b) Bu Konuda Saîd-i Nursî Hazretleri’nin Görüşleri
ﺔﻧﺟﻠﺍ ﻡﻬﻠ ﻦﺃ ﻡﻬﻠﺍﻮﻤﺃﻮ ﻡﻬﺳﻓﻧﺃ ﻦﻴﻧﻤﺆﻤﻠﺍ ﻦﻤ ﻯﺮﺘﺸﺍ ﻪﻠﻠﺍ ﻦﺇ (İnnAllah'eşterâmin'el-mü'minine enfüsehic ve imvalehum bi enne lehum'ül-Cenne)
“Muhakkak ki Allah (c.c.) müminlerden mallarını ve canları-nı (güçlerini), mutlaka onlara cenneti vadederek satın alır.”
Nefis ve malını Cenâb-ı Hakk’a satmak ve O’na kul olmak:
İnsan dünyada göçüp giderken her şey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak, ancak beş durumda, emaneti sahibine satma ve kalıcı hâle getirme ihtimali vardır.
1. Fânî mal bekâ bulur.
2. Cennet gibi bir bedel verilir.
3. Vücudun her organının ve her gücünün kıymeti, birden bire ortaya çıkar. Mesela akıl, nefis hesabına çalıştırılırsa zararlı bir âlet olur. Eğer yararlı kullanılırsa o tılsımlı bir anahtar olur. Mesela ruh bu âlemi göz ile seyreder. Eğer göz geçici, devamsız bazı gü-zellikleri seyrederse kişiyi geçici zevklerin kurbanı eder.
4. İnsan zayıftır, belâları çok. Fakirdir, ihtiyacı pek ziyade-dir. Acizdir, hayat yükü pek ağırdır. Eğer Allah'a dayanmaz, te-vekkül etmezse vicdanı daima azap içinde kalır. Karşılıksız yorul-malar, elemler, teessüfler onu boğar.
5. Bütün organların ibadetinin karşılığı cennet nimetleridir.
Eğer bunlar yapılmazsa;
1. O kadar sevdiğin mal, evlat ve nefsin, gençlik ve hayatın zayi olup kaybolacak. Senin elinden çıkacaklar. Fakat, günahla-rını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.
2. Emanete hıyanetin cezası çekilecektir.
3. İnsanî kıymetler aşağı seviyeye inecektir.
4. Acı ve fakirlik içinde ve ağır hayat yükü karşısında kişi daima ezilecektir.
5. Akıl, göz, kalp ve dil gibi vasıflar zulmet kapılarını açacaktır. (Saîd-i Nursî, Sözler, s. 37-38).
* * *
Bulamaz çare Lokman,
Ecel derdine derman,
Ne cahildir, bu insan,
Gece-gündüz eder, isyan.
Gece gündüz kan ağlarım,
Acep ne ola dermanım,
Vefâtınıza hazır olun,
Ecel vardır, gelir bir gün.27
“Aziz Biraderim Fahreddin Efendi!
Burada maldan ve candan hiçbir kederlik yoktur. Pederin Efendi iki gözlerinden bûs eder (öper) ve her daim hayır dua eyler.
Biraderim, bendenizden sorarsan umuru tesviyemde (iş-lerimin yürümesinde) kusurum yoktur. İşbu şuffemiz (mek-tubumuz) tarafınıza vardığında serian (süratle) tarafımıza istifa etmeniz (istifademize sunmanız), son derece rica olunur.
Biraderin Kasım Efendi Tarafından
23 Kânûn-i Evvel (Aralık) 1331 Rûmî, 1330 Hicrî”
S. M. Sezen’in kayınpederi (kendisi de şehit olan) Halil Oğlu Kasım’ın, Çanakkale’de “şehit olduğu” haberinin doğruluğunu öğrenmek için ağabeyi Fehrettin’e yazdığı mektubun müsveddeleri.
D. AHKÂM-I CENAZE VE KABİR
1. AHKÂM-I CENAZE28
Hastada ölüm alâmeti ortaya çıkarak son anlarını yaşama (nez'a) hali geldiği anlaşılınca, meşakkat vermezse sağ taraf üzere yüzünü kıbleye çevirmek sünnettir. Yüzün kıbleye gelmesi için, ayakları kıbleye yöneltilerek arkası üzerine yatırıp bir miktar başını kaldırmak da caizdir.
a) Telkinin Hükmü
ﻪﻠﻠﺍ ﻻﺇ ﻪﻠﺇﻻ ﻡﻜﺘ ﺍﻮﻤﺃ ﺍﻮﻧﻘﻠ muktezasınca, son nefeslerini veren mevtâya “ﻪﻠﻠﺍ ﻻﺇ ﻪﻠﺇﻻ ” demesi telkin ve tefhim edilmelidir. Zira, vefat zamanında , bu sözün söylenmesi âhiret azabından kur-tulmaya sebep olur. “ ﻪﻠﻠﺍ ﻻﺇ ﻪﻠﺇﻻ de (söyle)!” diyerek teklif edil-meyip, belki işitecek derecede yanında zikredilerek söylenmesini telkin ve tefhim eylemek, kurtuluşa sebep olduğu için müstehabtır.
Kusurlu davranmaktan (kusurlu sözden) emin (hâli) olunma-dığı için insan, her zaman tevbe ve isti'far etmelidir. Ölümü andır-mayacağı cihetle, açıklandığı gibi telkin
... ﻯذﻠﺍ ﻡﻴﻈﻌﻠﺍ ﻪﻠﻠﺍ ﺍﻮﺮﻓﻐﺘﺳﺃ diyerek tevbeyi yapmasını andırır surette zikrolunması da münasiptir.
Bir müslüman hasta olursa hatırının sorulması, vefat ederse gasli, teçhizi ve tekfini diğer müslümanlar üzerindeki bir haktır. Vefatını işitenlere namazı, kabre götürmesi gibi yerine getirilmesi lüzumlu hakların ifası için akraba ve ilgililerin, konu komşuların yanında bulunarak Cenâb-ı Hakk’a hüsn-ü zannı takviye ve teyid edecek sözlerle teselli ve hatırlatmada bulunmak gereklidir. Kişinin vefatı hâlinde de,
ﻩﺪﻌﺑﺎﻤ ﻞﻬﺳﻮ ﻩﺮﻤﺃ ﻪﻴﻠﻋﺮﺳﻴ ﻡﻬﻠﻠﺍ ﻪﻠﻠﺍ ﻞﻮﺳﺮ ﺔﻠﻤ ﻰﻠﻋﻮ ﻪﻠﻠﺍﻡﺳﺎﺑ
“Allah'ın ismi ile ... Allah'ın Resulü’nün ümmetinden (olan bu kişi-nin), ey Allah'ım, âhiretle olan işini ona kolaylaştır. Bundan sonra-sını ona kolay kıl. Sana kavuşmayı ve senin güzelliğini müşahade etmeyi ona ikram et. Sen hayırlı muamelede bulunursun, ona da hayırlı muamelede bulun!” diyerek çenesini bağlayıp gözleri ka-patılarak, üzerine bir şey örtülüp, yanında güzel kokulu şeyler ile tütsü verilip, hemen vefat ettiğinde de gasli, teçhizi, tekfini ve na-mazı kılınmakla acele olarak defnedilir. (S. Sırrı, V.Felah, s. 109-110).
b) Cenaze Namazında İmamlık Hakkı
Cenaze namazında imam olmağa öncelik hakkı, umumi velâyet hakkına sahip olanların yani herkesin sözünü dinlediği, saygı gösterdiği kimsenindir. Bundan sonra cenazenin mahallesinin imamına, sonra da ölünün velisi olmak üzere, bunlarin izinleriyle başkaları da edâ edebilirler. (S. Sırrı, Vesiletü’l-Felah, s. 107).
c) Ölünün Defninin Hükmü
Cenazenin vefatı hemen anlaşılınca teçhiz ve tekfiniyle kab-rine defninde acele etmek müstehap olmakla sabaha, (acele ola-rak) hazırlanan cenazenin namazını özürsüz olarak, yalnız cemaatin çokluğu için (vakti bekleyip, vakit namazından) sonraya bırakmak mekruhtur. (S. Sırrı, Vesiletü’l-Felah, s. 120).
2. AHKÂM-I KABİR29
a) Kabir ve Defin
Kabir insanların son menzili olarak ziyaret mahalli olması itibariyle mezar denir ki "ziyaret mahalli" demektir. Bir adam boyu derin ve yarım adam boyu geniş olup toprağı sağlam ise kıble tarafından bir miktar oyularak cenaze sığacak kadar lahd yapılıp kıbleye müteveccihen sağ yanı üzerinden konup yanında bulunan-lar tarafından birinci defasında ﻡﻜﺎﻧﻘﻠﺧ ﺎﻬﻧﻤ “minha halaknâküm ....., ikinci defasında ve ﻡﻜﺪﻴﻌﻧ ﺎﻬﻴﻓ ﻮ “fîhâ nuîdüküm......... ve üçüncü defasında ve ﻯﺮﺧﺃ ﺓﺮﺎﺘ ﻡﻜﺟﺮﺧﻧ ﺎﻬﻧﻤﻮ “minhâ nuhricüküm târeten uhrâ ... âyeti celilesi tilâvet olarak meyyitin baş tarafından üçer avuç toprak atmak müstehaptır.
Yalnız, içinden çıkan toprakla defnedilmek ve yerden bir karış kadar yükseltmek ve üzerini deve hörgücü gibi yapmak da müstehabtır.
Bir cenaze toprağa verildikten sonra onun kabrine başkasını gömmek câiz ise de kabirde bulunan kemikleri kırmak ve başka mahalle taşımak câiz değildir. (S. Sırrı, Vesiletü’l-Felah, s. 121).
b) Definden Sonra Telkinin Hükmü
Cenaze gömüldükten sonra cemaat oturup Kur'ân okunması ve sevabının bilcümle iman ehline bağışlanması müstehab olmakla tilâvete ehil bir kimse tarafından Yâsîn-i Şerif ve sûre-i Mülk ve onbir kere İhlâsı şerîfe ve bir Muavvizeteyn ile Fâtiha şerîfe ve sûrei Bakara’nın hatîmesi okununp sevabı ehli imanın cümlesiyle cenazenin ruhlarına hibe olunarak isti'farla duâ edilmek, bilahare cemaat çekildikten sonra hüsnü zan olunan bir kimse tarafından ölünün baş tarafında yüzüne karşı ayakta anasına nisbetle, mesela "Ya Emine oğlu Ahmet!" diyerek üç defa nida ile (Üzkür'il-Ahde'ellezi ...)
ﻪﻠﻠﺍ ﻻﺇ ﻪﻠﺇﻻ ﻦﺃ ﺓﺪﻫﺎﺸ ﻪﻴﻠﻋ ﺖﺟﺮﺧ ﻯذﻠﺍﺪﻬﻌﻠﺍﺮﻜذﺍ diyerek telkin edilir. (S. Sırrı, Vesiletü’l-Felah, s. 122).
c) Taziyet
Vefat eden kimsenin hayatta bulunan akraba ve taallukat-larına, “Cenâbu Allah bakîde kalanlara güzel ecir, çok sabır, uzun ömür ihsan buyursun!” gibi duâlar ile tesellide bulunmak ve ﻦﻮﻌﺟﺍﺮ ﻪﻴﻠﺇ ﺎﻧﺇ ﻮ ﻪﻠﻠ ﺎﻧﺇ “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râcıûn ........” diyerek istircada bulunmak müstehabdır. Böyle taziyede bulunan-lar haklarında pek büyük ilâhî mükâfat va'dedilmiştir. (S. Sırrı, Vesiletü’l-Felah, s. 123).
d) Kabir Ziyareti
Âhiret hayatını hatıra getirerek gafletten uyanmak ve eğlen-cesini bırakıp, biraz da sonsuz bulunan âhiret âlemi için çalışmaya sebep olmakla kabristanı ziyaret ve müslümanların ruhlarına seva-bını bağışlamak için Kur'ân-ı Kerîm ve hiç olmazsa Fâtiha-i Şerîfe ve İhlâs-ı Şerîfe tilâvet eylemek müstehabtır. Zira hadîs-i şerifde ﺖﻮﻤﻠﺍ ﻡﻜﺮﻜذﺘ ﺮﻮﺑﻘﻠﺍ ﺍﻮﺮﻮﺯ "Zûru'l-kubûre tezkürküm'ül-mevte" "Kabirleri ziyaret ediniz, ölüyü hatırlayınız!" ve bir rivâyette,
ﺓﺮﺧﻻﺍ ﻡﻜﺮﻜذﺘ "Tezkürküm'ül-âhirete" "Âhireti hatırlayınız!" ﺎﻫﺍﻮﺮﻮﺯﻓ ﺮﻮﺑﻘﻠﺍ ﺓﺮﺎﻴﺯ ﻦﻋ ﻡﻜﺘﻴﻬﻧ "Neheytüküm an ziyareti'elku-bûri fe zürûhâ" "Sizleri, kabirleri ziyaretten men ettim. ..... Onu (yatanı) ziyaret ediniz." buyrulmuştur. (S. Sırrı, Vesiletü’l-Felah, s. 124).
3. KABİR HAYATI
-
S. M. Hocafendi’nin Kabir Hayatı ile İlgili
Görüşleri
ﺖﺮﻀﺧﺍذﺇ ﺓﺯﺎﻧﺟﻠﺍﻮ ﺖﺘ ﺃ ﺍذﺇ ﺓﻼﺼﻠﺍ :ﺎﻫﺮﺧﺆﺘ ﻻ ﺚﻼﺜ ﻰﻠﻋ ﺎﻴ
ﺍﺆﻓﻜ ﺎﻬﻠ ﺖﺪﺟﻮ ﺍذﺇ ﻡﻴﻻﺍﻮ
Kef’en vecedte eyyimü hazarat cenazetü etet tü tüahhir selasün Aliyyün
“Ey Ali, üç şeyi geciktirme: Vakti geldiği zaman namazı, hazır olduğu zaman cenazeyi ve dengini bulduğun zaman bekâr kızın (evlendirilmesini).” (Tirmizî, Salât, 127 (1/320).
Hz. Peygamber, ﺓﺮﻓﺣﻮ ﻦﺎﻧﺟﻠﺍ ﺾﺎﻴﺮ ﻦﻤ ﺔﻀﻮﺮ ﺮﺑﻘﻠﺍ ﻦﺍﺮﻴﻧﻠﺍﺮﻓﺣ ﻦﻤ “Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçedir, veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.”30 buyurmuştur. (ravzatün- hufratün-hufari).
Bu münasebetle S. Mehmet Hocafendi:
Cenazenin, kendisine müjdelenen nimete kavuşması için ya da kötü amelleriyle gidecek olan mevtânın omuzlardan bir an önce atılması ve cezasını görmesi için acele edilmesini; cenaze-nin en uygun zamanda yani hazırlandığı anda, vakit geçirilmeden ve süratle götürülüp defnedilmesini sürekli olarak tavsiye etmiştir.
Her kişiye mü'min, kâfir, büyük, küçük olsa da kabir suâli haktır.
Şerh-i Umde'de açıklanmıştır ki, kulu kabirde diriltirler. İki melek gelip sorarlar. Derler ki; ﻚﺑﺮ ﻦﻤ 'Men Rabbüke.' Yani, “Rabbin kimdir?” ve ﻚﻴﺑﻧ ﻦﻤﻮ 'men nebiyyüke?' yani “peygam-berin kimdir?” ﻚﻴﺪﺎﻤﻮ 'Ve mâ dînüke' yani “dinin ne dindir?”
Çünkü, kul mümin olup iyi ameli olursa cevabı verip der ki, “Benim Rabbim Allah’tır, ve peygamberim Muhammed Aleyhi's-selâmdır. Ve dînim Dîn-i İslâm'dır,” diye suâli verdikte, o melek-ler derler ki, “Yat şimdi, râhatla!” Uykuya doymayanın uykusu gibi, o uykuda ola.
Eğer kul cevabı veremezse derler ki, ﺖﻴﻠﺘ ﻻﻮ ﺖﻴﺮﺪ ﻻ 'Lâ dereyte ve lâ teleyte' “bilmemişsin ve okumamışsındır da” diye ateşten çomaklarla döğüp azaplar ederler.
Umde'de açıklanmıştır ki, esah budur ki peygamberlere kabirde suâl olmaz ve müminlerin ma'sumlarına ve kâfirlerin ma'sumlarına bâli' olmuşların (mükellef olanlara) suâli olmaz.
ﻡﻜﺮﺑ ﺖﺳﻠﺃ “Sizin rabbiniz değil miyim?” ahdinden suâl olunur.
Eğer bir kimse telef olsa, suda boğulsa, ateşte yanmış olsa da yine herbirine sual olsa gerek. Ama ne durumda ve nasıl ola-caktır, bizim aklımız bunu kavramaz.
Emâlî'de açıklanmıştır ki, kabir azâbı haktır. (S. M. Sezen, Şiir Defteri, s. 158).
Vefâtdan sonra cesede uygulanacak yönetemle ilgili sözleri şunlardı:
“Âhiret nimetleri ve kabir azâbı bizim bildiğimiz dünya ile karşılaştırılamaz. Bu bakımdan maddeden ibaret olan vücudumuz, ruh vücuttan ayrıldıktan (can vücuttan çıktıktan) sonra ne zevk duyar ve ne acı duyar, o ölüdür. Ruhumuzla beraber benliğimizin, bizim bilemeyeceğimiz şekilde nimete kavuşacağında veya ceza göreceğinde şüphe olamaz.
Bu bakımdan maddeden ibaret olan vücudumuz fânîdir; çürüyüp, dağılıp yok olacaktır.
Ancak, fânî olan şu vücudumuza saygı gösterilmesi Allah’ın onu en mükemmel bir şekilde yaratmasından ve ruha mekân olmasındandır. Maddeden ibaret olan ‘ahsen-i takvim’ üzere yaratılan ve insanın varlığını ifade eden vücudun defni de, en güzel şekilde yaratılmasının gereği, onun ayaklar altında kalmaması, yerlerde artıklarının sürünmemesidir. Mükemmel yaratılan varlığın, cansız bedeninin de mükemmel defni gerekir.
Öldükten sonra, ayrıca bedene ait duyular son bulduğundan dünyada bildiğimiz şeyler sona ermektedir.
Ben öldükten sonra bedenimin, herhangi bir çukura bırakıl-masıyla kabre defnedilmesinin bir farkı yoktur. Öldükden sonra vücudun paramparça edilmesi de bir acı duymaya sebep olmaz. Kalıcı olan ruhumdur. Âkibetimi mahzun, mahzun seyreden ruhumdur. Benim beklediğim ve umduğum Allahü Teâlâ’nın rahmeti ve nimeti; bağışlanmam için niyazda bulunduğum taksirâtı-mın affı ve mağfiretim ya da cezam ile ilgili akibetimi seyreden ruhum olacaktır.
Benim vücudumun ve organlarımın bir an önce toprağa karışıp çürümesinde yarar vardır. Renk ve şekilden ibaret olan tenimin çürüyüp dağılmasıyla; kıyâmet koptuğunda, tekrar diriltil-mem arasında bir ilgi yoktur. Allahü Teâlâ, tenim çürüyüp yok olsa da beni tekrar diriltmeye kâdirdir ve güç yetirir. Ancak bu diriltilmenin keyfiyetini, nasıl olacağını bilemiyoruz. Allahu âlem.
Korkum, kabir azâbını ucuz atlatamamam. Büyük korkum, dünyadaki işlerimin hesabını, o günde verememem. Tek çarem, tek ümidim, tek kurtuluşum Allahü Teâlâ’nın rahmetine, affına sığınmak.”
-
Kabir Hayatı Hakkında Yunus Hocafendi‘nin
Görüşleri
Sultânı Enbiya (S.A.) Efendimiz buyurmuşlar ki, “Bir mümin kul kabire konduğu vakit iki melek gelir. Ruhu, tekrar kendine iâde olunur.” Yani, daha önce benliğinde ve kendisinde olduğu vücut yenilenir, kuvvet bulur. O âleme göre bir hayat hasıl olur. Bu âlemdekiler, onu anlayamazlar. O bir ruh hayatıdır. Ne dünya hayatına benzer, ne âhiret hayatına benzer. (Y. Fehmi, Makale ve Mev’ızeler, s. 163, 209).
Ölüm halinde, gözlerini kapar kapamaz gaflet gidiyor. Bütün gerçekler, ortaya çıkıyor. Ruh, başka bir yeni hayat kazanıyor. Yoksa mahvolmuyoruz, yok olmuyoruz. Gittikçe, gerçek hayata doğru, ebedî hayata doğru yaklaşıyoruz.
Ruhun kabir hayatı, “geçici dinlenme yatağı” gibi olan hayat başkadır, başka bir hayattır. Şimdi cisimsiz yaşıyor. Ruhumuz uyuyor. Bu cismânî gözler kapandı mı, ruhânî gözler o vakit bir ulûhiyyeti anlamış ve keşfetmiş olarak parlıyacak, gerçekleri göre-cek. Sonra, bu görüşü kademe kademe artacak. (Y. Fehmi. Hik. Mesnevî, s. 58).
Ruh başka, yeni bir hayat kazanıyor, yoksa mahvolmuyor. Şimdiki hayatımızda ruhumuz zulümler ve gaflet içinde, uyuşmuş, ölü gibi. Belki ölüdür.
Bu cismanî gözler kapandı mı, ruhun gözü açılacak, hakikatları görecek; kabirde bir türlü, âhirette bir türlü görecektir. (Y. Fehmi. Hik. Mesnevî, s. 163-209). Yoksa bunu, bu dünya hayatını gerçek bir hayat zan etmeyiniz. Bu hayat, görünen bir hayattır. Hep gaflet içinde yaşıyoruz. Orada, öldükten sonra gaflet yok. (Y. Fehmi. Hik. Mesnevî, s. 164).
“Ruh bedenden çıktığında, yine bedene ilgisi ve ilişiği kesilmez. Ruh yine cesedi üzerine bakar, durur. O sevgili vücudunun ne olduğunu, ne hâle geldiğini, hep görür, bilir. Mefluç, yani nüzüllü adamlar gibi hiçbir şeye gücü yetmez. Kendine, asla kumanda edemiyor: Kalk, kalkamaz; tut, tutamaz; git, gidemez. İşte, ilk azap bu, buradan başlar. Ruhun sevmediği şeyler, başına geliyor. Taput, teneşir, kefen; dar ve karanlık mezarda yalnız, yalnız başına. Hiç, böyle yeri ruh sever mi? Ruh geniş, ferah, aydın yerlerden hoşlanır. Öyle yerlere alışmış. Şimdi bu mezarda ne yapsın? Buraya nasıl tahammül etsin? Bununla kalsa? Bir de sual melekleri gelir. Ağa, efendi, zengin, bey, paşa tanımıyor.
Gel söyle, bakalım: Senin rabbin kimdir? Ne dini tuttun? Hangi peygambere ümmet oldun ve uydun? Kitabın nedir? Kıblen neresidir? Nesin, ne millettensin? derler.
Öyle ya şimdi soran yok! İşle, bugün beyim, her ne dilersen, geri koyma, hava hoş, yasak yok! Amma, bir gün olur sorarlar, dinsizlere... Bu sözler kendine mesel gibi gelen imansızlar sayıklar, şaşırır kalır. Para için, her şeyi ayak altına alan, dünyada her şeye aklı eriyor, mevlâsına gelince zihni kapanmış.” (Y. Fehmi. Hik. Mesnevî, s. 173).
d) Konu ile İlgili Fahruddîn er-Râzî’nin Görüşleri
ﺖﺍﻮﻤﺃ ﻪﻠﻠﺍ ﻞﻴﺑﺳ ﻰﻓ ﻞﺘﻘﻴ ﻦﻤﻠ ﺍﻮﻠﻮﻘﺘ ﻻﻮ “Allah yolunda öldürülenler için ‘ölü’ler demeyin, bilakis onlar diridirler. Fakat, siz farkına varmazsınız.” (Bakara, 154).
Şehitlere Ölü Denmez, Onlar Diridir:
Bu âyetle ilgili görüşler:
1. “Onlar şu anda diridirler.” Allahu Teâlâ, sanki onları, sevabını onlara ulaştırmak için diriltmiştir. Bu, kendileri kabirle-rinde bulundukları halde, itaat edenlere, nâil oldukları sevabın ulaştığına delildir. Hayatın var olması için bünye şart değildir. Allahu Teâlâ’nın, bütün unsur ve zerreleri bir araya getirmeye ve birleştirmeye ihtiyaç duymaksızın, bu zerrelerden herbirinde haya-tı tekrar yaratması imkânsız değildir. (er-Râzî. Tefsîr-i Kebîr, c. 4, s. 75).
Allah’ın onları görülmez, müşâhede edilmez olduklarında da diriltmesi imkân dahilindedir.
2. ﻩﺎﻧﻴﻴﺣ ﺎﻓ ﺎﺘﻴﻤ ﻦﺎﻜ ﻦﻤﻮﺃ (Eve men) “Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz kimse ... kimse gibi midir?” (En’am, 122) âyetinde belirtildiği gibi, “onlar din hususunda ölmüşlerdir” deyip de, bunun üzerine de Allah’ın, “Ey müslümanlar, Allah yolunda şehid olanlara müşriklerin dediğini söylemeyiniz; fakat siz, onların durumunu bilemezsiniz, onlar dinde diridirler. Onların, Rablerinden olan bir hidâyet ve ömür üzere olduklarını bilemezler.” demesi mümkündür.
Adamın birisinin, “Senin gibi bir kimseyi halef bırakan kimse ölmez.” demesinde olduğu gibi. (er-Râzî. Tefsîr-i Kebîr, c. 4, s. 75).
Kabir Azâbının Delilleri:
a) Âyetler:
“Dediler ki, ‘Ya Rabbi, bizi iki defa öldürdün. İki defa da dirilttin” (Mümin, 11) buyurmuştur. Âyette zikredilen iki ölüm, ancak kabirde de hayatın meydana gelmesiyle mümkün olur. “Boğuldular ve bir ateşe sokuldular” (Nuh, 25) ve “Sabah akşam ateşe tutulur-lar. Kıyametin koptuğu gün, (şöyle seslenilir): ‘Firavun’un hanedâ-nını azâbın en çetinine sokunuz!” (Mümin, 46).
Kabir azâbının varlığı sübut kazanınca, kabirde mükâfatın olabileceğine hükmetmek de gerekir. Çünkü azab, Allah’ın kulun üzerindeki hakkıdır; sevap ise, kulun Allah üzerinde olan hakkıdır. Buna göre azâbı düşünmek, mükâfatı düşünmekten daha güzeldir. Cenâbı Hak azâbı kıyamete erteleyip, hatta bazen onu kabirde gerçekleştirdiği gibi, aynı şekilde O’nun kabirde sevabı vermesi daha uygun olur.
b) “Ve onlar, henüz kendilerine yetişmemiş olanlar hakkında müjde vermek isterler” (Â. İmrân, 170) âyeti, öldükten sonra dirilme vâki olmadan önce, berzâh âleminde bir hayatın bulunduğuna bir delildir.
Kabirdeki azab ve mükâfat hususundaki haberler, mütevâtır derecesinde gibidir. (er-Râzî. Tefsîr-i Kebîr, c. 4, s. 77).
Beden-Ruh Münasebeti, Kabir Azâbının Rûhânî
Olması Meselesi:
“Kabir azâbının veya mükâfaatının bedenlere değil ruhlara verildiği” görüşüdür. Bu görüş, ruhu bilmeye bina edilmiştir. Bu görüşte olanlara göre; “İnsanın şu görülen bedenden ibaret olması” mümkün değildir.
1. Bu bedenin cüzleri devamlı büyür, gelişir, serpilir, nok-sanlaşır, mükemmelleşir ve erir, zayıflar... İnsan, insan olması bakı-mından, hayatının başından beri hep devam eder. Bâkî olan, bâkî olmayandan başkadır. Herkesçe “ene-ben” lafzıyla kendisine işaret edilenin, bu bedenden başka olması gerekir.
“Ben” Dediğimiz Şey Nedir?
2. Ben, benim, bütün parçalarımdan ve cüzlerimden haber-siz olduğum halde de, “ben” olduğumu bilirim. Bilinen, bilinmeyen-den başkadır. Kendisine, “ene-ben” diye işaret ettiğim, bu âza ve cüzlerden başkadır. “İnsan hissedilemez, çünkü hissedilen şeyler, o şeylerin yüzeyi ve rengidir. Fakat şüphe yok ki insan sadece görünen rengi ve yüzeyinden ibaret değildir.
Bu hususta:
Maddî parçalar bedende, ateşin kömürde, yağın susamda ve gülsuyunun gülde hareket edip sirâyet etmesi gibi hareket ederler. Bu parça ve cüzler, Allah’ın onlara verdiği bir hayat ile diridirler. Bu hayat yok olduğu zaman o cüzler ölür. (Kelâmcı-ların görüşü).
Cisimlerin, bedenle birleşip, ateşin kömürde sirâyet edişi gibi onda hareket ettiği zaman, şu bedenin o ruhun nurlarıyla nurlanıp onun hareketiyle hareket edeceğini; beden zayıflayıp çözülme ve değişme olunca, o nûrânî varlık yok olmaz, beden-den ayrılarak, mukaddes ve mutahhar âlemlere giderler. Eğer günahkâr iseler cehennem ve belâlar âlemine giderler. Bu şekilde söyleyenler de olmuştur. (er-Râzî. Tefsîr-i Kebîr, c. 4, s. 78-79).
Kabir azabının şu bünyeye ya da onun bir parçasına gelebileceğini ileri sürenler olmuştur. Bu mümkün olursa, “İnsan sadece ruhtur. Çünkü ruh dağılıp parçalanmaz. Binaenalayh şüphe yok ki azab ve mükâfaat ona gelir, sonra Allahu Teâlâ, kıya-mette ruhları bedenlere döndürür ve böylece cismânî haller, ruhânî hallerle birleşmiş olur.” (er-Râzî. Tefsîr-i Kebîr, c. 4, s. 81).
* * *
Yer ve gök, ilâhî, hep senden umarlar,
Kamusu (hepsi) senin hazretine yalvarırlar.
Yâ Muhammed (s.a.) kıl şefâat,
Ümmetin istiyor medet!31
-
AMELLE İLİGİLİ DÜŞÜNCELERİ
Hamd ve şükür:
“Nimete kavuşunca (nimeti kaldırınca) ‘Allah’a (C.C.) hamd olsun, Allah (C.C.) bereket versin, bırakıp gidenler nûr içinde yatsın!’ deyiniz.”
Temizlik:
ﻦﺎﻤﻴﻻﺍ ﻦﻤ ﺔﻓﺎﻈﻧﻠﺍ “Temizlik imandandır.” (Hadis)
“Çalışacağın yer temiz olsun. İşinin ne olduğunu görebilmen için fazlalıkları kaldır. Ayağına takılan ufak taşlar seni tökezletir. Kaygan zeminde oynanmaz. Yola atılmış karpuz kabuğuna basarsan düşersin.”
“Bir iş mülevves ise yanına yaklaşmaya gelmez, pislik bulaşır. Mülevves (pis) işten hayır gelmez. Mülevvesin kokusu dahi pistir. Mülevves işin sonu acı gelir. Dalı mülevves olanın kökü de mülevvestir. Mülevves kap kalay almaz. Pis b.k böceği pislikte büyür. İki ucu da pis olan çubuk tutulmaz, muhakkak pislik bulaşır. Tekerleğin böldüğü pisliğin ikisi de pistir. Ayak yolunda beklenmez. Ayak yolundaki koku zevk vermez.”32
* * *
Dünyada açmayan gözü,
Yarın kara olur yüzü.
Kulluk yolunda olmayan,
Kabul olmaz hiçbir sözü.33
ﻦﻮﺮﻓﻜﺘ ﻻﻮ ﻰﻠ ﺍﻮﺮﻜﺸﺍﻮ ﻡﻜﺮﻜذﺍ ﻰﻧﻮﺮﻜذﺎﻓ “Öyle ise siz beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin nankörlük etmeyin.” (Bakara, 152).
Allah, bu âyette biz kullarını ki, şöyle mükellef tutmuştur. Birisi zikir, diğeri şükür. Zikir, bazen dil ile, bazen kalb ile, bazen de âzalarla olur. İnsanların Allah’ı dilleriyle zikretmeleri (anmaları), hamd, tesbih, medih ve Kur’ân’ı okumakla olur.
Karga gibi ötmekle,
Kul hakkı yutmakla,
Gecelerde yatmakla,
Huri, dîlzâr bulunur mu?
Hakk’ın zikrinin safına,
Emrü fetvâ verilir mi?
Çare nedir, sorulur mu?
Hamdi, bu yolda olursa,
Soru-hesap sorulur mu? (S. M. Sezen, Şiir Defteri, s. 147).
Kalb ile zikir:
Allah’ın zat ve sıfatlarıyla ilgili deliller üzerinde tefekkür etmek.
Allah’ın insanlara verdiği mükellefiyetlerinin, ahkâm, emir ve yasaklarının, va’ad ve vaîdinin nasıl olduğunu gösteren deliller üzerinde düşünmek.
Allah’ın mahlûkatının sırları üzerinde düşünmek.
İnsanların, Allah’ı uzuvları (vasıfları) ile zikretmeleri de, onların uzuvla-rının emrolundukları işlerle iyice meşgul olması ve nehyolundukları amellerden tamamen uzak kalmalarıdır.
SABRIN SEBEBİ NEDİR?
Açıkta, ağaçsız bir yerde olan Danişmentler Köyü'nün ca-misi de köyün ortasında değil, köyün dışındaydı. Köyün imamı da Seyit Mehmet Hoca. Köy odasında neşeli ve üzüntülü anlar yaşanıyor, meseleler ve sorunlar dile getiriliyordu. Hele ramazan ayında iftar yemekleri ve tarâvih namazlarının zevkine doyum olmuyordu.
70-80 kişi civarında yaşlı, genç ve çocuk olan köy halkının tamamı terâvih namazında.
Uzun kış gecelerinde kılınan terâvih namazında halkın bir araya gelmesi, sohbetler edilmesi, çocukların namazda da olsa, hoş karşılanan itişip kakışmaları, hıkırdamaları neşelendiriyor, mutlu ediyor halkı. Köy odasında hırslı oğlunu, hırçın torununu, uslu uslu, saygıyla karşısında otururken seyreden dedeler ve babalar neşeli. Köy halkını, ramazan ayı dışında böyle bir arada bulmak çok zor, tabii.
Herkes nasibini alır, terâvih namazından. Dışarıda bir karış kar ve soğuk varken, köy odası ve camisinin sıcak havası ve rehâveti insanın ruhuna işler, huzur verir.
Yine bir terâvih namazı. Yaşlı, genç, çocuk bütün cemâat namaza uyum sağlamış, huşu’ içerisinde. Bu, huzur dışarıdan gelen, seslerle bozulur.
Caminin girişinde; "Höüşşt, höüşşşt, höşşşttt. çöüşştt, çöüşştt, çöüşştt..., çüüşşşttt, çüüşşşttt, ... " sesleriyde takırtı-tukurtuları duyan ve gören, arka saftaki çocukları ve gençleri bir hıkırdama tutar.
"Höşt, höşt, höşt... çüşşşt, çüüüşşşttt, çüüüşşşttt..." sesleriyle takırtı-tukurtular caminin içinde devam eder. Artık hıkırdamalar da yerini gülüşmelere bıraktığından, gençlerin namazlarını, bazılarının abdektlerini bozdukları anlaşılır.
Camiye giren komşu köyden, Kazanlar Köyü'nden Ali Ağa ve sokulan da merkebidir. “Höşt-hüşt”leri ve takırtıları duyan, merkebi de caminin içinde gören çocuklar ve gençler, hemen namazı terkedivermişlerdir.
Yaşlı olanlar, merkebini caminin orta direğine bağlayan Ali Ağa'ya, alçak sesle sorarlar:
"Merkebi camiye, niçin soktun? Merkebin camide işi ne? Merkebe namaz mı kıldıracaksın?"
- Camiye sokmayıp da, bu kışda kıyamette, eşeğimi dışarı-da bırakıp da kurda mı yedireceğim, yani! diye cevap verir, Ali Ağa.
İmam, görevinin kutsiyyeti karşısında namazı bitirdiğinde, arkasında cemaatten üç kişinin kaldığını görünce hayrete düşer: "Her ne olursa olsun genç ve yaşlı, kim olursa olsun, müslümanın iradesine sahip olması, sabretmesi ve namazını bozmaması gere-kirdi..." diye düşünür.
Daha sonra cemaate şöyle konuşur:
- “Allahü Teâlâ, sizleri sabırla imtihan ediyor. Ali Ağa ile merkebini camimize kadar gönderen de şeytandır. Allahu Teâlâ'nın huzurunda olduğunu bilen ve irdesine sahip olanların namazı ter-ketmemeleri icap ederdi. Bu olay, bizim için bir sınavdır. Bizim irademizin ve sabrımızın zayıflığını, şeytana her an uyabileceğimizi gösteriyor.”
Dostları ilə paylaş: |