Sürdürülebilirlik ilkesinin çizdiği genel çerçeveye uygun olarak, “sürdürülebilir kentleşme” yaklaşımı aşağıdaki temel konuları içermelidir (Wheeler 2004, 66-84):
-
Büyümenin denetlenmesi ve arazi kullanım planlaması
-
Kentsel tasarım
-
Konut
-
Ulaşım
-
Çevre koruma ve restorasyon
-
Enerji ve malzeme kullanımı
-
Yeşil mimarlık ve yapılaşma
-
Eşitlik ve çevresel adalet
-
Ekonomik gelişme
-
Nüfus
II.C.1. Büyümenin Denetlenmesi ve Arazi Kullanım Planlaması
Kentler geçtiğimiz yüzyılın başından bu yana olduğu hızla büyümeye devam etmemelidir; kentlerin büyümesi motorlu araç kullanımın artması, kirlilik, sıkışıklık, yaşam kalitesi, sosyal ayrışmayla ilgili sorunlara neden olmaktadır. Alt-kentler/banliyöler şeklinde yayılan alanlar pek çok yerlerde kırsal alanlarla birleşmeye başlamış ve buralarda konut ve ticaret gelişmeleri ortaya çıkmıştır. Bu nedenle “kompakt kent” formu özellikle nüfus yoğunluğunun düşük olduğu Kuzey Amerika ve Avustralya kentlerinde plancıların hedefi haline gelmiştir. Yayılan kent formları, çoğu kez kentlilere yürüme mesafesinde iyi konumdaki konut alanlarında, karşılayabilecekleri fiyatlarda kaliteli konut olanağı sunmamaktadır.
Kompakt kent formu, öncelikle var olan kentsel alanın kullanımını öngörmektedir (infill): kentsel alanlardaki boş alanların kullanımı, küçük ve/veya yıpranmakta olan binaların bulunduğu yeterince kullanılmamış alanların tekrar geliştirilmesi, var olan binaların rehabilitasyonu. Var olan kentsel alanın kullanılması Avrupa ve Asya bağlamlarında Amerika, Kanada ve Avustralya’da olduğundan daha problematiktir; çünkü kentler geleneksel olarak daha yoğun yapılaşmıştır ve tekrar geliştirilebilecek alan miktarı kısıtlıdır. Bazı yazarlar bu tür projelerin yeterli yeşil alandan yoksun olduğunu ve kentlerin sıkışmasına yol açtığı yönündeki kaygılarını ortaya koymaktadır. Ancak kentsel tasarımda vurgunun park, bahçe, ekosistemlere yapılmasının, bu kaygıları giderebileceği düşünülmektedir.
Büyümenin denetlenmesi, kentlerin dışarı doğru yayılmasının yavaşlatılması veya durdurulması; arazi kullanımının ulaşım sistemleriyle, ekolojik ve rekreasyonel gereksinimlerle ve var olan gelişmeyle uyumlu hale getirilmesidir (Wheeler 2004). Kentsel nüfusun kentin dışına doğru hareket etmesinin hem nedeni hem de sonucu olarak, özel araç sahipliliğin artması ve kamu taşımacılığından özel araç ile yolculuk türlerine geçiş gösterilebilir. Kentlerin dışarı doğru yayılması ile kentsel arazi büyürken, kişi başına düşen kat alanı da büyümektedir. Yayılan alana altyapı sağlanması maliyetli olmaktadır; ayrıca bu alanlara altyapı sağlanarak kaynak kullanımının etkinliği azalmaktadır; örneğin kişi başına gereken sokak uzunluğunun ve kanalizasyon sisteminin uzunluğunun artması gibi. Bu arada, büyümenin uygun sistemlerle denetlenmediği durumlarda, yeşil alanlar, biyoçeşitlilik ve diğer yerel değerler de tehdit edilmektedir
(http://www1.wspgroup.fi/lt/propolis/PROPOLIS_Final_100204.pdf, Erişim tarihi: Kasım 2007).
İyi bir arazi kullanım planlaması sadece istenen bir kent makroformunun sağlanması ile sınırlı değildir. Aynı zamanda farklı arazi kullanımları arasında denge sağlamak gerekir. Tek başına arazi-kullanım planlamasına odaklanmak, kentsel büyümenin yarattığı sorunları çözmek için yeterli değildir. Nüfus artışı ve tüketim konuları da dikkate alınmalıdır. Büyümenin kontrol edilmesi tartışmaları temelde arazi kullanım konularıyla kısıtlanmasına rağmen, bu temel konuların da irdelenmesi gerekmektedir (Wheeler 2004).
II.C.2. Kentsel Tasarım
Sürdürülebilir tasarım, ekonomik verimlilik ve kar elde etmeye değil, insani ve ekolojik değerlere dayalıdır. Yürünebilirlik, insan ölçeği, çeşitlilik, güçlü/canlı konut, işyeri, kamu tesislerinin varlığı temel unsurlardır. Sürdürülebilirliğin çevresel amaçlarını yerine getirmek için, tasarım; yerel iklimi, ekosistemleri, materyalleri, enerji, su ve kaynak akışlarını yansıtmalıdır. Böyle bir tasarım toplumları doğal peyzajla bütünleştirecek, otomobile olan bağımlılığı azaltacak, kaynakları daha etkin kullanacak ve yerin kimliğini ortaya çıkaracaktır.
II.C.3. Konut
Günümüzde nüfusun çoğu halen kötü barınma koşullarında yaşamaktadır. Konutların niteliksiz olmaları, bulundukları alanda altyapının yetersiz olması, pahalı olması, konut alanının konumu nedeniyle araca bağımlılığın yüksek olması gibi çeşitlenen sorunlar vardır. Çeşitli hükümet düzeyleri daha iyi konut alanları yaratılması için elverişli koşulların sağlanması rolünü üstlenebilir. Merkezi yönetimler finansman sağlanması, yapısal nitelik ve konut konusuna kamunun dahil olması konusunda genel ilkeler oluşturulmasında rol alabilir. Yerel yönetimler inşaatçılarla ve toplumla işbirliği yaparak, konut alanının mekanda iyi konumlandırılması, kaliteli inşa edilmesi, tasarım ilkeleri ve yapı kodlarını adapte edebilmesi konularını denetleyebilirler. Gerek merkezi gerek yerel yönetim birimleri, özel sektörün düşük gelir gruplarına yönelik de konut üretebilmeleri için teşvikte bulunabilirler. Konut alanlarının oluşturulmasında insanların ve ekolojini ihtiyaçlarını dengeli biçimde gözetmek önemlidir.
II.C.4. Ulaşım
Kentsel ulaşım, sürdürülebilirlik bakış açısı ile bakıldığında kentlerin en önemli özelliklerinden biridir. Bir yandan çevresel etkileri azaltma isteğinin, diğer yandan yüksek düzeyde erişebilirlik isteğinin sağlanması, kentsel ulaşım konusunda eşgüdümlü şekilde harakete geçmenin önemini vurgulamaktadır.
Kentsel ulaşım nedeniyle ortaya çıkan sorunlar arasında trafik sıkışıklığı, hava kirliliği, enerji tüketimi, gürültü sayılabilir. Ulaşım kaynaklı partiküllerin sağlık üzerindeki etkileri konusunda yoğun araştırmalar yapılmaktadır. Bu arada ulaşımın neden olduğu gürültü de pek çok kentte önemli bir sorundur. Ulaşım altyapısı ve motorlu trafik akışı, önemli oranda arazinin ulaşıma ayrılmasını gerektirmektedir. Ayrıca, yerel değerler (biyolojik, tarihi, kültürel, manzara özellikleri) altyapı tarafından tehdit edilebilmektedir.
Ulaşım sistemleri kentlerin formlarını ve niteliklerini belirlemede çok etkilidir. Elbetteki ulaşım altyapısı belli bir düzeye kadar gereklidir. Ancak günümüzde kentsel alanlar motorlu araçların baskısı altındadır: Yol ve park yeri alanına ayrılan arazi miktarı çok fazladır; banliyölere ve kentlerin çeperine erişimi sağlayan yol sistemleri tasarlamak gerekmektedir; çok amaçlı kamu mekanları otomobil trafiğine açılmıştır; gürültü ve kirlilik yaratılmaktadır; yürüme ve bisiklet kullanımı için uygun mekanlar çok kısıtlıdır; kamu güvenliği konusunda sorunlar vardır; ve tüm bu olumsuzluklarla yapılı çevrenin genel niteliği etkilenmektedir.
Motorlu araçlar ve insanların gereksinimleri arasındaki dengesizliği gidermenin yolu, araç kullanımından tamamen vazgeçmek değildir. Yapılması gereken araçların daha az kullanılması, en azından araçla seyahat edilen yol uzunluğunun hem mutlak olarak, hem de kişi başına azaltılmasıdır. Bunun sağlanabilmesi için üç konuda eyleme geçmek gerekmektedir:
-
Alternatif yolculuk türleri sağlanması: özellikle yürümenin, bisiklet kullanmanın ve toplu taşımın vurgulanması,
-
Arazi kullanım ve kentsel tasarım politikalarının, bu alternatif türleri desteleyecek ve insanların yapmak zorunda oldukları yolculuk sayısını ve uzunluğunu azaltacak şekilde değiştirilmesi,
-
Araç kullanımının sosyal ve ekonomik maliyetlerini; yakıt, yol kullanımı, park etme, motorlu araç, araç kaydı ücretlerine ekleyen ulaşım ücretlendirme reformu yapılması.
Sürdürülebilirliğin temel önceliklerinden biri insanlarla doğanın en iyi şekilde bir arada var olabilmesini sağlamaktır. Bunun için el değmemiş doğayı, türleri ve ekosistemleri korumak gerekmektedir. Diğer bir önemli konu, zarar gören çevrenin restore edilmesidir. Çevreye duyarlı endüstriyel süreçlerin standartlaştırılması da önemli bir konudur. Bu konuda 1996 yılında ISO 14001 adıyla bilinen uluslararası standartlar geliştirilmiştir.
“Kirleten öder.” stratejileri problematiktir. Bu stratejilerin amacı çevreye zarar veren eylemleri dizginlemek olmakla beraber, ilgili sanayi kuruluşlarının güçlü olduğu durumlarda, hayata geçirmek zordur.
Çevrenin restorasyonu çalışmaları; kent içindeki bozulmuş alanlarda veya ekosistemlerde tekrar ekim yapmak, faaliyet göstermeyen endüstriyel alanları temizlemek, sulak alanları restore etmek, vb. eylemleri içermektedir. Amaç, mevcut kentleri doğayla birleştirmek ve böylece buraları daha çekici ve yaşanabilir kılmaktır. Fakat bu tür çevresel restorasyon çabaları halen çok olgun düzeylere erişememiştir.
II.C.6. Enerji ve Malzeme Kullanımı
Enerjinin ve yenilenemeyen malzemelerin küresel ölçekte hızla tüketimi karşısında, kaynak kullanımında yeni bir yaklaşım oluşturulması sürdürülebilirliğin diğer bir temel bileşenidir. Bunun anlamı, atık malzemelerin tekrar kullanımı veya dönüştürülmesi ve toplam malzeme tüketiminin azaltılmasıdır. Sürdürülebilir kaynak kullanımın temek stratejileri; azaltma, yeniden kullanım ve geri dönüşümdür (reduction, reuse, recycling). Azaltma stratejisi ile, malzeme kullanımı azaltmak, daha az paketleme yapmak, var olan ürünleri korumak ve ömürlerini uzatmak, ürün yapımıyla ilgili sanayilerin atıklarını azaltmaktan söz edilmektedir. Yeniden kullanım stratejisi; ürünün aynı döngü içinde tekrar kullanımını ön görmektedir (Örneğin, cam şişelerin toplanması, içecek dağıtıcısında yıkanması ve içecek için tekrar kullanılması). Geri dönüşüm stratejisi ise, ürünlerin atık malzemelerden tekrar üretimini ön görmektedir (Örneğin, kağıtların toplanıp yeni kağıt ürünlerine dönüştürülmesi).
Bu stratejilere ek olarak, geri elde etme (atık depolama süreçlerinden enerji veya hammadde çıkarımı gibi), yeniden düşünme (yaşam tarzlarını ve tüketim kalıplarını) stratejileri de önemlidir. Geri elde etmeye örnek olarak, atık uygun maddelerden elektrik üretmek; yeniden düşünmeye örnek olarak ise bireylerin iyi bir yaşamın ne olduğuyla ilgili tanımlarını değiştirmeleri verilebilir. Wheeler, sözünü ettiği stratejileri, sürdürülebilir bir kentsel atık sistemi olarak aşağıdaki şemada özetlemektedir (2004, 79):
Azaltma
Yeniden düşünme
Hammadde Üretim Kullanım Atık
Yeniden kullanım
Geri Dönüşüm
Geri Elde Etme
Şema 1-Sürdürülebilir Bir Kentsel Atık Sistemi (Wheeler 2004)
II.C.7. Yeşil Mimarlık ve Yapılaşma
Binalar insanların doğayla olan ilişkisini belirlemektedir; bizleri ya suni ortamlarda doğadan soyutlar, ya da doğal ışığı, rüzgarı, iklimi, yerel kültürü dikkate alarak bizi doğayla bütünleştirir. Bazı mimarlar yeşil mimarlık ilkelerini benimsemektedir. Mimarlık ve inşaat, planlama alanı için uygun bir konu gibi görünmeyebilir; fakat binalar ve binaları çevreleyen peyzaj, kentlerin temel unsurlarındandır. Bu nedenle plancılar, mimarlar ve peyzaj mimarların birlikte çalışmaları, ekolojik tasarımın gelişebilmesi --bu alanda düzenlemeler yapmak, ilkeler geliştirmek-- açısından önemlidir.
II.C.8. Eşitlik ve Çevresel Adalet
Gelir grupları arasındaki eşitsizliğin kentlerdeki etkileri; sağlık, konut, eğitim, istihdam, temiz çevreye erişmede eşitsizlikler olarak ortaya çıkmaktadır. Ekonomik eşitsizlik konusunu çözümlemek kolay değildir. Plancılar için eşitliği sağlayabilmenin yolları, uygun fiyatlı konut üretimi, küçük ve yerel ölçekli iş olanakları yaratılması, yeterince temsil edilmeyen grupların seslerinin duyurulması gibi stratejiler geliştirmek olabilir. Çevresel adalet için de plancılar tarafından stratejiler geliştirilebilir: Halkı kirlilik ve toksik kimyasallar üreten sanayilere bağımlı olmaktan çıkarmak genel bir amaç olabilir. Halkın karar verme mekanizmalarına katılımı, yerel yönetimlerde şeffaflık, çeşitli grupların komisyonlarda ve kurullarda temsil edilmesi yönünde stratejiler izlemek de olanaklıdır.
Bu konudaki önemli bir alternatif, daha yerel ekonomilerin teşvik edilmesidir. Bunun anlamı tamamen kendine yeten yerleşimler oluşturmak değildir; ancak bir malın veya hizmetin yerelde üretilmesi daha mantıklı ise, bu yöntemin tercih edilmesidir.
II.C.10. Nüfus
Nüfus artışı, kaynak kullanımı, arazi kullanımı, yerel çevrenin korunması, eşitlik ve yaşam kalitesini etkileyen önemli bir faktördür. Pek çok gelişmekte olan ülkede, toplam nüfusun büyük bir bölümü ülkenin en büyük kentinde yaşamaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise genelde durum böyle değildir. Bu ülkelerde gelişmiş kentsel ağlar bulunmaktadır. Nüfusun büyük kentlerde yoğunlaşması sorunu özellikle Latin Amerika’da dikkat çekici düzeydedir; 13 ülkenin bulunduğu Latin Amerika’da ülke nüfuslarının % 20’den fazlası en büyük kentte yaşamaktadır. Dünyanın en büyük kentlerinde ve metropoliten alanlarında nüfusun artış hızı kentlerin çevrelerinde baskı yaratmakta ve sürdürülebilir kalkınmayı ciddi şekilde olumsuz olarak etkilemektedir (Cohen 2006). Nüfus sorunu ele alınırken, aile planlaması, göç, yoksulluk, kadının toplumdaki konumu konularının irdelenmesi de gerekmektedir.
Dostları ilə paylaş: |