Tbmm tutanak Hizmetleri Başkanlığı



Yüklə 327,35 Kb.
səhifə6/7
tarix01.08.2018
ölçüsü327,35 Kb.
#64729
1   2   3   4   5   6   7

Peki -diğerlerini şey etmiyorum- nasıl olmalı? Değerli arkadaşlar ben şöyle bir şey öneririm: Biz şahsen parti olarak bütün bunları tartıştık, ben bilhassa herkesin en iyi anladığı dilde savunma noktasında… Bu Ayşe Füsun Arsava -benimle yarışan bir arkadaş, sınıf arkadaşım- şimdi dil haklarıyla ilgili çok güzel kitap yazdı, benim sınıf arkadaşım, çok çalıştı. Artık dil hakları milletlerarası hukukun, anayasa hukukunun ve özgürler hukukunun önemli bir alanı hâline geldi ama Türkiye’de ciddi bir egemenlik algısı var, bunu da görmezden gelemeyiz. Ben diyorum ki onun için: Bir, 1982 modelinde bir yasaklama mıdır? Bir defa şu müştereklerden, Türkçenin -eğitim dili, öğretim dili değil- her Türk vatandaşınca öğretilmesinin zorunluluğu tartışılamaz. Bakın, Ahmet Vefik Paşa, Türk Parlamentosunun, 1876 Parlamentosunun ilk reisidir. Cezayir Milletvekili çıkıyor Arapça konuşuyor, zabıtlarda var o, bir inceleme vesilesiyle… “Kardeşim, sen…” Anayasa’nın 16’ncı maddesi mi Hocam, 18’inci maddesi mi 1876 Anayasası’nın?

PROF. DR. HASAN TUNÇ – 16 olması lazım.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – 16 veya 18, oralarda bir yer. Hatta rahmetli Abdülhamit parçalanmadan korktuğu için -kendisi de söyleyemiyor tabii, milleti sadıkası var, o var, bu var- diyor ki: “Namık, sen akıllısındır, Türkçe olmalı değil midir?” Namık Kemal de heyette. Namık Kemal emir olarak alıyor, oraya geçmesinin hikâyesi odur. Ha, Ahmet Vefik Paşa diyor ki: “Kardeşim, sen Osmanlı vatandaşısındır. Osmanlı vatandaşının ve Osmanlının lisanı resmîsi Türkçedir. Öğren gel, o dille konuş.” Bu çatışan değerlerde…

PROF. DR. HASAN TUNÇ – 18…

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Neyse iyi bilmişim Hocam. Hem 16 dedim hem 18 dedim yani o kadar hafıza zayıflığı…

FARUK BAL (Konya) – Rahat olun, not kırmadık.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yok, bir not anlayışı içerisinde değil, ben yanılıyor muyum, onun için… Teşekkür ediyorum.

Bu çatışan değerlerde esasen medeniyet kapasitesi ortaya çıkar. Çatışan değerlerde bizim sistem evrimle doğruya doğru gidiyor. Evet, Atilla’nın dediği gibi Lozan’ın uygulanması yorumunda kuruluş dönemlerinde problemler yaşanmış ama evrim bir akışa doğru gidiyor. Peki, bir sertlikten serbestliğe sert bir geçiş mi yapalım? İşte, bu soruları ve sorunları yaşamak yerine, Adalet ve Kalkınma Partisi, hakkı model olarak anayasada düzenlemek ve yasama organına evrimi esas alan normatif düzenleme yoluyla dönüştürme misyonunu tanımak yönünde oldu ama ben şöyle… Farukçuğum, söz veriyorum size. Bizim şeyimiz belli yani biz anayasa seviyesinde bunun ele alınmaması gerektiğini düşünüyoruz Hocam.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Anladım. Sizde gördüm de onu merak ediyorum, anladım. Fakat, sizde, mesela şurada, bu konuda bir öneri yok.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – İşte, onu diyorum, işte gerekçeyi anlattım ya, gerekçeyi anlattım.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Anladık, onu anladım. Yani, madde yazmayalım mı?

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yok Hocam, geliyorum oraya Hocam.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Bu kadar temel bir…

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Hocam, ona varacağım Hocam. Hocam ona varacağım ve bitiremedim Hocam, ona varacağım şimdi.

Komisyon tensip ederse biz -üçlü mutabakat olabilir, dörtlü mutabakat olabilir- Bilim Kurulunu görevlendirelim. Bugün bu maddeyi hiç uzlaşamadık falan filan gibi bir noktaya var… Çalışsınlar, hocalar çalışsın. Bugün bayağı müzakere ettik bunu.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Çok doğru, aynen öyle.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Veriler var, şeyler, insinler Hocam. Yarın çalışın, biz öbür maddeleri müzakere edelim, bir şey yapalım.

Buyurun Hocam.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Yetki vermeden önce de bir şey sorabilir miyim?

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Buyurun Hocam.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Yani, şöyle, bir yere varmak istediğimiz için…

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Buyurun Hocam.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Şimdi, ben de, Ergun Özbudun’u da şimdi dinledim, aynı kanaatteyim. Bir tek farklı nokta var onunla: “Eğitim, öğretim” filan demiş. Böyle “ana dilin eğitimi, ana dilde öğretim, ana dilde eğitim” filan, bu kadar bölmeye gerek yok, Lozan bile bunu yapmamış. Bence eğitim ayrı, öğretim, ayırmak lazım. Ama ben şimdi merakla soruyorum, yani, aşağı yukarı masada herkes şunda hemfikir, herkes: İnsanlar 1982’den veya 82 Anayasası’nın getirdiği düzenden farklı olarak şunu istiyor: Kürtçeyi öğrenebilmeli insanlar, ana dilini öğrenebilmeli, ana dilini geliştirebilmeli, bu kadar net.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Evet.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Şimdi, bunun yanında ama eğitim Türkçe olmalı. Yani, Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşıysak hepimiz, biz Türk milletinin fertleriysek Türkçeyi öğreneceğiz hepimiz, dolayısıyla eğitim Türkçe yapılacak, bu da bir zorunluluk.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bir de zorunluluk çok önemli ama yani…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Şimdi, bunda, bu esaslarda birleşiyor muyuz? Yoksa “Hayır, biz bunu kabul etmiyoruz. Farklı bir eğitim istiyor muyuz?” diye… Yani, çünkü uzlaşmamız da buna dayalı olacak.

Çok özür dileyerek şunu söyleyeceğim sadece çünkü ben tekrar söylüyorum yani, hepimiz, biz yazmışız formülümüzü, biz diyoruz ki: Eğitim Türkçe yapılır, başka dille olmaz.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Ama yeterli değil Hocam o.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ama, yeterli-yetersiz, biz diyoruz ki eğitim Türkçe yapılır. Dil öğretilir. Hatta bir fark yapmışız, demin onu atladık, bir fark yapmışız, “Herkes ana dilini öğrenir.” diyoruz, bir de bir ek yapmışız: “Ana dili Türkçe olmayan öğrencilerin yoğun olduğu okullarda isteğe bağlı olarak ana dil öğretim hizmeti sağlanmasına ilişkin usul ve esaslar.” demişiz, yasa koyucuya bırakmışız.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Şimdi, buradaki ibare…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Bir dakika.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Eğitim mi, öğretimi mi?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Eğitim yok, öğretim, ana dil öğretim hizmeti.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL - Onu zaten…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır, bakın, ilkinde herkes ana dilini öğrenme… Yani, şöyle bir zorunluluk…

Neyse, şunu söylüyorum: Bunu kabul ediyor muyuz, etmiyor muyuz? Bir: Siz demin söylediniz, “Egemenlik.” filan dediniz, doğru. Ben “millet olgusuna hemfikir miyiz?” dedim. Şimdi, bunu bir kere esas olarak koyalım: Herkes dilini öğrenebilir, biz kimse burada aman öğrenmesin, sakın demiyoruz. İki: Türkçe eğitim yapılır, ikinci esas bu. Üçüncü de, şunu söyleyeyim, bu Ergun Özbudun’a katılmadığım bir yer var, kim ne derse desin gene söylüyorum…

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Yorum mu, madde yorumu?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır, 39’uncu madde tabii.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Evet, tabii.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Kesinlikle ve kesinlikle hiç şeyin söylediği gibi değildir Baskın Oran’ın dediği gibi, çok açıktır, 89 “Müslüman olmayan azınlıklar” diye başlar, “Türkler” diye başlar, arkadan, hemen arkasından gelir “bütün Türkiye'nin vatandaşları” der, “Türkiye'nin tüm vatandaşları hukuk önünde eşittir.” der.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Madde başlığı ekalliyetler…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ekalliyetler olduğu için... Sadece şunu söylememiş ”Bütün Türk vatandaşları dillerini konuşurlar.” derken şöyle demek istememiş: Ermeniler, Rumlar, şunlar bunlar, bütün dinî azınlıkları tek tek saymadan “Türk vatandaşları” demiş. Burada kastettiği dinsel azınlıklardır.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Müslüman olmayan azınlık statüsündeki Türkler…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hatta tartışılmış bu Kürtler var mı içinde diye. Horas diyor ki: “Hayır, yok bunun içinde.” diyor, net söylüyor.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Peki Hocam.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Pardon, şunu anlayabilir miyiz yani: Sizin eğitimden kastınız ana okulundan üniversiteye ve sonrasına kadar bütün eğitimin…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Türkçe olmasıdır.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani, işte, ana dil eğitimi dediğimiz o dilde eğitim yapılması.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Türkçe.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Ana dil öğretimi dediğimiz vakit müfredatın belli bir parçasında o dilin ders olarak öğretilmesi.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Evet, yani iki şey yaparız: Karışmasın diye eğitimi öğretimden ayırmak lazım, biz hepimiz böyle düşünüyoruz.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Evet, buyurun Farukçuğum.

FARUK BAL (Konya) – Karardan önce ben düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.

Şimdi, işin başında eğitim, öğretim ve öğrenme kavramlarının birbirlerine karıştırıldığını, dil, kültür, yerel halk, yerel topluluklar gibi kavramların birbirine karıştırıldığını, her kavramın… (Gürültüler) Zatıalinize değil, herkes için söylüyorum.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır, hayır, ben dedim.

BENGİ YILDIZ (Batman) - Süheyl Hocam…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Kabul edin şunu da, esası, Türkiye’de bir şey aşalım dedim.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Arkadaşlar, Faruk Hocam’ı dinleyelim.

FARUK BAL (Konya) – Şimdi, kategori olarak dil, kültür, yerel halk, yerel topluluklar, 4 tane. Terim olarak eğitim, öğrenme ve öğretim, 3 tane. Her biri diğerini etkilediğine göre, 4 çarpı 3,12 tane farklı konuda konuşmalar yapılıyor. Bu konuşmalar çocuğun psikolojik, pedagojik açıdan maruz kaldığı sıkıntılarla değerlendiriliyor ve buradan da bir Anayasa yapmaya çalışılıyor. Böyle bir şey dünyanın hiçbir yerinde yok, hiçbir yerinde yok. Elbette ki çocuk bizim çocuğumuz, hangi etnisiteden gelirse gelsin her yönü ile o çocuğun iyi yetişmesini sağlamak hepimizin görevi ama ona dayanarak anayasa yapma görevi değil. Hele hele çocuğun, Rıza Bey’in “çocuğun üstün yararı” dediği kavram tamamen ailevi sorunlarla ilgilidir, tamamen nafaka, efendim, velayet, anayla, babayla görüşüp görüşmeme ve hangi okula verileceğiyle ilişkilidir. Şimdi, bunu alıp, yani bizim hukukumuzda uyguladığımız… Bunu ben uygulayan da bir insanım, mahkemelerden de gelen bir insanım. Daha bakacaksanız teferruatlı bakın, çocuğun ekonomik olarak mal alım, edinimi de bunun içerisindedir, taahhütleri de bunun içerisindedir 18 yaş altında olanın. Şimdi, buralardan alarak bir anayasa yapımı noktasına bu Komisyonun gidiyormuş bir hâlini gördüğüm için üzüldüm.

Gittiğimiz yer neresi? Gittiğimiz yer eğitim, ana dilde eğitim adı. “Bu eğitim nedir?” dediğimiz zaman sonucunu gördüğümüzde ortaya çıkacak ehemmiyeti… Bir: Eğitimini devletin kabul ettiği dil dışında almış olan çocuk ya da genç doğal olarak kendisine bu eğitimi veren devlete hem kamu alanında hem özel alanda “Madem bana bu eğitimi verdin, bunun gereğini yap.” diyecektir. Bunun gereği de devletin ödevidir, o da kamuda onun istihdamıdır ya da özel hayatında bunun kullanılmasına imkân sağlamaktır.

Türkiye’de -sözün başında ifade ettim- bir ifadeye göre 16 tane, bir ifadeye göre 37 tane, bir ifadeye göre de 47 tane etnisite var. Hepsi, bunlar ana dilini aldı -devletin de böyle bir görevi var, talep hakkı var- o zaman, ayrıştırdığımız bu toplumu on beş, yirmi yıl sonra nerede birleştireceğiz, nasıl birleştireceğiz? Bu bir tuzaktır, bu tuzağa düşmeyelim.

Kamuda bunun kullanımıyla ilgili sorunlar elbette ki bu kadar vahim. Özel hayatta da o kadar vahimdir. Özel hayatta da 17 tane farklı etnisiteden insan kendi dilini öğrenmişse yüzde 85’lik Türkçe konuşana nasıl anlatacak meramını? Yanında 17 azınlık varsa 16 tane tercüman mı taşıyacak, böyle bir şey olabilir mi? Dolayısıyla, bu sosyal hayatı, ticari hayatı, ekonomik hayatı da olumsuz etkiler, olumsuz etkileneceğin başında da ana dilde eğitim verilmiş olan etnik gruplar gelir. Onlara fayda sağlayalım derken zararına bir işlem yapıyoruz demektir. “Bunlar bu mağduriyete mahkûm mu olsun?” Bu bir realitedir. Dünyada 4 bin tane etnisite vardır, 200 tane devlet vardır. 4 bin tane etnisite, 200 tane devlet içerisinde bu görevleri, bu durumu düzenlemektedir. Bu bir gerçekliktir, bu gerçekliğin yaşanacak şartlarını da kendi içerisinde değerlendirmek lazım.

Şimdi, efendim, bir başka konu da, özellikle Kürt kökenli vatandaşlarımız için söylendi. Türkçe bilmiyor adam. Doksan yıl hem asimilasyondan bahsediyorsunuz -varsa asimilasyonu reddediyoruz- doksan yılda bir Kürt kardeşimize bu devletin Türkçeyi öğretemeyecek kadar acz içerisinde olduğu bir gerçek de asimilasyon konusunda bu kadar beceriksizse o zaman bu iddiaların hiçbirisinin varid olmaması lazım. Dolayısıyla bunun devamı geliyor değerli arkadaşlar -kimse söyleyeceklerimden üzülmesin- bunun devamında hâkimiyet paylaşımı geliyor. Çünkü dil birden ziyadeleştiği zaman hâkimiyetin de birden ziyade yerlerde toplanması gerekmektedir.

Burada Barış ve Demokrasi Partisi dobra dobra konuşuyor, açık konuşuyor, hâkimiyetin paylaşılması noktasındaki önerileriyle eğitim konusundaki önerileri birbirleriyle örtüşüyor, “Biz iki milletiz, Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından kandırıldık, hakkımızdır, gasp edilmiştir, almak istiyoruz.” diyor. Demek ki burada hâkimiyetin paylaşılması noktasına geliyoruz. Kayıtsız, şartsız millete -o milleti de tarif ettim daha önceki konuşmalarda- aidiyeti olan hâkimiyetten pay istiyor. Bu devam ediyor diğer önerileriyle örtüşerek. Hâkimiyetin paylaşılmasını somutlaştırıyor. “Bölgesel yönetim” adı altında kanun koyabilen, vergi koyabilen, başkanı olan federal bir yapıdan bahsediyor. Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz mesele, çocukların ilkokula gittiğinde hepimizi duygulandıran, Türkçeyi konuşamamaktan dolayı içinde bulunduğu durum ile bizim yaptığımız iş birbirinden farklı. Ve o durumu özetlemek gerekirse ben 35 yaşında yaşadım, 35 yaşından sonra İngilizce öğrendim. Evet, ne sıkıntılar olduğunu tahmin edebiliyorum. Ama buna başka çözümler bulmamız lazım. Devletin şefkatli, merhametli, kucaklayıcı elinin onları daha iyi bir eğitimi alabilecek bir noktaya götürecek tedbirlere başvurması gerekmektedir.

Dolayısıyla iş dönüp dolaşıp geliyor, değerli arkadaşlarım, Osmanlı millet bütünlüğü bozuldu, Osmanlının dilinde sorun olması bu bozulmanın sebeplerinden birisidir ama Osmanlı “hasta adam” ilan edildikten sonra 1856 Paris Anlaşması’yla dayatılan 1876 Anayasası’yla kurduğu Meclis-i Mebusanda işin vahametinin farkına vardı, “Bu devletin dili Türkçedir.” diyebildi. Üç yüz yılda aradan çok zaman geçmişti. Şimdi ikinci bir çözülme süreci, başından beri anlattığımız, bin yıllık tarih dediğimiz acı, keder, tasa, kıvanç dediğimiz; kadınların saç örgüsünden, çorap örgüsünden, efendim, yediğimiz yemeğe, aşa, konuştuğumuz şarkıya, türküye, mahalle hukukumuzun, çoluk çocuğumuzun hukukunun, sosyal hayatımızın bize birleştirdiği müşterekliği çözmek isteyenler var. Bu dil meselesi de o çözümün kapısını açacak bir meseledir. Bu mesele kapıya dayanmıştır. Bu, Türkiye’ye kendi iç dinamiği içerisinde yaptırılmak istenmektedir. Buradaki arkadaşlarım değil ama büyük fotoğrafı görerek ifade ediyorum. Türkiye önümüzde biraz önce söyledim, günler, atılmış bir gün değil, on beş gün sonra Türkiye’nin nerede olacağı belli değil, iki yıl sonra Türkiye’nin nasıl bir şekle gireceği belli değil, bu süreçte bizim o bin yıllık kardeşlik hukukuna zarar verebilecek bir durumdan kaçınmamız gerekir.

İşin vahametini anlamak için de özetleyerek üç noktayı birer cümleyle ifade etmek istiyorum. Yaşadığımız süreçte Türkiye’yi Suriye’yle harp eşiğine giriyoruz. Hemen gönüllüler ordusuna girdi Sayın Davutoğlu. Demek ki Suriye’yle düşmanız. İki: Irak’ın merkezî hükûmetini Oral Çalışlar’ın makalesinden öğrenin ne hâle gelmiştir, Türkiye o merkezî hükûmete de düşman açıktan. Üç: İran’la -geliyor mesajlar, besmeleyle başlayan mesajlar- düşman hâlindeyiz. “Türkiye niçin bu üç ülkeyle düşmandır?” sorusundan önce bu üç ülkenin ortak özelliği nedir? Bu üç ülkenin, bir: Üçü de İsrail düşmanıdır. Açıkça İran “Şeytandır.” diyor. Açıkça Suriye saldırıyordu, Hizbullah’ı saldırtıyordu Lübnan üzerinden. Irak aynı şekilde Şii yönetimi nedeniyle. Üçünün de İsrail ile münasebetleri soğuk ve hasmane. İki: Üçünün de ortak inancı Şii. Üç: Üçünün de ortak bir problemi var. İran’da PJAK, Irak’ta Barzani ve PKK, Suriye’de PYD. Şimdi, bu üç ülkenin üç ortak özelliği çerçevesi içerisinde Türkiye Büyük Ortadoğu Projesi kapsamı içerisinde kendi kendine doğum yaptırılan bir ülke hâline getiriliyor. Birincisi bu. İkincisi: Türkiye Amerikan siyaset bilimcilerinin yazdığı islamofobinin gereği olarak İslam dünyasını Şii, Sünni olarak ikiye kategorize ederek araya kan sokuyor. Üç: Türkiye Arap-Türk İslam dünyası içerisinde Arap devletlerinin günü geldiğinde bir araya gelebileceği bir ortamı kendi eliyle yaratarak Arap dünyasına karşı da yalnızlaştırılıyor. İşte, bunun üzerine bir Büyük Ortadoğu Projesi’ni de düşünün, konuştuğumuz konunun da önemini ve geleceğe olan yansımasını birlikte değerlendirin.

Teşekkür ederim.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Sayın Başkanım, bir şeyi düzeltmeme izin verin.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tamam, vereceğim, söz vereceğim.

Arkadaşlar, tabii, iş siyaset bilimi bakımından, konjonktür bakımından, güç ilişkileri bakımından değerlendirilebilir. Bir anayasa maddesi, 3 parti tarafından tasavvur edilen, ki biz Anayasa sorunu değil diyoruz, bir şey var, bir de elimizde metin var. Bu metin üzerinde partilerin teklifleri var, MHP’nin var, CHP’nin var, BDP’nin var. Biz Anayasa sorunu değil diye arz ettim. Bir: Bunun üzerinde müzakere edebiliriz. İki: Buradaki bütün müzakereler kapsamında hocalar, acaba -biz çalışacağız yine- çalışıp bir seçenekli taslak üretebilirler mi şeklinde bir önerim oldu. Ona ne buyrulur Farukçuğum? Doğrudan maddeye mi geçelim, yoksa Hocam…

FARUK BAL (Konya) – Hocam, her türlü çalışmaya varız biz.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Hocalara aktaralım, kendileri bir… Çünkü bayağı şey ettik yani hiçbir maddeye nasip olmayan bir müzakere demokrasisi ve bir müzakere çeşitliliği yaşandı.

Buyurun Rıza Bey.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Sayın Başkan, bu, “çocuğun yüksek çıkarları” sadece aile hukukuna ilişkin bir kavram değildir. Çocuğa ilişkin bütün tasarrufları kapsayan genel bir ilkedir. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 3’üncü maddesi şöyle der: “Çocuğu ilgilendiren bütün eylemlerde çocuğun yüksek çıkarları dikkate alınmalıdır.” Yani bu, yasama organının eylemi olabilir de, idarenin eylemi olabilir de, yargı organının eylemi olabilir de bütün eylemleri kapsayan bir şeydir.

Bir de bizim burada sözünü ettiğimiz şey efendim, bizim temel bir insan hakkı. Yani çocuk kendi bildiği dilde, efendim, eğitime başlarsa egemenlik bölünür, kendi bilmediği dilde eğitime başlarsa egemenlik bölünmez. Böyle bir şey olabilir mi efendim?

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Çocuk değil de bütün eğitimde, çocuğun dışındaki eğitim.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Biz burada temel bir insan hakkından söz ediyoruz. O hakkı tanımazsanız egemenliği koruyacaksınız, tanırsanız egemenlik bölünecek. İnsaf yani, insaf yani efendim.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bu madde konusundaki kesin görüşünüz zabıtlara geçti.

Buyurun Bengi Bey.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Sayın Başkan, teşekkürler.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Türmen, inanın ki aynı ölçüde bize garip gelen düşünceleriniz var. Hiç böyle karşılamıyoruz. Aynı ölçüde, çok garip geliyor, hatta sizin konumunuzda bir insanın nasıl böyle düşünebileceğine de hayretler içerisinde kalıyoruz ama bu masaya saygımızdan dolayı, şahsınıza saygımızdan dolayı edeple duruyoruz.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ben edepsizlik mi yaptım?

AHMET İYİMAYA (Ankara) - Evet, buyurun.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Orta Doğu’da… Sondan başlayayım Sayın Bal’ın değerlendirmeleri bir önceki…

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Hocam, eğer alt komisyon çalışacaksa bunları…

BENGİ YILDIZ (Batman) – Yok, alt komisyonun şeyi değil bizimki.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Orada girelim bu konulara.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Bizim söyleyeceklerimiz ilkesel düzeyimize ilişkindir. Hocalarımız tabii çalışır, o hakları ve serbestlikleri daima var.

AHMET İYİMAYA (Ankara) - Buyurun.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Orta Doğu’da Kürtler… Hani yani Faruk Bey Suriye, İran, Irak üzerinden geldi. Son değerlendirmeler, son siyasal gelişmeler konusunda yani bizim emperyalistlerin İran’a ilişkin politikası, Suriye’ye ilişkin politikası, hatta Irak’a ilişkin politikasının geçmiş emperyal politikaların devamı olduğunu şey yapıyoruz yani orada insan hakları ihlalleri, şu, bu, vesair var ama genel politika oradaki halkların çıkarına yürütülen bir politika değil, mevcut düzeni daha da onların lehine işleyeceği bir hâle getirmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla, bir sıkıntı yok ama Orta Doğu’da coğrafyası, ülkesi parçalanan Kürtlerdir. Faruk Bey bir şeyden bahsediyor da…

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Hocam, dolaylı olarak Faruk Bey’in değerlendirmesi itiraf edildi anlamına geliyor.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Şimdi, temel şeyimiz, buradaki en güzel şey herkesin kendi düşüncesini gerçekten…

FARUK BAL (Konya) - Doğruca konuşabilmesi.

BENGİ YILDIZ (Batman) – …doğruca konuşabilmesidir yani şimdi bunun arkasından şey yapılır. Kürtler bizim çokça son zamanlarda (…)(x) moda oldu biliyorsunuz. (…)(x) demek yani batı demek. Nerenin batısı? Kürdistan’ın batısı Hocam.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – İki sözcüklü mü o?



BENGİ YILDIZ (Batman) – Tabii, tabii. (…)(xx) güneştir, (…)(xxx) batmaktır yani güneş batan. (…)(xxxx) dediğimiz şey, Kürtlerin “batı” dediği Kürdistan’ın bir parçası. Biz günlük dilimizde “güney” diyoruz. “Güney” dediğimiz de şu anda işte kimisinin Kürt federe devleti dediği, kiminin Kuzey Irak dediği yer. Doğu Kürdistan dediğimiz de İran Kürdistan’ı, Kuzey Kürdistan dediğimiz de Türkiye’nin coğrafyası içerisinde yer alan şey. Bu günlük, bizim dilimizde, siyaset dilimizde, halkın dilindeki anlatım bu. Parçalanan burası yani egemenlik paylaşımı falan deniliyor ve sıkıntı çeken de o. Yani, o Suriye rejiminin yıllardır kimliğini bile tanımadığı insanlar Kürt insanı. O rejimin bize öyle bir zulmü vardır. Evet, emperyalistler onların üzerinden şu bu yapıyor ama biz de Kürt olarak kendimize baktığımızda yaşadığımız bu. Irak Kürdistan’ı dediğimiz bölgede zaten yıllardır rejimle süren bir savaş vardı, yüz binlerce insan öldü, kimyasal silahtan, bilmem Enfal Harekâtına kadar 180 bin insan sadece bir seferde şey yapıldı. İran’daki mesele de ayrı bir mesele. Yani, biz burada bir halktan bahsediyoruz. Hani yani bizim nüfusumuz burada resmî olmayan yani saymayı bile daha beceremediğimiz bir şey, 3 milyon, 5 milyon değil, Kürtler bir arada bitişik sadece yapay sınırlarla emperyalistlerin koyduğu Orta Doğu’da kimisinin 30, kimisinin 40 milyon dediği bir nüfus yaşıyor. Bunlar akrabadır, “Selamünaleyküm.” diyor, karşı taraf duyuyor çünkü köyleri yani o çekilen sınır yapay sınırları. O sınırı Kürtler koymadı, böyle bir şey. Dolayısıyla, egemenlik paylaşımını söylediğimizde açık söylüyoruz. Irak’taki Kürtler egemenlik paylaşımını söyledi, paylaştı da. Suriye’deki Kürtler de egemenlik paylaşımını istiyor, İran’dakiler de istiyor, biz de istiyoruz, formülasyonlar ayrı. Formülasyonlar nasıl? Biz diyoruz ki: Kardeşim, 21’inci yüzyılda bir ülkeyi şu veya bu şekilde, bildiğimiz klasik anlamda işte ulus devletini ihlal ediyor… Bunlar aşıldı. Kendi yerelinde sadece Kürtlere değil, bütün kesimlere kendisini yöneteceği yerel yönetimlere yetki aktar… Kimisi buna özerklik diyor, kimisi bizim gibi bölgeli yönetim diyor, vesair ama temeli “desantralizasyon” dediğimiz ademimerkeziyetçilik Prens Sabahattin’den bugüne kadar tartışılan bir şey. Bize göre Türkiye’deki gelişmişlik ve Türkiye’deki siyasetin gelişmişliği veya Kürtlerin siyasetinin gelişmişliği, Türkiye’deki demokrasinin gelişmişliği, Türkiye’deki çözümü diğer yerlerden farklı kılıyor. Yani, Irak’tan farklı kılıyor, Suriye’den farklı kılıyor, İran’dan farklı kılıyor çünkü bir arada yaşama kültürü, demokrasi kültürü daha gelişkin. Yani, şimdi bana deseniz ki: 100 bin insanın kendi devletini kurma hakkı var. Kürtlerin yok mu? Kürtlerin de devlet kurma hakkı var. Bizde de “Ben bağımsız devlet istiyorum.” diyen yapılar var, zamanında oldu, şimdi de diyenler var, “Federasyon istiyorum.” diyenler var, bizim gibi “Biz kendi kendimizi yerelde yönetmek istiyoruz, özerklik istiyoruz.” diyenler var, vesair. Bu realiteleri ana dil üzerinden tartışmak bence gerçekçi bir şey değildir. Yani Bengi Yıldız bağımsız Kürt devleti istiyor diye siz milyonlarca vatandaşını ana dilinin eğitiminden veyahut öğretiminden mahrum bırakacaksanız, söylüyorum, devletin birliğine değil, tam tersine de o kopuşa hizmet edilir, bu da bizim görüşümüzdür. Yani, sen kendi vatandaşına o demokrasi içerisinde, o anayasa çerçevesinde, kendini en temel, dünyanın, herkesin tanımladığı temel hakkını vermezsen bağımsızlık isteyen eğilim daha fazla güçlenir, bunu da çok samimi olarak söylemek isterim.

Şimdi dünyada 4 bin şey var, işte 200’ü devlet kurmuş. Bu tanımlama, bu yaklaşım bana göre “Hakkını ancak devlet kurarak hayata geçirebilirsin.”in başka bir anlatımıdır. Yani, “4 bin etnisite var, 200’ü devlet kurmuş, kendi dilini yaşıyor, kültürünü yaşıyor, gerisi yaşamıyor. O zaman siz de bu 200’ün dışındaki işte o 4 binin içerisinde yer alıyorsunuz.” Bu yaklaşım, dediğim şekilde yani tam da herkesin o ulusal kurtuluş savaşı dediği arayış tezini güçlendirir diye düşünüyorum.


Yüklə 327,35 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin