2- Figüratif sanat anlayışında çalışan sanatçılar :
a- Toplumsal gerçekçi sanatçılar :
NEDİM GÜNSÜR (1924-1994)
1924 Ayvalık doğumludur. Günsür ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamlamıştır.396 İlk resim bilgilerini amatör bir ressam olan babasından alan, ortaokulda düzenlenen bir resim yarışmasında kazandığı ödül nedeniyle, akademiyi tanıtıcı bir broşürden, ressam olmaya karar veren Nedim Günsür, lise öğrenimini yarıda bırakarak 1942’de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmiştir; burada Bedri Rahmi Eyüpoğlu atölyesinde öğrenim görmüştür. Sanatçı çalışmalarını özellikle desen üzerinde yoğunlaştırmıştır. Aynı atölyenin genç üyeleri ile birlikte “On”lar Grubu’nun kurulmasına katkıda bulunmuştur.397
1948’de Yüksek Resim Bölümü’nü birincilikle bitirince, Fransız hükümetinin verdiği bir bursla sanat eğitimini geliştirmek üzere Paris’e gitmiştir. Orada geçirdiği 4 yıl içinde Fernanol Leger ve Andre Lhote atölyelerine izleyici olarak katılmıştır. Büyük müzelerde yer alan yapıtları yakından incelemiş, bir süre kopyalar yapmıştır. Kendi tarzında siyah beyaz krokiler oluşturmuştur.398
1951’de Paris’ten gönderdiği resimlerle, İstanbul Maya Galerisi’nde ilk kişisel sergisi düzenlenmiştir. 1952’de yurda dönünce İzmit’te askerlik hizmetini tamamlamış ve iki yıl sonra da Zonguldak’a resim öğretmeni olarak atanmıştır. Kömür işçilerini konu alan bu dönem resimleri ile ikinci kişisel sergisini, 1957’de İstanbul’da Türk- Alman Kültür Merkezi’nde açmıştır. Resim öğretmenliği görevinden ayrılarak İstanbul’a yerleşmiştir. 1960’ta yeni bir sergi düzenlemiş, 1961’de ise yeniden öğretmenliğe dönmüştür. Daha sonraları gurbetçileri ve inşaat işçilerini konu aldığı resimlerini sergilemiştir. Beş tablosuyla katıldığı 1963’teki 24. Devlet Sergisi’nde birincilik ödülünü kazanmıştır. Aynı yıl İstanbul Manifaturacılar Çarşısı için bir mozaik pano yapmıştır. 1972’de yılın sanatçısı seçilmiştir.399
1973’teki 50. Yıl Sergisi’nde Atatürk Ödülü’nü almıştır. Yurt dışında gezdirilen Çağdaş Türk Sanatı sergilerine resimleriyle katılmıştır. İstanbul (1983-1988) ve Ankara’da (1984) kişisel sergiler açmıştır.400
Resim öğretmenliği görevinden emekliye ayrılmıştır. Sanatçı tablolarında buruk bir atmosfer egemen olmuştur. 1960'tan sonra büyük kent yaşamı ve sorunlarıyla ilgilenmeye başlamıştır. Özellikle gecekonduları, yapı işçilerini ve Almanya’da çalışan işçileri konu almıştır ve resimlerinde dramatik yönü ağır basan bir anlatımı benimsemiştir. 1970’lerde toplumsal içerikli yapıtlar (“Köylü Aile” 1977; “Yeşil Tren” 1979; “Göç” 1979) gerçekleştirmiştir. Ayrıca kent ve kıyı görünümleri ile (“Beykoz’a Bakış” 1979; “Büyükdere’den” 1979; “Denize İnen Sokak” 1979) lunapark ve bayram yerlerini betimlemiştir. Kompozisyonlarında küçük figürlere ve yerel öğelere yer vermiş ve naif bir anlatım geliştirmiştir.401
Resmi ve özel koleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır.402
b- Gerçeküstücü sanatçılar :
YÜKSEL ARSLAN (1933- )
Yüksel Arslan İstanbul’da doğmuştur. İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra, birkaç yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Enstitüsü’ne devam etmiştir. Sanatçı, 1961 yılından itibaren yaşamını Paris’te sürdürmektedir.
Türk resminde gerçeküstücü eğilimler, Mehmet Siyahkalem sonra, Yüksel Arslan'ın 1955'deki ilk sergisi ile başlamıştır. “İlişki-Davranış ve Sıkıntılara Övgü” adlı bu sergisinde sanatçı, kuşun, böceğin, öküzün birbiri ile olan ilk yaklaşımlarını işleyerek düşüncesini yansıtmıştır. Cinsiyet çerçevesi içinde ele aldığı bu yapıtları, onun çocukluk ve gençlik yıllarının, ruhsal sorunlarını toplumsal yaşam sorunlarını içinde irdelemesi ile ortaya çıkmıştır.403
Aynı yıllarda, tarihöncesi sanatıyla ilgilenerek, mağara resimlerindeki toprak, bal, yumurta akı, yağ, kemik iliği gibi gereçlerden oluşan doğal boyaların hazırlanışını incelemiştir. Eski minyatür ressamlarının tekniği konuşunda araştırmalar yapmıştır. Resimlerini bütün bu araştırmaları ışığı altında, kendine özgü sayılabilecek bir teknik doğrultusunda geliştirerek, Marquis de Sade gibi yazarların yapıtlarını okumaya yönelmiştir. Önceleri Klee ve Miro gibi çağın usta sanatçılarına ilgi duyan Yüksel Arslan, sonra halk sanatlarını özellikle Karagöz’ü incelemiştir. Eleşkirt’te askerlik görevini yaptıktan sonra İstanbul’a yüzlerce desenle dönerek, 1959’da “Phallisme” dizisini içeren ikinci sergisini de İstanbul’da açmıştır. Aynı yıl Andre Breton ve resim alım-satımcısı Raymond Gordier tarafından Paris’e çağrılmıştır.404
1961’deParis’e yerleşerek, 1962’de R.Gordier’nin yanında üçüncü kişisel sergisini düzenledi. Bu sergiyi 1965’te “Arture” dizisini oluşturan Kopenhag ve Berlin sergileri izledi. Frankfurt’ta bu diziden 22 resim sergiledikten sonra Paris’e dönerek, “Arture” çalışmalarının yoğunlaştığı yeni bir sergi açmıştır. 1967’de Ankara ve İstanbul’da iki ayrı sergi de çalışmalarını sunmuştur.405
Aynı yıllarda Marx’ın Kapitalini resimlemeye başlamıştır (30 tablo, 1975’te Paris’te kitap olarak yayınlanmıştır). 1988’de İstanbul’da 1954-1988 arasındaki çalışmalarını içeren bir sergi açmıştır.406
Sanatçı resimlerinde büyük kentleri, taş yığınları olarak ve insanlar üzerindeki baskısını göstererek verdiği gibi, insan ve hayvanları birlikte yığınlar halinde göstererek iç ve dış yaşam karmaşasını, kapitalist düzeni çeşitli görüntüler içinde yansıtmıştır. Bu yapıtlarında kendine özgü çizgi ve boya kullanma yöntemi, sarı ve kahverengi renklerin pastel tonları ile gösterişsiz, sade uygulanmalar ortaya koymuştur. Yüksel Arslan, gerçeküstücü anlayışını imge çeşitliliği ve anlamlılığı içinde, düşünsel olarak ortaya koymuştur. Her yeni bir düşünceyi yorumlayan sanatçı, Türk resminin Batı’ya dönük gelişim çizgisi içinde, anlayış olarak en güçlü sanatçılardan biri olmuştur.407
NURİ ABAÇ (1926-)
1926 yılında İstanbul’da doğan Nuri Abaç’ın küçük yaşlarda başlayan resim tutkusu, orta öğrenim yıllarında resimli roman ve kısa öyküler için yaptığı resimlerle belirgin ortaya çıkmıştır. Bunları, 1942’de Mersin Halkevi’nde sergiledi. Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’ndeki öğrenimi sırasında (1945-1950), bir yandan da Leopold atölyesine konuk öğrenci olarak devam etmiştir. Bu dönemde karikatürle ilgilenmiştir.
Abaç iki yıllık aradan sonra, suluboya tekniğinde çalışmaya başlamıştır. Bunu 1955’ten itibaren gerçeküstü anlayıştaki çalışmaları izlemiştir. Türk resminde Mehmet Siyahkalem’den (15. yüzyıl) sonra Yüksel Arslan ile birlikte Gerçeküstücü anlayışı benimseyen sanatçılarımızdan biri olmuştur. 1957 yılında ilk kişisel sergiyi açmıştır. 1958’den sonra DRHS’lerine katılmaya başlamıştır. 1960’da Ankara’ya yerleşmiş ve Naif Sanattaki plastik anlatımı inceleme olanağı bulmuştur. Anadolu’da gelişmiş antik sanat verileri ile birlikte, Anadolu mitolojisinin fantastik ve çağdaş yorumlarını, 1965’ten sonraki yapıtlarında ortaya koymuştur. 1967’ye kadar Gerçeküstü öğeler sanatında egemen olan Abaç’ın, 1970 sonralarına doğru geleneksel halk sanatının ve 1984’e kadar yaptığı bu konulu yapıtlarıyla ortaya koymuştur.408
1983’te gerçekleştirdiği ve İstanbul yaşantılarını içeren bir dizi yapıtında; Hitit figür esprisine benzer figür çalışmalarını çok renkli ve geleneksel sanat kaynaklarına da yönelen bir anlatım içinde işlemiştir.
1973 ve 1977’de Ankara Sanat Dergisi Resim Yarışması ile 1979’da Akbank Resim Yarışması’nda 47. ve 42. DRHS’lerinde Başarı Ödülü; 1988’de Mimar Sinan’ı Anma Yılı Sergisi’nde ise mansiyonda Nuri Abaç, yurt içi ve dışında 30 bireysel sergi ile birçok grup sergilerine katılmıştır.409
MEHMET AYDOĞDU (1958- )
Mehmet Aydoğdu Karaman’da doğmuştur. İlk ve orta öğreniminden sonra Ailesi Belçika’ya yerleştiği için orada Alleur Devlet Lisesi, T.S. Bölümü’nde orta öğrenimini tamamlamıştır (1970-1973). Liege Güzel Sanatlar Yüksek Enstitüsü St. Lue’de dört yıl resim eğitimi gördükten sonra, 1977’de Liege Güzel Sanatlar Kraliyet Akademisi’ne girmiştir. Buradaki öğrenimini geceleri de misafir öğrenci olarak yoğun biçiminde sürdürmüştür ve mezun olmuştur. 1979'de akademideki arkadaşı Joanne Elizabeth Therese Dorren ile evlenmiştir. Halen de Belçika’da yaşayan sanatçı, 1986 yılından itibaren Türkiye’de 6 kişisel sergi gerçekleştirmiştir.
Karaman’da köklü ve geniş bir ailesi olan Aydoğdu, resme 5-6 yaşlarında başlamıştır. Dedesi ve özellikle anneannesi onun sanata yönelmesinde etkili olmuşlardır. Anneannesinin geceler anlattığı dinsel öyküler Mehmet Aydoğdu’da insan, doğa, tanrı kavramları üzerinde ilgi ve merak uyandırmıştır. 1969 yılında, Belçika’ya gitmeden önce Ses Dergisi’nde rastladığı Jean Francois Milletinin Angelus adlı yapıtından, çok etkilenmiştir. Bu tablo gün batımının sonsuz bir uzay duygusu içinde büyük görkemi ile yeryüzüne yayılışı ve öndeki koyu gölgeli kadın, erkek figürü ile patates çuvalını göstermektedir.
Resimlerindeki sonsuz mekan duygusu, masmavi gökyüzü ve yanan zürafa figürü sanatçıyı duygusal ve gizemli bir coşkuya sürüklemiştir. 17 yaşında Liege Belediyesi’nin açtığı gençler arası bir resim yarışmasında birincilik ödülü almıştır. İlk kişisel sergisini de 18 yaşında açmıştır.
Sanatçı tablolarındaki formüller ise bilimin gelecekteki yerlerini simgelemektedir. Sanatın sürekli bir gelişmeyi öngören yerlerini simgelemektedir. Sanatın sürekli bir gelişmeyi öngören bir uzayı temsil etmesini istiyordu. Dali’nin ki gibi statik bir uzay onu ilgilendirmiyordu. Fakat Dali’deki estetik boşluk, Miro ve Tonguy’un yapıtlarındaki uzay ise onu etkiliyordu. Ayrıca ailesinin hemen her yapıtında ya isimlerine yer veriyor ya da onlara ait düşüncelerle resme başlıyor. Bu sanatçının çok özel bir duyarlılığını sergilemektedir.410
Aydoğdu, bunlardan aldığı pasajlarla kurduğu duygusal ilinti sonucu oluşan düşünce ve imgelerle resme başlamaktadır. Özellikle, Jircea Eliade’nin “Ölüm ve Aşk”, “Sahte Cinsel Dünyalar” adlı kitaplarından ve Henry Müller’in “Hatıra Hatıra” adlı yapıtından etkilenmiştir.
Mehmet Aydoğdu’nun 1989’da Ankara Devlet Resim Müzesi’nde açtığı 5 kişisel sergisindeki yapıtlarında, her biçim sonsuz bir boşluk içinde yer alıyordu. Aydoğdu, Brüksel’de bir galeri ile anlaşmalı olarak çalışmaktadır. 1982’den beri Belçika’da, 1985’den sonra ise Avrupa’da üne kavuşan sanatçı 1976’dan başlayarak açtığı 14 kişisel sergi ve katıldığı grup sergileriyle yoğun bir sanat etkinliği içinde olup yurt içinde ve dışında, resmi ve özel koleksiyonlarda eserleri vardır.411
c- Naif ressamlar :
HÜSEYİN YÜCE (1928- )
Kütahya’nın Göveçci köyünde doğan Hüseyin Yüce, Türk resim sanatı tarihinde, Naif sanat anlayışının ilk temsilcisi olmuştur. Okumayı gece okulunda öğrenen Yüce’nin resme olan ilgisi, hattat olan köy imamının yazdığı güzel yazı levhalarını, kuran kursunda bol bol izlemesi sonucu başlamıştır. Dedesinin onu okutmak isteği ve gereç temini de ikinci bir etken olmuştur Hüseyin Yüce, kalem bulamadığı zaman odun kömürü ve tebeşirle sürekli bir şeyler çizmek isteğini göstermiş, hattat olmayı amaçlamıştır.
Hüseyin Yüce’nin yağlıboya resimle karşılaşması, ressam Necati Astarcıoğlu’nun Göveçci Köyü’ne resim yapmak üzere gelmesiyle olmuştur. Onu günlerce resim yaparken izleyen Hüseyin Yüce için resim yapmak artık dayanılmaz bir arzu olur. Resme ilgisini gören Necati Astarcıoğlu, ondan bir insan ve bir orman resmi yapmasını ister. Yüce, alfabe kitabında bulunan İsmet İnönü portresini ve bir orman resmi yapar. Necati Astarcıoğlu, bu resimleri kente götürür. Bir köy çocuğunun bu resimleri yaptığına zor inanırlar ve onu tanımak, okumasına yardım etmek isterler. Fakat Hüseyin Yüce köyden ayrılmak istemez ve kendini bir ressam, yaptığı işin de bir meslek olduğunu bilmeden resim çalışmalarına devam eder. 1963’de köy öğretmeninin onu sergi açmaya ikna etmesi üzerine çalışmalarını yoğunlaştırır. Ve 1965’de Kütahya Güzel Sanatlar Galerisi’nde ilk kişisel sergisini açar. Böylece Türkiye’de Naif sanat anlayışının ilk ürünlerini sergiler. Yüce’nin katıldığı ilk yurtdışı grup sergisi ise, Çekoslavakya’nın Bratislava kentinde 3.sü düzenlenen “Insitic Triennale” olmuştur. 12 yapıtla bu sergiye katılan sanatçı batılı eleştirmenlerin dikkatini çekmiştir. 1968’de açtığı 2. kişisel sergisinden sonra, Cemal Bingöl kendisiyle ilgilenmiştir. Hüseyin Yüce 1996’dan sonra DRHS’lerine kabul edilmiş ve 1973, 1978 yıllarında başarı ödülleri almıştır. DYO sergisinden de bir mansiyon alan sanatçı Hindistan, Pakistan, Romanya, Mısır, Finlandiya, Monako ve Fransa’daki sergilere katılımı, Yapıtları resmi ve özel koleksiyonlara girmiştir.
Alçak gönüllü tutumuyla, köyünü konu aldığı tablolarında doğa sevgisini dile getirmektedir. “Güz Resimlerini ve Kır Resimlerini Severim” diyen sanatçı, kişisel algısı,yaşam biçimi ve dünya görüşü doğrultusunda kendine özgü bir biçimi geliştirmiştir. Yapıtlarında en ince detaylara kadar inen bir işleyiş, fotoğraf makinasının duyarlılığından da öte nitelikler göstermektedir.
Böylece Hüseyin Yüce, Naif anlayışın Türk resminde özgün bir yorumunu, doğaya duyduğu sevgi ve bağlılıkla, kendi gerçekliliği doğrultusunda ortaya koymaktadır.412
FAHİR AKSOY (1918- )
Fevziye lisesi, High School, Göztepe Amerikan Koleji ve Edirne Lisesi’nde okuyan, yüksek öğrenim yapamamasının nedenini yaşam öyküsünde “Babam, babasından kalan paraları tüketince kaza kaymakamı oldu ve Anadolu’yu bir baştan öteki başa gezdik, Mali durumumuzun giderek kötüleşmesi, yüksek öğrenim yapmama elvermedi.” diye açıklayan Fahir Aksoy, Vakit, Akşam, Ulus, Son Posta ve Vatan gazetelerinde çalıştı. Askerlik görevinden sonra Ankara’da Basın-yayın Genel Müdürlüğünde redaktörlük yaptı. 1947’de Hür İdare adlı haftalık bir siyasal gazete çıkardı. Hakkında beş dava açıldı ve sekiz yıla hüküm giydi. (1951 yılında çıkarılan genel aftan yararlanarak hapse girmedi.)
Bir ara sigortacılık yaptıktan sonra 1960’ da yeniden Vatan gazetesinde çalıştı. O tarihten sonra resim çalışmalarının yanı sıra, dergi ve gazetelerde resim üstüne yazılar yazdı. Resim sanatını, Anadolu’nun uzak taşra kentlerine sergiler yoluyla götürüp tanıtmaya çalıştı. Almanya ve İsviçre’ de sergiler açtı. Bratislava’ da geleneksel olarak düzenlenen uluslar arası Naif Ressamlar Sergisine katıldı. (1966) Ve Matrakçı Nasuh üstüne belgesel bir film hazırladı.
Halk sanatından kaynaklanan bir resim anlayışı :
Herhangi bir okul, akım ya da eğilim kapsamına girmeyen Fahir Aksoy’un resimleri, daha çok halk resimlerine ve Naif resimlere ilişkin değerler taşır. Gerçekten, halk ressamlarına özgü gösterişsiz anlatım, gördüğünü ve yaşadığını katışıksız bir dille yansıtma çabası, yaşama coşku ölçüsünde bağlılık, geliştirilmemiş saf bir yalnızlık Fahir Aksoy’un resimlerinin başlıca karakteridir. Türk resminin batı kökenli etkileri karşısında kimliğini ve kişiliğini koruması gerektiğini savunan sanatçı çözümlerden birinin bu tür yalınlık olduğuna inanmakta, bu açıdan kuram saplantılarının dışında kalmaya özen göstermekte ve zorlamasız bir resim türünün savunuculuğunu yapmaktadır.413
Yurt içinde bir çok kişisel sergi açan sanatçı, yurt dışında bu sergileri yenilemiştir. DRHS’lerine az da olsa katılmıştır. Resmi ve özel koleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır.414
OYA KATOĞLU (1940- )
1940’ da İstanbul’ da doğmuştur. Tanınmış ressamlarımızdan Turgut Zaim’ in kızıdır. Ankara kolejinden sonra, 1964’ de Dil , Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümünü bitiren Katoğlu, 1963 yılından bu yana aralıksız resme çalıştı. Naif anlayışta çalışan sanatçı, babası ressam Turgut Zaim’ den etkilenmiştir. Figür yorumunda benzer şemalara ulaşmıştır. 1965’ten itibaren Devlet Resim ve Heykel Sergilerine eserler veren sanatçı, 1966’ da ilk kişisel sergisini Ankara’ da gerçekleştirdi. 1967 yılında İstanbul Çağdaş Ressamları Sergisi Özel Ödülü ile 1969’da da Gençler arası Resim Yarışması 1. Mansiyon’a değer görülmüştür.415
Yapıtlarında köy ve kasaba gibi küçük yerleşim bölgelerini, halkını yaşantı içinde işlemiştir. Geleneksel halk şenlikleri (Hıdrellez gibi), bayram, düğün gibi kalabalık grupları geleneksel tarih yapıları (Türbe) ve köy insanın günlük yaşantısı içinde Naif bir espri ile yansıtmıştır. Resimlerindeki şematizme figür ve biçimler minyatür resmi yansıtır. Benzer figür şemalarını kendine özgü kompozisyon düzeni içinde uygulamıştır. Doğayı, köy görüntülerini, sokakları, köprüleri aynı duyarlılıkla yansıtmıştır. Boyayı ince kullanarak, yüzeysel bir işleyiş çalışmalarında egemen olmuştur.416
Bazen insan, bazen de doğa yapıtlarında öne çıkmıştır. En yakın biçim ilişkilerinde olay ve figürlerin saf, sade bir anlatımına yönelmesi onun resimlerindeki Naif içeriği göstermektedir. Alışılmış figür ve biçim şemaları ile birlikte işleyerek, köy yaşantısının ve imge gücünü sergiler. Gerçek mekan içinde hayal dünyasını anlatıma sokar.
1972 yılında III. İnsitic Sanat Triennale’ine çağrılan sanatçı, yapıtlarını günümüze kadar aynı anlayış içinde sürdürmektedir. Katoğlu, Naif sanat anlayışında Türk resminin yurt içi ve dışında tanınmış bir sanatçısıdır.417
d- Renkçi-lekeci sanatçıları :
TURAN EROL (1927- )
1927’ de Milas’ta doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra yüksek öğrenimini Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirerek Bedri Rahmi Eyüpoğlu atölyesinden mezun olmuştur.418
Değişik tarihlerde Batı sanatı çevrelerini de ziyaret eden sanatçı, Paris Friedlandda atölyesinde gravür çalışmalarına katılmıştır. Batı sanatını yakından inceleme olanağını bulmuştur.419
Diyarbakır Lisesi’ndeki resim öğretmenliğinden sonra, 1960 yılında Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Şube Müdürlüğü’ne atandı ve altı yıl bu görevde kalmıştır. Gazi Eğitim Enstitüsü (1963- 1973) ve Basın Yayın Yüksek Okulu (1973-1987)’ndaki resim öğretmenliklerinden sonra, 1987’ de H.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesine atanmıştır. Burada öğretim üyesi (Prof. Dr.) ve Bölüm başkanlığı yapmış ve 1990’ da emekli olmuştur.
1960’ dan itibaren yoğun resim çalışmaları içine girin sanatçı, 1961’ de DRHS’de 2.’lik ödülü alarak sanat gelişmesinin ilk başarısını ortaya koymuştur. 1961-1962 yılları arasında bir yıl, 1962’ de 6 ay Paris’te kalan Erol Avrupa sanatındaki gelişmeleri yakından izleme olanağı bulmuştur. Bu yıllarda Kübizm’in etkisini figür soyutlamalarında figürü kesin düz çizgilerle geometrik bir şematizm içinde işleyerek yansıtmıştır.
1962-1965 yılları arasında Lirik-Soyuta varan bir anlatımı yağlıboya ve gravür çalışmalarıyla ortay koymuştur. Ankara gecekondularını ve Anadolu bozkırını konu aldığı yapıtlarında özgün yapıtlara ulaşmıştır.420
Resim ve Heykel Sergisi’nde “TARLADA” adlı yapıtı ile ikincilik, 1968’de 29. Sergisinde “YAMAÇ” adlı yapıt ile birincilik ödülü almıştır. 1971’de TRT’nin düzenlediği yarışmasının resim dalında başarı, 1973’teyse Atatürk ve Cumhuriyet ödülü alan Turan Erol, 1980’de Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar ödülünü Adnan Varınca’yla paylaşmıştır. İstanbul’da ve Ankara’da kişisel sergiler açmıştır. Resim çalışmalarının yanı sıra sanat yazarı olarak 1960’lardan bu yana ağırlık verdiği eleştiri, ve pastel tekniğindeki resim sanatıyla ilgili bir çok eserler vermiştir. Başlangıçtan bu güne Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi (Cilt-I, G. Renda ile birlikte) adlı bir kitabı yayınlamıştır.421
SANATI: Turan Erol, kendi resmini 1938-1946 döneminde çağdaş sanatımıza görsel bir içerek kazandırmış olan yurt resimleri hareketinin doğal bir uzantısı sayar. 1960 yıllarında yumuşak ve lekeci, aynı zamanda renkçi bir anlayışa yönelmiş, ıssız doğa parçalarının etkili görünümlerini sanatına konu yapmıştır. Açık ve kesin etkilerinin ötesinde, çıplak gözle izlenen doğanın bir ressam üstünde yaratacağı duru ve kalıcı izlenimler, özellikle 1980 sonrası çalışmalarında ısrarlı bir motif olarak sık sık işlenmiştir. Bodrum resimleri, düzgün ve pürüzsüz etkileriyle bu dönemin ağır basan çalışması olarak dikkati çekmektedir.
Mavinin, uçuk grilerin bütünleşen uyumunda kıyı çizgilerinin kenara itildiği büyük deniz görünümleri, sanatında soyutlayıcı öğelerle varılmış bir aşama olarak görünmüştür. Sessizliğin ve durgunluğun anlamsal çağrışımlarla ilgili olan bu amaç Erol’un pastel ve sulu boya resimleri içinde geçerlidir.422
ORHAN PEKER (1927-1978)
1927’de Trabzon’da doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra, yüksek öğrenim için Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmiştir ve Bedri Rahmi Eyüpoğlu Atölyesinden diploma almıştır. Önce askerlik yapmış ve sanat öğrenimini pekiştirmek için Avrupa’ya gitmiştir. Oscar Kokoschka’nın Saizburg’daki Yaz Akademisine katılmış ve aynı yıl Münich’de litografilerini sergilemiştir. Daha sonra Avusturya, Almanya, İspanya, Japonya ve Paris müzelerinde incelemeler yapmıştır.423
Turizm ve Tanıtma Bakanlığı Yayımlar Dairesi’nde görev yapan Peker, sanat işlerini yönetmiştir. 26. Devlet Resim ve Heykel Sergisinde 1. Ödül, Tokyo’da düzenlenmiş afiş yarışmasında şeref ödülü almış, 1966’da yılın ressamı seçilmiştir.424
Osaka 1970 Dünya Fuarı’ndaki (Expo 70) Türk Pavyonu’nun iç düzenlemesi ile ilgili yarışmaya, Mimar Ragıp Buluç’la hazırladığı proje ile katılmıştır. Bu ödülü de birincilik ile almıştır.425
1953’den başlayarak sürekli yurt içi ve dışında kişisel sergiler açmıştır. DRHS’ne “On’lar” Grubu sergilerine katılmıştır. Peker resimlerinde biçimleri çeşitli tonlarla ve rengi ön planda tutarak, lekeci bir anlayışla oluşturmuştur. Kuş, kedi, balık, at, manda gibi hayvanlarla çeşitli insanların tiplerini, soyutla somutun iç içe girdiği bir anlatımla yorumlamıştır. Simgesel ve zengin renk kullanımı, Ankara ve çevresinden bozkır manzaraları ile Ayvalık kıyılarını betimlediği resimlerine şiirsel bir anlam katmıştır.
Resmi ve özel koleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır.426
FİKRET OTYAM (1926- )
Konya- Aksaray’da doğan Fikret Otyam, İstanbul GSA Yüksek Resim Bölümü’nde Bedri Rahmi Eyüpoğlu atölyesinde öğreniş görmüş ve buradan 1953 yılında mezun olmuştur. Öğrencilik yıllarında, 1952’de Maya Sanat Galerisi’nde ilk kişisel sergisini açan ve “On’lar” Grubu (1946) içinde yer alarak yoğun çalışmalar yapan Otyam, bir yandan da gazetecilik uğraşısını, yazarlığı kendine uğraş edinmiştir. Son Sanat, Dünya, Ulus ve Cumhuriyet gazetelerinde çalışarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu yöre halkını, gerçek yaşamları içinde tanımış, onlarla röportajlar yapmıştır. Bunları “Gide Gide” başlığı altında toplamıştır. Ayrıca “Ha Bu Diyar” (1959) ve “Havram, Hayın ve Irıp” (1961) gibi yayınlarla gazetecilik alanında tanınırlığa ulaşmış ve bu başarısını, 1962’de TDK’nın düzenlediği “Deneme-Eleştiri-Gezi Yarışması” ile bu bir kez kanıtlamıştır.427
Anadolu insanını, yaşantısını, iç dünyasını, acı ve sevinçlerini objektifi ile yansıtmıştır. Gezi ve röportaj yazarlığı, fotoğraf sanatçılığı ve bir de resimle ilgisini de hiçbir zaman bırakmamamıştır.1975’te düzenlediği yağlı boya resim sergisiyle birden ortaya çıkmıştır. 1962’de Cumhuriyet Ulus gazetesine geçmiş ve 1976’da emekli olmuştur. Yöre ve insan gerçeğini, onlarla iç içe yaşamanın verdiği bir özümseme ile, yönelmesi yalınlık içinde içtenlikle yansıtmıştır. İnsan gerçeğini figür soyutlamaları ve lekeci bir anlayışla, açık-koyu, dengeli fakat gerektiğinde detayı ihmal etmeyen bir biçimde işlemiştir. 1989’dan sonra çiçekleri konu aldığı çalışmalarında ise lekeci ve renkli anlayışının başarılı örneklerini vermiştir.428
e- Yeni figurasyon eğilimindeki sanatçılar :
CİHAT BURAK (1915-1995)
İstanbul’da doğan Cihat Burak, orta öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde tamamladıktan sonra, Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’nden 1943’te mezun olmuştur. Çeşitli resmi kurumlarda mimar olarak görev yapmıştır. 1951de girdiği Bayındırlık Bakanlığı tarafından aday gösterilerek, Birleşmiş Milletler Bursu ile Fransa’ya gönderilmiştir (1953). Türkiye’ye dönüşünde (1955), aynı bakanlıkta görevine devam etmiştir.
1961’de Fransız hükümetinden aldığı A.S.T.E.F. Bursu ile ikinci kez Fransa’ya giden sanatçı, 1965 yılına kadar Paris’te kalmıştır. Orada resim çalışmalarını yoğunlaşmıştır ve ilk kişisel sergisini açmış, bir çok karma sergiye katılmıştır. Bu sergilerden birinde ödül kazanmıştır.429
Dönüşte, İstanbul özel ışık Mimarlık Okulu’nda bir süre öğretim görevlisi olarak çalışıp, yeniden Bayındırlık Bakanlığına geçmiş ve buradan emekliye ayrılmıştır. Mimarlık ve resim çalışmalarını birlikte yürüten sanatçı, ilk kişisel sergisini 1957’de açmıştır. Naif ve Gerçekçi anlatımda çalışmalar yapmıştır.430
1966’da mizah ve erotizmi birleştirdiği “Brigitte Bardot’a Saygı” vb. konulardaki yapıtlara eğilmiştir. “Üç Güzeller” gibi tablolarında ise dışavurumcu bir anlatımla, süsleyici öğeleri bir arada tutmuştur. Eleştirel-Gerçekçi bir yoruma ulaşmıştır. Fantastik tasarımlarında; günlük yaşam biçim ve görüntü alemi yaratıkları olarak işlemiştir.431
1970’lerden sonraki resimlerinde ölüm düşüncesini işlemiştir. Bu düşünceyi, öz-biçim karşıtlığı ile süslü mezar taşlarında somutlaştırmıştır. Atatürk, Fatih Sultan Mehmet, Nazım Hikmet gibi önemli tarihsel kişileri simgesel biçimde tuvale yansıtmıştır. Burak’ın yapıtları, mimarlığından kaynaklanan sağlam mimari kurgu göstermekle birlikte, renk kullanımı, biçim ve duygu açısından ressamca duyarlılık ve özgürlük taşımıştır.
Burak 1992’de,Yayınlanmış Öykü Kitabı dalında Yunus Nadi ödülü almıştır.432
Dostları ilə paylaş: |