ÜÇÜNCÜ fasilarafat ve müzdeliFE'de telbiYE



Yüklə 0,56 Mb.
səhifə2/19
tarix27.12.2018
ölçüsü0,56 Mb.
#86768
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   19

BİRİNCİ BÖLÜM

Hadislere gelince: Hadisler böyle değildir. Zaman geçip avam (halk) arasına mevzu hadislerin yayılmasıyle ahkam ifade eden hadisler bile kesinliklerini kaybederek insanlar arasında şüpheyi durumuna düştüler. Bununla beraber gerçek ilim erbabı durmadan çalıştı ve hadislerin hakkını vererek sahih ile sakimini, hasen ile zayıfini, merfu ile mevkufunu ve maktu ile mevzuunu birbirinden ayırdılar. Hafız Ebu Nuaym Hilye'sinde Ebu Hüreyre'den merfu olarak rivayet ettiği bir hadiste: "Muhakkak ki İslamiyet kendisiyle aldatılmak istenilen her bid'at zamanında onu yok edecek Allah dostlarından birisi bulunur." buyurulmuşur. Yani düşmanın sokuşturmak istediği bid'atları o kaldırır. Sonra yine ma'nen tevatür edip lafzan da tevatüre yakın olan ve Arapça metinde 69 rivayet yolu ile bildirilen Buhari, Müslim ve Hakim'in Ebu Hüreyre'den ve cüz'i ifade farkları ile diğer ravilerden de rivayet ettikleri hadiste: "Kasden benim için yalan uyduran kimse Cehennem'deki yerine hazırlansın." buyurulmuştur.

Hacmın büyümemesi, okuyanlara usanç vermemesi için diğer rivayeti yollarını tercümeye almadık. Ancak hadisin sebeb-i vücudunun bildiren bir -iki rivayeti daha almakla yetiniyoruz. Birisi: Buhari, Ebu Davud, Nesei, İbn-i Mace ve Darekutni'nin Abdullah b. Zübeyr'den rivayetlerinde şöyle denmektedir: Abdullah diyor ki: Babama, herkes Resul-i Ekrem'den hadis rivayet ediyor. Sen niye rivayet etmiyorsun diye sordum. Babam:

- Oğlum, ben Müslüman oldum olalı Resul-i Ekrem'den ayrılmadım. (Yani benim de pek çok bildiklerim var.) Fakat Resul-i Ekrem'in, "Benim namıma yalan uyduran Cehennem'deki yerine hazırlansın" hadisini bildiğim için rivayet edemiyorum, dedi.

Tabarani Evsat'ında Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet ediyor:

Adamın biri Resul-i Ekrem'in giydiği elbiseyi giyip onun kıyafetine girerek Medine’de bir mahalleye gider ve: Beni Rasul-i Ekrem gönderdi, dilediğim eve girer, istediğimi yapar ve orada oturabilirim dedi. Mahalle halkı kendisine bir oda tahsis eder ve hemen Resul-i Ekrem'e haber gönderirler. Resul-i Ekrem, Hazret-i Ebu Bekr ve Ömer'i hemen gönderir ve buyurur ki: "Onu canlı bulursanız hemen öldürün ve sonra da yakın. Şayet işini bitmiş yani kendisini ölmüş bulursanız ki, kanaaatimce onu ölü bulacaksınız, ölüsünü yakın." Adam geceleyin abdestine çıkınca zehirli bir engerek yılanı kendisine sokar ve öldürür. Hazret-i Ebu Bekr ve Ömer de ölüsünü yakarak geri dönerler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem: "Benim namıma kasden yalan uyduran kimse Cehennem'deki yerine hazırlansın." buyurdu.

Diğer bir rivayet bölümünde de: Medine'ye iki mil mesafede Leys Oğullarından bir kabile bulunuyordu. İslamiyyetten önce adamın biri onlardan bir kız istemiş ve alamamıştı. Bu defa Resul-i Ekrem'in kılığına girerek bu kabileye gider ve, bu elbiseyi Resul-i Ekrem bana giydirdi mal ve canlarınızda dilediğim gibi tasarrufu bana emretti, diyerek doğruca alamadığı kızın evine gider. Bu kabile durumu Resul-i Ekrem'e haber verir. Resul-i Ekrem: "Allah'ın düşmanı yalan söyledi." buyurduktan sonra birisine; "Git bak, onu canlı bulursan öldür. Ölü bulursan yak" buyurur. Adam gittiğinde zehirli bir yılan tarafından öldürüldüğünü görünce ölüsünü yakar ve gelir. Bunun üzerine Resul-i Ekrem bu hadisi şerifi irad eder. İşte hadisin sebeb-i vürudu budur.

Hafız Suyuti, hadisi yüzden fazla Ashab'ın rivayet ettiğini ve hepsinin rivayet yolları kuvvetli olduğunu söylemiştir. Cennet ile müjdelenen on Sahabi'nin ittifaklı olarak rivayet ettikleri tek hadis budur.

Celale'd-Din Suyuti, “Resul-i Ekrem'e yalan isandından başka hiçbir günah için Ashab-ı Kiram'ın, ehl-i sünneti tekfir ettiklerini bilmiyorum” dedi. Ebu Muhammed el-Cüveyni “Resul-i Ekrem adına bilerek yalan uyduran kimse kafir olur ve İslam milletinden çıkar” dedi. Aralarında Maliki imamlarından Nasırü'd-Din de bulunan birçok zatlar bu fikirdedirler. Aliyyü'l-Kaari diyor ki: "Ben de derim ki, Resul-i Ekrem'in; “Benim namıma yalan uydurmak başkaları adına yalan uydurmak gibi değildir." hadisi ve Resul-i Ekrem'in adına uyduran adamı öldürtüp yaktırması bunları tey'id etmektedir. Çünkü Peygamber'e iftira, Allahu Teala'ya iftiradır. Zira Resul-i Ekrem hakkında;

"O hevadan konuşmaz. Onun konuştuğu ancak Allahu Teala tarafından kendisine vahyolunandır." (Necm: 53/3-4) buyurulmuşur. Ayrıca Resul-i Ekerm'in: "Ben ancak gökten nazil olanı söylerim." sözü de bunu tey'id etmektir. Demek ki, Resul-i Ekrem'in din hakkındaki her sözü ilahi vahye dayanır. Ona yalan uydurmak Allah'a yalan isnad etmek demektir. Kur'an-ı Kerim'de: "Allah'a yalan isnad edenden daha zalim kimdir?" buyurulmuştur. Allah'a yalan isnad edenler, O'nun ayetlerine inanmayanlardır. Allah ve Peygamber'den başkası adına yalan uyduranların kafir olmadıkları Sahabe'nin ittifakı ile sabittir.

Müslim ve Tirmizi'nin Muğire b. Şube'den rivayet ettikleri ve İbn-i Mace'nin de sahih dediği, yine Müslim ile İbn-i Mace'nin Semure b. Cündüb'den merfu olarak ve İbn-i Mace'nin de Hazret-i Ali'den rivayet ettikleri; "Yalan olduğunu bilerek benim namıma hadis rivayet eden kimse iki yalancının veya yalancıların biridir." buyurulduğu gibi Bezzar ve İbn-i Adiyy'in Enes'den rivayetlerinde; "Bilerek uydurma hadisi rivayet edenler de hadis uyduranlar gibi Cehennem'deki yerlerine hazırlansınlar." buyurulmuştur.

Bu gibi uydurma hadisleri rivayet etmekten men'eden ve bu hususta şiddetli veidlerde bulanan daha birçok hadisler vardır. Müslim şerhinde Nevevi; bayağı insanlar hakkında yalan uydurmak haram iken sözü şeriat, konuştuğu vahy ve onun namına yalan Allah'a karşı yalan sayılan Resul-i Ekrem hakkındaki uydurma veya şüpheli hadisleri rivayet etmenin, ister ahkam ile ilgili olsun, ister tergib ve terhib için olsun haram ve çirkinlerin çirkini ve günahların en büyüğü olduğunda ittifak edildiğini ve yukarıdaki veide dahil olduklarını söylemektedir. Hafız Celalü'd-Din Suyuti, mevzu hadisleri rivayetin, ancak mevzu olduklarını bildirmek için caiz olabileceğini, başka suretle helal olmıyacağına bütün hadis alimlerinin ittifak ettiklerini söylemiştir. Yalnız ahkam ile ilgili olmayıp terğib ve terhib babındaki zayıf hadisleri rivayet caizdir. (Zayıf ile mevzuun farkını bildik.) İnsan iyice incelemediği bir hadisi hatta herhangi bir haberi bile söylememelidir. Nitekim Resul-i Ekrem; "Kişiye günah sayılması bakımından her duyduğunu söylemesi kafidir." buyurdu. Demek ki, şüpheli hadisler de uydurma hadisler hükmündedir.

İşte bu duruma düşmemek için Hulefa-i Raşidin ve Sahabe'nin güzide simaları çok hadis rivayet etmekten kaçınmışlardır. Hazret-i Ebu Bekr ve Ömer (Allah onlardan razı olsun), duymadıkları bir hadisi rivayet eden zatlardan şahid ararlar ve bu hususta kendilerini korkuturlardı. Hazret-i Ali de yemin verdirdi. Hatta ihtiyatlı davranan Sahabe ve Tabiin'in bazıları hadis rivayet ederken, böyle veya bu mealde veya buna yakın bir ifade ile Resul-i Ekrem buyurmuştur, derlerdi. Müslim'in Ebu Hüreyre'den rivayetinde Resul-i Ekrem: "Yakın gelecekte ümmetim arasında öyle insanlar türeyecek ki, sizin ve atalarınızın duymadığınız uydurma hadisler rivayet edeceklerdir. Onlardan sakının ve vay onlara." buyurmakla bu hususta ümmeti uyanık bulunmaya ve helakten korunmaya da'vet etmiştir. Bunun için İmam-ı Azam Ebu Hanife son derece ihtiyatlı davranır ve şüpheli hadislere dayanmadan içtihadı ile amel ederdi. Bununla beraber müctehidlerin asıl dayanağı hadis olduğu için hadislerin senedlerini aramak dinden sayılmıştır. 2


İKİNCİ BÖLÜM
Hafız Zeynü'd-Din Irakı "El-Baisü ale'l-halas min havadisi'l-kassas" adlı kitabından sahih olup olmadığını bilmediklerini kabul ettikleri halde cerci, kıssacı ve hikayeci vaizlerin rivayet ettikleri hadisler, tesadüfen sahih olsa da yine günahkarlardır. Çünkü her ne kadar gerçeğe uygun düşse de bilmediklerini rivayet cür'et etmişlerdir. Buhari ile Müslim'de olsa da bu gibiler buldukları hadisi bir hadis alimine göstermeden rivayet etmeleri helal olmaz demişir. Hafız Ebu Bekr b. Hayr, rivayet yollarını bilmeyen kimsenin, "Resul-i Ekrem şöyle buyurdu." demesinin helal olmadığında bütün alimler ittifak etmişlerdir, dedi.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Zehebi'nin "Mizan" adıl kitabında yazdığına göre, Cevzekani Ebu'l-Abbas es-Sirac'dan şöyle hikaye ediyor: "Ebu'l-Abbas diyor ki: İmam Buhari'nin huzurunda bulunuyordum. Büyüklerden birisinin oğlu kendisine bir kitap getirdi ve o kitaptaki bazı hadislerden İmam'a sordu. Hadislerden biri Zühri'nin Salim'den ve Salim'in de babasından merfu olarak rivayet ettiği "İman artmaz ve eksilmez" hadisi idi. Buhari kitabın arkasına, ‘bu hadisi rivayet edene şiddetli bir dayak atmak ve onu uzun müddet hapsetmek lazımdır’ diye yazdı. Yine Mizan'da anlatıldığına göre, Yahya b. Main'i "Süveydü'l-Enbari" kitabında: Bu adamın kanı helal olur, demiştir. Yine Mizan'da anlattığına göre, İbn-i Üyeyne'ye Mualla b. Helal, İbn-i Ebi Nüceyh ve Mücahid yolu ile Abdullah'dan: "Kadınlar gibi başı örtmek peygamberler ahlakındandır." diye bir hadis rivayet edilmiştir, buna ne dersin” diye sordular. İbn-i Uyeyne:

“Mualla bu rivayeti İbn-i Nüceyh'den duydu ise niçin boynunu vurmadı” dedi.


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Darekutni, “Bir kimse bir adamın merdud bir hadisi rivayet ettiğini anlarsa tenhada onu uyarması lazımdır” dedi. Böyle yapmak ilim erbabının ittifakı ile din ve diyanet adına vacibdir. Çünkü Müslümanlara bir öğüttür. Ebu Bekr b. Hallad Yahya b. Said'e;

“Bazılarının rivayet ettikleri hadisleri almıyorsun. Allah huzurunda senden davacı olacaklarından korkmaz mısın?” diye sordu. Yahya b. Said de;

“Resul-i Ekrem'in, niçin bu çürük hadisleri anlayıp atmadın, diye davacı olmasından, bunların davacı olmaları benim için daha ehvendir. Küçücük bir menfaat karşılığı yalan şahidliği yapan kimsenin halini açıklamak ve kendini teşhir etmek borç olursa Resul-i Ekrem namına yalan uyduranı teşhir öncelikle sabit olur. Zira yalan şahidliği ancak yalnız belli bir hakkı iptal eder. Fakat Resul-i Ekrem adına yalan dini yıkar. Resul-i Ekrem adına yalan söylediği için Cehennem'deki yerine hazırlanacak olan bir kimsenin teşhir ve gıybeti neden caiz olmasın?” Süfyan-ı Sevri bazı zatların kuvvetli olup rivayetlerinin kabule şayan olduğunu ve diğer bazılarının ise zayıf olup rivayetlerinin kabul edilmemesini söyler ve bunu bir gıybet saymazdı. Adamın biri Malik, Sa'd ve İbn-i Uyeyne'ye; şayan-i i'timad olmayan bir adamın hadis rivayet etiğini gördüğüm vakit ne yapayım, diye sorduğunda hepsi birden; hemen durumunu açıkla, dediler. Yine Şu'be'ye; bu bir gıybet olmaz mı, diye sorunca Şu'be; ey ahmak, bu bir din işidir. Bunun terki günahtır, diye mukabelede bulundu. Muhammed b. Bezzar el-Cürcani Ahmed b. Hanbel'e; filan zayıf ve filan yalancıdır, demek bana zor geliyor, dediği vakit, Ahmed; ya sen susarsan cahiller sahih ve sakimi nereden bilecekler, dedi. Yine rivayet edildiğine göre, Süfyan-ı Sevri bir adamın rivayetlerini dinleyince; vallahi yalancıdır. Eğer benim için susmak günah olmasa bir şey demezdim dedi. İmam Şafii de; ravinin yalancı olduğunu bilene susmak günahtır, ve bunun bir gıybet sayılmayacağını söyliyerek sözlerine şöyle devam ediyor; çünkü alimler sarraflar gibidir. Sarraflar kalp parayı haber vermeye mecbur oldukları gibi alimlerin de yalan rivayeti haber vermeleri diyanetleri adına mecburidir, dedi.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Rivayet olunduğuna göre, Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Main (Allah ikisine de rahmet etsin) Mescidü'r-Rasafe'de namaz kıldılar. Namazı müteakip kıssacı ve cerci yüzlerden birisi kürsüye çıkarak Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main vasıtalarıyle Resul-i Ekrem'e kadar yükselterek: "Kim, La ilahe illa'llah derse Allahu Teala onun her harfine bir kuş (melek) yaratır. Gagası altundan, tüyleri mercandan..." diye tutturdu. Ve böylece saya saya yirmi sayfalık bir va'z yaptı. Adam konuşadursun, Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Main; sen mi söyledin, ben mi söyledim, diye birbirinin yüzüne baktılar. Her ikisi de; "Vallahi bu sözleri yeni duyuyoruz." dediler. Palavracı vaiz sözlerini bitirdi ve gelen hediyeleri toplamaya başladı. Her iki zat da kendisini bekliyorlardı. Hediyeler verilip herkes dağılınca adamı çağırdılar. Adam burada bol bahşiş var diye koşa koşa yanlarına geldi, Yahya:

- Bu hadisi kimden duydun?

- Yahya b. Main ve Ahmed b. Hanbel'den, dedi. Yahya:

- İşte Ahmed, işte ben. Biz böyle bir şey ne duyduk ve ne de söyledik. Mutlaka yalan söylemen gerekiyorsa, bizi neden alet ediyorsun? Bizi bırak da kendiliğinden ne yaparsan yap, dediler. Adam:

- Hakikaten ben Yahya b. Main'in ahmak bir adam olduğunu duyuyor ve fakat inanamıyordum. Şimdi ise onun gerçekten ahmak olduğunu anladım, dedi. Yahya:

- Ahmak olduğumu neremden anladın, diye sordu. Adam:

- Ahmak olduğun şuradan belli ki, sen, senden başka Yahya b. Main olmadığını zannediyorsun. Halbuki sizden başka onyedi tane Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main vardır, deyince Ahmed b. Hanbel elini yüzünü koyarak; bırak şu herifi def' olsun gitsin, dedi. Adam da onlarla alay derecesine oradan uzaklaştı.

Yine Tartuşi'den rivayet edildiğine göre Süleyman b. Mihran el-A'meş Basra'ya gitti. Mescide girdi. Orada da böyle bir kahraman kıssası kürsüde doldurup atıyor ve hadislerini A'meş vasıtasıyle Resul-i Ekrem'e kadar yükseltiyor, hak halka halinde vaizi sarmış zevkle dinliyorlar. Buna dayanmıyan A'meş halka ortasında koltuklarını yolmaya başladı. Kısacası bunun farkına varır ve A'meş'e dönerek:

-İhtiyar! Biz va'z edip ilminden dem vururken sen bu yaptığına utanmıyor musun? Bu sana yakışır mı, der. A'meş:

- Benim bu yaptığım senin yaptığından daha hayırlıdır.

- Nasıl olur, diye sorar. A'meş:

- Zira ben bir sünnet işliyorum. Sen ise yalan söylüyorsun. Çünkü A'meş benim. Şu senin bana isnad ettiklerinin hiçbirini söylemedim der:

Şibli anlatıyor: Namaz kılmak için bir mescide girdim. Yanımda kaba sakallı bir adam, etrafını çeviren kalabalık bir kütleye hadis rivayet ediyor. Yine Resul-i Ekrem'e kadar yükselttiği bir hadiste (!)

"Allahu Teala iki sur yarattı. Her iki sura iki def'a üfürülür. Birisi helak olmak, diğeri de kıyametin kopması içindir." dedi. Ben dayanamadım. Namazı bitirdim ve ihtiyara: Allah'tan kork, yanlış konuşma! Allahu Teala iki değil bir sur yaratmıştır. Ona iki def'a üflenir, dedim. Bunun üzerine adam; ey facir, bunu bana filan zat haber verdi. Sen inkar mı ediyorsun, diyerek nalınlarını çıkarıp vurmaya başladı. Bunu gören herkes başıma çullandı ve nerede ise beni linç edeceklerdi. Pabucun pahalıya mal olacağını görünce, yüksek sesle; Allah aşkına ne diyorsunuz, iki mi? Dediğinizden de çok daha çok surlar yaratılmış ve her birine de üfürülür, diyerek güç bela kendimi kurtardım, dedi Bunun gibi daha pek çok misaller vardır. Bağdad hatibi Hafız Ebu Bekr'in anlattığına göre, Muhammed b. Yunus el-Kerimi Ehvaz'a gitmişti. Orada bir vaiz Resul-i Ekrem'e isnad ederek bir hadis rivayet ediyor. Hadiste:

Hazret-i Fatıma'nın düğününde Allahu Teala Tuba ağacına; (Kokulu incilerini Cennet halkına saç, nurdan tabaklar içerisinde bu hediyelerin gönder, koklasınlar.) diye emretti." diyor. Adamcağıza: Resul-i Ekrem'e iftira ediyorsun, dediğimde; nene lazım bırak şunları dinleteyim, coşturayım ve ağlatayım, dedi. Yine İbn-i Cevzi diyor ki: Zamanımız kassaslarından birisi bir kitap yazdı. Kitabında şöyle anlatıyor: "Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin Hazret-i Ömer'in huzuruna girmişlerdi. Ömer meşgul olduğu için farkına varamamıştı. Sonra onları görür görmez hemen kalkarak alınlarından öptü ve her birine biner dirhem hediye verdi. Eve gidip durumu babalarına anlatıklarında Hazret-i Ali, Resul-i Ekrem'den: "Ömer, dünyada İslam'ın nuru, ahirette Cennet halkının aydınlığıdır." buyurduğunu işittim, dedi. Bunun üzerine çocuklar hemen Hazret-i Ömer'e dönerek hadisi haber verdiler. Hazret-i Ömer de; "Cennet gençlerinin efendileri Hasan ve Hüseyin babalarından, o da Resul-i Ekrem'den bu yolda bana bir hadis rivayet ettiler." diye hadisi yazdıktan sonra hadisin mezarına konmasını vasiyyet etti. Ölümü anında bu unutuldu ve sabahleyin mezarı başına gidenler kağıdı mezarın üzerinde buldu ve üstelik; "Hasan, Hüseyin doğru söyledi ve Resul-i Ekrem doğru buyurdu" diye de yazılmıştı.

Bu hatası yetmiyormuş gibi bundan daha şaşılacak yüzsüzlüğü de utanmadan bu kitabı bazı fakihelere arz ederek onların takrizlerini almak istemiştir.

Yine vaizin biri kürsüde: "Allahu Teala Musa Aleyhisselam'a, kimi istiyorsun diye sorar. Musa, kardeşim Harun'u: Muhammed Aleyhisselam, annemi ve amcamı: Nuh Aleyhisselam, oğlumu: Ya'kub Aleyhisselam da, oğlum Yusuf'u isterim, deyince, Allah-u Teala; yazık, hepiniz benden istiyor ve hiçbiriniz beni istemiyorsunuz, buyurdu." Vaiz efendi bunu anlatırken elini şiddetle kürsüye vurarak; "Ey okuyucular! Allah için okuyun." diye kürsüden arslanlar gibi kükrer. Etrafındaki cemaat, bu zatın ilmin kaynağından ve özünden dem vuruyor zanniyle bu vaizin tesiri altında coşarak hüngür hüngür ağlayıp yaka paçalarını yırtarak kendilerinden geçerler.

Yine kassaslardan biri Bağdad'in bir toplantı yerinde, "Umulur ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a getirir." ayet-i celilesini tefsir ederken: "Allahu Teala Muhammed Aleyhisselam ile arş üzerinde oturur." dedi. Bunu duyan Muhammed b. Carir et-Taberi'nin canı son derece sıkıldı ve: "Hiçbir arkadaşı ve arş üzerinde oturttuğu bir kimsesi olmayan Allahu Teala'yı bu gibi niteliklerden tenzih ederim." yazdı ve levha olarak kapısının üzerine astı. Bunu gören halk adamın evini taşa tuttu ve hatta kapıyı tamamen taş yığını altında bıraktılar.

(Görülüyor ki, bu gibi sahtekar kıssası vaizler yeni türemiş değil, ta ilk zamanlardan beri devam edegelmekte ve her asırda zavallı cahil halkın teveccühüne mazhar olmaktadırlar. Hakiki bilginler ise acı olduğu için gerçekleri söylerken dayağa varıncaya kadar her türlü zorluk ile karşı karşıya kaldılar. Buna rağmen yine de korkmadan ve yılmadan dinin müdafii olmakta ve halkı sahte vaizlerin bataklığından kurtarmakta devam ettiler. Karınca kararınca bizler de bu yolu tercih etmiş bulunuyoruz. Tevfik ve hidayet Allah'dandır.)
ALTINCI BÖLÜM

Hammad b. Zeyd'e dayanarak Ukayli şöyle anlatıyor: "Zındıklar Resul-i Ekrem'e isnad ederek oniki bin hadis uydurmuşlardır. İbn-i Adiyy'in Ca'fer b. Süleyman'dan rivayetinde de Halife Mehdi diyor ki: Zındıklardan birisi, Resul-i Ekrem'in söylemediği, haramı helal ve helali haram yapan dört bin hadis uydurduğunu ve bu hadislerin hala dillerde dolaşmakta olduğunu bana i'tiraf etti.

İbn-i Askari'in rivayetinde; zındığın birisini Harünü'r-Reşid'e getirdiler ve Harun i'damını emretti. Bunun üzerine zındık; ey mü'minlerin emiri, haydi beni i'dam ediyorsun, fakat Resul-i Ekrem'in buyurmadığı ve haramı helal, helali haram eden ve hala milletin elinde bulunan uydurduğum dört bin hadisi ne yapacaksın, dedi. Harunü'r-Reşid; ey zındık, ya senin Abdullah b. el-Mübarek ve İshak el-Gavari'den haberin yok mu? Onlar da kelime kelimesinin uydurduğun hadisleri çıkartıp atıyorlar, diye cevap verdi.

Ukayli de kitabında; Ya'la b. Abdurrahman el-Vasıti'nin ölürken Hazreti Ali'nin faziletine dair yetmiş hadis uydurdum, dediğini rivayet etmektedir.

Hatib de Rebia'dan rivayetinde: "Öyle hadisler var ki, gündüz gibi parlaktır, onları kabul edersin. Öyle hadisler de var ki, gece gibi karanlıktır, onları reddedersin." demiştir.
YEDİNCİ BÖLÜM

Vakta ki vaizlerin çoğu tefsirde ve hadis rivayetinde ve hadisin sıhhat derecelerinde cahil kimseler oldu ise; "İnsanlara ancak emirler veya bunların ta'yin edeceği memurlar veyahud da mürailer va'z eder" denmiştir. Üçüncü kısım vazifeliler dışında oldukları için mürailerdir. Bu hadisi İbn-i Mace sahih senedi ile Ömer b. Şuayb'dan o da babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir. Ayrıca Ebu Davud da ceyyid senedle Malik b. Avf'dan "Murain" yerine "Muhtalin" ifadesiyle; Tabarani de Ubade b. es-Samit'den "Mutekellefin" lafziyle rivayet etmişlerdir.

Yine Tabarani Cenab b. el-Ers'den merfu olarak rivayetinde: "Beni İsrail'in helaki böyle asılsız kıssalara dalmaları sebeb olmuştur" denilmektedir. Zeynü'd-Din Iraki de şöyle diyor: Kassasların afetlerinden birisi de avamın akıllarının alamıyacağı ve anlıyamayacakları şeyleri onlara hikaye edip i'tikadlerını sarsmış olmalarıdır. Doğru hikayetlerde hal böyle olunca ya yalan ve uydurma kıssalar ne olur? İbn-i Mes'ud radiya'llahu anh: bir cemata anlıyamayacağı bir hadisi anlatmak bazıları için fitne olur, demiştir. Bunu Müslim Sahih'inin mukaddimesinde anlatmıştı. Ben de derim ki, onların afetlerinden biri de diğer hususlarda cemaate ucub ve gururu aşılamaktır. (Bu gibi hikayeler ile olduk diye kendilerini beğenir ve aldanırlar) İmam Ahmed sahih sened ile Haris b. Muaviye'den rivayetinde: "Haris, Ömer b. el-Hattab'a giderek kıssalardan ona sordu. Ömer; ne yapmak istiyorsun, deyince; senin müsaadene dayanarak kıssa rivayet etmek istiyorum dedi. Hazret-i Ömer; korkarım sen kıssaları anlata anlata kendini Süreyya yıldızı gibi yükseklerde görmeye başlarsın. Sonra da kıyamet gününde Allahu Teala kendini yüksekte sandığın nisbette seni ayaklar altına düşürür, buyurdu. Yine Tabarani sened-i ceyyid ile Amr b. Dinar'dan rivayetinde; Temim Dari, kıssa rivayeti için Hazret-i Ömer'den müsaade istedi, Ömer müsaade etmedi. Tekrar müsaade isteyince Hazret-i Ömer, eliyle işaret ederek; böylece kellenin uçurulmasını istiyorsan anlat, dedi. Herbir adil ve emin kimseler olan Ashab-ı Kiram ve Tabiin'in kıssa rivayetleri hakkındaki Hazret-i Ömer'in tutumuna bak, bundan ibret al." Tabiin ve onlardan sonra gelenlerde Temim gibiler nerede?

İbn-i Asakir'in Bekr'den rivayetinde: Temim Dari kıssa rivayeti için Ömer'den müsaade istediğinde, Ömer; sen boğazlanmayı mı istiyorsun? Nasıl, kıssa anlatmak suretiyle kendi kendini göklere çıkarırsın? Sonra da Allahu Teala, seni yerin dibine düşürürse iyi mi olur, buyurmuştur.

İbn-i Asakir'in Humeyd b. Abdurrahman'dan rivayetinde, Temim uzun seneler kıssa rivayeti için Ömer'den müsaade istediği halde Ömer bir def'asında bir günlüğüne kendisine müsaade etmişti. Temim fazlaya gidince, Hazreti Ömer; ne söylüyorsun, diye sordu. Temim; Allahu Teala'nın ayetini okuyor, iyilikle emir ediyor ve kötülükten nehyediyorum, dedi. Sonra Ömer; işte o boğazlanmaktır. Sonra da: Cum'a günü ben camie gelmeden va'zının bitir dedi. O da yalnız Cum'a günü bir def'a va'z ederdi.

İbn-i Asakir'in Ebu Sehl b. Malik'den, o da babasından ve o da Temim'den rivayetinde; Temim kıssa anlatmak üzere Hazret-i Ömer'den müsaade istedi. Hazret-i Ömer izin verdi ve sonra da kendisini kamçı ile döğdü, diyorum ki, zannedersem bir kereden fazla va'z etti de ondan döğmüştür.

İbn-i Mace'nin hasen sened ile İbn-i Ömer'den rivayetinde; Resul-i Ekrem Ebu Bekr ve Ömer zamanlarında kıssacılar yoktu. Bunu Ahmed ve Tabarani Saib b. Yezid'den rivayet etmişlerdir. Tabarani'nin Mücahid'den rivayetinde, ki bunu Ubadele yani Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Ömer de rivayet etmişlerdir. Şöyle ki: Resul-i Ekrem: "Kıssacıların bekledikleri buğzu adavettir." buyurdu. Bu ifade adetin hilafına gaybdan haber veren bir mucizedir. Ahmed Zühd'ün de Ebu'l-Melih'den rivayetinde; Meymun, kıssaslardan söz açtı ve kassas üç durumdan şaşmaz: Ya dinini zayıflatmakla sözlerini besler, ya kendini beğenir, veyahud yapmadığı şeyi başkalarına emreder. Bunun için Resul-i Ekrem: "Kassas'ın beklediği buğzdur." buyurdu.

Sonra kıssacıların afetlerinden bazıları da Mervezi'nin ilim kitabında ve Ebu Nuaym'ın Hilye'de Ebu Kılabe'den rivayet ettiklerine göre: İlmi, ancak kıssacılar öldürür. Çünkü bir kimse kıssacılar ile bir sene otursa kendisinden yarayışlı bir şey öğrenemez demiştir. Ebu Nuaym'ın Said b. Asım'dan rivayetinde; Muhammed b. Vasi'in evine yakın bir mescidde bir kıssacı var idi. Bir gün dersinde etrafındakileri tevbih ederek; nedir kalbleriniz korkmuyor, vücudunuz ürpermiyor ve gözleriniz yaşarmıyor, ne katı kalbli insanlarsınız, diyor. Muhammed b. Vasi; ey Allah'ın kulu, bu cemaat senin kalbinden gelme bir söz duymadılar ki ağlasınlar. Yani gerçek zikir kalbden çıkarsa, diğerinin kalbine girer. (seninki hep dilinin ucundan savurduğun boş sözlerdir). dedi.

Mervezi ilim kitabında ve Ebu Nuaym'in A'meş'den rivayelerinde; İbrahim-i Nehai: İbrahim'den başka kıssaları ile Allah rızasını kasdeden bir kimseyi görmedim. Öyle iken ne lehinde ve ne de aleyhinde olmak üzere bundan kurtulmasını temenni ediyordum, demiştir.

Yine Ebu Nuaym İbrahim Nehai'den; başkalarının etrafına toplanması için oturan kimseye yaklaşmayın, demiştir.

Yine Ebu Nuaym Hilye'de Zühri'den; meclis uzayıp cemaat çoğaldığı vakit şeytanın da orada nasibi vardır, dedi.

İbn-i Mübarek Ukbe b. Müslim'den rivayetinde; sohbet bir, iki, üç ve a'zami dört kişi ile olur. Oturanlar çoğalınca ya sükut et ya da meclisden ayrıl, demiştir.

Mervezi'nin Salim'den rivayetinde; İbn-i Ömer mescidden çıkar ve hariçde lüzumsuz sözler konuşurdu. Niçin böyle yapıyorsun diyenlere; şu sizin kassasın sesi beni mescidden uzaklaşırdı, dedi.

Yine Mervezi'nin Mücahid'den rivayetinde; kıssacı bir adam geldi ve Hazret-i Abdullah b. Ömer'in bu yanında oturdu. İbn-i Ömer zabıtaya haber gönderdi, bir polis gelerek adamı yaınndan kaldırdı.

Hasan-ı Basri'den rivayet edildiğine göre; kıssacılık bid'at, duada sesi yükseltmek ve alabildiğine elleri kaldırmak bid'at, kadınlar ile erkeklerin bir araya toplanmaları da bid'attir, dedi.

Bir latife: Kufe mescidinde Zer'a adında bir kıssacı var idi. İmam-ı A'zam Ebu Hanife'nin annesi bir şey sormak istedi. Oğluna sordu ve oğlunun fetvasını beğenmedi ve ben şu vaiz Zer'a'ının dediğini kabul ederim, dedi. İmam-ı A’zam rahmetullahi aleyh de annesini aldı Zer’a’ya götürdü ve bu annemdir. Senden bir şey sormak istiyor, dedi. Vaiz; sen var iken ben nasıl cevap verebilirim? Benden çok üstün bir alimsin, cevabını sen ver, dedi. İmam-ı A'zam; ben ona bu şekilde fetva verdim, deyince Zer'a da; işte onun gibidir, dedi ve ondan sonra İmam'ın annesi fetvayı kabul etti ve oradan ayrıldılar.

İbn-i Adiyy'in Hüseyn-i Kerabis'den rivayetinde de yine Bağdad'da meşhur bir kıssacı var idi. Adına Ebu Merhum el-Kass derlerdi. İnsanlar etrafında toplanır, cemaati kalabalık, istediği gibi eser savururdu. Bir gün bu zat; bana tefsirden ve hatta tefsirin tefsirinden ne isterseniz sorabilirsiniz ve sorun, dedi. Duvar arkasından birisi kalktı ve; ey Ebu Merhum, Allah seni ıslah etsin, diye seslendi. Vaiz; fahişe çocuğu diye ona ta'n etti. Adamın biri; o sana dua etti. Sen ona böyle kötü söyledin deyince vaiz; Allahu Teala'nın; "Perde arkasından çağıranların çoğu akılsız kimselerdir." buyurduğunu duymadın mı, dedi ve adam; müzabene ve muhakale hakkında ne dersin, dedi, vaiz; muhakale, elbisenin simsar elinde eskimesi, müzabene de din kardeşine zebun adını vermektir, dedi.3


SEKİZİNCİ BÖLÜM
Vakta ki hadis hafızlarının pek çoğu insanların dilinde dolaşan meşhur hadisleri toplayıp sahihini, hasenini, zayıfını anlatıp mevkuf, merfu ve mevzu' olduklarını güzel maksatlar ile birbirinden ayırdıklarını gördümse, bu uzun sahifeleri kısaltmayı düşündüm. Mesela netice i'tibariyle bunun aslı yok, bu aslında mevzu'dur diye kısa yoldan ifade edeyim ki, kolayca zabdetilmiş olsun. Çünkü bütün hadisleri toplamak imkansızdır. Onlar toplanmıyacak kadar çoktur. Sonra mevzu olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmeyen hadisleri de tehlikeden sakınmak için terk ettim. Çünkü bir yoldan mevzu olan bir hadisin başka bir yoldan sahih olma ihtimali vardır. Bütün bunlar senedlere, ravilerin durumuna göre elde edilen neticelerdir. Yoksa ortada kesin bir delil yoktur. Kesin olarak böyledir, diye hükmedilemez. Binaenaleyh sahih dediğimiz bir hadisin zayıf veya merfu' olması, mevzu'un da sahih veya merfu olması da ihtimal dahilinde ve aklen caizdir. Ancak yakin ilmi ifade etmekle mütevatir hadisler kesindir. Bunun için Zerkeşi bizim için mevzu'dur dememizle, sahih değildir sözümüz arasında büyük fark var, demiştir. Çünkü mezvudur demek yalan olduğunu yerleştirmektir. Sahih değildir demek de, sabit olmadığını bildirmektir. Bundan da yok olduğunu ispat lazım gelmez.

Bundan sonra bilmiş ol ki, bir hadis her ne kadar ma'na bakımından Kitab ve Sünnet'e uygun olursa da mebnası, elfazı ve kuruluşu bakımından da mevzu olabilir. Hakikati bulmakta Allahu Teala'dan tevfik dileriz. Çünkü doğru yola ulaştıran ancak O'dur. İşte alfebetik sıraya göre hadisleri ele alıyoruz.




Yüklə 0,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   19




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin