İMARETLER
Türk İslam uygarlığı tarihinde, Arapçada "bayındırlık" anlamına gelen "ümran" kelimesinden türetilmiş olan ve "imar edilmiş, mamur, bayındır" anlamını içeren "i-maret" terimi bir taraftan bu özelliğe sahip her türlü yapıyı ya da yapılar topluluğunu ifade edegelmiş, diğer taraftan günümüzde de geçerli olan ve "bir hayır eserinde görevli olanlar, burada konaklayanlar ve çevredeki muhtaçlar için büyük miktarda yemeğin pişirildiği, dağıtıldığı ve yendiği tesis" şeklinde tanımlanabilen bir yapı türünün adı olagelmiştir. Halk dilinde "aşhane" veya "aşevi" olarak da adlandırılan bu kuruluşların, Osmanlı döneminde hemen daima bir külliyenin mimari programı içinde yer aldığı görülür. Burada pi-
şirilen ve türü genellikle vakfiyelerde belirlenmiş olan yemek, külliyenin çeşitli bölümlerinde (cami, medrese, tekke, da-rüşşifa vb) görev alan kişilere, medrese öğrencilerine, eğer varsa tekkedeki dervişlere, tabhane ya da kervansarayda konaklayan yolculara, ayrıca civardaki yoksullara dağıtılırdı. İmaretlerin içerdikleri bölümler mutfak (matbah), fırın (fodla fırını), erzak depoları (kiler ve ambar), "me'kel" denilen yemekhane ve müstahdem koğuşları idi.
Osmanlı mimarisinde ilk örneklerine Orhan Gazi döneminde rastlanan imaretler İstanbul'un fethine kadar gelişimlerini aralıksız olarak sürdürmüş, 2 yüzyılı aşkın bu süre zarfında çok sayıda imaret inşa e-dilmiş, ancak bunlardan pek azı günümüze ulaşabilmiştir. Geniş kapsamlı Osmanlı külliyeleri zincirinin ilk halkasını teşkil eden Bursa Orhan Külliyesi'nin (1339) bünyesinde yer alan, 1935'te tarihe karışan imaretin medrese ve zaviye-misafir-hane bölümleri ile bağlantılı olduğu bilinmekte, daha sonra İstanbul'da Sinan'ın tasarladığı külliyelerde de imaretlerle barınmaya ve konaklamaya mahsus bölümler arasında bu bağlantının devam ettirildiği gözlenmektedir. Yine Bursa'da bulunan I. Murad (Hüdavendigâr) (yak. 1366), Yeşil (1419) ve Muradiye (1426) külliyelerinin günümüzde ayakta olan imaretleri ise, bağlı bulundukları külliyelerin diğer yapılarına oranla malzeme, işçilik ve tasarım açısından daha mütevazı tutulmuş, yalnızca kullanım esasına göre şekillendirilmiş yapılardır.
İstanbul'da tespit edilen en erken tarihli imaret 1463-1470 arasında tamamlanan Fatih Külliyesi'nin(->) güneybatı kesiminde, tabhane ve kervansaray ile yan yana yer almaktadır. Ancak burada sorgulanması gereken bir husus vardır: Kaynaklarda "imaret" olarak tanımlanan yapıdan günümüze kalanlar doğuya açılan bir eyvan ile bunu kuzey ve güney yönlerinde kuşatan dikdörtgen planlı ve beşik tonozlu iki mekândan ibarettir. Moloz taşlarla inşa edilmiş duvarları ve oldukça sınırlı boyutları (20x9,30 m) ile bu gösterişsiz yapıda, imaretten yararlanması öngörülen kalabalığa yemek pişirilmesi ve dağıtılması imkânsız görünmektedir. Öte yandan "tabhane" olarak kabul edilegelen büyük boyutlu (65x43 m) ve avlulu yapıda bu fonksiyonlara cevap veren birimlerin mevcut olduğu dikkati çeker. Sonuçta söz konusu yapının, barınma ve yeme içme fonksiyonlarını bünyesinde toplayan bir inıa-ret-tabhane niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim vakfiyede ve defterlerinde de tabhane "imaret" bahsinde yer almakta ve tabhane-imaret-kervansaray üçlüsünün ortaklaşa idare edilmesi öngörülmektedir. İmaret olarak adlandırılan ufak yapı ise buna bağlı tali nitelikte bir müştemilat olsa gerektir. Büyük bir ihtimalle Re-biülâhır 942/Temmuz 1545 tarihli tevzina-mede (dağıtım tüzüğünde) adı geçen "imarete muttasıl bâlâhane" ibaresi ile bu yapı kastedilmektedir. Ayrıca, ortadaki eyvanı ve bunun yanlarındaki yaşama birimleri
Şehzade
Külliyesi
îmareti'nin
kuzey
cephesinden
bir görünümü.
M. Baba Tanman,
1988
ile, söz konusu yapı Türk sivil mimarisinde çokça kullanılmış köklü bir şemayı sergiler.
1500-1505 arasında inşa edilen Baye-zid Külliyesi'nde(->) imaret ile kervansaray caminin doğu yönünde, birbirine bitişik olarak sıralanmakta, bunlardan soyutlanmış olan tabhaneler ise, tabhaneli (za-viyeli) cami geleneğine uyularak cami ha-riminin güneydoğu ve güneybatı köşelerine yerleştirilmiş bulunmaktadır. İlk olarak bu külliyede imareti oluşturan birimlerin kendilerine ait bir iç avlu etrafında toplandığı ve bağımsız bir bölüm meydana getirdikleri görülür. Kare planlı ve kubbeli birimlerden meydana gelen imaret bölümleri, kare planlı ve sakıflı avluyu üç yönde kuşatmaktadır. Günümüzde Beyazıt Devlet Kitaplığı olarak kullanılan imaret, 1301/1883'te bu amaçla tadil edilmiş, planında ve cephelerinde birtakım değişiklikler yapılmıştır.
Diğer yapı türlerinde olduğu gibi, Osmanlı mimarisinin en gelişmiş imaretleri de Mimar Sinan'ın imzasını taşır. 1543-1548 arasında inşa edilen Şehzade Külliyesi' nin(->), kaynaklarda "darüzziyâfe" ve "da-rü'1-it'am" olarak anılan imareti caminin kıble yönünde, Dede Efendi Sokağı'nın güney yakasında bulunmaktadır. Burada da kare planlı ve kubbeli birimlerden oluşan imaret bölümleri dikdörtgen planlı bir avlunun doğu ve batı yönlerine yerleştirilmiş, avlunun güneyine helalar dizilmiştir. 1970'lerde onarım geçiren yapının doğu kanadı günümüzde İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü deposu, batı kanadı ise İstanbul Üniversitesi'ne bağlı bir matbaa, o-larak kullanılmaktadır. Aynı sokağın kuzey yakasında yer alan ve halen Vefa Lise-si'nin fizik-kirnya laboratuvarı, ahırı da kereste deposu olarak kullanılan kervansaray, bağımsız bir kitle oluşturmasına rağmen, kullanım açısından imaretle bağlantılıdır.
1550-1557 arasında inşa edilen Süley-maniye Külliyesi'nin(->), "Darüzziyâfe" o-larak tanınan imareti, Osmanlı imaretleri içinde, banisinin, mimarının ve bağlı bulunduğu külliyenin ihtişamı ile orantılı, seçkin bir yere sahiptir. İmaret ile buna doğu yönünde komşu olan tahbane, caminin kuzey yönünde yer almaktadır. Arazi-
nin kuzeye (Halic'e doğru) alçalan eğiminden yararlanılarak her iki bölümün de altına kervansarayın ahırları yerleştirilmiş, ortak bir çevre duvarı ile kuşatılmış olan imaret ile tabhane, alt yapılarını teşkil e-den ahırlarla bir mimari manzume meydana getirmiştir. Kare planlı ve kubbeli imaret birimlerini çevresinde toplayan avlunun revakları ahenkli oranlan ile dikkati çeker. Uzun müddet Türk İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılan, günümüzde ise geleneksel Osmanlı yemeklerinin sunulduğu bir lokanta görevini üstlenen imaretin, Şifahene Sokağı üzerindeki giriş kapısında "Evkâf-ı İslamiye Müzesi" ibaresi ile V. Mehmed (Reşad) (hd 1909-1918) tuğrası dikkati çeker.
1570-1579 arasında inşa edilen Atik Valide Külliyesi'nin(-») imareti de kervansaray ve tabhane bölümleri ile bir bütün teşkil etmekte, bunlara bitişik olan darüşşi-fa, darülhadis ve darülkurra bölümleri ile caminin batı yönündeki yapı adasını işgal etmektedir. Söz konusu yapı adasında yer alan diğer bölümler gibi imaret de 18. yy' in sonlarından itibaren asıl kullanımım yitirerek birtakım yeni faaliyetlere tahsis edilmiş, bu arada mimari niteliği dikkate alınmaksızın tadil edilmiştir. Kervansaray-imaret-tabhane üçlüsünün ortak girişini kubbeli bir sofa izlemekte, bunun yanlarında (kuzey ve güney yönlerinde) kervansarayın ahırları simetrik biçimde yer almakta, kubbeli sofanın geçit verdiği re-vaklı avlunun da sağında (güneyinde) i-maret, solunda (kuzeyinde) tabhane bölümleri bulunmaktadır. Tabhane bölümü ile aynı büyüklükte olan ve aşağı yukarı aynı plana sahip bulunan imaretin kare planlı ve kubbeli birimleri "T" biçiminde bir avlunun çevresine toplanmıştır.
1616 tarihli Sultan Ahmed Külliyesi' nin(-0 imareti ise dağınık tasarımı ile Sinan'ın tasarladığı imaretlerden tamamen farklı bir özellik arz eder. Atmeydam'nın batısında yer alan ve günümüzde kısmen Marmara Üniversitesi Rektörlüğü, kısmen de Sultanahmet Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi tarafından çeşitli amaçlarla kullanılan imaret bölümleri (mutfak, kiler, fırın ve me'kel) kare planlı ve kubbeli birimlerden oluşmakta ve bağımsız yapılar halinde tasarlanmış bulunmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |