anmanın çirkinliğini bildirdi. Cahiliyyede Hacdan sonra bir erkeğin bir dağın üzerine çıkıp atalarım Övmesini ortadan kaldırdı;
"Hacc ibadetlerinizi bitirince, haba\0,r^ızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bîr şekilde Allah'ı anın! İnsanlû7d$n öyleleri var ki: "Ey Rabbimİz! Bize dünyada ver!" derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yofcfur. "(Bakara/200) diye buyuruldu.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) kibir, azamet, atalarla övünmeyi yasakladı. Yaratılışın topraktan olduğu hatırlatıldı. Üstünlüğün ancak takvanın ziyadeliğinde olduğu bildirildi.120
"Malum Övünmenin amacı, bir kabilenin faziletlerini saymak ve diğer kabilelerin fazilet ve kusurlarıyla mukayese etmektir. Onun için devletlerin tarihini bilmeye ihtiyaç vardır. Çünkü esasen, o zaman her kabile bağımsız bir devletti. Karşılıklı övünme, kabileler arasında hatta bazen komşu Iran, Habeş ve Rum krallarıyla da olurdu."121
Böylece fert bazındaki övünme hastalığı, kabile ve toplumların soy-sop ile Övünme ve yerilme hastalığına dönüşmüştü.
İnsanların zaafiyet veya meziyetlerini simgeleyen lakaplarla çağırılması, onlara vurulan aşağılık damgası ya da paye gibiydi.
Güçlünün gücünden ötürü nesebi de üstün kabul edilirdi. Zayıfı ezmede de nesebi horlanılarak hakir görülürdü. "Daha az kuvvete sahip kabilelere Ödenen "Kan Diyeti" daha kuvvetlilere ödenenin yarı nisbetindeydİ."122
Çöl hayatının, göçebe ve kabileler şeklinde yaşamayı zorunlu kıldığı düşünülürse, güçlü kabilelerin sürekli zayıflara karşı saldırgan oldukları ve kabilelerarası birleşmelerin oluşturulduğu gözlenir, intikam, şeref meselesiydi. Kuşaklar boyu devam ederdi.
"îbn Zeyd'in rivayetine göre Resûlüllah (s.a.v.)'in amcası Ebu Le-heb, bir gün kendisine şöyle bir soru yöneltti: "Ben senin dinini kabul edersem benim kazancım ne olur?" Resûlüllah (s.a.v.) buyurdular; "Diğer bütün iman sahiplerinin kazandıklarını siz de kazanacaksınız" Ebu Leheb dedi ki: "Peki, benim için (Bir peygamberin amcası olmam bakımından) bir ayrıcalık yok mudur?" Resûlüllah (s.a.v.)î "Ee daha ne istiyorsun?" diye sordu. Bunun üzerine Ebu Leheb, "Lanet olsun benimle herkesin eşit olduğu dine!" dedi."123 Allah (c.c.) şöyle buyurdu:
"K'tyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler.
Çünkü Allah aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı görendir."
(Mümteh ine/3)
Münafıkların reisi, Abdullah b. Ubeyy'in bir,sefer esnasında Ensâr ve Muhacirlerden iki müslüman arasında çıkan tartışmada nifak duygularını açığa vurarak; Medine'ye döndüklerinde; "elbette aziz olan zelil olanı oradan çıkaracaktır" der. Bu sözüne karşılık kavminin ve oğlu Abdullah b. Ubeyy (r.a.)'m mukabelesi; "Ya Resûlallah! Vallahi o zelildir ve sen ise azizsin!" şeklindedir . Yine Abdullah (r.a.): "Ya Resûlüllah! Bana emret, ben onun başını sana getireyim." der. Baba sevgisiyle onu bir başka müslümanın öldürmesi karşısında zaafiyet gösterip, "Bİr kafir sebebiyle mü'min bir adamı katlederim ve böylece cehenneme girerim!" diye tedirginliğini bildirir.124
Allah (c.c.) inananları kardeş kılmıştır. Üstünlüğü ise, sadece kendisine kullukta sebat edenlere vermiştir (Hucûrat/13). Böylece iman edenlerin imanını, küfredenlerinse küfrünü artırmıştır.
Bedir'de karşı saflarda savaşanların en yakın akrabalar olduklarını görüyoruz125
Uhud harbinde ise; Bir safta Allah (c.c.)'nün, küfrünü ve nifak hislerini açığa vurup lanetlediği ve Resûlüllah (s.a.v.)'in "el-fasık" dediği, Ebu Amir ve diğer safta, Resûlüllah'ın, hakkında; "Melekler tarafından yıkandan şehid" müjdesini verdiği, Ebu Amir'in oğlu Hanzala (r.a,) vardır. Her ikisi de kendi imanı için, aynı Uhud'un ayrı cephe-lerindeydiler. Küfür ve iman cephelerinde yer alıyorlardı."126
islâm, insanların soy-sop, renk ve dillerine bakmadan, onları iman ve teslimiyet potasına aldı ve öyle terbiye etti. Diğer taraftan, kafirlerin de peygamberlerin en yakınları bile olsalar azılı ateşten kurtulamayacaklarını bildirdi.127 Artık övünme ve yerinmenin illeti, aynı zamanda kişilerin iman veya küfür safını da belirledi. 128
Panayırlar
Kabe'nin Mekke'de oluşu ve buraya insanların putlara tapınmak için de gelmeleri burayı bir ticaret merkezine dönüştürmüştü. Mal mübadelesine dayanan ticaret, yılın belli aylarında tertip edilen panayırlarla daha bir canlılık kazanırdı. Civar kabile ve şehirlerden putları ve kayaları kutsamak için gelenlere, alışveriş için gelenler, mesîek er-babları, şairler, kahin ve sihirbazlar, şarkıcılar, kumarbaz ve dansözlerde katılırdı.
Haram aylar, 129 emniyetm sağlanması, silahların bırakılması aylan idi. Yapılan panayırların, hem sıcak aylara denk gelmesini hem de ticaretin eksilmemesini sağlamak istiyorlardı. Bu amaçla kameri aydan şemsî aya dönünce bu kez haram ayların da yerleri değişti. Allah (c.c.)'nün koyduğu on iki olan ay sayısı da bazı yıllarda on üç olmaya başlamıştı.130
"Araplar öteden beri aylan gerçek yönüyle kamerî aylar olarak tanıyor, seneyi de gök ayı senesi olarak on iki ay sayıyorlardı. Hangi isimlerle sayarlarsa saysınlar ayları ve seneleri kamerî idi. İbrahim ve ismail (a.s.) zamanından beri bu on iki aydan dördünü haram aylar olarak biliyorlar ve bu aylardaki savaş yasağına saygı gösteriyorlardı. Bu aylarda birbirleriyle savaş yapmıyorlar, ibadetle meşgul oluyorlardı. Bu aylara o kadar hürmet ediyorlardı ki, hatta bir adam babasının katiline bile rastlasa ona el uzatmıyor, dokunmuyordu...131
Birtakım tevhidi izler taşıyan inanışlarına şirkî pislikler-karıştırarak Allah (c.c.)'nün hududunu ihlal ediyorlardı. Allah (c.c):
"Gökleri ve yeri yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı on İki olup, bunlardan dördü haram aylandır. İşte bu doğru hesaptır. O aylar içinde (Allah'ın koyduğu yasağı çiğneyerek) kendinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın ve bilinki Allah (kötülükten) sakınanlarla beraberdir!"{Tevbc!36) buyurdu.
Resûlülah (s.a.v.),Veda Haccı'nda Mina'dakİ hitabında şöyle buyurdu;
" îşte zaman (yani yıl) hakikaten Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü hey'eti gibi bir devre girmiştir. Sene on iki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır.."132
Birtakım umumi hizmetlerin görüldüğü, alışverişin yapıldığı, şiir müsabakalarının düzenlenip, davaların hakemlere götürüldüğü panayırların en meşhurları; Ukaz, Mecenne ve Zü'l-Mecaz idi.
îslâm tebliğinin yapıldığı dönemde panayırlardan, değişik kabile ve yabancılara ulaşmada yararlanıldığını ve bu panayırların Allah Resulü (s.a.v.)'in önemli ilişkileri için bir başlangıçolduğunu da görürüz. 133
Dostları ilə paylaş: |