FİKİR HUKUKU VE TELİF HAKLARI
Bu çalışmamızın konusu, genel olarak fikri hakların tarihsel gelişimi, hukuk düzeni ve fikri haklar, bu tarihsel gelişim seyri içinde fikir (ifade) özgürlüğünün yeri, fikri mülkiyet hukukunun iki ana konusu olan sınai mülkiyet konusu buluşlar ve fikri mülkiyet konusu eserler, eser sahipliği kavramı, koruma süreleri, konuyla ilgili uluslararası düzenlemeler, Avrupa Birliği hukukunda fikri haklar, FSEK’nda düzenlenen maddi ve manevi haklar ve en son olarak da, çevirmenin hukuki statüsü ve çevirmenin hakları hakkında derlediğim bazı bilgilerdir.
Bu çalışmayı hazırlarken yararlandığım kaynaklar şunlardır:
-
Türk Fikir ve Sanat Hukuku, Prof. Dr. Şafak N. EREL
-
Hukukta Fikir ve Sanat Ürünleri, Dr. Nüşin AYİTER
-
Fikir ve Sanat Eserleri Hukukunda İşlenme Eserler, Av. Engin ERDİL
-
Fikri Mülkiyet Hukuku ile Rekabet Hukukunun Teknolojik Yeniliklerin Teşvikindeki Rolü, Dr. N. Ayşe ODMAN
-
Fikri Hakların ABC’si, UNESCO / Pen Yazarlar Derneği
-
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nu Anlamak, Mustafa ALBAYRAK
-
FSEK, İlgili Uluslararası Sözleşmeler ve AB Yönergeleri
Konumuzun özü olan Telif Haklarına gelmeden önce, Telif Haklarının bir parçasını oluşturduğu Fikri Haklar üzerinde ve bunların tarihsel gelişimi durmak gereğini hissediyorum.
A. Tarihsel Gelişim:
A.1. Gutenberg’den Önce:
İlk ve Orta Çağlarda:
Eser sahiplerinin eserinden doğan maddi çıkarlarından önce manevi çıkarlarının varlığı kabul edilmiştir. Eski Yunan ve Roma uygarlıklarında, bir eseri kendisine maletmek (intihal) bir şerefsizlik suçu sayılarak cezalandırılıyordu ve eski Yunan uygarlığında eser korsanlığına karşı bazı yaptırımlar uygulanmaktaydı.
Genel olarak, eski uygarlıklarda fikri emek ürünleri, üzerinde cisimlendikleri maddi mallardan ayrı düşünülmemekte idi ve yaratıcının iktisaden veya maddi yönden korunmasına gerek duyulmuyordu. Örneğin, ünlü Romalı hukukçular Gaius ve Paulus, tahta üzerine oyularak yapılan bir tablo için, “bu tablonun mülkiyetinin tahtanın mülkiyetine bağlı kalması zorunludur, çünkü tahta olmasaydı, tablo da olmayacaktı”, demişlerdi. Bir kitabı satın almakla kitaptaki fikri ürünlere de sahip olunabilmekteydi. Yani, cisim fikre değil, fikir cisme bağlıydı.
Ortaçağda da, fikri ürünlerin ayrı bir hakkın konusu olabileceği hiç düşünülmüyordu. Herkes yararlanmak istediği bir eseri kopya edebilir veya ücreti karşılığında başkasına kopya ettirebilirdi. Yaratıcının eserin kopya edilmesine itiraz hakkı yoktu.
Özetlersek, Gutenberg’e kadar, fikri yaratıcılık ürünü olan her türlü eser, maddi mülkiyete ilişkin yasal düzenlemeler kapsamında idi. Elyazması edebi eser veya bilimsel eser veya heykel ve resim gibi güzel sanat eserlerinin yaratıcıları, sadece maddi bir malın sahibi sıfatını kazanıyor ve bu eserlerini başka bir kimseye satabiliyorlardı. Üstelik, ilk ve orta çağlarda, Gutenberg’in matbaayı icat etmesine kadar, bir eserin çoğaltılması son derece zordu, çünkü ancak elyazısıyla çoğaltılabiliyordu. Resim ve heykel taklitçiliği ya da eser hırsızlığı son derece nadirdi.
A.2. Gutenberg’den Sonra:
Gutenberg’in hareketli baskı sistemini (matbaa) icat etmesi ve bu icadın önce tüm Avrupa’ya yayılmasından sonra, hem kitapların üretim ve çoğaltım maliyeti azaldı, hem de mevcut kitapların sayısı arttı.
Fikri haklar alanında atılan ilk adım “basım imtiyazlarının” kabulü olmuştur. Matbaanın icadıyla, o zamana kadar sadece elyazısıyla ve sınırlı sayıda kopya edilebilen eserlerin sayısız çoğaltılması ve satılması imkanı doğdu. Ancak bunun için matbaacı ilk önce satılma şansı olan bir müsvedde bulmak ve bunu basıma hazır hale getirmek için masraf etmek zorundaydı. Oysa başka bir matbaa için bu ilk baskıyı kullanarak eserin ikinci ve sonraki baskılarını yapmak çok daha ucuza mal olan ve haksız rekabete yol açan bir durumdu. Bu nedenle, belirli bir bölgede ve belirli bir süre için bir eserin sadece bir matbaacı tarafından basılabilmesi, idari otoritelerin verdiği “basım imtiyazları” ile sağlandı. Bu yolla, matbaacıların eser sahibine ödedikleri ücret karşılığında eserin maliki haline geldikleri kabul edilmişti. İngiltere’de imtiyaz sahibi, “owner of copy” olarak nitelendirilmiş, “copy right” terimi de ilk önce telif hakkı anlamında değil, basım ve teksir hakkı anlamında kullanılmıştır.
16. yüzyılın ortalarında, yazarın da eserden pay alması âdet haline geldi. İlk yazar imtiyazı, 1486 yılında Sabellicus adlı bir yazara Venedik’te “Venedik Taciri” isimli bir eser için verilmiştir.
Bu arada, gerek İngiltere’de gerekse Kıta Avrupası’nda, yöneticiler ve kilise, bu gelişmelerin önemini kavradılar ve basım tekniğindeki gelişmelerin kendi güçlerini tehdit edebilecek siyasi ve toplumsal etkilerini gördüler ve özellikle, basılı eserlerin dağıtımıyla ilgilenmeye başladılar. Basımcıları denetlemek ve gerekirse ürünlerini sansür etmek ve basını susturabilmek için bu basım ayrıcalıkları sistemini kullanmaya başladılar. 15. yüzyıl sonu ile 18. yüzyıl başı arasındaki basımcılık tarihi, daha çok bu ayrıcalıkları düzenleyen çeşitli farklı kraliyet kararnameleri ve yönetmelikleriyle şekillendi.
A.3. Yeni ve Yakın Çağlarda:
17. yüzyılda İngiliz filozofu John Locke ve arkadaşlarının savunduğu doğal hukuk teorisinin öncülük ettiği liberal hareketlerin etkisiyle Avrupa’daki eski yönetim sistemi sarsılmaya başladı. Mutlak monarşinin yerine parlamenter sistem ve meşruti monarşi geçmeye başladı. Aynı zamanda, yazılı basın üzerindeki kısıtlamalar giderek azaldı ve basım ayrıcalığına sahip tekellere karşı bir mücadele başlatıldı.
Eser sahiplerini koruyan ilk kanun, İngiltere’de, The Stationers Company’nin baskısı sonucunda 10 Şubat 1710 tarihinde kabul edilen ve “Act Anne” adını taşıyan bir kanundur. Çağdaş anlamda fikri haklara ilişkin ilk hukuk normu olan bu kanun, yayımlanmış eserlerin korunmasına yönelik kişisel hakların ilk kez tanındığı yasadır. Bu Kanunun amacı, yazarı ekonomik yönden gözetmek ve bilimin teşvik edilmesini sağlamaktır. Bu yasayla, mevcut basılı eserlerin sahiplerine yasanın yürürlük tarihinden itibaren 21 yıl süreyle bu kitapların tekrar basılması konusunda mutlak ve kişiye bağlı bir hak tanınmıştır. Henüz yayımlanmamış ve yeni yayımlanacak olan eserlerde ise fikri haklara tanınan koruma süresi 14 yıldı ve bu süre dolduğunda yazar yaşıyorsa bu koruma süresini ikinci bir 14 yıl için yenileyebiliyordu. İngiltere’de, daha sonra sırasıyla, hakkâklar ve heykeltraşlar ve daha sonra, tiyatro eserleri bu kanun kapsamına alınmıştır.
Fransa’da fikri haklar alanındaki gelişmeler, 1789 devriminin etkisiyle 1791 yılında yayımlanan bir fikri hak kararnamesi ile başlatılabilir. Ancak gerek Fransız gerekse Amerikan devrimleri öncesinde de, hem Fransa’da hem de A.B.D.’nin çeşitli eyaletlerinde fikri hak yasaları vardı. Bu yasaların ortak özelliği, fikri hakları “en kutsal mülkiyet hakkı” olarak tanımlamalarıdır. Örneğin, 17 Mart 1789 tarihli Massachusetts Eyaleti Yasasında, “hiçbir mülkiyet hakkı, insanın kendi zihinsel çalışması sonucunda oluşturduğundan daha mutlak ve kişiye özgü değildir” ibaresi mevcuttu.
Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde de tarihsel olarak hemen hemen aynı dönemlere denk düşen yasalar çıkartılarak fikri hakların korunması benimsenmiştir.
Avrupa Birliği Hukukunda, genel kural olarak, malların topluluk içinde serbest dolaşması ilkesi geçerlidir. Fakat bu kurala, fikri haklar bakımından istisna getirilmiştir. Fikri haklar, mutlak (tekelci) haklar arasında kabul edildiği için, ancak eser sahibinin izniyle, eserin serbest veya sınırlı biçimde dolaşması mümkündür.
Ancak fikri hakların ulusal sınırlar içinde korunması yetmez, çünkü bu haklar ihlâle çok açıktır. Uluslararası düzeyde ihlâle en müsait olan hak da telif hakkıdır. Örneğin, yurt dışında basılan bir kitabın ya da yurt dışında imal edilen ses ve resim taşıyıcılarının Türkiye’de izinsiz olarak çoğaltılması son derece kolaydır. Bu nedenle, bazı uluslararası sözleşmeler yapılmıştır. Ayrıca, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 27nci maddesi: “Herkes, sahibi bulunduğu her türlü ilim, edebiyat ve sanat eserlerinden doğan manevi ve maddi menfaatlerinin korunması hakkına sahiptir”, der.
Fikri hakların uluslararası düzeyde korunması amacıyla yapılan ilk uluslararası düzenleme, 1886 yılında imzalanan Edebi Eserler ve Sanat Eserlerinin Korunmasına İlişkin Bern Konvansiyonu’dur. 20. yüzyılda, 1952 yılında çok geniş kapsamlı bir fikri haklar antlaşması olan Evrensel Fikir Hakları Konvansiyonu imzalanmıştır.
A.4. Ülkemizdeki Gelişmeler:
Telif hakkıyla ilgili ilk hukuk metni, 1850 tarihli “Encümen-i Daniş Nizamnamesi”dir. Buna göre, eserin incelenmesinden sonra, telif hakkı ödenir. Daha sonra, 1857 tarihli Telif Nizamnamesi çıktı. Bu Nizamnameye göre, basılan nüshalar tükeninceye kadar eseri basan şahsa tekel tanınıyordu. 1872’de yapılan bir ekle, yazarın kitabı için koruma süresi 45 yıl, tercüme eserlerin koruma süresi ise 20 yıl olarak belirlenmiştir. Osmanlı döneminde bu konuda ilk esaslı kanun, 1910 tarihli “Hakkı Telif” Kanunudur. Bu kanun, 1951 yılına kadar uygulanmış ve 1951’de 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu çıkartılmıştır. Bu Kanun, daha sonra müteaddit defalar değiştirilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |