Evet, 1920’lerde Yunanistan Türkiye’yi işgal etti, ama işgali gerçekleştiren, emperyalistlerin denetimindeki Yunan gericiliği idi. Bugün TRT’de gösterilen “Kurtuluş” dizisine bakın, Genelkurmay denetimindeki bu resmi yapımda bile, Yunan ordusundaki komünistlerin savaşa ve işgale karşı etkinlikleri anılabiliyor. Yunan ordusundaki komünistlerin bildiri dağıttığı Türk karargahında tartışılabiliyor, küçücük bir sahne de olsa buna yer verebiliyor. Zira işgal esnasında komünistlerin Yunan ordusu içinde gerçekten yaygın bir çalışması var. “Benden Selam Olsun Anadolu'ya" romanında da bu etkinlik çok daha canlı bir biçimde veriliyor. Bunlarla Yunan halkının tavrını anlatmaya çalışıyorum. Biz henüz böyle bir şeyi yaşayamadık. Türk gericiliğinin herhangi bir ülkeye müdahalesi karşısında bizim devrimcilerimiz bugüne kadar anlamlı bir tepki koyabilmiş değiller henüz.
Bu halk aslında Türk halkına fazlasıyla da yakın bir halk. Türk halkına yönelik düşmanlığı yok kesinlikle. Bence Türk halkında Yunan halkına karşı çok daha güçlü önyargılar ve düşmanlıklar var. Yunan halkı bu konuda çok daha yumuşak, çok daha ölçülü. Çok ilginçtir; bir takım televizyonların, gazetelerin, radyoların Türkçe bilen Yunan muhabirleri Atina’dan iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların haberlerini nesnel bir biçimde verebiliyorlar. Hiçbir Türk gazeteci Ankara’dan Yunan televizyonlarına bu tarzda haber veremez. Bu çok önemli ve bir şey anlatıyor. Yunanistan’la ilişkilerimiz ve Yunanistan’a bakışımız bu açıdan büyük bir önem taşıyor.
Aynı şey Kıbrıs için geçerli. Orada 20 küsur yıllık bir işgal var. Bu işgal gayri meşru ve son bulmak zorundadır. Ayrıca Kıbrıs Türk iç politikasında çok kullanılan bir sorundur. Yunan gericiliği, Türk gericiliği, İngiliz emperyalizmi, ABD emperyalizmi, tümü Kıbrıs’tan ellerini çekmek zorundalar. Kıb(153)rıs bu açıdan bizim için çok özel ilgi konusu olmalıdır.
Ortadoğu’da saldırgan ABD-Türkiye-İsrail mihveri
Ortadoğu’ya gelince, Ortadoğu’ya ilişkin pek çok değerlendirmemiz var. Ortadoğu’nun önemi nedir, Ortadoğu’da sorunlar nelerdir, çelişkiler nelerdir? Bunlar bilindiği için üzerinde çok fazla durmayacağım. Nihayet Körfez Savaşı vesilesiyle Ortadoğu’ya dair yapılan değerlendirmelerimizde de var tüm temel noktalar.
Ama Ortadoğu’da bugün yeni bir durum var. İsrail Ortadoğu’nun kalbine saplanmış bir hançerdir; bölgedeki halklara, mazlum uluslara, ilerici hareketlere karşı sapını emperyalizmin tuttuğu bir kanlı hançerdir siyonist devlet. Türk devleti şimdi işte bu devletle, siyonist İsrail’le stratejik bir siyasal ve askeri ittifak kurdu. Ve bu stratejik ittifak bölgedeki barış, öteki devletlerin güvenliği ve halkların ilerici-devrimci dinamikleri açısından büyük bir önem taşıyor, büyük bir tehdit kaynağı oluşturuyor. Fakat daha önemlisi, bu ittifak, en başta bizim kendi devrimimize, devrimci gelişme sürecimize karşıdır. Türk burjuvazisi bölgenin en saldırgan devleti ile bu ittifakı niçin kurdu? Elbette kendi çıkarları, güvenliği ve geleceği için. Bu demektir ki, bu Türkiye devrimine karşı kurulmuş bir ittifaktır. Gelecekte Türkiye devrimi böyle bir sorunla çok dolayısız olarak karşı karşıya kalacaktır. Böyle bir durumda İsrail’in Türkiye’ye askeri müdahalesi, Türk burjuvazisine kendi egemenliğini koruyabilsin diye dolayısız askeri desteği mümkün olabilecektir. Nitekim İsrail kendi savaş aygıtını, istihbarat gücünü, öteki imkanlarını devrime karşı daha bugünden Türk gericiliğinin hizmetine vermektedir.
İsrail, mesela Kürt hareketine karşı, bu düşmanlığı aynı ölçüde yapmayabilir. Kürtlere karşı belli bakımlardan esnek(154)davranabilir, daha ölçülü bir politika izleyebilir. Çünkü Kürt sorunu İran’ı, Irak’ı, Suriye’yi karıştırmak, gerektiğinde bölmek için İsrail’in elinde bir koz. İsrail bugün PKK’ye yönelik bir şeyler yapar, Türk devletine belli sınırlar içinde yardım ve destek sunar, ama pekala yakın gelecekte Kürtlerle uzlaşma imkanları aramaya kalkabilir. Ama bir toplumsal devrime karşı bunu asla yapmaz. İsrail siyonizminin devrime karşı hesaplı, ölçülü, dikkatli davranmasını gerektirecek hiçbir şey yok. Bu ittifak belki bugün radikal Kürt hareketleri için ciddi bir handikaptır; ama stratejik açıdan bakıldığında, asıl olarak Türkiye devrimine ve bölge devrimlerine yönelmiştir, devrimci gelişmeleri boğmayı hedefleyen büyük bir karşı ittifaktır. Parti basınımız bu olay üzerinde çok özel bir tarzda, döne döne durmalıdır. İç ve dış politika çizgisinde bu mesele gündemimizde çok özel bir yer tutabilmelidir.
Bunun dışında, Ortadoğu’da uzun bir dönemdir, nerdeyse 20 yıllık bir süredir, yani Filistin hareketinin çözülmeye başladığı zaman diliminden beridir, toplumsal muhalefette islami hareketin etkinliği önplana çıkıyor. Ve bugün bu işin bayraktarlığını yapan bir takım islami akımlar, Ulaş yoldaşın da konuşmasında belirttiği gibi, gerici kaynaklı akımlardır. Bunlar emperyalizmin, siyonizmin doğrudan ya da dolaylı desteklediği güçlerdir. Kendisi Hamas’ı, İslami Cihad’ı örnek verdi, buna çıkış itibarıyla bir Amerikan-CİA örgütlenmesi olarak Müslüman Kardeşler eklenebilir.
İslami akımların toplumsal muhalefet üzerindeki bugünkü denetimi nedir? Bunun geleceği nedir? İlerici devrimci akımların buradaki muhalefet içinde şekillenme şansları nedir? Bu açıdan bizim duruma çok daha yakından ve derinlemesine bakmak ve çok yönlü anlamak gibi bir sorunumuz var.
Bu bölgede bir takım imkanlar var. Geçmişte devrimci akımlar bu imkanları belli sınırlar içerisinde kullandılar. Ama burası tehlikeli ve kaygan bir alan. Zamanında Filistin devrimi(155)ayaktayken, etkili bir güçken, kendi özerk alanlarına sahipken, burası Türkiyeli devrimci akımlar için anlamlı bir mevzi olabiliyordu. Bugün olabildiğini zannetmiyorum. PKK evet, buradaki bir takım imkanları kullanıyor, ama kesinlikle bunun bir bedeli var ve gelecekte de olacaktır. PKK’nin oradaki etkinliği belli bir biçimde Suriye’nin denetimindedir ve Suriye’nin bunu kendi devlet çıkarları için kullandığı bir gerçektir. Bu bir sır değil, herkesin bildiği bir olgu. PKK’nin kendi bağımsızlığını zedeleyen bir takım ilişkiler içerisinde olduğundan en ufak bir kuşku duymamak gerekiyor. Ayrıca Suriye devleti kalleş bir devlettir de. Biliyorsunuz, Filistin kuvvetlerini ezdi Beyrut’ta, katliamlar yaptı ‘76 yılında. Kendi denetimini aştığı anda bir devrimci hareketi nasıl acımasızca ezebildiğini Tel Zaatar katliamı üzerinden gösterdi. Bu katliamda binlerce insan öldürdü. Suriye devleti bizzat Filistinli devrimci akımı ezmek yolunu tutabildi. Üstelik bu güya en ilerici dönemiydi, yani arkasında Sovyetler Birliği’nin olduğu, bu çerçevede rejimin kendisini ilerici anti-emperyalist yaftalarla sunduğu bir dönemdi. Suriye işte böyle bir devlettir.