PROF. DR. BERTİL EMRAH ODER – Şimdi, burada, zannediyorum şöyle de bir yaklaşım farklılığı var. Şimdi, bazı alanlarda yoğun çalıştığınız zaman bazı kavramlar size çok yerleşik gelir. Benim için “insan onuru” çok yerleşik bir kavram. Anayasa Mahkemesi de sadece katıksız hapiste değil, daha çok sosyal devlet içtihadında “İnsan onuruna yaraşır asgari bir yaşam standardı” ifadesi, sosyal devleti tanımlarken…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Özür diliyorum, makul hayat sürdürmeyi orada kastediyor gibi geliyor bana.
PROF. DR. BERTİL EMRAH ODER – Tabii, tabii, onu kastediyor…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Anayasa Mahkemesi onu kastediyor, başka bir şey yok. Onurdan onu anlıyor Anayasa Mahkemesi.
PROF. DR. BERTİL EMRAH ODER – Hayır, bir saniye…
Sizin gelmediğiniz bir aşamada ben anayasal içtihattan örnekler verdim, insan onurunun sadece bazı cezalar bakımından değil, aynı zamanda DNA bakımından, işte, kürtaj bakımından veya sosyal devlet bakımından da içtihatlarda somutlaştırıldığını söyledim. Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi sadece o anlamda kullanıyor şeklinde bir anlam çıkartmak mümkün değil, katıksız hapse ilişkin kararın sonucunu sevmeyebiliriz, beğenmeyebiliriz, ama orada bir tanım var, o tanım o evrensel standarda aslında uygun bir tanım.
Anayasalar bakımından ve aslında anayasa öğretisi bakımından “onur” diyelim, “haysiyet” diyelim, o ayrı bir tartışma konusu, “human dignity” veya “menschenwürde” olarak ifade edilen bu kavram yerleşik bir kavram. Yani bunu, şu anda Anayasa Uzlaşma Komisyonun bazı danışmanları veya teknik heyeti kendisi yaratmıyor sizin de ifade ettiğiniz gibi. Burada “dignity” eğer mutlaka daha güncel Türkçe kullanacaksak, saygınlık olabilir, insanın saygınlığı olabilir, haysiyeti de olabilir, onur da olabilir. Yani orada çok bir problem görmüyorum, ama şeref dediğiniz zaman onun karşılığı başka bir şey.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Ben demiyorum Alman Anayasası diyor.
PROF. DR. BERTİL EMRAH ODER – O öyle, çünkü o …dir, “reputation” olabilir, … olabilir, filan gibi, “honour”u kullanmaz, çünkü “honour” başka bir şey, yani “honour” daha dardır, kişiye ilişkindir.
Burada bazı metinlerde “insanlık onuru” diye geçer, dün Rıza Bey de konuşurken zaman zaman o ifadeyi kullandı, yani insan oluştan, insanlığa ait olmadan kaynaklanan onurdan söz edilebilir. Yerleşik olarak Türkçeye böyle çevrildiği için biz de bunu bu şekilde kullanıyoruz, yani öğretide kullanıyoruz, ama burada bence daha sıkıntılı bir durum var. Bu kavram sanıldığı gibi anayasal içtihatlar, karşılaştırmalı anayasa içtihatlarında geniş değil, statiktir tam tersine. Yani eğer özgül bir temel hak düzenlemesi varsa, Alman Anayasası bakımından 2’nci maddede böyledir, yani “maddi manevi kişiliği geliştirme hakkı”, ona gidilmesi gerekir. Yani gelişmiş veya ilişkin bir yargı kültüründe öncelikle özgül temel hak normuna odaklanması gerekir.
Dolayısıyla, yargıcın çok istisnai veya dinamik yorumu gerektirecek, örneğin bilişim alanı, yeni gelişmelerin çıktığı noktalarda farklı temel hak kategorilerinin içinden birtakım eklentiler yapılabilir. Yani zaten özgül bir temel hak kategorisi vardır, bunun insan onuruyla bir bağlantısı ister istemez vardır, oradan birtakım sonuç hak kategorileri çıkartmak söz konusu olabilir, ama özü itibarıyla bu kavramlar zaten geniş veya ucu bucağı olmayan, sizin belirttiğiniz kaygılar, yani bir terörist grubun beklentilerini tatmin edecek şekilde filan kullanmaması gereken kavramlar, ama öte yandan kamu düzeni, kamu yararı, bunlar da belki ileride çıkacak, genel ahlak, çoğaltabiliriz, bunların hepsinde yorum sorunları var. Yani bunların yorumunu belirleyecek olan anayasanın diğer normlarına göndermeler, yani sistematik yorum ve taraf olduğumuz uluslararası insan hakları sözleşmelerine uygun yorum olabilir.
Belirttiğiniz zaten kaygılara karşılık gelen uluslararası sözleşmeler yok ya da bazı konularda zaten Türkiye çekinceleri söz konusudur. Dolayısıyla, oradaki tartışmayı anlamakta açıkçası birazcık zorlanıyorum, ama “onur”du “haysiyet”ti, yani terim kavramı bakımından ayrı bir tartışma yapılabilir, onu takdir edebilir Anayasa Uzlaşma Komisyonu.
BAŞKAN – Evet, teşekkür ediyorum.
Arkadaşlar, şimdi biraz mesafe katedebilmek için, bir, terminoloji meselesini hiç tartışmayalım, çünkü ne kadar tartışırsak o zaman kaybı olacak. İki, bu bölümde anlamıyla ilgili son konuşmaları yapalım, ondan sonra bir beş dakika, on dakika ara verelim, o aradan sonra da biraz önce dile gelmiş olan diğer özgürlüklerle ilişkisi, sınırı, sınırın sınırı vesairesi, onu tartışalım.
AYLA AKAT ATA (Batman) – Tamam o zaman, ara verelim, çünkü benim de bahsettiğiniz konulara ilişkin olacak açıklamam. Anlam ve sınırı, o konuda, yani bir sonraki oturuma kalabilir Başkanım.
BAŞKAN – Tamam.
Yani bunun kötüye kullanılması, Yargıtay, yargısal aktivizme konu edilmesi ise…
O zaman sigara içmeyen arkadaşlarımızın bu özgürlüklerini tanıyalım.
Bir on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 11.10
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.35
------ 0 ------
BAŞKAN – Evet, değerli arkadaşlar, birinci bölümde kavram tartışmasını bir kenara bıraktığımız zaman, “insanlık onuru” diye tanımladığımız ibarenin anlamını toplantıya katılan siyasi partilerimiz ve danışmanları ifade ettiler.
Bu kapsam içerisinde, yapılacak olan anayasada yine kavram konusu bir kenara bırakılmak kaydıyla, insani değerleri ifade etme açısından, “insanlık onuru” diye bugün için ifade ettiğimiz hususun bulunması gerektiğine dair genel bir konsensüs hasıl olmuştur, bunun tarihî gelişmelerini de hep beraber dinledik.
Tabii, burada da, bu bölümde yapacağımız tartışmalarda da biraz verimli olsun diye ifade ediyorum, bu anayasa için, anayasayı biz bu ülkeye yapacağız, bu ülkenin vatandaşlarına yapacağız, bu ülkenin devlet çatısını oluşturacağız, bu ülkenin kamu yetkilerini kullanan, devletin organlarına ışık tutsun şeklinde bu ibareyi kullanacağız.
Şimdi, bu bölümde de birey olarak ifade edeceğimiz insanlık onurunun temel hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılması hâlindeki düşüncelerimizi tartışalım hep beraber.
Tabii ki Türkiye zor bir coğrafyada bulunmaktadır, her ülkenin de kendine göre bir zorluğu bulunmaktadır. Bu ülkede yaşayan vatandaşlarımızın maruz kaldığı tehditler vardır, maruz kalabileceği tehlikeler vardır, onların huzur ve refah içerisinde yaşamaları da korunması gereken bir değerdir, devletin de vatandaşlarını koruyan bir organ olarak, bu yetkilerini kullanırken maruz kalınacak tehlike ve tehditlere karşı alabileceği tedbirler çerçevesi içerisinde değerlendirmemiz lazım.
İşte, bu bölümdeki konuşmalarımız, tartışmalarımız bu çerçeve içerisinde yürütülürse herhâlde daha verimli bir çalışma yaparız.
Şimdi, sırayla arzu eden arkadaşlarımıza söz vereceğim.
Rıza Bey, buyurun.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Efendim, birkaç şey söyleyeceğim.
Bir tanesi Mustafa Hocanın da değindiği bir şey var. Dedi ki “Yeni hak ve özgürlükler var.” Yani bütün hak ve özgürlükleri kapsamıyor yapacağımız anayasa. Doğru, çünkü insan hakları devamlı genişleyen, devamlı artan, alanını genişleten bir kavram, dün olmayan bir yığın insan hakkı bugün artık sözleşmelere girmiş durumda, hele üçüncü kategori haklardan söz ediyorsak, yani artık insan hakları neredeyse zayıfı güçlüye karşı koruyan, her türlü hakkın söz edildiği bir şey. Onun için, bu kavram bundan sonra genişleyecek olan, bundan sonra getirilebilecek yeni hakların da temeli olacaktır, onları da kapsayacaktır, o bakımdan önemli.
“Anayasa Mahkemesinin yorumu nasıl olacak?” dedi kendileri. Tabii ki Anayasa Mahkemesi, şimdi, efendim, İnsan Hakları Mahkemesine göre çalışmak zorunda kalacak insan hakları bakımından, çünkü bireysel şikâyet hakkı kabul edildi anayasada, bireysel şikâyet hakkı kabul edilince, Anayasa Mahkemesinin etkili bir yargı, iç yargı yolu olup olmadığına karar verebilmesi için Strasbourg’daki mahkemenin, Anayasa Mahkemesinin o içtihada göre karar vermesi, o içtihadı göz önünde tutarak yorum yapması kaçınılmaz olacaktır. Onun için, insan hakları açısından hiç olmazsa Anayasa Mahkemesinin yorum alanı belirlenmiş durumdadır bugün, bireysel şikâyet hakkının kabul edilmesi dolayısıyla.
Endişe “Yargı aktivizmine yol açacak mıdır bu?” Yani insan hakları bakımından yargı aktivizmi arzu edilen bir şey tabii, çünkü gene, işte, Strasbourg Mahkemesinin içtihatlarını göz önünde tutacaksa Anayasa Mahkemesi, orada hep söylenen şey esas olan insan haklarıdır, istisna olan bunun sınırlandırılmasıdır. Sınırlandırma her zaman istisnadır ve oradaki yorum, her zaman amaca göre yorum yapılmasıdır esas olan. O amaca göre yorum nedeniyle İnsan Hakları Mahkemesi bir yargı aktivizmi içindedir gerçekten ve sözleşmede yazılı olmayan şeyleri içtihadına sokmuştur, kararlarına sokmuştur. O nedenle, insan hakları bakımından yargı aktivizminden korkmamak lazım.
Şimdi, efendim, öbür yandan da hocalarımızın biraz önce anlattıklarından bu kavramın ne kadar temel, ne kadar yerleşmiş, gerek uluslararası hukukta, hatta bizim hukukumuzda belirlenmiş, ne anlaşılması gerektiği açık olan bir kavram olduğunu anlıyoruz. Öbür taraftan masanın öbür tarafında oturan hocalarımızın da endişelerini anladım. O nedenle, acaba şöyle bir şey mi yapsak? Yani bir madde yazalım biz, “insan onuru” mu dersiniz, “insan haysiyeti” mi dersiniz…
BAŞKAN – Yani “insan onuru” zaten kullandığımız bir tabir, şimdi onu kullanalım, sonra ne yapacaksak yaparız.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani “insan haysiyeti” de diyebiliriz, o bakımdan bizim böyle ısrarlı bir tutumumuz yok. Maddeyi yazalım, ondan sonra maddenin gerekçesinde bunu yazalım, bu maddeye özel olarak. Her maddede bunu yapmamız gerekmez, ama bu maddeye özel olarak maddenin gerekçesinde yazalım ve o gerekçede bundan ne anlaşılması gerektiğini de söyleyelim. Yani maddeyi ve gerekçesini birlikte kabul edelim, bu madde için, böyle özel bir yöntem geliştirelim isterseniz. Bilmiyorum ne dersiniz? Benim teklifim bu yani.
BAŞKAN – Buyurun Hocam.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Ben, sayın vekilimin bu maddeye münhasır olmak üzere teklifinin çok olumlu olduğunu arz etmek istiyorum.
Bir de hani madde önerisi dediler, benim hemen elimde şöyle bir ifade var…
BAŞKAN – İsterseniz, bu sınır, sınırlama gibi konuları bitirelim, ondan sonra da maddelere geçelim, çünkü farklı düşünenler olabilir.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Madde metnini sonra ifade edelim diyorsanız, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Ama bu arada, tabii, zihnen madde metni ve gerekçesi konusunda da hazırlık yapmaya başlayalım.
Buyurun Ayla Hanım.
AYLA AKAT ATA (Batman) – Ben küçük bir şeye değinmek istiyorum.
Şimdi, öncelikle şunu belirtmek lazım, tabii ki temel hak ve özgürlüklerin kullanımı da sonsuz değil, bunu sınırlayan hükümler var, ama biz mesela o sınırlayan hükümlerin içerisine insan onuruyla ilgili düzenlememizi katamayız, bu işin doğasına aykırı. Mustafa Bey ifade etti, ben biraz şaşkınlıkla da karşıladım açıkçası, hani verelim ama diğer taraftan da alalım gibi, hiç yazmamakla eş değer olur. Zaten ortada mevcut Anayasa’mızda da var olan hükümler var. Tabii, hocamız ifade etti, hani, kamu güvenliğinden tutalım, genel adaba, ahlaka, sağlığa, genel sağlığa kadar birçok sınırlama hükmü var, vesaire, ama zaten o sınırlamanın boyutunu da çizen bir sınır olarak öngörüyoruz insanlık onurunu, bu sınırlar konulurken de insanlık onuru korunabilmelidir diye değerlendiriyoruz.
Diğer bir boyutu, şu yargı aktivizmini, hocam dedi ki “Olumsuz olursa…” Hani, şimdi ben olumsuz olanı düşünüyorum ki en olumsuz olan bile, yani biz temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesini bir olumsuz duruma yol açması ihtimali üzerinden değil de aksine var olan sorunların kaynağında yer alan hak ve özgürlük taleplerinin cevap bulması durumunda, zaten sorunları aşan bir pozisyonda değerlendiriyoruz. Bu sınırın genişletilmesi çok da konuyu daraltan, olumsuz bir noktaya getiren değil, sorun çözme, süreci başlatma ve içini doldurma amaçlı değerlendirilebilir.
Başta size bir atıfta bulundum, hani “Olumsuz olursa…” dediniz ya, hocamın ifade ettiğine, yargı aktivitesi için olumsuz olursa… Biz olumlu olanın dışında, zaten bunu olumsuzdan değerlendirmek, temel hak ve özgürlük kavramının belki mantığına da aykırı, felsefesine de aykırı.
Bu sürecin tamamlanması açısından değerlendirirsek, özgürlüklerin genişletilmesi asla ve asla ne bir anarşik duruma ne bir kaosa neden olmayacaktır, aksine bu önlemin alınmasının temel mantığı, zaten var olan bir kaos durumu varsa bunun çözümüne hizmet edecek tarzda yorumlanmalıdır. Kaldı ki en önemlisi şu an bireysel başvuru hakkı tanınmış olması itibarıyla, Anayasa Mahkemesinin burada sayısız insan hakları belgesi var ve bu belgelerin tamamında da “insan onuru” kavramı geçiyor ve Türkiye zaten Anayasa’nın 90’ıncı maddesi itibarıyla bunlarla bağlı durumda, her ne kadar uygulamasa da bağlı durumda. Ama şu an itibarıyla, bireysel başvuru hakkı tanınmış olması itibarıyla, bu sürecin başlamasıyla beraber Anayasa Mahkemesinin kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin açığa çıkarmış olduğu kararlarla da bir uyumluluk arz edecektir. Yani bu aktiviteyi baştan olumsuz değerlendirmeyi çok doğru bulmuyorum, aksine var olan sürecin, şu anayasa yapım sürecinin ve özellikle de temel hak ve özgürlükler açısından atılacak adımların, yapılacak yeni düzenlemelerin var olan kaos durumunu aşmaya hizmet edeceğinin tekrar altını çizmek gerektiğini düşünüyorum.
Teşekkürler.
BAŞKAN – Peki, ben teşekkür ederim.
Buyurun Özgür Hanım.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Ben çok olumlu bir tartışma devam ettiğini düşünüyorum, kaygılar da son derece anlaşılır kaygılar, yani burada ifade edilen tartışmaların hepsi benim için çok anlamlı. Ben sadece birkaç noktanın altını çizmek istiyorum.
Bir tanesi, “insan onuru” kavramı gerçekten temel uluslararası insan hakları sözleşmelerinin ve İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılan anayasaların büyük birçoğunda aslında anlamı belirgin bir biçimde yerleşmiş bir kavram. Örneğin üçüncü kuşak hakları için bu söylediğiniz tartışma daha yapılabilir bir tartışma. Neyi içeriyor tam olarak mesela? Diyelim minimum geçim standardı tam olarak neyi içeriyor? Efendim, vatandaşlık geliri mi, asgari ücret mi, işsizlik hakkı mı, orada bir dizi teorik, doktriner, içtihat temelli giden tartışma var ama, “insan onuru” kavramı, gerçekten bu diğer üçüncü kuşak örneğindeki yeni haklara göre daha eski, daha yerleşik, hocamızın söylediği gibi neredeyse statik olarak aslında uluslararası içtihatlarda ve insan hakları temel metinlerinde geçen bir kavram.
Dolayısıyla, bu bir çekirdek, insan olmaktan doğan, dokunulamaz, işte, devredilemez, vesaire. Aslında doğal haklar kuramının temel felsefesinin cisimleşmiş, billurlaşmış bir maddesi. O açıdan, hani, bu kadar kaygı yaratacak, bu kadar kötüye kullanımı, istismarı konu olabilecek bir temel hak, çekirdek kavramı gibi gelmiyor doğrusu bana, genel, 1950 sonrası insan hakkı literatürünün gelişimine bakarsak.
İkinci bir şey, AK PARTİ’den sayın danışmanımızın altını çizdiği bir şey, onu ben çok doğru buluyorum ve bir kez daha vurgulamak istiyorum. Sembolik önemine değindi sayın danışmanımız. Yani “insan onuru” kavramının, sizin söylediğiniz, o çok önemli. Yani yeni anayasa, işte, daha önceki darbe anayasalarından bir kopuş vesaire toplumsal talebinin hukuki ve siyasi karşılığını ifade etmesi, kristalize etmesi bakımından çok çok önemli bir vurgu olduğunu düşünüyorum, onun bir daha bir altını çizmek istedim. Yani bu açılış, daha önceki devlet merkezli, hakları, özgürlükleri sayan ama hemen arkasından ama’yla onun kısıtlarını getiren Türkiye'deki daha dar anayasacılık felsefesine temelden bir itirazı ifade edecektir, o açıdan sembolik anlamı çok önemlidir diye düşünüyorum.
Sayın vekilim de ifade etti, yani Türkiye toplumunun, demokrasi kültürünün bugün gelmiş olduğu birikim, demokrasi kültürü vesaire bunlar hakların genişlemesiyle birlikte kaosa gitmekten ziyade, farklı farklı toplumsal kesimler kendilerini daha rahat ifade edecekleri için, bence belirli bir demokratik mücadele geleneğini besleyecek bir şeydir. Bu tartışmayı, aslında, sizin sözünü ettiğiniz kaygıları konuşacağımız bir dizi temel hak ve özgürlükte yaşayacağız.
Burada iki tane temel yaklaşımdan söz edebiliriz bence. Bir tanesi, daha Türkiye toplumunun sui generis özelliklerini vurgulayan, yani kendine has özelliklerini vurgulayan ve daha defansif diyebileceğimiz bir yaklaşım. Bir diğeri ise Türkiye toplumunun da dünyanın demokratik diğer topluluklarının oluşturduğu büyük ailenin bir parçası olduğunu vurgulayan, daha öz güvenli ve evrensel insan hak ve özgürlükleri metinlerinin temellerinin, ilkelerinin burada uygulanmasının bir sorundan çok demokrasinin genişlemesine hizmet edecek bir yaklaşım olduğunu söylemek.
Bu iki farklı anayasa yaklaşımı. Ben aslında buradaki bütün topluluğun ikincisine daha yakın olduğunu, ikincisinden daha yana olduğunu, göründüğünü düşünüyorum. Dolayısıyla, “insan onuru” tartışmasını belki bu bağlamda bir daha düşünmekte fayda var.
Teşekkürler.
BAŞKAN – Evet, ben teşekkür ederim.
Buyurun Hocam.
PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, sizin az önce sorduğunuz soru bağlamında bir endişe, işte, insan onurundan hareketle, sözgelimi ayaklanma durumunda insan onuru kavramıyla nasıl ilişkilendirmek mümkün?
Gerek doktrindeki ifade tarzıyla, adlanış şekliyle gerekse de yargı uygulamalarında insan onuru kolektif bir hakka imkân verecek şekilde yorumlanmıyor. Yani bu Türkiye'de de böyle, mukayeseli ülke örneklerinde de böyle. Dolayısıyla, bu bence çok şey bir endişe değildir, ama bunu yine de, Rıza Beyin söylemiş olduğu gerekçeyi de bu maddede yazalım önerisinden hareketle, gerekçede de özellikle vurgularız, bu biçimdeki endişeleri de devre dışı bırakmış olabiliriz, böyle bir durum olabilir, ama kesinlikle benim kanaatim de o, insan onuru kişiyle alakalı olan bir meseledir. Bu önemli bir nokta.
Bir de “onur” ve “haysiyet.” Şimdi, Alman Anayasası’nda da öyle kullanılıyor. Kelimelerin etimolojik kökenine de baktığımızda da Mustafa Beyin söylediği gibi, onuru ve haysiyeti birlikte kullanmanın daha isabetli olacağı kanaatindeyim ben.
Bir diğer nokta şu: Sınırlamada onur. Yani sınırlama nedeni değildir onur. Yani konulur mu konulmaz mı onu bilmiyorum ama, sınırlamada en fazla nereye kadar sınırlanır? İşte, onura dokunulabilir mi? Sözgelimi şunu belki de ileride temel hak ve hürriyetlerin, olağanüstü dönemde tabi olacağı rejimden bahsederken, insan onuruna olağanüstü dönemlerde dahi dokunulamaz. Yani biz bunu sınırlamanın sınırı olarak öneriyoruz, arada çok önemli bir farklılık var. O bir güvence unsurudur ve insan onurunu daha etkin bir şekilde korumaktadır.
Bir diğer nokta da şu: Mahkemelere bu kadar geniş bir alan bırakacak mıyız? Evet, bırakmak zorundayız. Yani bu insan onurunda da öyle olacak, hukuk devletinde de, başka konularda da olacaktır, ama mahkemeler de sosyal boşlukta çalışmıyorlar, bu bir.
İkincisi, sadece sözgelimi bir insan onurunu alıp da yorumu öyle yapsa ideal bir bağlamda tamam da, diyelim sakıncalı yapmak gibi bir durum. Biz ideale yakın bir anayasa yapmaya çalışacağız. Dolayısıyla, diğer maddelerde de insan onuruyla çelişecek değil, tam aksine onu destekleyecek hükümler olacak. Ee, bu durumda da yine de o bahsedilen yargısal aktivizmi sergilerse, yani zaten sergiliyor mahkeme bunu, bu bir ciddi sıkıntı ama, burada oluşumu falan önemli hâle geliyor, üyelerin nitelikleri önemli hâle geliyor, belki o zaman Anayasa Mahkemesinden bahsederken üyelerin niteliklerini belirleme noktasında, anayasa koyucu, bu kurucu meclise biraz daha fazla görev düşüyor, ama mahkemelere bunu bırakmak zorundayız, çünkü her şeyi detaylı bir şekilde anayasada düzenlemek mümkün değildir, Anayasa Mahkemesinin işlevine uygun karar vermesini bekleyeceğiz, yapılacak çok fazla da bir şey yok bu konuda. Var da yani bu bağlamda yok.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Anladım.
Peki, ben teşekkür ediyorum.
Buyurun Hocam.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Ben, özellikle tabii ki biraz önce arkadaşımızın da ifade ettiği gibi, tartışmaların çok seviyeli ve gerçekten çok yararlı bir süreçte devam ettiğine inanıyorum. Kişi onuru kavramının ele alınmasında, özellikle bu kavramın insan hakkı bağlamında kişisel hürriyetleri esas alan bir yaklaşım ortaya koyduğunu, herhangi bir kolektif hak söyleminde bu kavramın bir gerekçe veya bir kaynaklık teşkil edebilmesinin mümkün olmadığını, eğer genel kabul olarak ortaya koymuşsak zaten sorun yok, çünkü hepimizin ifade ettiği gibi, biz kişi odaklı bir anayasa yapmak istiyorsak ve bu kişi onurundan, haysiyetinden kastımız, ferdin bu anlamdaki kişisel onur ve haysiyeti ise ve bununla ilgili olarak herhangi bir kolektif duruş veya faaliyetin bu kapsamda değerlendirilmesinin mümkün olmayacağı anlayışı ise, buna kimsenin karşı çıkması zaten söz konusu değildir. O yönüyle bir yaklaşımı tabii ki kabul etmek mümkündür, o manada ben şurada bir şeyler yazdım, eğer arkadaşlar tekliflerini sunacak olurlarsa ben de onu arz edebilirim.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum.
PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ – Çok kısa bir şey ekleyebilir miyim?
Şimdi, az önce söylediğimiz Alman Anayasası’nda da “insan onuru” ve “haysiyeti” kullanılıyor, bu Türkçe tercümesinde böyle, sağ olsun Rıza Bey verdiler, “human dignity” diyor sadece, “insan onuru” diyor anayasa metninde, ama ben şahsen ona rağmen, Türkiye'de onur ve haysiyetin farklı anlamları dolayısıyla ikisinin yine de birlikte olması gerektiği kanaatindeyim, ama tercümede…
BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim Hocam.
PROF. DR. BERTİL EMRAH ODER – Bir şey de ben ekleyebilir miyim?
Tabii, bu meselede insan onurunun korunmasında biz hep devlet odaklı düşünüyoruz, ama insan onuruna yönelik ihlallerde artık sadece devlet değil, devlet dışı aktörler diye tanımladığımız unsurlar, bunun içine terörist gruplar girebilir, çok değişik türde gruplar girebilir, örneğin bazı dinsel tarikatlar, Scientology adındaki bir tarikat için de aynı şey söylenebiliyor. Dolayısıyla, yani sadece devlet değil, devlet dışı aktörlere karşı da insan onurunun korunması bir zorunluluk.
Onur ve haysiyet diye birlikte kullanılacak mı bilemiyorum ama, acaba o da mı karışıklığa yol açar, yanlış algılamalara yol açar mı çok emin olamıyorum.
BAŞKAN – İsterseniz dille uğraşmayalım bugün.
PROF. DR. BERTİL EMRAH ODER – Dili sona bıraktık ama, tek bir şeydir, yani Almancada da, İngilizcede “human dignity”, “menschenwürde”de falan belki hiç işin içine karıştırmamakta fayda var, çünkü “onur” da dediğiniz zaman, belki, hani yargısal uygulamalarda veya yasama somutlaştırmalarında ileride bu namus gibi mi algılanır, emin olamıyorum şimdi. Siz böyle kaygılar ileri sürünce, insanın aklına başka kaygılar, çünkü “honour crimes”tır, namus cinayetlerinin de İngilizcesi “honour crimes”tır yani. Acaba oradaki o onur başka türlü mü algılanır, çünkü bizim yerleşik algımız o şekilde değildir…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Siz bizden daha ileri gittiniz Hocam.
PROF. DR. BERTİL EMRAH ODER – Yani bu tarz tartışmaları ileri götürürsek, böyle mi gider, hiç istemediğimiz sonuçlar mı doğurur acaba, ben onurumu koruyorum, diye birtakım kişilerin başkalarının aslında insan onuruna yönelik saldırılarını meşrulaştırma aracı mı olur diye de bir kaygı doğdu açıkçası zihnimde, bunları tabii engelleyecek bir dil tartışması belki ötelemekte fayda olur diye düşünüyorum. Belki birkaç seçenek yazılabilir.
BAŞKAN – Efendim, söz talebi?
PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ – Ben sadece “onur” ve “haysiyet”in, ikisinin Türkçede, Mustafa Beyin de söylediği üzere, farklı bazı vurgular yapması nedeniyle birlikte kullanılmasının daha isabetli olacağını düşünüyoruz.
BAŞKAN – Anladım.
Peki, teşekkür ediyorum.
Hocam, yine dil meselesini bir kenara bırakırsak, sanıyorum en ciddi tartışma alanını en iyi bir sonuca ulaştırabileceğimizi ben ümit olarak ifade ediyor ve şöyle toparlamaya çalışıyorum aldığım notlarla.
Bir, bu anayasa insan odaklı olacağına göre, insanın bireyin, özgürlük alanlarını genişleteceğine göre, onun şerefini, haysiyetini, onurunu vesairesini bu anayasaya yazalım diyoruz. Burada bir tereddüt var mı? Yok değil mi, hepimiz “evet” diyoruz.
Dostları ilə paylaş: |