2.2. Sahabe Dönemi Tefsir Faaliyetleri
Kur'ân tefsirinin doğuşunda sahabe tefsirinin de önemli bir yeri vardır. Çünkü sahâbiler Kur’anın ilk muhatapları oldukları için Arap dilinin üslup ve inceliklini, Arap örf ve âdetlerini iyi bilen insanlardı. Aynı zamanda üstün idrâk gücü ve sarsılmaz bir imana sahiptiler. Ayrıca onlar eski Medeniyetlerin ve felsefi akımların tesirinden oldukça uzak yaşadıkları için zihinleri berrak ve dilleri fasihdi. Bundan dolayıdır ki, onlar, Kur'ân'ın maksat ve gayesini kavrayabiliyorlardı. Ancak anlayamadıkları ve açıklama ihtiyacı duydukları zaman da Resûlullah (sav)'a soruyor ve ondan doyurucu bilgiler alıyorlardı. Böylece sahâbiler yirmi küsur sene boyunca Kur'ân'ın inişini müşahede etmişler ve bu esnada meydana gelen olayları bizzat yaşamışlar ve kendi kudretleriyle ulaşamadıkları bilgileri de Hz. Peygamber'den nakil yoluyla alıp hem ilim, hem de imân konusunda belli bir olgunluğa erişmişlerdi. Her ne kadar Hz. Peygamber'in vefatıyla feyiz kaynakları kesildiği için söz konusu iki alanda da giderek bir zayıflık baş göstermeye başlamışsa da, Kur'ân'ın manasını anlama hususunda yine de insanların en kudretlisi onlardı.
Ancak şurası da bir gerçek ki, sahâbilerin hepsinin Kur'ân'ı aynı seviyede anladıklarını söylemek mümkün değildir. Çünkü onlar hem zekâ hem de ilmi elde etme imkânları bakımından farklıydılar. Meselâ, Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah İbn Abbâs ve Hz. Âişe gibi Kure'yş'in önde gelen ailelerine mensup olup, Arap dilinin üslup ve inceliklerini, eski Arap şiirini, Arap örf ve geleneklerini çok iyi bilenlerin yanında, kültür ve sosyal imkânlar bakımından bunlardan daha zayıf olanlar da vardı. Hatta bunlar arasında Selmân-ı Fârisi (v. 36/656) ve Bilâl-i Habeşî (v. 20/641) gibi Arap olmayanlar da mevcuttu. Bütün bunlara rağmen sahabenin ortaya koymuş olduğu tefsir kültürü, Kur'ân tefsirinin gelişmesi ve zenginliği açısından çok önemli bir yere sahiptir. Bu genel girişten sonra sahabe tefsirini, bazı başlıklar altında incelemeye çalışalım.
Hz. Peygamber (sav)'in vefatından sonra Kur'ân'ı tefsir etme durumunda kalan sahâbîler, herhangi bir âyeti tefsir ederken öncelikle Kur'ân'a, sonra da Resûlullah (sav)'ın sünnetine başvuruyorlardı. Her iki kaynakta da aradıklarını bulamazlarsa, o takdirde kendi içtihatlarıyla tefsir ederlerdi. İçtihadî tefsirlerinde de genel olarak ya da din olgusuna çok önem verirlerdi. Zira Kur'ân, kendi ana dilleriyle nazil olduğu için onun lafız ve terkiplerini ve bu terkiplerin inceliklerini elbette ki Peygamber (sav)'den sonra en iyi bilenler onlardı. Bu bakımdan sahâbiler yapmış oldukları dil tahlilleriyle Kur'ân'ı, daha sonraki nesillere ışık tutacak şekilde tefsir etmişlerdir.
Bunun dışında ashâb âyetleri, nüzul sebeplerini zikretmek, Kur'ân'ın nâsih ve mensûhuna yer vermek suretiyle açıklama cihetine gitmiştir. Onlar bazen de âyetleri ya tahsis yoluyla ya da tarihi bağlamına dikkat çekerek tefsir etme yolunu seçmişlerdir. Meselâ,
"Allah'ın nimetini nankörlüğe çevirenleri görmedin mi?..." âyetini İbn abbâs, "Onlar Mekke kâfirleridir" diyerek tahsis etmiştir.
"Hani onlar size üstünüzden ve alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözler kaymış, yürekler hançere'ye dayanmıştı..." âyeti hakkında da Hz. Âişe, "Bu olay Hendek gününde meydana gelmişti" demek suretiyle bahis konusu nassın anlattığı o şiddetli ve korkulu hâdisenin meydana geldiği tarihe işaret edip âyeti açıklamak istemiştir.
Ancak sahabe arasındaki zekâ, anlayış ilim ve kültür farklılığı, ayrıca sahâbilerden bir kısmının daima Hz. Peygamber'in yanında bulunma imkânına sahip olması, nüzul sebepleri, örf, âdet ve gelenekleri iyi bilenlerle bilmeyenler arasındaki farklılıklar, sahâbiler arasında azda olsa bazı ihtilâflara sebep olmuş âyetleri anlayışta içtihâd görüş ayrılıklarını meydana getirmişti.
Dostları ilə paylaş: |