2.3. Ahiret
“Ahiret” kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de 115 kez geçmektedir. Bunun üç tanesi hariç 112 si ölümle başlayan ebedi hayatı ifade etmektedir. Ahiret, ölümle başlayan berzah âlemini, kıyamet olayını, sıratı, cennet ve cehennem hayatını kapsayan geniş bir kavramdır. Ahirete inanmak, Allah'a, meleklere, kitaplara ve peygamberlere inanmak gibi imanın temel unsurlarındandır. Dolayısıyla âhirete inanmayan insan, imanın diğer rükünlerini de inkâr etmiş ve kâfir olmuş olur. Ahiret hayatı hem ruh hem de bedenle yaşanacağından, mümin sıfatını kazanabilmek için âhirete bu şekilde inanmak şarttır. Cennete ve cehenneme ilişkin bazı tasvirlerin dışında âhiret hayatının nasıl olduğu Kur'ân-ı Kerim'de çok ayrıntılı olarak açıklanmamıştır. Ahiretten Kur'ân'da 112 kez söz edilmiş olmasına ve ebediliğine rağmen onun böyle yarı kapalı tutulmuş bulunması, belki de dünyada sahip olduğumuz sınırlı duyu ve duygularla oraya ait olağanüstü şeyleri tam anlamıyla kavrayamayacağımızdandır. Örneğin cennetin tasviri yapılırken süt, şarap ve süzme bal ırmaklarından söz edilmektedir. (Muhammed 47/15). Dünyada da süt, şarap ve süzme bal vardır. Ancak bunların ırmak şeklinde akması dünyadaki kaynaklar ve şartlar bakımından imkansızdır. Keza cehennemde cezalandırılan inkarcılardan söz edilirken “...derileri piştikçe (yanıp dökülen cildin yerine) onlara başka deriler vereceğiz (...)” (Nisa: 4/56) denilmektedir. Demek ki buna rağmen cehennemdeki insan ölmeyecektir. Halbuki dünyada derisi soyulup dökülecek kadar yanan insanın yaşaması imkansızdır. İşte bu nedenle, dünyadaki sınırlı akıl ve duyularımızla pek kavrayamayacağımız, bu örneklere benzer âhiretin olağanüstü gerçeklerinden Allah Teâlâ ancak gaybın ipuçları olarak bu müteşabih bilgileri vermiştir. Kur'ân-ı Kerim'de daha çok hangi ilgilerle âhiretten söz edildiğine gelince bunu şu örneklerle özetlemek mümkündür: 1- Bakara Sûresi'nin 1-4 âyetlerinde: Gayba inanan, namaz kılan, Allah'ın verdiği mal ve serveti onun hoşnutluğu uğrunda harcayan, (Hz. Muhammed'e ve ondan önceki peygamberlere indirilen) vahye ve âhirete inanan kimselerden söz edilmekte ve Kur'ân-ı Kerim'in bunlar için yol gösterici olduğu ifade edilmektedir. Bundan çıkarılacak sonuç şudur: Bu sayılan beş şey arasında güçlü bir ilgi vardır. Bunlardan Allah ve melek gibi gaybî gerçeklere ve Allah elçilerine inen kitaplara inanmak, aynen âhirete inanmak gibi zâten imanın rükünlerindendir. Namaz kılmak ve zekât vermek de İslamın şartlarındandır. Dolayısıyla bunların hepsi imanın bütünlüğü içinde birer temel unsurdur. Allah ve melek gibi gaybî gerçeklere inanan insanın, âhirete inanmaması düşünülemez. Keza namaz kılan ve zekât veren insanın da mutlaka âhirete imanı vardır. İşte âhiret bu güçlü ilgi sebebiyle imanın diğer unsurları yanında ve onları tamamlayıcı olarak âyet-i kerimede yer almıştır. 2- Allah Teâlâ, bazı âyet-i kerimelerde, kötülük yapanların âhirette nasipsiz kalacağını, bazılarında da onların ağır şekilde cezalandırılacaklarını açıklamıştır. Ahiretin bu ilgiyle bir ceza yeri olduğu açıktır. Bu nedenle insanın, işlediği fiilerden daima sorumlu olacağı ve eğer bir kötülük yapmış, ancak pişman olmamışsa, ya da hak yemiş, ama zimmetini ibra ettirmemişse öldükten sonraki âlemde bunun hesabını vereceği ve hakettiği cezaya çarptırılacağı anlaşılmaktadır. Şirk, Allah'a isyan, imansızlık, nifak ve bir mümini kasten öldürmek gibi son derece ağır suçların âhirette cezası ebedi hüsrandır. Kur'ân-ı Kerim bunu açıkça ifade etmektedir. (Bakara 2/39, 2/217, Al-i İmran 3/116, Nisa 4/14, 4/48, Maide 5/80, A’raf 7/36, Tevbe 9/68, Nisa 4/93). Bundan ise günahkar müminlerin cezalarının geçici olacağı sonucu çıkmaktadır.
3- İman eden, iyi niyetle ve hayırlı faaliyetlerle bu dünyada Allah Teâlâ'nın hoşnutluğunu kazanan kimseler için de, âhiret ebedi bir mükafat yeridir. Kur'ân-ı Kerim'de buna ilişkin deliller çoktur. (Nisa 4/56)
Kur’an’da son gün anlamında yevmü’l-âhir şeklinde, dünya ile karşılaştırmalı olarak veya yalın halde geçer. Yalın halde el-âhire şeklinde kullanıldığı yerlerde ed-dâru’l-âhire tamlaması, yani “âhiret yurdu” anlamında olduğu veya âhiret hayatı demek olduğu kabul edilir. Bu kullanılış şekillerinden de anlaşılacağı gibi âhiret kavramı ile dünya kavramı arasında sıkı bir münasebet vardır. Kur’an-ı Kerim’de yüzden fazla terim ve deyim kullanılarak âhiret akidesi işlenir. Âhiretle ilgili âyetler hem Mekkî, hem de Medenî surelerde sık sık tekrarlanmaktadır. Bu tekrarın, konunun önemini vurgulamak, sorumluluk duygusunu pekiştirmek, dünya ile âhiret arasındaki psikolojik mesafeyi kısaltarak mü’minin ruhunu yüceltmek ve hayatını ebedîleştirmek gibi hedeflere yönelik olduğunu söylemek mümkündür. Bir çok surede kâinatın, özellikle insanın yaratılışından ve hayatın akışından bahseden âyetlerle âhiret hayatını tasvir eden âyetler yan yana yer almıştır. Kur’an’ın tasvirine göre dünya hayatı bir “oyun ve eğlence” bir “süs ve öğünüş”tür; “mal, evlat ve nüfuz yarışı”dır. Netice itibariyle o geçici bir faydalanış ve aldanış vesilesidir. Asıl hayat, âhiret hayatıdır. Gerçek anlamda huzur ve sükûn sadece ölümsüz âlemdedir.[5] Her ne kadar ölüm, geride kalanlar için acı ve hasret dolu bir olay ise de, imanlı gönüller için fânîlikten ebedîliğe geçişi sağlayan bir vasıtadır. O yüzden birçok âyette ölüm ve âhiret hayatı “buluşmak, sevdiğine kavuşmak” anlamındaki “lika (likaullah, likau’l-âhire) kelimesiyle ifade edilmiştir.
Asıl hayatın ikinci âlemde başlayacağına iman edenler, ölümün ebedî yokluk olmadığını kabul ederler. Henüz hayattayken, bu gerçek vatanın, baba yurdunun, sonsuz mutluluk hayatının özlemini duyar ve ona göre yaşarlar. Kur’an-ı Kerim’in âhireti ispat metodu, “nereden geldim, nereye gidiyorum?” sorusuna tatminkâr bir cevap bulmaya dayanır. Düşünen her insanın sormaya mecbur olduğu bu sorunun birinci kısmında, kendisine ve içinde yaşadığı tabiata hâkim, mutlak kudrete sahip bir yaratıcının varlığına inanan kimse, söz konusu sorunun ikinci kısmında da aynı düşünce tarzını devam ettirerek öbür âlemin ölümsüzlüğünü kolaylıkla benimser. Bundan dolayı Allah'a imanla âhiret gününe iman Kur’an’da sık sık ve birlikte zikredilmek suretiyle bunun ne kadar önemli bir ilke olduğuna dikkat çekilmiştir.
Dünyaya ilk gelişinde pek âciz bir canlı olan insan, hayatının daha sonraki devrelerinde fizyolojik ve psikolojik yönden gelişip tabiat içindeki en mükemmel varlık haline gelir. Ondaki ruhî ve fikrî gelişme devam ederek, fıtratındaki özellik ortaya çıkarak kendisinde ebediyet duygusu meydana getirir. İnsanın, iyi düşünmeden, ilk bakışta yok oluş (fenâ) gibi telakki ettiği ölümden korkması veya öbür âleme inanmayanlarla ona hazırlıklı olmayanların ölümden ürkmesi de bu ebediyet duygusuna bağlanabilir. O halde daha mükemmel ve ölümsüz bir âlem olan âhiretin varlığını benimsemek insanın tabii yaratılışında, fıtratında bulunan bir özelliktir. Ancak, dünya hayatının câzibesi, kişinin fıtratındaki ölümsüzlük duygusunu unutturup tabiatındaki seyri durdurabilir.
Dostları ilə paylaş: |