İslâm Öncesi Cahili Yapıya Toplu Bakış
İmam Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle demiştir:
"islâm'da cahiliyyeyi bilmeyen kişiler olunca İslâm'ın düğmeleri tek tek çözülmeye başlar. Çünkü kişi, şirki ve Kur'an'm kötü gördüğü ve reddettiği şeyleri bilmezse o şeylerin içine düşer ve cahiliyye ehlinin içinde olduğu fikirleri bilmeden onları kabul eder. Dolayısıyla kendisinin cahiliyye ehli üzere olduğunu bilmez. İşte böylece İslâm'ın düğmeleri çözülür. Ve iyilik kötülük, kötülük iyilik, bid'at sünnet, sünnet-te bid'at olarak görülmeye başlanır. Bu durumda tevhidi şirkten temizleyen ve insanı ihlaslı yapan kişi tekfir edilir. Resûlüllah (s.a.v.)'in sünnetine ittiba edip, insanların fikirlerini reddeden kişi de bid'atçi olarak isimleadiriimeye başlanır. Basiret sahibi olan bir kişi bu durumu apaçık bir şekilde görebilir."1
islâm çağrısının yapılmış olduğu yarımadaya baktığımızda, verimsiz, çöllerle kaplı, suyu kıt bir bölgedir. Her ne kadar istilacılara cazip gelmemişse de, tarih boyunca stratejik Önemi olan bir coğrafya olduğunu görürüz. Mevkii, sahip olduğu deniz ve kara sınırları sürekli coğrafi önemini korumuştur. Mekke, Medine ve Taif en önemli merkezleri olup, Mekke'nin ise bölgede daha özel bir konumu vardır.
ibrahim Peygamberin, oğlu ismail (a.s.)'la birlikte Kabe'yi inşa etmiş olmaları Mekke'nin ilk olarak tevhidi sembolize eden beyt ile şereflenmesini sağlamıştır:
"Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru klimaları için ben, neslimden bir kısmım senin Beyt-i Harem'İnin (Kabe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rıztk ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler. "(İbrahim/r37)
Âyetinde bildirildiği gibi, Mekke şehrinin verimsiz topraklarının artık yerleşim merkezi haline geldiğini görüyoruz.
Asıl olarak Peygamberimiz (s.a.v.)'in büyük dedesi Kusayy tarafından kurulmuş olan Mekke 15 şehri, zengin ahalinin eşraf hükümeti şeklinde idare edilen bir ticaret merkeziydi.
Eski bir şehir olan Medine 16 ise; daha çok hicret sonrası gelişip değer kazanmıştır.
Tarihin tanıdığı devirlerde, Samİ ırkından olan Arapların, medeniyet yoluna girmiş oldukları değişik devirlerde, hükümetler kurup yarımadanın dışına çıktıklarını görüyoruz.
Kumla kaplı çöllerde yerleşik hayatın çok zor olduğu düşünülürse, ziraî gelir ve tabii servetin olmayışı ticaret ve geçim tarzını da genelde mal mübadelesine yöneltmiştir.
Arapçanm çok geniş bir dil haline geldiği islâm sonrası devirde, ümmî Arapların kültürel gelişmesinin de hızlandığı görülür. Ancak, Arapların islâm 17öncesi kültür hayatlarına 18 baktığımızda; kültür gelişiminin yavaş, yazının ibtidai olduğu, okur yazarlık oranının ise; "Mekke gibi büyük bir şehirde on beş yahut yirmiden fazla olmadığı"19 görülür.
"islâm'ın geldiği günlerde dünya, üstüste yığılmış çeşitli inanç, düşünce, masal, felsefe, kuruntu ve görüş bulutlarının egemenliği altında idi. Bu bulut katmanlarında hak ile battl, gerçek ile düzmece, din ile hurafe, felsefe ile masal birbirine karışmıştı, insan vicdanı bu koyu bulut katmanları altında, karanlıklar ve belirsizlikler içinde bocalıyor, bir türlü kesin gerçeği bulamıyordu.20 Sözünü ettiğimiz belirsiz, kesin bilgiden ve aydınlıktan yoksun çöl, insanının kendi ilahını, bu ilahın sıfatlarını ve başta insan olmak üzere O'nunla yaratıkları arasındaki ilişkiler ile ilgili düşüncesini de çepeçevre kuşatmıştı. Oysa insan vicdanı, ilahı ve bu ilahın sıfatları hakkında belirgin bir inanca ve düşünceye varmadıkça ve sözünü ettiğimiz bu körlüğü, uçsuz-bucaksiz düşünce çölünü ve koyu bulut katmanlarını aşarak kesin bir bilgiye ulaşmadıkça ne evren, ne kendi öz varlığı ve ne de yaşayacağı hayat tarzı konusunda istikrara kavuşabilir." 21
Cahiliyyet
inançta ve yaşamda zulmün egemen olduğu islâm Öncesi döneme, "cahİHyye dönemi" denir.
Ancak şurası kesin olarak unutulmamalıdır kİ; bu dönem için "Cahiliyye" 22 kavramının kullanılmış olması, mutlak manadaki bilgisizlik ve cehaletten öte, Rabbani terbiyeden uzak oluşlarından ve Allah'la birlikte başka ilahlar da edinmiş olmalarındandır.23
Islâmî olmayan her dava, ne zaman güdülürse güdülsün bu içerikte olduğu müddetçe cahiliyye davasıdır.
"Nesep, ülke, ırk, bazı mezhep veya tarikatlar gibi Kur'an ve islâm'ın davetinin dışında kabul edilen her şey, cahiliyye davasıdır. Hatta muhacir ve ensardan iki kişi hasimlaştığında, muhacir olan "Yetişİn muhacirler!" ensardan olan da "Yetişin ensar!" deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.): "Ben arantzdayken cahiltyye davası mı güdersiniz?" buyurmuş ve bu yaptıklarına çok şiddetli bir şekilde kızmıştır."24
Izutsu ise, "Kur'ân'da Allah ve İnsan" adlı araştırmasında, "Ca-hiliyye" hakkında; "Kur'ân'ın en önemli anahtar terimlerinden biridir." ifadesini kullanır. Ve şu izahta bulunur:
"Bu kelimeyi iyice anlamadan yeni dinin adı olan îslâm kavramının, Arapların dini düşünce tarihindeki yerini tayin edemeyiz... Cahi-liyye henüz tarihsel bir devir değil, kişisel bir sıfattır. Bu orijinal manada "CahİIiyye" kelimesi "İslâm'dan önce" diye tercüme edilemez, çünkü o, daha çok şimdiyi gösterir. Cahiliyye, sadece islâm'ın zuhurundan önceki devri ifade etmez; o, pozitif bir şeydir ve pozitif olarak "îslâmî" olana aykırıdır, insanın müslüman olmasından önceki hayatını belirtir. Hasılı ferdin hayatı islâm ile tam iki kısma bölünmüştür. Bu ana kadar o, bir cahil idi, bu andan itibaren ise bir müslimdir."25
"...Cahiliyye, gelip geçmiş bir tarihi dönem değildir. Belirli bir zaman aralığından ibaret değildir cahiliyye. Toplum islâm nizamından uzaklaştıkça yeniden ortaya çıkan bir durumdur. Geçmişte, günümüzde ve gelecekte bu böyledir...
Cahiliyye toplumu, islâm toplumunun dışında kalan her çeşit toplumdur! Objektif bir tarif yapmak istersek, deriz ki: Cahiliyye toplumu, yalnızca Allah'a kul olma esasına dayanmayan, bu esasa samimiyetle bağlanmayan her toplumun adıdır. Bu kulluk itikadı düşüncede, ibadet şekillerinde ve kanuni hükümlerde ortaya çıkar..."26
îslâm öncesi dönemde, Allah'ı layıkıyla tevhid edip ona yaraşır şekilde ibadet edilmeyişi ve sosyal hayatta, ilahi yasaların uygulanmamasından ötürü Mekke ve Medine'ye, "Daru'1-Şirk, Daru'l-Zulüm" denildiği göz önüne alındığında "Cahiliyye" kavramının neyi ifade ettiği daha bir netlik kazanır."27
içinde bulundukları sapıklığı, kitap ve hikmet öğretisiyle değiştirmeyi hedefleyen Allah (c.c):
"Çünkü ümmîîere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onlan temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler. "(Cum'a/2)
"Cahiliyye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?"(Maide/50, bkz. Al-i Imrân/145, Feth/26)
Allah Resulü {s.a.v.)'İn Akabe Biati ve bir çok biatte olduğu üzere ilk ve temel şartı "Allah (c.c.)'ye ibadette hiçbir şeyi ortak etmemek üzere... "buyurmuş olması da Cahİliyyeden islâm'a girişin neyi ifade ettiğini açık ve net olarak gösterir.
işte bu manadaki İslâm öncesi cahiliyye döneminde, öylesine tutarsızlıklar, saçma sapan inanışlar ve öylesine vahşiyane davranışlara rastlıyoruz ki; Islâmi bir terbiye, ilahi bir nizam, Rabbanî bir metodun dışında hiçbir beşeri gücün bu davranışları bir düzene sokup, adaleti tesis etmesinin mümkün olamayacağını görürüz.
"Cahiliyye" kavramına kısaca değindikten sonra, şimdi de îslâm öncesi Arap toplumuna, yani islâm mesajının gelmiş olduğu o günkü Cahiliyye toplumunun işleyişine bakalım. Kısaca inançları, kültürel hayatı, sosyal yaşantıları, kurumları ve bu kurumların işlevlerini -yüklenmiş oldukları misyon itibariyle- inceleyeceğiz. 28
Dostları ilə paylaş: |