TüRKİye diyanet vakfi



Yüklə 1,15 Mb.
səhifə14/35
tarix27.12.2018
ölçüsü1,15 Mb.
#87559
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   35

EZAN

Sözlükte "bildirmek, duyurmak, çağ­rıda bulunmak, ilân etmek" mânasında bir masdar olan ezan kelimesi terim ola­rak farz namazların vaktinin geldiğini, nasla belirlenen sözlerle ve özel şekilde müminlere duyurmayı ifade eder. Aynı kökten gelen müezzin "ezan okuyan kim­se", mi'zene de "ezan okunan yer" (mi­nare) demektir. Ezan kelimesi Kur'ân-ı Kerîm'de bir yerde "bildiri, ilâm" mâ­nasında geçerken253 terim anlamında ezana nida kökünün türev­leriyle iki âyette254 işaret edilmiştir. Ezan sözlük an­lamında ve çeşitli fiil kalıplarıyla yedi âyette255, müezzin de yine bu çerçevede "çağncı, tellâl" mâ­nasında iki âyette256 yer almaktadır. Hadislerde ise ezan kelimesi terim anlamında hem isim olarak hem de çeşitli fiil kalıplarıyla sık­ça geçmektedir.257

Namaz Mekke döneminde farz kılın­dığı halde Hz. Peygamber'in Medine'ye gidişine kadar namaz vakitlerini bildir­mek için bir yol düşünülmemişti. Medi­ne döneminde ise müslümanlar başlan­gıçta zaman zaman bir araya toplanıp namaz vakitlerini gözetirlerdi. Bir süre namaz vakitlerinde sokaklarda "es-sa-lâh es-salâh" (namaza namaza!) diye çağ­rıda bulunulduysa da bu yeterli olmu­yordu. Namaz vaktinin geldiğini haber vermek üzere bir işarete ihtiyaç duyul­duğu aşikârdı. Bunun için nâküs258 çalınması, boru öttürülmesi, ateş yakılması veya bayrak dikilmesi şek­linde çeşitli tekliflerde bulunulduysa da nâküs hıristiyanların, boru yahudilerin, ateş Mecûsîler'in âdeti olduğu için Re-sûlullah tarafından kabul edilmedi. An­cak bu sırada ashaptan Abdullah b. Zeyd b. Sa'lebe'ye rüyada ezan öğretilmiş, Ab­dullah da ertesi gün Hz. Peygamber'e gelerek durumu haber vermişti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Bilâl'e ezan cüm­lelerini ezanda ikişer, ikamette ise birer defa okumasını emretti. Bu arada Hz. Ömer Resûlullah'a gelip aynı rüyayı ken­disinin de gördüğünü, ancak Abdullah b. Zeyd'in daha erken davrandığını bildirmiştir259. Bilâl, Neccâroğullan'ndan bir kadına ait yüksek bir evin üstüne çıkıp ilk olarak sabah ezanını okudu260. Böylece ezan hicrî 1. (622) veya bir rivayete göre 2. (623) yılda meş-rû kılınmış oldu. Daha sonra Mescid-i Nebevi" nin arka tarafına ezan okumak için özel bir yer yapıldı.

Ezan sünnet yoluyla meşru kılınmak­la birlikte Kur'ân-ı Kerim'deki. "Nama­za çağırdığınızda onu alay ve eğlence ko­nusu yaparlar. Bu davranışları onların düşünemeyen bir toplum olmasından dolayıdır"261, "Ey inananlar! Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah'ı anmaya koşun ve alışve­rişi bırakın"262 mealindeki âyetlerle de teyit edilmiştir.

Ezan şu sözlerden oluşur: "Allâhü ek-ber" (Allah en büyüktür [dört defa]); "Eş-hedü en lâ ilahe illallah" (Allah'tan başka tanrı olmadığına şehâdet ederim [iki defa]); "Eşhedü enne Muhammeden resûlullah" (Muhammed"in Allah'ın elçisi olduğuna şehâ­det ederim [iki defal): "Hayye ale's-salâh" (haydi namaza |iki defal}; "Hayye ale'l-fe-iâh" (haydi kurtuluşa [iki defa])-, "Allâhü ekber" (Allah en büyüktür [iki defa]); "Lâ ilahe illallah" (Allah'tan başka tanrı yoktur). Sabah ezanında, "Hayye ale'l-felâh"tan sonra iki defa, "es-Salâtü hayrun mine'n-nevm" (namaz uykudan hayırlıdır) sözü tek­rarlanır ki buna "tesvîb" denilir.

Hanefî ve Hanbelî mezhepleri ezanda Abdullah b. Zeyd'den nakledilen bu la­fızları esas almışlardır. Şâfiîler de aynı lafızları benimsemekle beraber müezzi­nin her iki şehâdet cümlesini önce ya­nındaki kimselerin duyacağı şekilde al­çak sesle, sonra da yüksek sesle okuma­sı anlamına gelen "tercî" ilâvesinin bu­lunduğu Ebû Mahzûre rivayetini263 ter­cih etmişlerdir. Mâlikîler ve Hanefî mez­hebinden Ebû Yûsuf ile İmam Muham-med ise Abdullah b. Zeyd'den gelen di­ğer bir rivayeti ve Medine halkının uy­gulamasını esas alarak tekbirin ezanın başında da iki defa okunacağını söyle­mişlerdir.

İkâmet sözleri de ezanda olduğu gi­bidir; ancak burada, "Hayye ale'l-felâh"-tan sonra "Kad kameti's-salâh" (namaz başlamıştır) cümlesi iki defa tekrar edilir264. Şiîler'de ise. "Hayye ale'l-felâh'tan sonra "Hayye alâ hayri'l-amel" (amelin hayırlısına geliniz) cümlesi ilâve edi­lerek iki defa tekrarlanır. Şiî kaynakları­na göre bu ibare başlangıçta ezan met­ninde yer almakta İken Hz. Ömer, müs-lümanların daha çok namaza yönelip ci­hadı terketmemeleri için onu metinden çıkarmıştır265. Şiî çevre­lerde ikinci şehâdet cümlesinden sonra iki defa okunan, "Eşhedü enne Aliyyen veliyyullah" (Ali'nin Allah'ın dostu olduğuna şehâdet ederim) veya, "Eşhedü enne Aliyyen emîrü'l-mü'minîne hakkan" (meşru devlet başkanının Ali olduğuna şehâdet ede­rim) gibi ifadeler Şîa'nın meşhur ve sa­hih rivayetlerinde yer almaz ve ezanın sözlerinden sayılmaz. Bununla birlikte bu cümlelerin okunması Şiî âlimleri ara­sında fiilî bir tasvip görmüş ve yaygınlık kazanmıştır.

Hz. Peygamber ve ilk iki halifesi za­manında cuma günleri sadece hutbe­den önce bir iç ezan okunurdu. Hz. Osman devrinden itibaren cuma namazı için halkın önceden uyanlması amacıyla namaz vakti gelince dışarıda da ezan okunmaya başlandı.

İslâm'ın şiarı ve müslüman varlığının sembolü olarak kabul edilen ezanı ter-ketme hususunda söz birliği içinde bu­lunan müslüman bir şehir veya bölge halkına karşı başka bir çözüm şekli bu­lunamadığı takdirde savaş açılmasının gerektiğine dair ittifak halinde olan İs­lâm hukukçuları ezanın dinî hükmü ko­nusunda farklı görüşler ileri sürmüşler­dir. Hanefî ve Şafiî mezheplerindeki hâkim görüşe, Mâliki ve Şia'dan Imâmiyye mezhepleriyle Ahmed b. Hanbel'den nak­ledilen bir rivayete göre ezan okumak sünnet-i müekkededir. Şafiî mezhebin­deki bir görüşe göre farz-ı kifâye, bazı Hanefî âlimlerine göre de vaciptir. Hanbelîler ise bir yerleşim yerinde ezan okunmasını farz-ı kifâye kabul ederler. Cuma namazı kılınan yerleşim merkez­leri konusunda Mâlikîler de bu görüş­tedir.

Mâna ve muhtevası bakımından ezan hem namaz hem de İslâm için bir çağ­rıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken diğer ta­raftan İslâm'ın üç temel ilkesini oluş­turan Allah'ın varlığı ve birliği, Hz. Muhammed'in O'nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun (felah) âhiret mutluluğunda bulunduğu gerçeği açıklanmış olur. Yer küresinin güneş karşısındaki konumu ve kendi çevresinde dönüşü ile namaz vakitlerinin oluştuğu göz önünde bu­lundurulduğu takdirde müslümanlarla meskûn olan her noktada günde beş defa okunan ezanın kesintisiz devam ettiği, bu ilâhî mesajın günün her anın­da yeryüzünden yükseldiği anlaşılır. Hz. Peygamber" den nakledilen birçok ha­dis ezanın mâna ve önemini dile getir­mekte ve ezan okumanın faziletlerini be­lirtmektedir.266

Ezan namaz vakti girdikten sonra okunmalıdır; vaktinden önce okunursa iadesi gerekir. Hanefî ve Şâfıîler'e göre ezanın sahih olması için niyet şart de­ğildir; Mâliki ve Hanbelfler ise niyeti şart koşarlar. Ayrıca ezan Arapça sözleri ve bilinen tertibiyle okunmalıdır. Hanefî ve Hanbelîler'e göre ezanın Arapça'dan baş­ka bir dilde okunması caiz değildir. Şa­fiî mezhebine göre ise Arapça bilmeyen yabancıların ezanı asıl şekliyle okuyabi­len birinin bulunmaması halinde kendi dillerinde ezan okumaları mümkündür. Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezheplerine gö­re ezanda tertip vaciptir; sözlerinin sı­rası değiştirildiği takdirde yeni baştan okunması gerekir. Tertibi sünnet sayan Hanefîler'e göre ise sıranın bozulduğu yerden alınarak devam edilir. Ezanı er­ginlik veya temyiz çağına gelmiş bir kim­se okumalıdır. Gayri mümeyyiz çocuğun okuyacağı ezan geçersizdir. Ayrıca mü­ezzinin ezan sırasında konuşması mek­ruhtur. Çokça konuşma veya uzunca sus­ma suretiyle ezan sözleri arasına fasıla girmesi halinde ise baştan tekrar edil­mesi gerekir.

Ezan farz olan namazlar için okunur. Camide okunan ezan duyuluyorsa ev­lerde kılınacak namaz için ayrıca ezan okunmaz. Ezanın duyulmadığı uzak bir mesafede veya yerleşim merkezleri dı­şında bulunanlar da ezan okurlar. Ce­naze namazı ile vitir, bayram, teravih, yağmur duası namazı ve farz-ı ayın ol­mayan diğer namazlar için ezan okun­maz. Farz namazlar dışında güneş tu­tulması vb. sebeplerle cemaatle kılınan namazlar için Hz. Peygamber zamanın­da ezan okunmamış, müslümanlar, "es-Salâte (es-salâtü) câmiaten" (cemaatle na­maza geliniz) diye çağrılmışlardır267. Yeni doğan bebeğin sağ kulağına hafif sesle ezan, sol kulağına da ikâmet okumak menduptur.268

Müezzinin sesinin gür ve güzel olma­sı, ezanı ayakta ve yüksekçe bir yere çı­kıp dinleyenlerin tekrarına imkân vere­cek şekilde yavaş okuması, sesin daha güçlü çıkmasına yardımcı olacağı için şe­hâdet parmaklarının uçlarını kulakları­na götürmesi veya ellerini kulaklarının üzerine koyması, kıbleye yönelmesi, "Hay­ye ale's-salâh" derken yüzünü sağa, "Hayye ale'l-felâh" derken de sola çe­virmesi, dinî hassasiyet sahibi ve abdestli olması müstehaptır.

Ezanı İşiten bir müslüman müezzinin sözlerini ondan sonra tekrar eder. An­cak, "Hayye ale's-salâh" ve "Hayye ale'l-felâh'ta bunlann yerine "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" (bütün değişimler, bü­tün güç ve hareket Allah'ın iradesiyle müm­kündür) cümlesini tekrar eder. Sabah eza­nında ilâve edilen, "es-Salâtü hayrun mi­ne' n-nevm" cümlesine de, "Sadakte ve berirte" (doğru ve haklı söyledin) diye kar­şılık verilir. Ezan okunduktan sonra özür­süz olarak namaz kılmadan camiden çık­mak Hanbelîler'e göre haram, Şâfıîler'e göre de mekruhtur.

Ezanın bitiminden sonra Hz. Peygam-ber'in öğrettiği ve şefaatine vesile ola­cağını haber verdiği şu dua okunur: "Al-lâhümme rabbe hâzihi'd-da'veti't-tâm-me ve's-salâti'1-kâime âti Muhammeden el-vesîlete ve'1-fazîlete ve'b'ashü makâ-men mahmûdeni'llezî vaadteh" Ey bu mü­kemmel davetin ve daimî çağrının (veya kı­lınacak namazınj rabbi olan Allahım! Muhammed'e sana yaklaştırın her türlü vesileyi ihsan et. onu faziletlerle donat. Onu -Kur'-ân-ı Kerîm'inde- vaad ettiğin övgü maka­mına yücelt.269

Ezanla ilgili hükümler fıkıh kitapları içinde ayrı bir bölümde ele alınmakla bir­likte bu konuda bazı âlimler müstakil eserler de telif etmişlerdir. Bunlar ara­sında Ebü'ş-Şeyh'in (o. 369/979) Kitâ-bü'1-Ezân, Abbâd b. Serhan el-Meâfirî'-nin Risale fi'1-ezân270, Kâdî İyâz'ın Naz-mü'1-burhân "aîâ sıhhati cezmi'1-ezân, Emîr es-San'ânrnin Teşnîfü'1-âzân bi-esrâri'1-ezân271 adlı eser­leri zikredilebilir. Mısırlı edip ve düşünür Abbas Mahmûd el-Akkâd, Dâ'i's-semâ' Bilöl b. Reböh: müezzinü'r-Resul adlı eseri içinde272 ezana da bir bölüm ayırmıştır. Dikkate değer edebî bir güzellik taşıyan bu bölüm İngilizce'ye çevrilerek yayımlanmıştır273. Ayrıca Lebîb es-Saîd'in el-Ezân ve'l-mü'ezzinûn274 ve Seyyid Ab-dürrızâ Hüseyin el-Celâlî'nin el-Ezân ve'l-mü'ezzin275 adlı risâle-leriyle Ebû Hatim Üsâme b. Abdüllatîf el-Kavsrnin Kitâbü'1-Ezân276 adlı eseri bu konuda kaleme alın­mış diğer çalışmalardır.



Bibliyografya:

Lisânü'l-cArab, "ezn" md.; Tehânevî. Keş-şâf, "ezn" md.; VVensinck, el-Mu'cem, "ezn" md.; Miftâhu künûzi's-sünne, "ezan" md.; Müsned, 11, 136, 366, 411; ÎII, 29, 169; IV, 42, 43, 81, 95, 284; V, 171, 179; Dârimî, "Şalât", 3-12; Buharı, "Ezan", 119, "Küsûf", 3, 8; Müs­lim, "Şalât", 1-18, "Küsûf", 4; ibn Mâce, "Ezan", 1-7; Ebû Dâvûd. "Şalât", 3, 27-45, 60, "Edeb", 108; Tirmizî, "Şalât", 25, 139-158, "Edâhî", 17; Nesâî, "Ezan", 1 -41; İbn Hişâm. es-Sîre, II, !54; İbn Sa'd, et-Tabakât, I, 246; Ebû Ca'fer et-Tûsî, et-Mebsût fî fıkhî't-lmâmiyye. Tahran 1387, I, 95-99; Serahsî. et-Mebsût, I, 127; Merglnânî. el-Hidâye, İstanbul 1986, I, 41; İbn Kudâme. el-Muğnî (Herrâs), I, 402-431 ; Nevevî. Şerhu Müslim, IV, 75; İbnü'l-Hâc el-Abderî. el-Med-hai. Kahire 1981, II, 241-245; III, 52; Makrîzî. el-Hıtat II, 269-273; İbn Hacer. Fethulbârî (Hatîb), II, 62; Aynî. 'Umdetut-kârî, Kahire 1348, V, 101; Tecrid Tercemesi, II, 551-557; Şirbînî, Muğni'l-muhtâc, 1, 133-142; Emîr es-Sanânî. Teşntfül-âzan bi-esrarı I-ezan277, Beyrut 1407/1987; Bahrânî. el-Hadâ'iku'n-nâdire278, Beyrut 1405/1985, VII, 403-404, 438; İbn Âbidîn. Reddü't-muhtar [Kahire), I, 383-400; Muhammed Hasan en-Necefî, Ceuâhirü'ikelâm fî şerhi sera'i'i'i-İslâm, Bey­rut, ts.279, IX, 86-87; Tâhirülmevlevî, Müslürnanlıkta İbâdet Târihi. İstanbul 1963, s. 58; a.mlf.. "Ezan Hakkında Malûmat ve Halisane Bazı Temenniyât", SR. X/236 (1329), s. 29-31; Abdurrahman b. Mu­hammed el-Cezîrî, el-Fıkh 'aie'i-mezâhibi'i-erba'a, Kahire 1392, 1, 310-326; Abbâd b. Ser­han el-Meâfirî, Risale fi'1-ezân280, Beyrut 1982, s. 32-90; Zühaylî. ei-Ftkhü'l-isiâ-mî. I, 533-562; Ebû Hatim Usâme b. Abdüllatîf el-Kavsî, Kitâbü't-Ezân, Kahire 1408/1987; Ab-dülhay el-Kettânî. et-Terâtîbü'l idariyye (Özel), 1, 142, 156-162; II, 242; Th. W. Juynboll. "Ezan", İA, IV, 429-430; a.mlf.. "Adhân", El2 |İng ), I, 187-188; "Ezan", Mu.Fİ, IV, 187-221; "Ezan", F, 11,357-373.

Ezanın Türkçeleştirilmesi. Osmanlı Dev-leti'nin son dönemlerinde, özellikle II. Meşrutiyet'! takip eden yıllarda Türkçü­lük cereyanının ve buna bağlı olarak dil­de sadeleşme akımının ortaya çıkma­sından sonra ibadet dilinin Türkçeleşti­rilmesi doğrultusunda görüşler ileri sü­rülmeye başlanmış, bu görüşler arasın­da bilhassa ezanın Türkçeleştirilmesi ge­rektiği düşüncesi önemli tartışmalara yol açmıştır. Ezanın Türkçeleştirilmesi fikri muhtemelen ilk defa Ziya Gökalp tara­fından 1918'de ortaya atılmıştır. Gökalp 1908'de Osmanlılık idealini taşıdığı dö­nemde yazdığı281 "Ezan" adlı şiirinde ezanı "büyük asrın (Asr-ı sa­adet) sesi" olarak nitelendirmiş, onun dinî, tarihî ve İslâm dünyası için evren­sel mânasını. "Okunurken ezan sanır her vicdan / Cebrail'dir gelmiş Bilâl ağzın­dan / Bütün İslâm ümmetine seslenir" mısralarıyla dile getirmiştir. Bu şiirde ezanı bütün müslüman milletlerin Hz. Peygamber dönemiyle, hatta -Cebrail motifini kullanarak- metafizik âlemle bağ kurmasını sağlayan ortak bir de­ğer, duyuş ve şiar olarak anlatıyordu. Ancak Selânik'e yerleşmesinin ardından başlayan Türkçülük-Turancılık dönemin­den sonra 1918'de yazdığı Yeni Hayat Ezanın Türkçe okunacağını haber veren gazete kupürü282 kitabında yer alan "Vatan" şiirinde, "Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur / Köylü anlar mânasını namazdaki dua­nın... // Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur / Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın / Ey Türk oğ­lu işte senin orasıdır vatanın" diyerek Türk vatanında ezanın ve Kur'an'ın Türkçe okunması gerektiğini açık bir şekilde ifade etmiştir. Genç Kalemler dergi­sinde yayımlanan ilk şiiri "Turan" çev­resinde geliştirdiği bu görüşlerini daha sonra Türkçülüğün Esaslan'nda283 toplayan Gökalp ibadet dili­nin Türkçeleştirilmesi fikrini bu kitabın­da da tekrarlamıştır.

Gökalp'in Türkçülük yönündeki genel fikirleri çerçevesinde ezan da dahil ol­mak üzere ibadet dilinin Türkçeleştiril-mesiyle ilgili görüşleri Cumhuriyet dö­neminde hararetle benimsendi. 1928 yı­lında Atatürk'ün isteği üzerine Darülfü­nun müderrisi İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) tarafından İlahiyat Fakültesi müderris­ler meclisinde görüşülmek üzere bir ıs­lahat lâyihası hazırlandı. Gündeme alın­dığı halde müderrisler meclisinde -kesin olarak bilinmemekle beraber- görüşül­mediği anlaşılan, daha sonra basına da intikal ettirilen "İlahiyat Fakültesi'nce Hazırlanan Lâyiha" başlıklı bu raporun284 üçüncü maddesinin bir bendinde sözü edilen ıslahat arasın­da. "İbadet lisanı Türkçe olmalıdır. Âyet­lerin, duaların, hutbelerin Türkçe şekil­leri kabul ve istimal edilmelidir" ifade­leri yer almıştır. Burada açıkça belirtil­memekle birlikte ezan ve kametin Türk­çeleştirilmesi de kastedilmiş olmalıdır. Basına intikal ettikten sonra şiddetli tep­ki gören bu ıslahat programı hakkında lehte ve aleyhteki yayımlar kısa süre için­de durdurulmuştur.285

Ancak bu arada 10 Nisan 1928"de Teş-kîlât-ı Esâsiyye Kanunu'nun 2. madde­sinde yer alan. "Devletin dini dîn-i İslâm'­dır" fıkrası ile 26. maddedeki "ahkâm-ı şer'iyyenin Büyük Millet Meclisi tarafın­dan yürütüleceği"ni belirten cümle kal­dırılmış, böylece devlet hukuken laik ol­muş286, daha şon-raki yıllarda laiklik adına yapılacak uy­gulamaların kanunî mesnedi hazırlan­mıştı. Her ne kadar Gökalp'in, "Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur" mis-ramdan Türkçe ezan istediği anlamının çıkarılmayacağını, burada ezanın bir timsal olduğunu ve onun bu ifadeyle dinin halk tarafından anlaşılmasını kastetti­ğini, birçok hıristiyan milletin dualarını Latince yapmaları gibi Türk vatanında da ezanın bir sembol olarak Arapça kal­ması gerektiğini ileri sürenler olmuşsa da287 ezanın Türkçe okunması fikri, "Vatan" şiirinin yayım­lanmasından yaklaşık on beş yıl sonra Atatürk'ün takibi ve yer yer bizzat katı­larak doğrudan yaptırdığı çalışmaların ardından 1932 yılında uygulamaya ko­nuldu. Osman Nuri Ergin'in kaydettiği­ne göre, "Atatürk'ün üzerinde durmak ve başarmak istediği şeyler başlıca na­mazın etrafında dolaşıyor ve onun şe­killeri çerçevesinde toplanıyordu". Ergin Atatürk'ün namazla ilgili düşünceleri­ni üç noktada topluyor,

a- Tekbir, ezan, kamet ve salanın Türkçeleştirilmesi;

b- Hutbenin Türkçeleştirilmesi;

c- Nama­zın Türkçe Kur'an'la kıldırılması288. Devri yaşa­yanların, özellikle ezan ve kameti tercü­me çalışmalarına katılan Sadettin Kay­nak ve Ali Rıza Sağman gibi kişilerin hâ­tıralarında289 ayrıntılarıyla yer alan bu konuyla ilgili gelişmeler şöyle özetlenebilir: Atatürk'ün emri üzerine sonraları Maarif vekili olan Reşit Galip ile Hasan Cemil Çambei'in yönetiminde. Türk Tarihi Tedkik Cemi-yeti'nin Dolmabahçe Sarayı'ndaki oda­sında 1932 yılı Ramazan ayı öncesinde290 dokuz meşhur hafız bu iş­le görevlendirildi. Beşiktaşlı Rıza, Süley-maniye Camii müezzini Hafız Kemal. Ha­fız Sadettin (Kaynak), Hafız Burhan, Hafız Fahri, Hafız Nuri. Hafız Yaşar (Okur), Hafız Zeki ve Sultanselimli Hafız Ali Rı-za'dan (Sağman) oluşan bu heyet tekbir, ezan ve kameti konservatuvardan bazı sazların da iştirakiyle meşkederek- ha­zırladı. Bu arada tercümede tereddüt edilen noktalarda bizzat Atatürk'ün gö­rüşüne başvurularak kesin karar onun tercihleri doğrultusunda verildi. Nite­kim Ali Rıza Sağman dışında bütün ha­fızlar tekbiri "Allah büyüktür" şeklinde tercüme etmişken Atatürk, Sağman'ın "Tanrı uludur" ifadesini daha güzel bul­duğu için bu şekil kabul edildi. Ezanda­ki "Hayye ale'l-felâh" ibaresinin "Haydi kurtuluşa" diye Türkçeleştirilmesi dü­şünüldü. Ancak "kurtuluş" kelimesinin İstanbul'da Rumlar'ın oturduğu Tatavla semtinin halk arasındaki adı olması se­bebiyle tereddüt gösterilince Atatürk'ün de uygun görmesiyle "Haydi felaha" şek­li kabul edildi.291

Türkçe ezanın bestesi için konserva-tuvar üyesi İhsan Bey görevlendirildi. Fa­kat bütün gayretlere rağmen bestenin 1 Ramazan 1350'ye kadar292 İstanbul'daki bütün müezzinlere öğretil­mesinin mümkün olamayacağı anlaşı­lınca ezanın aslî şekliyle okunmasına ge­çici olarak izin verildi. Ancak bu arada başta İstanbul olmak üzere Anadolu'da da yer yer ezanın Türkçe okunmasına başlandığı gazetelere intikal eden haber­lerden anlaşılmaktadır293. Yapılan hazırlıklar­dan sonra Türkçe Kur'an, tekbir ve ka­met 3 Şubat 1932 gününe rastlayan Ka­dir gecesinde Ayasofya Camii'ndeki mevlidde okundu ve radyodan naklen yayım­landı. Bu arada Diyanet İşleri Riyâseti"-. nin de bu uygulamayı kabul etmesi sağ­landı294. İlk dil kurulta­yından sonra295 bütün vazi­felilerin ezanı Türkçe okumaları için ha­zırlık yapmalarını sağlamak üzere Ev­kaf Umum Müdürlüğü tarafından hem vilâyetlere, hem de cami ve mescid gö­revlilerinin âmiri sıfatıyla Evkaf müdür­lüklerine gönderilen Türkçe ezan metni şu şekilde düzenlenmişti: "Tanrı uludur / Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrı'dan baş­ka yoktur tapacak / Şüphesiz bilirim bil­diririm Tann'nın elçisidir Muhammed / Haydi namaza / Haydi felaha / Namaz uykudan hayırlıdır (yalnız sabah nama­zında) / Tanrı uludur / Tanrıdan başka yoktur tapacak".

Bu tamimden sonra ezanın Türkçe okunması sıkı bir şekilde takip edildi ve zamanla merkezden uzak bazı bölgeler dışındaki bütün vilâyetlerle karakol ve jandarma teşkilâtının ulaşabildiği bü­tün yerleşim birimlerinde Türkçe ezan okutulmasına başlandı. Ancak yeni şek­li benimsemeyen müezzinlerle halkın bir nevi pasif direniş göstererek ezanı çocuklara ve meczuplara okuttukları, Türk­çe'sini yüksek sesle okuduktan sonra al­çak sesle Arapça'sını da tekrar etmek veya imam ve müezzin olmayan kişilere okutmak suretiyle aslî şekli muhafaza etmeye çalıştıkları, bu devri yaşayan ve bir kısmı halen hayatta bulunan kişile­rin ifadelerinden öğrenilmektedir. Bu uygulamanın kanunî bir dayanağı bulun­madığı için tamime riayet etmeyenler bazan idarî, çok defa da polisiye tedbir­lerle yıldırıldı. Bu maksatla cami içinde ve dışında, minare kapılarında polislerle jandarmalar bekletildiği için emre uy­mayanlara ânında müdahale edildiği yo­lunda haberler çeşitli gazetelere intikal etmiştir296. Bu dönemle ilgili hâtıralar toplandığın­da ve konu üzerinde sosyolojik incelemeler yapıldığında, halkın bu uygulama­ya karşı gösterdiği tepkiler ve bunun için yetkili mercilerin başvurduğu idarî, adlî ve polisiye Önlemlerin boyutları hakkın­da daha sağlıklı bilgiler edinmek müm­kün olacaktır.

Ezanın Türkçe okunmasına ilk büyük tepki 1 Şubat 1933'te Bursa'da meyda­na geldi. Ulucami'de Topal Halil adında halktan birinin Arapça ezan okuduktan sonra minare dibinde bekleyen bir sivil polis tarafından tartaklanarak karakola götürülmek istenmesine tepki gösteren halk, hükümetin bu konuya müdahale­sini protesto etmek üzere Önce Evkaf müdürlüğüne, oradan da valiliğe yürü­dü. Valiliğin askerî garnizondan yardım İstemesi üzerine durum İzmir'de Ata­türk'ün yanında bulunan garnizon ku­mandanına bildirildi. Hadiseyi öğrenen Atatürk gezisini yarıda keserek Bursa'-ya geldi. Anadolu Ajansı'na verdiği be­yanatta olayın haddizatında ehemmi­yetli olmadığını, cahil mürtecilerin Cum­huriyet adliyesinin pençesinden kurtu­lamayacaklarını, olaya bilhassa dini her­hangi bir tahrike vesile etmeye asla mü­samaha edilmeyeceğinin anlaşılması için önem verdiklerini belirterek meselenin esas mahiyetinin dinle değil dille ilgili olduğunu söyledi297. Ayrıca konu ile bizzat ilgilenerek hükümet yetkililerine gerekli talimatı verdi. Bursa müftüsüne, savcı ve sulh hâ­kimine işten el çektirildi. Arapça ezan okuma hadisesine karışan on dokuz ki­şi, Çorum Ceza Mahkemesi'nde bir yıl süren muhakemeden sonra ağır hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı298. 0 zamana kadar konunun dışın­da tutulmaya çalışıldığı anlaşılan Diyanet İşleri Riyaseti, Dahiliye Vekâletİ'n-den gelen bir yazı üzerine 4 Şubat 1933 tarihinde bütün müftülüklere bir tamim göndererek görevlilerin ezanı ve kameti Türkçe okumalarını, buna uymayanların "kati ve şedid bir şekilde" cezalandırıla­cağını bildirdi299. Ardından müftülüklere yollanan 6 Mart 1933 tarihli yeni bir tamimle de, "her tarafta Türkçe ezan okunduğu bir zamanda minarelerde Arapça salâtü se­lâm okumak ahenksiz düşeceği ve hü­kümetin takip ettiği maksad-ı millîye de uygun gelmeyeceği" gerekçesiyle Arap­ça sala verilmemesi, gönderilen örnek­teki üç Türkçe sala ve tekbir metninden birinin seçilerek okunması istendi.

Ezanın Türkçe okunması kararına uy­mayan görevliler. 1941 yılına kadar Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddesinin kap­samında mütalaa edilerek "yetkili mer­cilerin kamu düzenini sağlamaya yöne­lik emrine aykırılık" suçunu işlemiş sa­yılıp cezalandırılırken 15 Nisan 1939 ta­rihinde hükümetçe meclise sunulan ve 1941'de kesinleşen 4055 sayılı kanun değişikliğiyle 526. maddeye. "Arapça ezan ve kamet okuyanların üç aya ka­dar hapis veya on liradan iki yüz liraya kadar para cezası ile cezalandırılması" fıkrası eklenmiştir.300 Bu kanunun gerekçesinde. "Diyanet İşleri teşkilâtı mensupları haricinde kalanlardan Arap­ça ezan ve kamet okuyanlar hakkında ceza verilmesine imkân olmadığından Arapça ezan okuyanların görevli olsun olmasın kanunda sûret-i mahsûsada ce­zalandırılmasına lüzum hâsıl olmuştur" denilmesinden, Arapça ezanın özellik­le görevliler dışındaki kişilerce okunma­ya devam edildiği anlaşılmaktadır. Ayrı­ca, "Arapça lisanının eski zihniyete, es­ki an'anelere bağlayan tesirinden halkı kurtarmak için" bu kanunun çıkarılması gerektiğinin belirtilmesi de dikkat çe­kicidir.

Ezanın aslî şekliyle okunması suç ha­line getirildikten sonra gazetelerle hâtı­ralara intikal eden bilgilerden, ceza uy­gulamalarının kanunda öngörülen mik­tarların üç dört katına kadar çıkarıldı­ğı, dayak gibi yıldırıcı polisiye tedbirle­rin sürdürülmesinin yanında aylarca akıl hastahanelerine kapatma gibi cezalan­dırmalara başvurulduğu da öğrenilmek­tedir.301

Bernard Lewis, ibadet diline yapılan bu müdahalenin diğer laiklik uygulama­larına göre daha geniş bir halk tepkisi­ne sebep olduğunu belirtir302. Ancak bütün bu baskılara rağmen ülkenin birçok yerin­de ezanın aslî şekliyle okunmasına de­vam edilmiştir. 1941 "den itibaren çeşitli tarikatlar ve dinî gruplar da yurdun her yerinde gittikçe artan bir şekilde Arap­ça ezan okuma mücadelesine girişmiş­lerdir. Bu mücadelede Ticâniyye tarikatı şeyhi M. Kemal Pilavoğlu ve Ankara'da-ki halifesi Abdurrahman Balâ'nın bağlı-larıyla örgütlü bir mücadele yürüterek ön plana çıktıkları görülmektedir. Özel­likle 1946 yılından itibaren sistemli ve yoğun bir şekilde camilerde ve çeşitli yerlerde bu tarikata bağlı, halk arasın­da "ezan delileri" olarak tanınan insan­ların her vesileyle Arapça ezan okuma­ları dikkati çekmeye başladı. Nitekim bunların 4 Şubat 1949 Cuma günü Tür­kiye Büyük Millet Meclisi dinleyici loca­sında, bir millî maçta Dolmabahçe Stad-yumu'nda, Beyoğlu'nda bir sinemada ve Ankara valisinin huzurunda ezan oku­dukları, ayrıca Eskişehir'de yine aynı ta­rikata mensup bir grup askerin çeşitli camilerde ezanın aslî şeklini okuduğu basın organlarına intikal eden haberler­den ve çeşitli hâtıralardan öğrenilmek­tedir. Öte yandan hükümet de takipten vazgeçmiyor, Arapça ezan okuyanlara hapis ve para cezalan veriliyor, birçoğu da akıl hastahanelerine gönderile­rek uzun müddet oralarda tutuluyordu.303

1946 seçimlerinde halkın Demokrat Parti'ye yönelmesinin ardından bu ko­nuda hükümetten bazı tâvizlerin koparıldığı görülmektedir. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 22 Eylül 1948 ta­rihli bir tamiminde "mevlidlerde, hatim duası esnasında, bayram namazı ve gün­lerinde okunması gereken tekbirlerin Arapça olmasının 4055 sayılı Arapça ezan ve kametin memnuiyeti kanununun şü­mulüne girmediği, İçişleri Bakanlığı ile yapılan görüşme ve yazışmalar netice­sinde başkanlığın bu konudaki görüşle­rinin kabul edildiği" belirtilmektedir.

Arapça ezan okuma yasağının kaldırıl­ması amacıyla 1950 seçimlerinden son­ra yoğun bir çalışma başlatıldı. Ceza ka­nunundan İlgili fıkrasının çıkarılması için 31 Mayıs 1950 tarihinde Tokat Millet­vekili Ahmet Gürkan. 2 Haziran 1950'-de Kayseri Milletvekili İsmail Berkok ve on üç arkadaşı, 14 Haziran 1950 tarihin­de de Başbakan Adnan Menderes hükü­metince Türkiye Büyük Millet Meclisi'-ne çeşitli kanun teklifleri sunuldu. Bu tekliflerin gerekçesinde daha önceki hü­kümetçe yapılan uygulamanın yanlış ol­duğu, ceza kanununa hüküm konulma­sının din ve vicdan hürriyetine baskı sayıldığı belirtilerek, "Çeşitli gerekçelerle ezanı Türkçe okutmak, vatandaşın din ve vicdan hürriyetini herhangi bir şekil­de kısmen veya tamamen mahkûm et­mek ve bu hususu kanunî ceza tesbit-leri altında bulundurmak doğru olmaz" deniliyor ve gerekçe şu hükümle sona eriyordu: "Bütün bu mülâhaza ve sebep­lerden başka müslüman Türkler'e se­bepsiz yere manevî huzursuzluk veren böyle bir yasağın demokrasi ile idare olu­nan bir devlet nizamı içinde yer alabil­mesi de müstahildir. Fıkranın tayyı müs­lüman Türkler'e muhakkak bir huzur ve vicdan rahatlığı verecektir"304 Bunun üzerine Ceza Kanunu'nun 526. maddesinde gerekli değişiklikler yapıla­rak 16 Haziran 1950'de Ramazan are-fesinde ezanın Arapça okunması serbest bırakıldı.

Bu durum. Diyanet İşleri Başkanı Ah­met Hamdı Akseki'nin imzasını taşıyan 23 Haziran 1950 tarih ve 6715 sayılı ta­mimle bütün müftülüklere resmen tebliğ edildi. Bu tarihî metinde. "Elfâz-ı mah­sûsa ezanın rüknü ve sıhhatinin şartı ol­duğuna göre hususî lafızlarından başkası ile okunan ezana velev en doğru bir tercüme ile de olsa İtibar yoktur. Tama­mıyla dinî bir ibadet mevzuu olan ezan ve kameti aslî şeklinden çıkarıp şu veya bu dille okumaya zorlayıcı hükümlerin, ezan ve kameti din lisanıyla okumak yasağının ahiren Büyük Millet Meclisi'n-ce kaldırılması hadisesinin vatandaşlar üzerinde husule getirdiği büyük ferah­lık ve hoşnutluk yurdun muhtelif bölge­lerinden gelen yazılarda açıklanmakta­dır" şeklinde bir tesbite yer verilmesi. Diyanet teşkilâtının ve halkın on sekiz yıl kadar süren bu yasak ve baskılara karşı tavırlarının anlaşılması bakımından önemlidir. Tamimin son paragrafında. "Bu yolda yapılan tebligat üzerine iliniz­de / ilçenizde hâsıl olan durum hakkın­da bilgi verilmekle beraber hangi gün ve vakitten itibaren tatbikata başlandı­ğının ve ezanı, kendisine mahsus olan usul ve dinî lisanla okumayı bilmeyen müezzinler bulunup bulunmadığının, şa­yet böyleleri varsa bu hususta ne gibi tedbirler alındığının bildirilmesi lüzumu ehemmiyetle beyan olunur" denilmesi. Diyanet camiasının bu dönemde içine düştüğü durumu göstermesi bakımın­dan dikkat çekicidir.

Yasağın kalkmasıyla birlikte ramazan ayında minarelerden yükselen ezanlar büyük bir sevinçle karşılanmış, selâtin camilerinin minarelerinde çifte ezanlar ve salalar okunmuş, sabah ezanlarını din­lemek için camilerin etrafında toplanan­ların secdeye kapanıp yeri öptükleri gö­rülmüştür. Ülkenin her tarafında kur­banlar kesilmiş, zamanın hükümetine ve millet meclisine tebrik ve teşekkür telgrafları gönderilmiştir305. Öte yandan zamanın başba­kanı ve bazı bakanları, ezanın aslî şek­liyle okunmasına karşı çıkan bazı kişiler tarafından inkılâplara aykırı hareket et­tikleri gerekçesiyle İstiklâl Mahkemesi'n-de yargılanmakla tehdit edilmiştir306. 27 Mayıs 1960 ihtilâ­linden ve 12 Eylül 1980 hareketinden sonra da ezanın Türkçe okunması günde­me gelmiş, ancak küçük bir grubun bu konudaki teşebbüsleri ilgi görmemiştir.

Türkçe ezan filmlere de konu teşkil etmiştir. 1991 yılında çevrilen, senaryo­sunu Ömer Lutfı Mete'nin yazdığı, İsmail Güneş tarafından yönetilen "Çizme" adlı filmde, Karadeniz bölgesinde bir ka­sabada bütün halkın Arapça ezan yasa­ğına karşı tepki ve direnişleri, yasağı uy­gulamaya çalışan nahiye müdürüne karşi verdiği mücadele ve yasağın kalkma­sından duyduğu engin mutluluk anlatıl­maktadır.



Bibliyografya:

Kanun Lâyihaları, TBMM Kütüphanesi Do­kümantasyon ve Tercüme Müdürlüğü, nr. 186, 1/78, 3/1/9, 2/6, 7; Düstûr, Üçüncü tertip, XXII, Ankara 1941, s. 418; Ziya Gökalp, Yeni Hayat, İstanbul 1918; a.e.-Doğru Yol307, Ankara 1976, s. 11; Türkiye Ma­arif Tarihi, V, 1938-1967; Ali Fuad Başgil. Din ve Laiktik308, İstanbul 1985, s. 17-18, 133-134. 190-192; Kadir MısıroŞlu. Kur­tuluş Savaşında Sarıklı Mücahitler, İstanbul 1967, s. 340; G. Jaschke, Yeni Türkiye'de İs­lâmlık309, Ankara 1972, s. 45-47; Cemal Granda, Atatürk'ün Uşağı İdim, İs­tanbul 1973, s. 259-260; Sadık Albayrak, Tür­kiye'de Din Kauyast, İstanbul 1973, s. 262; Ut-kan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriye­ti Tarihi 1918-1938, Ankara 1983, s. 476, 479, 530, 531, 543, 544, 546; B. Lewis, Modern Türkiyenin Doğuşu310, Ankara 1984, s. 411; Fevziye Abdullah Tanset. Ziya Gö­kalp Külliyatı 1 Şiirler ve Halk Masalları, An­kara 1989, s. XVM-XIX, 100-101, 243; Tank Za­fer Tunaya, İslamcılık Akımı, |İstanbuI| 1991 (Simavi Yayınları), s. 204; Hasan Hüseyin Cey­lan, Cumhuriyet Dönemi Din / Devlet İlişkile­ri, Ankara, ts., II, 425-428, 505-511; ili, 369-400; M. Ertuğrul Düzdağ. Düşman Acımaz, İs­tanbul 1994, s. 77-69; a.mlf.. "Ezan - 1932", Milli Gazete, İstanbul 9 Kasım 1993; Tâhirül-mevleVÎ, "Ezan Hakkında Malumat ve Hali­sane Bazı Temenniyat", SR, X/236 (1329), s. 29-31; Ayaş. "Mürteciler Karşısında Din", Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti Mecmuası, sy. 5, İs­tanbul 1334, s. 36; "Ezan Hakkında Kanun", SR, İV/82 (1950), s. 100-106; "Büyük Millet İnkılâbı Karşısında", a.e., İV/84 (1950), s. 140-141; Yusuf Ziya Çağlı, "Ezan Meselesi Hak­kında", a.e., XIII/320 (1961), s. 307-308; Ab-dülkadir İnan, "Haliz Yaşar ve Türkçe Ezan", 77C VT/62 (1968), s. 131-132; "Ezan", TA, XVI, 67.

Edebiyat. Divan edebiyatı saha­sına ait eserlerde ezan hakkında müs­takil şiirlere rastlanmamakla birlikte ko­nuyla ilgili bazı unsurlar çeşitli mısra ve beyitlere girmiştir. Ezan Batılılaşma sü­recinin başladığı, din duygusunun gide­rek zayıflamaya yüz tuttuğu Tanzimat döneminden sonra çeşitli şiir ve yazıla­ra konu teşkil etmiş, dinî ve millî yönle­riyle işlenmiştir. Ezan ayrıca günün baş­langıcını ve sona erişini anlatan tabiat tasvirlerinin pitoresk manzaraları içinde ümit, ürperti, melal ve hüzün gibi duy­guların yoğunlaştığı şiirlerde bir motif olarak ortaya çıkmaktadır. Yeni Türk edebiyatında ezanla ilgili manzumelerin başında Mehmed Akif'in, "Zaman geç­mez ki yüz binlerce kalbin vecd-i sekrâ-nı / Zeminden yükselip göklerde vahdet-zâr-ı yezdânı" beytiyle başlayan "Ezanlar" adlı şiiri gelir. İki bölümden mey­dana gelen bu şiirin ilk bölümünde şair ezan nağmeleriyle inleyen gökyüzü al­tında uyanarak güne bu ilâhî sadanın rehberliğiyle başlayan müslümanları tas­vir eder. İkinci bölümde ezan sesini taş yüreklere bile tesir eden ney sesine, mi­nareleri de sûr1 İsrafil'e benzetir. Meh­med Akif ezanın din, vatan ve millet için taşıdığı değeri ayrıca İstiklâl Marşı'nın, "Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli / Ebedî yurdumun üstünde benim inleme­li" mısralarında ortaya koymuştur.

Tevfik Fikret'in, "Allahü ekber... Alla-hü ekber... / Bir samt-ı ulvî güya tabiat / Hâmûş hâmüş eyler ibâdet" misralarıy-la başlayan "Sabah Ezanında" adlı on iki mısralık şiiri sabah ezanından alınan il­hamı aksettiren güzel bir örnektir. Tev­fik Fikret'in dinî hislerinin kuvvetli oldu­ğu gençlik yıllarında yazdığı bu şiirde dini tabiatta hissedilen bir tablo gibi can­landırma duygusu açıkça görülmekte­dir. Hayatının sonlarına doğru Mehmed Akif'e reddiye olarak yazdığı ünlü "Mol­la Sırâfa" adlı şiirinde ise, "Ben de âşık­tım ezan nağmesine / Bir koşardım ki o Allah sesine" beytinde olumsuz bir ifa­deyle de olsa ezanın kendi üzerinde bı­raktığı etkiyi belirtmektedir.

Ahmed Hâşim, ilk eserlerinden biri olan "Allahü Ekber" adlı dört kıtalık şi­irinde bir sabah vaktini tasvir ettikten sonra okunmaya başlanan ezanları an­latır ve şöyle der: "O demde nûr-ı hidâ­yet, sadâ-yı yezdânî/ Eder bu ruhumu mevküf-ı vecd ü istiğrak / Bütün mehâ-sin-i âlem olup gözümden uzak / Sücûd-ı şükr ile terkeylerim bu dünyâyı".

Ezanın toplum hayatında taşıdığı mâ­na üzerinde ayrı bir dikkat ve ilgiyle du­ran Yahya Kemal, "Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî/ Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî" beytiyle başlayan "Ezân-ı Muhammedî" adlı gazelinde ci­han semalarını inleten ezanı düşünerek fetih duyguları içinde ezanla fetih ve za­fer arasındaki münasebeti ortaya koyar. "Ra'd-ı tekbîr kopup gitmelidir bang-i ezan / Dâr-ı küffârda meşhur kenîsâya kadar" beytinin yer aldığı "Gedik Ahmet Paşa'ya Gazel'de de aynı duygulan dile getirir. Şair, Türk ordusunun başarısı için 30 Ağustos Zaferi'nden birkaç gün önce kaleme aldığı münâcât mahiyetin­deki kıtasında, "Tâ ki yükselsin ezanlar­la müeyyed nâmın / Gâlib et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın" mısralarında ezanı yine bu vasıflarıyla anmıştr.

Yahya Kemal'in "Ezan ve Kur'an" ve "Ezansız Semtler" adlı makalelerinin ye­ni Türk nesri içinde ayrı bir yeri vardır. Birinci makalede, "Kökü mâzîde olan atî­yim" mısraında ifadesini bulan bir anla­yışla maziyi ve mazinin değerlerini ya­şadığı zamana ve hatta geleceğe taşı­mak gerektiği düşüncesini öne sürer­ken bu değerler arasında ezan ve Kuran sesine önemli bir yer verir. Bunlan muh­teşem mimarinin müstesna dekorları içinde, Ayasofya'nın minareleriyle Hır-ka-i Saadet Dairesi duvarlarından akse­den ilâhî ve ebedî sesler olarak şöyle tavsif eder: "Bir gün Ayasofya minare­sinden ezan okunduğunu işittim. 857 senesinin o sabahından beri asırlarca günde beş defa okunmuş olan bu ezan hâl-i vâki' idi. Bu ezanı dinlerken Fâtih'i asıl manasıyla ilk defa idrak ettim... Gezintilerimde bir hakikat keşfettim. Bu devletin iki manevî temeli vardır: Fâtih'in Ayasofya minarelerinden okuttuğu ezan ki hâlâ okunuyor. Selîm'in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu Kur'an ki hâlâ oku­nuyor".

Ezan okuma İslâm dünyasında fetih ve zaferlerin vazgeçilmez bir unsuru ol­muştur. Nitekim Mekke'nin fethinden beri ele geçirilen her beldede yapılan ilk uygulamalardan biri, fetih müjdesini her tarafa duyurmak üzere yüksek bir yer­de ezan okumak olmuştur311. Bâkî'nin meşhur Kanunî Sultan Süley­man Mersiyesi'ndeki, "Aldın hezâr büt-gedeyi mescid eyledin / Nâküs yerlerin­de okuttun ezanları" beyti bu uygula­manın divan şiirine aksetmiş bir ifade­sidir.

Yahya Kemal'in, 1922 yılının Martın­da işgal altındaki İstanbul'un kasvetli havası içinde bir istiklâl müjdesi verir­cesine yazdığı "Ezan ve Kur'an" adlı ma­kalenin arkasından yayımladığı "Ezan­sız Semtler'de, doğarken kulağına ezan okunan Türk çocuklarının millî ve ma­nevî terbiyenin ilk esasını bu ezan sesin­den aldıklarına dikkat çekmektedir. Ma­kalede müslüman semtlerinde camile­rin gölgesinde oynayan, beş vakitte oku­nan ezan sesinin büyüleyici nağmelerini dinleyerek yetişen çocukların mutlulu­ğu ile ezansız semtlerde alafranga ter­biye ile yetişen çocukların bedbahtlıkla­rına, mahrumiyetlerine ve bu sebeple uğradıkları manevî kayıplara işaret edilmektedir. Meselenin pedagojik, psikolo­jik ve sosyolojik yönlerini ön plana çıka­ran bu yazı Yahya Kemal'in şahsî tecrübelerinin ışığı altında şu hükümle sona ermektedir: "Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne mil­lete tekrar dönebiliriz. Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk ter­biyesiyle yetişen Türk çocukları dönecek­leri yeri hatırla mayacaklardır".

Mithat Cemal Kuntay'ın, "Tutulur hâ­le gelip taşta sükûn, dağda sükût / Başı koynunda gömülmüş, düşünürken me-lekût// Koptu birden bire bir ses: Bu semâ hâdisesi / Gecenin yatsı ezânın-daki hicranlı sesi" mısralanyla başlayan "Bir Ezan Sesi" adlı dokuz beyitlik man­zumesi de burada zikredilmelidir.

Aka Gündüz'ün "Ezan Vakitleri" adını taşıyan yirmi dört mısralık şiirinde, Kaf­kasya köylerinde kaval sesleri ve kuzu melemeleri arasında "bir yeşil nur ile başlayan her geceyi" emniyet ve huzur verici bir ses halinde kuşatan akşam ezanları tasvir edilmektedir.

Ziya Gökalp'in 1908 yılında Diyarba­kır'da "Köylü Şiirleri" başlığıyla kaleme aldığı şiirler arasında bulunan on dört mısralık "Ezan" manzumesi, ezan sesi­nin millî ve manevî değerler arasında­ki yerini belirtmeye yönelik didaktik bir parçadır. Onun Türkçülük ideolojisi doğ­rultusunda 1918'de yazdığı "Vatan" ad­lı şiirinde geçen, "Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur / Ey Türk oğlu işte senin orasıdır vatanın" mısralarında ifa­desini bulan ezanın Türkçe okunması fikri Cumhuriyetin kuruluşundan sonra uygulama sahasına konulmuş ve ezan on sekiz yıl kadar Türkçe okutturulmuş-tur. Bu dönem İsmet Özel'in, "Binlerce yılın yabancısı bir ses / Değdi minarele­re: Tanrı uludur. Tanrı uludur / Polistir babam, Cumhuriyetin kuludur" mısra­ları ile edebiyata yansımıştır.

Cumhuriyetten sonraki yıllarda Hali­de Nusret Zorlutuna, Necip Fazıl Kısa-kürek, Arif Nihat Asya, Faruk Nafiz Çam-lıbel, Ali Ulvi Kurucu, Sezai Karakoç gibi şairler şiirlerinde ezan temasını işleyen beyit ve mısralara yer vermişlerdir. Bun­lar arasında Halide Nusret Zorlutuna'-nm "Bir Ezan Sesi" adlı şiiri. Mütareke yıllarının işgal altındaki İstanbul'unda duyulan bir ezan sesinin şairin tahas­süslerini aktarması bakımından kayda değer bir manzumedir.

Ali Ulvi Kurucu'nun ezanın aslî şekliy­le yeniden okunmaya başlandığı yıllarda kaleme aldığı "Medîne-i Münevvere'-de Bir Sabah Ezanı" adlı yazısında312, Medine'de Harem-i şerifin meşhur mü­ezzinlerinden Mahmûd Nu'mân'ın oku­duğu ezanı dinlerken daldığı düşünceler anlatılır. Kurucu bu ezanla, Bilâl-i Ha­beşî'nin Medine'de okumaya başladığı, fakat tamamlayamadığı son ezanı ara­sında, Mehmed Akif'in "Ezanlar" şiirin­den de bazı mısralar aktararak bir bağ kurar. Hz. Peygamber'in vefatından son­ra Şama hicret eden Bilâl-i Habeşî rü­yasında Resûl-i Ekrem'i görür ve onun, "Bilâl, bizi ziyaret etmez oldun!" sitemi üzerine Medine'ye geri döner. Ali Ulvi Kurucu yazısında, Hz. Bilâl'ın Medine'ye dönüşünde okuduğu ve, "Eşhedü enne Muhammeden resûlullah" derken düşüp bayıldığı bu ezanı his ve heyecan dolu bir lirizm içinde anlatır. İsmail Lütfi Ça­kan, Bilâl-i Habeşî'nin bu son ezanını dinî edebiyatımızın örnek mensur par­çaları arasında yer alabilecek güzellik­teki "Ehadden Ekbere" adlı yazısında ay­rıca İşlemiştir.313

Ezan hem kelime hem de mefhum olarak taşıdığı davet manasıyla, Dârü'l-hikmeti'l-İslâmiyye azalarından Şerif Sa-deddin Paşa tarafından 1919 Martında sadece iki sayı yayımlanabilen dinî bir dergiye de ad olmuştur.

Bibliyografya:

Mehmed ÂKif Ersoy. Safahat314, İstanbul 1991, s. 91-93; Kenan Akyüz. Batı Tesirinde Türk Şürİ Antolojisi315, İstanbul 1986. s. 608, 704; Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgarıule, İstanbul 1962, s. 71, 140; a.mlf.. Aziz İstanbul, İstanbul 1964, s. 118-124; Fevziye Abdullah Tansei, Seruet-i Fünûn ve Son Devir Edebiyatında Dinî Şiir­ler, Ankara 1962, s. 12, 38; Mehmet Kaplan. Teum Fikret, İstanbul 1971, s. 121-122; Rıza Akdemir. Dînî ve Millî Şiirler Antolojisi, Anka­ra 1991, s. 294-295, 318-319; Sadık Albayrak. Meşrûtiyet'ten Cumhuriyete Meşihat Şeriat Ta­rikat Kaugası, İstanbul 1994, İli, 9, 10, 12, 13; Ali Ulvi Kurucu, "Medîne-i Münevverede Bir Sabah Ezanı", İslâm'ın Nuru, sy. 11, İstanbul 1952, s. 19-20; a.e., sy. 13 (1952}, s. 38; j. Lüt­fi Çakan. "Ehadden Ekbere", Altınoluk, 1/3, İstanbul 1986, s. 7-8; a.mlf.. "Ezan, Müezzinlik ve Hz. Peygamber'in Müezzinleri", a.e., İV/ 63, İstanbul 1991, s. 16-18; IV/64 (1991), s. 31-32; İV/65 (1991), s. 33-34; Mustafa Fayda. "Bilâl-i Habeşî", DİA, VI, 152.

Mûsiki. Ezan. dinî mûsikinin cami mûsikisi formlarının en Önemlilerinden-dir. İcrası bakımından dış ve iç ezan ol­mak üzere İkiye ayrılır.

Türk mûsikisinde ezan, okunduğu na­maz vaktine göre seçilmiş bir makam anlayışı içinde kendine has bir icra tarzı ve üslûp çerçevesinde serbest olarak şu şekilde okunur: Hangi makamda oku-nacaksa başlangıç tekbirlerinde o ma­kamın ilk perdeleri gösterilir. Lafzatul-lahın açık olarak telaffuz edilmesine bil­hassa dikkat edilmeli, ibarenin "...lâhu ekber" şeklinde söylenip anlaşılmasına ve bölünmesine, benzeri prozodi hatası­na meydan verilmemelidir. "Eşhedü en lâ ilahe illallah" cümlesi de tekbirlerde kullanılan makam ve perdelerden oku­nur. Ardından gelen, "Eşhedü enne Mu-hammeden resûlullarTlarda makamın meyana gelmeden önceki seyrini göste­recek nağmeler yapılır. "Hayye aie's-sa-lâh" ezanın meyan kısmı olduğundan burada tiz seslerde dolaşılır ve uygun makam geçkiieri yapılır. "Hayye ale'l-fe-lâh'ın okunuşunda ise bu kısmın ikinci meyan olması sebebiyle yine meyan nağ­melerinde gezinilir. Son tekbirlerde ma­kamın karar sesleri gösterilir, tehlilde ise karar verilerek ezan bitirilir. Ezanın icrasında müezzinin ses rengi, perde ge­nişliği ve özellikle mûsiki bilgisinin önemli rolü vardır. Bu konularda güçlü müez­zinlerin icraları bir anlamda irticâlî bir besteleme faaliyeti olarak düşünülebi­lir. Bundan dolayı gerçekten güzel ezan okumak ayn bir kabiliyet ve hüner işi­dir. Ezan okuyuşunda aynca kararların çok önemli bir yeri olduğu ve karar per­deleri ezanın en tesirli bölümlerini mey­dana getirdiği için müezzinin buralarda daha dikkatli olması ve bütün mûsikî kabiliyetini bu kısmın icrasında ortaya koyması gerekir.

Ezan okumanın âdâb ve erkânı zaman­la çeşitli farklılıklar göstermiş, bundan da değişik tavırlar doğmuştur. Nitekim eskiden İstanbul, Bursa, Konya ve İzmir gibi önemli kültür merkezlerinin özel ezan okuma tavırlarının olduğu bilin­mektedir. Bunlardan "saray tavrı" adı verilen İstanbul tavrının saraya mensup müezzinlerle bazı paşaların bilhassa ra­mazan aylarında selâtin camilerinde mü­ezzinlik yapmaları sebebiyle halk arasın­da yerleşmiş olduğu belirtilir.

Osmanlı saray teşkilâtında müezzin­lik müessesesinin ayrı bir yeri vardır. En-deruna alınan güzel sesli ve kabiliyetli gençler burada mûsiki eğitimi görerek yetişir, içlerinde müezzinliğe yatkın olan­lar müezzin seçilirdi. Enderun Has Oda erkânından olan hünkâr müezzini saray mescidinin başmüezzini olduğu gibi pa­dişahların cuma ve bayram namazları için gittiği camilerde de müezzinlik ya­pardı. Ayrıca hünkâr müezzinlerinin maiyetinde "müezzinân-ı hâssa" denilen gü­zel sesli, mûsiki bilgisi ve icrası kuvvetli bir müezzin grubu bulunurdu. Bazı ka­yıtlara göre bunlar XVI. yüzyılda on beş kadarken XVIII. yüzyılın ikinci yansında sayılan otuza ulaşmıştır.

Selâtin camilerinde görev yapacak imam ve müezzinlerin güzel sesli ve mû­siki bilgisine sahip iyi birer icracı olma­ları ön planda tutulurdu. Bunlar başarı gösterip kendilerini ispatlamak için âde­ta yarışırlardı. Bu da vazifelerin daha iyi bir şekilde icrasına sebep olan Önemli bir teşvik unsuru olurdu. Selâtin cami­lerinde geniş bir imam ve müezzin kad­rosu vardı. Bununla ilgili olarak Süley-maniye Vakfiyesi ile Hatice Turhan Sul-tan'ın Yenicami vakfiyesi Örnek gösteri­lebilir. Süleymaniye vakfiyesinde şöy­le denilmektedir:"... ve yirmi dört adet ilm-i mûsikâr ve fenn-i edvarda mahir ve şuab-ı makâmâtta ve tecrî-i terennü-mâtta sâhir hûb-âvâz kimesneler müez­zin olup... ve vazîfe-i yevmiyyeleri beşer akçe ola...". Müezzinlerle ilgili Yenicami vakfiyesindeki ifadeler de şöyledir:"... ve on iki nefer sıyânet ü afâf ile mevsûf ve diyanet ü salâh İle ma'rûf fenn-i makâ­mâtta bî-nazîr, İlm-i mîkâtta basîr, nîk-nefes ve hûb-nefes kimesneler evkât-ı hamsede müezzinler olup münâvebe ta­rikiyle ref'-i savt ile minarelerde ezan okuyup... ve zikrolunan müezzinlerin her birinin cihet-i yevmiyyesi onar akçe ve reislerinin on ikişer akçe...". Bu ifade­lerden anlaşıldığına göre müezzinlerin takva sahibi, namaz vakitlerini iyi tayin edebilen, aynca pratik olarak mûsiki ba­kımından çok iyi bir seviyede olmalan gerekmektedir. Ücretlerinin dolgun olu­şu da müezzinliğe çok önem verildiğinin bir belirtisidir.

Birden fazla müezzini bulunan cami­lerde gerek ezan gerekse namaz esna­sında müezzinlerin toplu olarak veya sırayla yaptıklan müezzinlik faaliyetine "cumhur müezzinliği" denir. Müezzinler arasında ehliyetli ve en kıdemli olan mü-ezzinbaşı tayin edilirdi. Osmanlı tarihin­de diğer memuriyetler yanında müez-zinbaşılığı ihdas ederek müezzinlerin gö­revlerini bir talimatname ile belirleyen hükümdar II. Bayezid'dir (1481-1512).

Eskiden İstanbul'da sabah ezanının sabâ, dilkeşhâverân; öğle ezanının rast, hicaz; ikindi ezanının hicaz, uşşak, ba-yatî; akşam ezanının hicaz, rast, segah, dügâh; yatsı ezanının hicaz, uşşak, ba-yatî, neva, rast makamlarından okun­ması bir gelenek haline gelmişti. Ayrıca sabah ezanından bir süre önce dilkeş­hâverân makamından bir sala vermek, arkasından da bir kaside okumak; öğ­le, ikindi ve yatsı ezanlarından sonra da ezanın okunduğu makamdan kısa bir sala vermek âdetti. Ancak ezanın sade­ce yukarıda belirtilen makamlarda okun­ması şart değildir. Müezzin mûsikide­ki kudretine göre her makamdan ezan okuyabilir.

İki kişinin karşılıklı olarak okuduğu ezana "çifte ezan" denilir. Çifte ezanda cümleler karşılıklı olarak ve perde gös­terilmek suretiyle okunur. Bu tür eza­nın Emevîler devrinde okunmaya baş­landığı rivayet edilmektedir. Ayrıca bir­birine yakın camilerde müezzinlerin kar­şılıklı ezan okuduklarına da şahit olun­maktadır. Son devirde Aksaray Valide Camii müezzini Aksaraylı Hafız Cemal Efendi ile Üsküdar Yeni Valide Camii mü­ezzini Hafız Süleyman'ın (Karabacak) oku­dukları çifte ezanlar mûsiki literatürü­ne geçmiştir.

Cuma namazında hatibin minbere çık­tığı sırada cami içinde okunan ezana "iç ezan" denir. Bir kişi tarafından okunan bu ezanda da dış ezandaki seyir düzeni biraz daha kısa olarak uygulanır. Hatip minbere çıkarken müezzin tarafından okunan âyet ve ardından getirilen salâ-tü selâmda hangi makam icra edildiyse iç ezanın da aynı makamda okunması gerekir.

Osmanlı devrinde sarayda musâhiblik ve ardından müezzinbaşılık görevine yük­selmiş meşhur bestekârlar vardır. XIX. yüzyılın ünlü musikişinaslarından Sâkir Ağa. Hammâmîzâde İsmail Dede, Hacı Hâşim Bey ve Rifat Bey bunlardan bazıla­rıdır. XX. yüzyılın ilk yansında da müezzin ve müezzinbaşılar arasında mûsiki bil­gileri ve seslerinin güzelliğiyle âdeta bi­rer ekol haline gelmiş kimseler yetişmiş­tir. Bunlar arasında Süleymaniye Camii müezzinleri Hafız Şevket ve Hafız Kemal, Üsküdar Yeni Valide Camii müezzini Ha­fız Süleyman, Beyazıt Camii müezzini Ha­fız Kerim (Akşahin) ve Aksaray Valide Ca­mii müezzini Aksaraylı Hafız Cemal Efen-di'yi bilhassa zikretmek gerekir.


Bibliyografya:

Süleymaniye Vakfiyesi316, Ankara 1962, s. 33; Şem'dânîzâde. Mün't-teuârîh (Aktepe), II, 90-119; Atâ Bey. Târih, 1, 169; Ahmed Cevdet Paşa. Kısas-ı En­biyâ317, İstanbul 1968, I. 255-257; Ali Şeydi Bey, Teşrifat ve Teşkilâtımız, İstanbul, ts., s. 22; Uzunçarşill, Saray Teşkilâtı, s. 374; Tâhirülmevlevf, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, İstanbul 1963, s. 58-64; a.mlf.. "Ezan Hakkın­da Malûmat ve Halisane Bazı Temenniyât", SRX/236(1321), s. 29-31; a.mlf.. "Ezan", Mu­savver Dâirem11-maârif, I, 864-868; Midhat Sertoğlu. Osmanlı Tarih Lügati, İstanbul 1986, s. 157, 231; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbül-idâriyye (Özel), 1, 156-159; İstanbul Yeni Cami ue Hünkâr Kasrı, İstanbul, ts., s. 79, 110; Haiil Can. "Dinî Türk Musikisi Lügati", MM, XVIII/ 218 (1966), s. 56; R. Ekrem Koçu. "İstanbul'da Ezan Musikisi", Hayat Tarih Mecmuası, sy. 11, İstanbul 1969, s. 18-20.




Yüklə 1,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin