Tbmm tutanak Hizmetleri Başkanlığı



Yüklə 414,74 Kb.
səhifə2/9
tarix04.11.2017
ölçüsü414,74 Kb.
#30485
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Son dönemdeki tartışmalarla ilgili zaten bu DNA’lar, biyoetik vesaire eklendi. Ben buna iki tane, gene, biri tarihsel biri görece daha yeni tartışmayı ekleyeceğim. Köleliğin kaldırılmasıyla ilgili, “abolitionist” denilen şeylerde, anayasacılık geleneğinde, metinlerde en çok referans verilen, gene girişte özellikle altı çizilen kavram “insan onuru” kavramı.

Bir diğer mesele de kürtaj hakkı tartışmalarında, özellikle Kadın Kurtuluş Hareketinin yürüttüğü tartışmalarda, en çok da Latin Amerika ülkelerinde doktriner ve argümantatif olarak ileri sürülen kavramlardan biri “insan onuru” kavramı.

Teşekkür ederim.

FARUK BAL (Konya) – Evet, ben teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben, dün konuşmuştum bununla ilgili.

FARUK BAL (Konya) – Buyurun hocam.

PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ – Şimdi ben de birkaç şey söyleyeyim, bu insan onuruyla ilgili olarak.

Gerçekten, bu insan onurunun tarihsel süreçte, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki anayasalarda çok yoğun bir şekilde ve uluslararası insan hakları belgelerinde kullanılmaya başlanması kayda değer ve maalesef bizim, ne 61 Anayasası’nda ne de 82 Anayasası’nda öyle, Anayasa’nın ilk maddelerinde yer almış bir kavram değil. O nedenle, yeni anayasada yer alması gerçekten önemli olacak çünkü devlet birey ilişkisinde bireyi ön plana çıkaran bir anayasa yapma düşüncesinden dolayı.

Şimdi, elliden fazla ülke var, insan onuruna, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yer veren. Birleşmiş Milletlerin insan hakları belgelerinin tümünde var, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nda ve Avrupa Birliği Anayasası’nda dolayısıyla var. Bu anayasacılık mücadelesinde insanın, esasında, bir özne olmasının doğal bir sonucudur insan onuru. Dolayısıyla merkezî, sembol bir kavramdır. Evet, bir sürü haklar bundan türetilebilir ama onun ötesinde, sembolik anlamı olan bir kavram. Bu yönüyle birlikte de anayasanın ilk maddesinde olması bence fevkalade önemlidir ve bunun iki boyutu vardır. Birinci boyutta, devletin, insanın, insan olması hasebiyle sahip olduğu bütün hakları koruması zorunluluğu vardır yani negatif statü hakları olarak söylenen hakları koruması zorunluluğu vardır; ikinci boyutunda da onurlu bir yaşam sürdürebilmesi için ve belki işte, maddi ve manevi varlığının geliştirilmesi için devletin yapması gereken şeyler vardır yani pozitif yükümlülükler vardır burada, sosyal haklar vesaire gibi. Maddi ve manevi varlığı geliştirme olarak karşılanabilir mi? Bence ondan daha geniş bir kavramdır. İnsan onurunun içerisinde, maddi ve manevi varlığı geliştirme var ama insan onuru, ondan daha fazla şeyler kapsıyor, vurguluyor, ifade ediyor; o nedenle “insan onuru” diye belirtilmesinde fayda var.

Şimdi, şöyle bir durum da var: Değişik ülkelerden ve Türkiye’den örnekler verildi. Neticede bu hakkı göz önünde tutarak Anayasa Mahkemesi veya diğer yüksek mahkemeler nasıl kararlar verebilirler? Burada mahkemelerin yaklaşımı çok önemlidir. Az önce Bertil Hanım bahsettiler, Anayasa Mahkemesinin 65 tarihli kararında, evet, vurguladı insan onurunu falan ama çok komik de bir sonuca ulaştı orada. Şöyle diyor: Katıksız hapis cezasıyla ilgili olarak yani Askerî Ceza Kanunu’nda katıksız hapis cezası var, bunun Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülüyor. İnsan onuruna aykırı bulmuyor bunu ve şöyle diyor: “Milletin…” Yani, bunu Anayasa Mahkemesinin böyle bölüm yapması garip bir şey. Milletin ekmeği zor bulduğu bir dönemde, yani böyle ekmekler bulan bir kişinin, tabiri caizse, bundan dolayı onurunun kırıldığı düşünülemez. Bu, işte, bizim Anayasa Mahkemesinin yaklaşımını gösteriyor, öte yandan da Federal Alman Anayasa Mahkemesinin yaklaşımını gösteriyor ama aynı Anayasa Mahkemesi, neyse ki -zannedersem 2000’li yıllarda- bir karar verdi. Askerî Ceza Kanunu’nda, yine, rütbenin kıtanın huzurunda sökülmesiyle ilgili bir ceza var, “Bu, milletin gözü önünde bu işin yapılması sonucunu doğuruyor, dolayısıyla da insan onurunu kıracak bir muameledir.” diyor ve bunu da çok şükür ki Anayasa’ya aykırı buldu ve iptal etti.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Orada hiçbir yorum yok yalnız, tanım yok.

PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ – Ama, yani, işte burada, uygulama çok önemli fakat biz, uygulamaya bakarak, “Bu uygulama kötü olabilir, onun için Anayasa’ya koymayalım.” demememiz gerekiyor. Zaten biz şahsen Anayasa Mahkemesinin özgürlüklerin güvencesi bir kurum olmasını düşünüyoruz. Onun için, sembolik açıdan ve yine insan haklarının önemi açısından 1’inci maddesinde bu şekilde ama “insan onuru” olmaz, “haysiyeti” vesaire farklı şekilde olabilir -o, Komisyonun takdirindedir- yer almasının isabetli olacağı kanaatindeyiz.

FARUK BAL (Konya) – Buyurun.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli arkadaşlar; şimdi, ben, tabii konunun üzerinde, mahiyetiyle ilgili değil de dünkü tartışmalardan hareketle, problemli olacağını düşündüğüm iki boyut üzerinde konuşmak istiyorum.

Birincisi: Şimdi, Anayasa’da bu insan onuruyla ilgili bir madde diyelim olacak. 1’inci madde, temel haklar ve hürriyetlerle ilgili, bir de temel hak ve hürriyetler sayılmış olacak. Şimdi, burada, acaba, Anayasa’da temel hak ve hürriyetler somutlaştırılmış olan temel hak ve hürriyetlerden farklı olarak insan onuruyla ilgili olan bu madde başlı başına bir referans teşkil edecek mi, etmeyecek mi? Ben, sanıyorum, söylenmemiş sorunlardan birisi bu. Edecek elbette çünkü zaten bir açıdan amacımız da bu. Mademki –aslında bunda mutabıkız da- belki 2’nci maddede de bu temel hak ve hürriyetlerin kaynağı, niteliğiyle ilgili maddede “Temel hak ve hürriyetler Anayasa’da sayılanlardan ibaret değildir.” diyoruz zaten. Peki, değilse bunu neye dayandırabiliriz biz? İşte, burada, işte, insan onuruna bunu dayandıracağız, belki doğal hukuka dayandıracağız. Bu açıdan, bu maddenin, o somutlaşmış olan temel hak ve hürriyetlerin dışında, başka temel hak ve hürriyetler için başlı başına bir referans teşkil edeceğini söylemek gerekir.

İkinci husus: Bununla bağlantılı olarak, peki, bu, acaba, devletin bazı temel görevlerini, işte, güvenlik gibi, yargılama gibi temel görevlerini yapmasına engel teşkil edebilecek bir şekilde yorumlanabilir mi? Tabii, burada yani anayasayı tabii, bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasıyla ilgili ayrı bir maddemiz var, bu kapsamda. Dolayısıyla, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasıyla ilgili bu madde sadece somutlaşmış olan temel hak ve hürriyetlere değil, aynı zamanda, bu insan onuru maddesinden kaynaklanacak olan, onun yorumlanmasıyla çıkartılacak olan, anayasada bizzat yer almayan temel hak ve hürriyetler için de bir sınırlama maddesi oluyor o madde. Dolayısıyla bununla ilgili yapılan düzenlemeler, kanunlar, getirilecek kanunla olacak bu düzenlemeler, sınırlama düzenlemeleri, onlar için de bir referans olacak madde var. Dolayısıyla, burada, insan onuruyla ilgili bu maddenin tamamen bir, bu anlamda, hani sizin ifade ettiğiniz, dün Oktay Bey’in ifade ettiği sakıncalar açısından bence bir problem teşkil edecek bir yönü yok, bütün olarak değerlendirdiğimizde, temel hak ve hürriyetlerle ilgili bu bölümü. Evet, bu, anayasada yer almayan temel hak ve hürriyetler bakımından genişletici yoruma imkân veren bir referans maddesidir fakat bu, tamamen tabii, keyfîliği, serbestliği sağlayacak bir şey değil.

Üçüncü husus: Anayasa Mahkemesi bunu acaba nasıl yorumlar konusu. Onu tabii bilemiyoruz. İşte, az önce Bertil Hanım, oradaki tanımlardan olumlu olarak söz etti. Yusuf Şevki Bey, vardığı sonuç…

PROF. DR. BERTİL EMRAH ODER – Sonuç olumlu değil ama tanımlama…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hayır, sonuçtan siz bahsetmediniz, Yusuf Bey de sonuçtan bahsettiler yani Mahkeme, bunu öyle yorumlayıp böyle bir sonuca da varabilir, belki onu farklı yorumlayıp, olumsuz yorumlayıp olumlu bir sonuca da varabiliyor zaman zaman. Mahkemeyi tayin bakımından tabii bir şey söylemek mümkün değil. Biraz konjonktürle ilgili olabiliyor. Burada tabii, mahkemenin yapısıyla ilgili kararlarının çerçevesini anayasada doğru bir biçimde belirlediğimizde, bunu sıfırlamak mümkün değil, sonuçta mahkemeye yorum yetkisi veriyoruz ama bunu daha bir objektif bir temele oturtacak belki bazı şeyler düşünebiliriz.

Kısaca bunlar…

FARUK BAL (Konya) – İzninizle, birkaç cümle de ben söyleyeyim de ondan sonra, daha böyle, çerçeve içerisinde tutabiliriz.

Hasan Hoca da hazırlık yaptı, ona da söz vereceğim ama ben birkaç cümleyle çerçevelemek istiyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bir anayasa yapma hazırlığındayız. Hepimiz halis niyetliyiz. Bu ülkenin vatandaşlarına, özgürlük alanlarını en geniş ve en derin anlamda genişletebilecek bir anayasa yapma konusunda hepimiz aşağı yukarı hemfikiriz. Burada bir tereddüt yok. Bu anayasa, aynı zamanda, bu devlete de bir şekil verecektir. Dolayısıyla devlet ile vatandaş ilişkilerini de düzenleyen bir anayasa olacaktır. Bu devlet hepimizin devleti, bu vatandaşlar da hepimizin vatandaşı.

Şimdi, burada, bizi endişeye düşüren husus şu: Elbette ki -buna ideolojik bir anlam yüklemeyin- ideolojik bir anlam yüklense bile, milliyetçilik fikri, milletin ferdini esas alan bir fikirdir ve dolayısıyla onun özgürlük alanlarını genişleten bir ideolojik perspektifi vardır. Yani, milletimizin her ferdine, özgürlük alanını genişletecek ve derinleştirecek bir felsefi bakışı da vardır. Burada sorun şu: Temel hak ve hürriyetlerini sınırlandırmak ve sınırın sınırını koymak. Temel hak ve hürriyetleri sınırlandırırken karşımıza, Almanya’da çıktığı gibi, Türkiye’de de çıktığı gibi, “yargı aktivisti” diye tanımladığımız ve pek çoğumuzun veya hepimizin arzu etmeyeceği alanlara bu tabir dayanak teşkil edilerek bir maceraya sürüklenmesi Türkiye'nin. Tabii ki buna hepimiz bir tedbir almamız lazım. Bu ülke hepimizin ülkesi olması lazım.

Şimdi, “insan onuru” dediğimiz kavrama, Sayın Hocamın ifade ettiği, benim de talebelik yıllarımdan hatırladığım ve kimsenin dikkatini çekmeyen konuları Ergun Özsunay anlatırdı bize. Biz “Hoca ayda geziyor.” filan derdik. Ayda gezmiyormuş, dünyanın tam ortasındaymış, şimdi görüyoruz onları. Hakikaten, bir insan kopyalandı. Onun onuru ne olacak yani? Onur kopyalanmayacağına göre, bir soru işareti. Şimdi, domatesi toprağa gömmeden üretiyorlar. Ekşi domates yapıyorlar, tatlı domates yapıyorlar. Limona ekşi vermiyorlar, tatlı veriyorlar. Öyle bir insan üretildi. Yani, bu ne olacak? Bu, hukukun da kendisine çözüm bulması gereken alanlardan biri, belki dayanacağı yerlerden de biri.

Bu “dayanacağı yer” dediğimiz zaman, elbette ki “çekirdek” diye tanımladığımız temel hak ve hürriyetler, en olumsuz şartlarda dahi, özüne dokunulmayacak diye bir kural var, bunu biliyoruz ama “insan onuru” dediğimiz zaman, bütün temel hak ve hürriyetler de oradan kaynaklandığına göre “Sınırlamanın sınırı olmayacaktır.” dediğimiz zaman, düzensiz, kuralsız bir “Herkesin yemesi, içmesi vesairesi serbest.” dediğimiz, şu, anarşi doğuran bir düzene mi geçeceğiz? Kaygı burada. Tabii ki, temel hak ve hürriyetlerin birey tarafından kullanılması çok önemli ama o birey tarafından kullanılan temel hak ve hürriyetlerin diğerlerinin hak ve hürriyetlerine de müdahale etmemesi en az o kadar önemli.

Buradan hareketle -Türkiye, geçmişte olduğu gibi, bugün de, yarın da birtakım risklerle karşı karşıya- şimdi benim sorum: “İnsan onuru” dedik, yargı aktivizmini de düşünerek bir ayaklanma hâli, bir terör hâlinde, temel hak ve hürriyetleri sınırlandıramazsınız şeklinde bir anayasal sorunla karşılaşacak mıyız, karşılaşmayacak mıyız? “İnsan onuru” kavramını anayasaya, sizlerin anlattığı çerçeve içerisinde yazdığımız takdirde çünkü anlamını siz yüklüyorsunuz, hocam yükledi, hanımefendi… Kusura bakmayın, isimleri…

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Özgür…

FARUK BAL (Konya) – “Hürriyet” diyelim size, olsun bitsin.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – “Özgür” deyin.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Biliyorsunuz, artık kimse “hürriyet” demiyor.

FARUK BAL (Konya) – Unutmamak için…

RIZA TÜRMEN (İzmir) – “Özgür” diye bir isim var bakın aramızda.

FARUK BAL (Konya) – Evet…

Hocama söz vereyim, ondan sonra da bu alanda tartışalım. Asıl sorun da zaten bu alanda.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Evet, acaba, daha mı uygun? Sizin sorduğunuz sorulara önce bir yanıt verelim, ondan sonra…

FARUK BAL (Konya) – Ali Bey’e söz vermedim ya, herkese söz verdim.

PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Efendim, tabii, insan, haklarıyla var. Haklarını ondan aldığınızda geriye insan kalmaz. Bu, hepimizin bildiği bir şey. Burada iki kaygımızı dile getirdik. Birisi, terim meselesi ki terim meselesi sona bırakılmış ama bir cümleyle söyleyeyim, gerek Avrupa Birliği Şartı’nda gerekse diğer metinlerde, Fransızcasında da, İngilizcesinde de “dignity”, “dignite” kullanılıyor, “onur” kullanılmıyor yani iki dilde de var bu kelime aslında ama bu bir terim meselesi, o, sonraya bırakılmış, böyle bir şeyimiz var. Ancak, insanlığın ulaştığı bir nokta var insan haklarıyla ilgili. İşte, buna yüklenen anlam “dignity” kavramı, İngilizcesiyle. “Dignity” kavramı çok dinamik de bir kavram. Gerçekten, sürekli geliştirilen ve insanlığın sürekli evrimini sağlayan müthiş bir kavram ki hocam bunu çok güzel izah ettiler. Bu, terimle ilgili kısmı.

İçerikle ilgili kısım tabii ki çok güzel bir kavram, “dignity” anlamında söylüyorum. “Onur” kelimesine ilişkin şerhimizi yine tutuyoruz ama onu sona bıraktık. En iyisi ben İngilizcesini söyleyeyim, ortak dil İngilizce gibi oldu şimdi.

FARUK BAL (Konya) – O da doğru değil.

PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Doğru değil ama işte, orijinali oradan geldiği için. Şimdi, bu kavram, dinamik ve geniş bir kavram ve müthiş bir kavram. Buradaki çekincemiz, dile getirdiğimiz çekincemiz -ki Sayın Başkanımızın da dile getirdiği çekince- bu kavramın, Türkiye pratiğini dikkate aldığımızda, bir kaosa yol açıp açmayacağı. Yani, önümüzdeki sorun şu: Tabii, buna siyasiler karar verecek. Mahkemelere bu kadar geniş bir alan bırakacak mıyız? Şeyi bu yani siyasal anlamdaki sorun bu. Yoksa, kavramın felsefi kökleri açısından falan tamam, tabii ki, çok müthiş bir kavram. Bu kadar bir alanı bırakacak mıyız? Bu alanı bıraktığımız zaman… Şimdi, biz, akademik anlamda söylüyoruz, diyoruz ki: “Bu kavramın iki ana boyutu var. Birisi çekirdek alan, ki o alana hiç dokunamıyoruz. İkincisi, diğer hakların sınırlanması bakımından da “hakkın özü” kavramı.” Hakkın özüne dokunamama, çekirdek alanaysa asla müdahale edilememe. Ki, bu, Avrupa Birliği Şartı’nda çok daha açık görülüyor. Avrupa Birliği Şartı’nda bu bölümün başlığı “Dignity”, altındaki kavramlar da bizim “çekirdek alan” dediğimiz kavramlarla örtüşen kavramlar. Yani, böyle bir, ucu açık bir kavramın karşısındayız. Kavramın içeriğine, isimlendirme dışında söyleyeceğimiz tabii ki bir şey -ben kendi adıma söylüyorum- söyleyeceğimiz bir şey yok ama Türkiye açısından, bu kavramın Türkiye pratiğinde ne tür sonuçlara yol açabileceği bir meçhul olarak önümüzde bulunuyor.

Söyleyeceğim bunlar efendim.

FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ederiz Hocam.

Hocam, buyurun.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Teşekkür ediyorum.

Ben, bir kere, geç kaldığım için tüm hazırundan özür diliyorum. Özellikle, buranın işi için biraz da geç kaldım, şu Türk Dil Kurumundan sözlüğü de alayım diye.

FARUK BAL (Konya) – Dil işini sonra Hocam.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – O, ayrı bir konu.

Şimdi, tanım yapıldı mı bilemiyorum. Zannediyorum, Bertil Hanım bir tanım yapmış.

FARUK BAL (Konya) – Tanım değil, ne anladığını…

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Tanıma yönelik, felsefi köklerle ilgili bir açıklama yapılmış. Şimdi, konunun veya tartışmanın en başından, şöyle bir özetle ele aldığımızda, problemin, kavramın anayasada yer alıp almamasından çok, tanıma verdiğimiz veya bu kavrama verdiğimiz anlam veya yüklediğimiz anlamdan kaynaklandığını ifade etmiştik hatırlarsak. Ki, mesela, sözlük şöyle diyor onura: “Onurlu, şerefli, her Türk vatandaşının onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine sahip olmasıdır.” Bunu sözlük söylüyor.

Şimdi, biraz önce Ali Hocamın da dediği gibi, biz yabancı dilden aldığımız bu “dignity” kavramını ille “onur” diye tanımlamak zorunda değiliz malumunuz. Ha, “Genel kabul bu yöndedir.” deriz, ona saygı duyarım ancak bir kavramın tanımlanmasındaki zorluk, öyle zannediyorum net olarak “onur” kavramının anayasal anlamda ne ifade ettiği ortaya konamamış en azından -yani, eğer yanlışsam, lütfen düzeltin- dolayısıyla, burada, bizim, şu heyetin bile kavram olarak anlamlandırılmasında zorluk çektiği veya anlamını tam olarak ifade edemediğimiz belirsiz bir kavramı bir anayasal ilke hâline getirmek ne kadar doğru olur, benim birinci şüphem bu. Bu manada, işte, “insan haysiyeti” denilebilir, “haysiyeti, şerefi” denilebilir ki, bilemiyorum, o tercümede mi bir hata vardır ki tüm o…

PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Resmî tercümesi yok.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Yok, Alman Anayasası için söyleyeceğim Hocam. Alman Anayasası’nın tüm tercümelerine yani değişik birkaç tercümesine baktım, hepsinde hemen “onur ve haysiyet” birlikte kullanıyor o 1’inci maddede yani sadece “onur” denmiyor, insan onur ve haysiyetinin korunması veya üst değer olduğuna vurgu yapılıyor. Polonya Anayasası’nın şu anki işte, 30’uncu maddesine baktığınızda benzer bir yaklaşım söz konusu, diğer, gerek uluslararası belgelerde gerekse diğer birtakım anayasal metinlerde genellikle bu kavramın bu anlamda birtakım kavramlarla desteklendiği görülmekte. Dolayısıyla, bu yönüyle konu ele alındığında, salt “insan onuru” kavramının yetersizliğinin bu uluslararası metinlerde de ortaya çıkmış olduğunu zannediyorum. Bu sebeple de bu kavramın en azından yani “haysiyet” kavramı gibi veya daha başka bir kavram gibi bir kavramla belki daha anlaşılır hâle getirilmesinin…

FARUK BAL (Konya) – Dil konusunu sonraya attık Hocam.

PROF. DR HASAN TUNÇ – Yok, yok… Sadece “onur” kelimesi değil, “insan onur ve haysiyeti” veya “insan haysiyeti, şerefi” gibi bir kavramın kullanılması daha uygun olur kanaatindeyim. Kaldı ki, o, mutlaka gerekçeye de –ki bunun madde gerekçesi mutlaka yazılacaktır, takdir edersiniz, yazım yöntemi açısından başkası mümkün değil- bizim burada mutabık kaldığımız bu tanımın mutlaka yazılması gerekir diye düşünüyorum. Böyle bir tanım veya sınırları belirlenmiş, en azından bir tanımı ifade eden açıklamanın olmadığı bir madde yazımının da amaca çok hizmet edeceği kanaatinde değilim.

Teşekkür ediyorum efendim.

FARUK BAL (Konya) – Ben teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Kısa bir şey, bu bağlamda söylemek istiyorum ben de. Aslında, Hasan Hocanın söylediklerine -ben de biraz sözlüklere baktım da- şu “onur” kelimesi daha mutlak bir ifade taşıyor yani bir insanın, başka insanların kendisine göstermiş olduğu itibardan farklı olarak, bağımsız olarak sahip olduğu şey. Haysiyet, daha itibari bir şey yani insanın onuru dolayısıyla başkalarının ona göstermiş olduğu şey haysiyet. Dolayısıyla burada belki ikisini birlikte kullanmak o anlamda da doğru olabilir. Yani, bir mutlak anlamda insanın başkalarının alakası, itibarının dışında sahip olduğu bir şeyi koruyoruz, bir de başkalarının onlara göstermiş olduğu itibarla oluşan şeyi yani haysiyeti korumuş oluyoruz. İkisi beraber daha mantıklı…

PROF. DR HASAN TUNÇ – Mutlaka tanımlanması…

BAŞKAN – Teşekkür ederim Hocam.

Ben isimleri, çok özür diliyorum…

YRD. DOÇ. DR. ALİ ERSOY KONTACI – Tabii, benim ismim Ersoy Kontacı.

BAŞKAN – Ersoy Bey, buyurun.

YRD. DOÇ. DR. ALİ ERSOY KONTACI – Sayın Başkanım, ben, biraz önce sizin dile getirdiğiniz endişeye de belki, hem bir cevap hem bir katkı bağlamında bir şey söyleyeceğim. Bu “insan onuru” kavramında iki endişeyi ben şimdi burada görebiliyorum. Bir tanesi terminolojiye ilişkin endişeler ama bunu daha sonra halledeceğimizi söyledik. Ben sadece burada şunu söylemek istiyorum, Hasan Hocamın da dediği şey biraz bunu uyandırdı bende: Bu tanımlama kaygısı, anayasa metinleri yazılırken çok dikkatle ele almamız gereken bir kaygı yani anayasalar, örneğin ticaret kanunlarından farklı olarak hiçbir şeyi tanımlamaz. Diyelim ki ticaret kanunlarına bakarız, madde 1- Tacir, madde 2- Ticari işletme, madde 3- esnaf, tanımlar gider ama anayasalarda mesela demokrasi tanımlanıyor mu,
mesela demokrasi tanımlanıyor mu, cumhuriyet tanımlanıyor mu? Artık bunlarda çağdaş toplumların, 21’inci yüzyıl çağdaş insan aklının verdiği objektif anlamları varsayıyoruz. Dolayısıyla, bu “onur” kelimesinin tanımındaki zorluk, öyle zannediyorum, anayasadaki pek çok kavramda da, hatta örneğin laiklik son dönemde çok tartışılmıştı, yüzyıllardan beri neredeyse artık bizimle beraber olan, olduğunu düşündüğümüz kavramlarda da geçerli olan bir zorluk. Dolayısıyla, bu terime ilişkin tanım zorlukları, bence bu terimlerin ek kavramlarla desteklenmesi için bir gerekçe olabilir ama, terimin reddedilmesi için çok gerekçe olmayabilir.

Buradan ikinci ve daha esaslı endişeye geçmek istiyorum. “İnsan onuru” kavramının kullanılması durumunda, Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere çeşitli yüksek yargı organlarının önlemeyen bir yargısal aktivizm içine girip girmeyeceği endişesi dile getiriliyor.

Ben şöyle görüyorum, şimdi tekrar baktım. Eğer böyle bir kontrolsüz yargısal aktivizmden endişe ediyorsak, “maddi ve manevi varlığını geliştirme” kelime grubu, aslında bu tarz bir aktivizme daha fazla elverişli, çünkü biz “insan onuru” dediğimizde, daha ziyade dışarıdan yönelecek saldırılara karşı bir nihai bariyerden bahsediyoruz, “maddi ve manevi varlığı geliştirme” dediğimiz zaman, zaten insanın asgari koşulu, varsayımsal olarak orada kabul ediliyor, hadi bakalım, şimdi üzerine neler konulabilir diyoruz. Yani sizin de dile getirdiğiniz bu kaygı, anayasada açıkça sayılmayan haklar tartışması aslında bunun uluslararası karşılaştırmalı anayasa hukukundaki karşılığı.

Bu anayasada açıkça sayılmayan haklar meselesinde ve kontrol edilemeyen yargısal aktivizme -eğer bu bir tehlikeyse- daha büyük kapı, “maddi ve manevi varlığını geliştirme”den açılıyor, “insan onuru”ndan değil.

Bunu da ben bir tespit etmek istedim.

Teşekkür ederim.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Ben müsaade ederseniz bir cümle söyleyebilir miyim Sayın Başkan?

BAŞKAN – Buyurun Hocam.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Şimdi, benim herhâlde biraz önceki tanımdan kastım yanlış anlaşıldı.

Tanım derken, işte, “Onur şudur.” değil, nerede başlıyor, nerede bitiyor, sınırlarının belirlenmesi. Bu anlamda, özellikle bu tür, henüz hukuk sisteminde yeni kabul edilebilecek veya hukuk sistemi açısından oturmuş, yargı ve diğer içtihat unsurları itibarıyla doktrinde vesaire tam manasıyla sınırları belirlenmemiş kavramlar açısından benim bu yaklaşımım.

Tabii ki evrensel hukukun kabul ettiği birtakım kavramlar vardır, hukuk devletinden ne anlaşıldığını herkes bilir, sosyal devletten ne anlaşıldığını herkes bilir, bunun tanımlanması gerekmez zaten, öyle bir şey de yoktur. Dolayısıyla, bu yönüyle konunun gerekçede belirlenmesi gerektiğini ifade etmeye çalıştım.

İkincisi, “maddi manevi varlığın geliştirilmesi”nin, bence, böyle bir yargısal aktivizme o manada ifade edebilmesi veya ona hizmet edebilmesi söz konusu olamaz. Şöyle ki böyle bir bakışla her şey o yönde, bakın, her şey o yönde kullanılabilir. Yani bıçağı ekmek kesmek için de kullanırsınız, adam doğramak için de kullanırsınız. Benim veya burada vurgulanan endişe bu değil.

Burada vurgulanan endişe, kavramsal yaklaşım içerisinde, bir, bir hataya düşmeyelim, iki, bu konu eksik veya yanlış olmasın. Burada, biraz önce de arz ettim, meseleyi ele alırken, uluslararası hukuktaki bakış da öyle bir zorlamayı ortaya koyduğu kanaati bende doğduğu için onu vurguladım. Yani “onur” deyip geçen bir yer pek görmedim ben, ya “haysiyet”le, ya “şeref”le, yani mutlaka veya böyle birtakım farklı değerlerle bu kavramı destekliyor, kavrama anlam katmaya çalışıyor, o yönüyle olayın salt bu kavram etrafında şekillenmesinin doğru olmadığını söylüyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Evet, ben teşekkür ediyorum arkadaşlar.

Tabii, ben insan onuruyla işkenceyi çok bağdaştıran bir yapıya sahibim, dolayısıyla bir saat dolmuş, isteyenlere sigara molası verebilirim. Diğer başkanlardan farkım da budur. Talep olduğu an bunun gereğini yerine getiririm, ama hanımefendiler her zaman pozitif ayrımcılık olduğu için, buyurun efendim.


Yüklə 414,74 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin