Bibi. Ayverdi, Fatih IH; Öz, istanbul Camileri, I, 73; S. Özkan, "Reddedilen Bir Mimar: Ve-dad Tek", Şehir, 7 (1987), s. 24-29.
BURCU ÖZGÜVEN
HOCA GIYASEDDİN CAMÜ
bak. MEHMED PAŞA CAMii
HOCA HAMZA MESCİDİ
Eminönü ilçesi, Küçükpazar'da, Timurtaş Mahallesi'nde, Süleymaniye Hamamı'nın altında, Cemil Birsel Caddesi ile Hoca Hamza Mektebi Sokağı'nın kavşağında
bulunmaktadır. Mescit, mihrap duvarı tarafında bulunan çeşmeden dolayı "Devoğ-lu Mescidi" adıyla da anılmaktadır. Vakfiyesi 869/1469 tarihlidir. Bu tarihe göre istanbul'un en eski camilerindendir. Hadîka'da, mihrap duvarının önünde bulunan mezarın Hoca Hamza'ya ait olduğu belirtilmekte ise de, burası 16. yy'da öldürülmüş olan Bayramî-Melamî Şeyhi Bosnalı Hamza Bâli'nin (ö. 1561) mezarıdır. Mescidin minberini Damat ibrahim Paşa (ö. 1730) koydurmuştur.
Fevkani cami moloz taşla inşa edilmiş, kiremit çatıyla örtülmüştür. Doğu, batı ve mihrap duvarında 2 büyük pencere bulunmaktadır. Kuzey cephesinde ise alt kısımda 2, üst kısımda 3 pencere yer alır. Yapıya güney ve güneydoğusunu çevreleyen alt katları da içine alan, betondan camekânlı bir bölüm ilave edilmiş, giriş doğudaki küçük demir kapıdan sağlanmaktadır. Harim kısmı yenilenmiştir. Ahşap tavan çubuklu denilen türdendir. Ahşaptan fevkani mahfil 3 ahşap direğe oturmaktadır. Mihrap mermerden kalın yaşmaklı sade bir niştir. Kuzeybatı köşesinde yer alan minarenin gövdesi tuğladan olup, şerefe altı mukarnaslı ve sivri külahlıdır.
Caminin mihrap duvarı önünde küçük bir haziresi bulunmaktadır. Ayrıca güneydoğusunda bulunan ve eski haliyle geleneksel konut mimarisinin özelliklerini taşıyan imam evi günümüzde betondan yapılarak yenilenmiştir. Bu yapıya bitişik olarak, rokoko üslubunda inşa edilmiş 11087 1696 tarihli Devoğlu Ali Ağa Çeşmesi(->) bulunmaktadır.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Deften, 96-97; Ayvansarayî, Hadîka, I, 110; Osman Bey, Mec-mua-i Cevâmi, I, 30-31; Gölpınarlı, Melâmilik, 72-73; Ayverdi, Mahalleler, 25; Ayverdi, Fatih III, 419-420; Öz, İstanbul Camileri, I, 48; Eminönü Camileri, 86-87.
EMiNE NAZA
Hoca Hamza Mescidi
Yavuz Çelenk, 1994
HOCA HÜSAM EFENDİ TEKKESİ
bak. HATUNlYE TEKKESİ
Hoca Kasım Günani Mescidi'nin kuzey cephesinden görünümü. Yavuz Çelenk, 1994
HOCA KASIM GÜNANİ MESCİDİ
Fatih Ilçesi'nde, Balat'ta, kendi adım taşıyan mahallede, Sultan Çeşme Caddesi'ndedir.
Banisi döneminin âlimlerinden Hoca Kasım Günani'dir. II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) inşa edildiği söylenen yapı, giriş kapısının üzerinde yer alan kitabeye göre 1251/1835'te II. Mahmud zamanında (1808-1839) tamir ve ihya edilmiştir. Minberini Mustafa Ağa koydurmuştur. Cami "Hasan Hüseyin Camii" ve "Meydancık Mescidi" olarak da tanınmaktadır.
Fevkani cami, kagir duvarlar üzerine ahşap konsolların taşıdığı dışarı taşkın biçimde ve ahşap olarak inşa edilmiştir. Batıda ve mihrap cephesinde 2, doğuda ise 3 tane büyük dikdörtgen pencere bulunmaktadır. Kuzey tarafı iki katlı olarak düşünülmüş, alt ve üst kısımda dörder, kuzeydoğu köşesinde ise alt ve üst kısmında birer tane dikdörtgen pencere mevcuttur. Harim kısmında tavan ahşap çubuklu denilen türdendir. Ahşap korkuluklu fevkani mahfil 4 ahşap direğe oturmaktadır. Caminin içerisinde duvarlar tamamen kalem işleriyle süslenmiştir. Çeşitli bölümlere ayrılan panoların ana motifini, salbek-li şemseler oluşturmakta ve şemse motiflerinin içerisinde rumîli, palmetli girift bir bezeme yer almaktadır. Kalem işlerinde kiremit kırmızısı, lacivert, kobalt mavisi ve yeşil renkler kullanılmıştır. Yapının mihrabı alçıdan sade bir niş şeklindedir. Ahşap minber yenidir. Kuzeydoğuda yer alan minaresi yapıdan bağımsızdır. Yenilenen minarenin kaidesi caminin alt duvarına oturmaktadır. Çokgen pabuç kısmı üzerinde yükselen minare kalın gövdeli, tek şerefe-
li ve sivri külahlıdır. Mihrap duvarının ö-nünde küçük bir hazire yer almaktadır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 96; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 40-41; Öz, istanbul Camileri, I, 68; Fatih Camileri, 129.
EMiNE NAZA
HOCAPAŞA CAMÜ
Eminönü Ilçesi'nde, kendi adını taşıyan mahallede, Ibni Kemal Caddesi ile Hoca Paşa Camii Sokağı'nın kesiştiği köşededir. Hoca Üveys Paşa Mescidi olarak da bilinir.
Banisi, Hadîka'ya göre 16. yy'da yaşayan Vezir Üveys Paşa'dır. Fakat kaynaklarda yer alan bilgilere göre, çeşiüi dönemlerde yaşamış birkaç tane Üveys Paşa vardır. Bu bilgiler doğrultusunda Hadîka'da sözü edilen Üveys Paşa diğer şahıslarla karıştırılmıştır. Oysaki baninin ne Hadîka' da ne de diğer kaynaklarda sözü geçen Üveys Paşa ile hiçbir ilgisi yoktur, istanbul Vakıftan Tahrir Defteri'ne göre, caminin banisi Hoca Üveys bin Kayser'dir. Mezarı mihrap duvarının önünde yer almaktadır. II. Mehmed (Fatih) dönemine (1451-1481) ait olan yapının 882/1477'den önce yazılan vakfiyesinde inşa tarihi kesin olarak belirtilmemiştir.
19. yy'da yemden inşa edilen yapı bu dönemin mimari özelliklerini yansıtmaktadır. Kiremit çatıyla örtülü yapının doğu ve batı cephelerinde 3, mihrap duvarı ve çokgen olarak inşa edilmiş son cemaat yerinde ise 4 tane büyük penceresi bulunmaktadır. Son cemaat yerinin kuzeybatısında yer alan pencere kapatılarak düz bir şekilde bırakılmıştır. Yapıyı çevreleyen ve harim kısmına aydınlık, ferah bir görünüm kazandıran bu pencereler yuvarlak kemerli, yüksek ve geniştir. Kemerlerin oturduğu, pencereler arasına yerleştirilmiş pilastrlar düz ve bezemesizdir. Yapının yan taraftan girişini sağlayan kuzeydoğusundaki kapısı kapatılmıştır. Giriş, son cemaat yerindeki, üzerinde 1285/ 1863 tarihi bulunan yuvarlak kemerli büyük kapıdan sağlanmaktadır. Kuzeybatıda yer alan minare, kalın gövdeli, tek şerefeli ve taş külahlıdır.
Harim kısmında tavan çubuklu denilen türdendir. Harimi çevreleyen ahşap mahfil doğu ve batıda 3, kuzey tarafta ise 2 ahşap direğe oturmaktadır. Son yıllarda yemlenen mihrap Kütahya çinileriyle kaplanmıştır. Ahşap minber 19. yy süsleme özelliklerini yansıtmaktadır.
Caminin kuzeybatı duvarında 1234/1818 tarihli Dördüncü Kadın Çeşmesi yer almaktadır. Eskiden caminin karşısında bulunan bu çeşme yerinden sökülerek buraya taşınmıştır. Çeşmenin 14 mısralık kitabesinde, bu çeşmenin yerinde Fatih'e ait bir çeşme bulunduğunu ve zamanla harap olduğundan II. Mahmud'un (hd 1808-1839) dördüncü kadım tarafından yeniden yaptırıldığı belirtilmektedir. Barok üslupta yapılmış mermerden çeşmede akant yapraklarının süslediği "S" kıvrımları, ortada yine akant yapraklarıyla birleşerek dekoratif bir kemer oluşturmuştur. Yaprakların ortasında bir rozet yer almaktadır. Ayna
HODEGETRİA MANASTIRI
82
83
HOKKABAZLIK
Karagöz, kukla, ortaoyunu gibi hokkabazlık da daha çok istanbul'da yaygınlaşmıştır. Osmanlı döneminde hokkabazlar gösterilerini şenliklerde, sünnet düğünlerinde, evlerde, ramazan ayında kahvelerde yaparlardı.
Fatih Horhor'da Niyazi'nin Kahvesi, Reşadiye Kahvesi, Draman'da Siirtli Arap Hamdi'nin Kahvesi, Beşiktaş Akaretler'de Halil'in Kahvesi, Nişantaşı'nda Laz Niyazi'nin Kahvesi, Kadıköy'de Yalı ve Koy kahveleri, Pengali'nin Kahvesi, Maltepe' de Hacı'nın Kahvesi, Kasımpaşa'da Nakkaş Mehmet Usta'mn Kahvesi, Şehremini' de Tatar Nuri'nin Kahvesi, Eyüp'te Hacı Musa Kahvesi, Vezneciler'de Afitap Kıraathanesi, Aksaray'da ihsan Bey ve Giritli Necati Efendi kahveleri, Nuruosmaniye'de Nuruosmaniye ve Letafet kıraathaneleri, Saraçhane'de Nuri Baba'nın Kıraathanesi, Tophane'de Karabaş Mehmet'in Kahvesi istanbul'da hokkabazlık gösterisi yapılan bellibaşlı kahvelerdendi.
Kukla sanatçıları genellikle hokkabazlık da yaparlardı. Tanınmış hokkabazlar arasında Hacı Şahin, yardımcısı Hacı Meh-med, Sarılıkçı Bulgar Karısının oğlu Vasil, Kirkor, Kırmızı Burunlu Murad, Kuklacı Marko (Portakaloğlu), Bohor (Marko'nun
kısmını ise küçük zarif bir istiridye kabuğu motifi süslemektedir.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 39; Ay-vansarayî, Hadîka, I, 102; Osman Bey, Mec-mua-i Cevâmi, l, 38-39, no. 197; Sicitt-i Osma-nî, l, 445; Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 240-242; Uzunçarşıh, Osmanlı Tarihi, II, 383; Da-nişmend, Kronoloji, II, 29, 249, 568; Ayverdi, Fatihin, 421-422; Öz, istanbul Camileri, I, 72; Eminönü Camileri, I, 88-90.
EMiNE NAZA
HODEGETRİA MANASTIRI VE AYAZMASI
Bugünkü Cankurtaran bölgesinde bulunan Hodegetria Manastırı ve Ayazması, orta ve geç Bizans döneminde Konstantino-polis'in en önemli ibadet yerlerinden biriydi.
Manastırın kuruluş tarihini, tmparato-riçe Pulheria(->) dönemine dek (5. yy'ın ilk yarısı) götüren kaynaklar varsa da, 9. yy'dan önce yapıldığını gösteren hiçbir kanıt yoktur. III. Mihael döneminde (842-867) inşa edilmiş ya da süslenmiş olan manastır, 12. yy'da Paleologos Hanedanı'nın bir üyesi tarafından onarılmıştı.
11. yy'ın sonlarından itibaren, manastırda bulunan özel bir Meryem Ana ikonası çok ünlendi ve mucizeler yarattığı gerekçesi ile halk tarafından ziyaret edilmeye başlandı. Şehrin Haçlılar tarafından işgalinden (1204) sonra, Pantokrator Manas-tırı'na (Zeyrek Kilise Camii) götürülen i-kona, Latin İmparatorluğu'nun sona erdirildiği 126l'de, Konstantinopolis'e giren VIII. Mihael Paleologos'un tören ayininde en önde taşındı ve sonra da Hodegetria Manastırı'na yerleştirildi.
Bizans împaratorluğu'nun son yıllarına kadar ayakta kalan manastırı ziyaret etmiş hacıların anlatımlannda, her salı günü manastırda yapılan ayinler ve mucizevi Meryem Ana ikonasından söz edilmiştir. O sıralar, ikona her sene paskalyada 12 gün süre ile Blahernai Sarayı'na getiriliyordu. Paleologos Hanedanı'nın imparatorları, manastır ile sıkı ilişki içinde olup burayı sık sık ziyaret ederlerdi. 13. yy'rn sonlarında Hodegetria Manastın, Antiokheia (Antakya) Patrikliği'ne bağışlandı, manastır binası ise Konstantinopolis'i ziyaret eden
Hocapaşa
Camii'nin
cephesinden
genel
bir ayrıntı.
Nurdan Sözgen,
1994
Suriyeli hacılara misafirhane olarak hizmet etti.
1453'teki Osmanlı kuşatması sırasında, Meryem Ana ikonası, Kora Manastırı'na (Kariye Camii) götürüldü ve Konstantinopolis'i savunanlar, düşmandan korunmak için onun önünde dua ettiler. Kutsal tasvir, kent düştükten sonra Osmanlı askerleri tarafından tahrip edildi.
Manastırın orijinal ismi olan "hodegon" sözcüğü "önderler, liderler" anlamına gelmekte olup, ayazmaya kör hacıları getiren keşişlerden esinlenerek konulmuştu. Manastırdaki iyileştirici özellik atfedilen ve kutsal sayılan ayazmadan ileriki tarihlerde nadiren söz edilmiştir. 12. yy'ın sonlarına doğru burada olduğu söylenen hamam ile Hodegon Ayazması'mn ilişkisi kesin değildir. Öte yandan iyileştirici özellik ayazmadan çok, manastırdaki Meryem Ana ikonasına atfedildiğinden, manastırın adı daha sonraları "kadın önder" demek olan "Hodegetria" şeklinde değiştirilmiştir.
Kaynaklardan anlaşıldığına göre, Hodegetria Manastırı, Ayasofya'nın güneydoğusunda, bugünkü Ahırkapı'ya yakın bir yerde, sahildeydi. 1923'te, Gülhane Hasta-nesi'nin bulunduğu yerde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan heksagonal yapının manastırın ayazması olduğu ileri sürülmüşse de, önde kavisli bir portikosu, ortada bir havuzu olan ve hücrelerden oluşan bu ya-
Sketing
Kulüp'teki
patenli hokey
maçı sırasında
Galatasaray
takımı (oturan)
ile İtalyan
takımı (ayakta)
toplu halde.
Salâhaddin Giz
pının, adı bilinmeyen bir hamama ya da saraya ait olması daha akla uygun görülmektedir.
Bibi. R. Demangel-E. Mamboury, Le Quarti-erdes Manganes et lapremiere region de Cons-tantinople, Paris, 1939, s. 71-111; Janin, Egli-ses et monasteres, I, 3, 199-207; G. P. Majes-ka, Russian Travellers to Constantinople in the Fourteenth andFifteenth Centuries, Washington, 1984, s. 362-366; A. Berger. Untersuchun-gen zu den Patria Konstantinupoleos, Bonn, 1988, s. 376-378.
ALBRECHT BERGER
HOKEY
Küçük bir topu ucu kıvrık özel sopalarla oynayıp rakip kalelere sokma esasına dayanan bu oyunun üç ayrı türü bulunmaktadır. Çayır üzerinde geniş bir alanda oynananına çim hokeyi, kapalı bir mekânda özel bir beton zemin üzerinde, sporcuların ayaklarında patenler olduğu halde oynananına patenli hokey, buzdan zemin üzerinde özel buz ayakkabılarıyla oynananına buz hokeyi adı verilir. Çim hokeyi ile patenli hokey 1910'lu yıllarda ve 1920'li yılların başlarında istanbul'da oynanmış, ancak daha sonra ölü sporlar arasına karışmıştır. Buz hokeyi ise İstanbul' da son yıllarda oynanmaya başlayan, ancak henüz kısır bir faaliyet dönemi içinde bulunan spor dalıdır.
Çim hokeyi istanbul'a ve dolayısıyla Türkiye'ye 19l4'te getirildi. Bu spora, faaliyetleri arasında yer veren ilk Türk kulübü Fenerbahçe oldu. Daha sonra Galatasaray ve Altmordu kulüpleri de hokey takımları kurdular. 1915'te takım sayısı 6' ya çıkınca bir "Hokey Birliği" kuruldu ve Mart 1915'te Fenerbahçe, Galatasaray, Altmordu, Beşiktaş, Gürbüzler ve idman Yurdu takımlarının katılmasıyla istanbul Hokey Ligi oynanmaya başladı.
istanbul Hokey Ligi 1925'e kadar oynandı. Hayli ilgi de uyandırdı. 1915'te Fenerbahçe, 1916,1917 ve 1918'de Altınordu, 1919'da Fenerbahçe, 1920'de Galatasaray şampiyon oldular. 1921'de istanbul Hokey Ligi yarım kaldıktan sonra 1922-1923 arasında bu faaliyet kesildi. 1924'te yeniden başlayan istanbul Hokey Ligi'nde şampiyonluğu Fenerbahçe kazandı, aynı başa-
çıkması ya da içine seyircilerin top konulduğunu sandığı tersine çevrilmiş hokkanın boş gösterilmesi biçiminde oynanır.
Eski hokkabazların hokka oyunundan başka dikine tutulan sopa üzerinde bir yumurtayı yürütüp sıçratmak, paraları yok etmek ya da çoğaltmak, boş kaptan torba dolusu darı akıtmak, sehpa üzerinde duran boş tastan su dökmek gibi hünerleri vardır. Hokkabazlıkla eşanlamlı kelimeler "tasbaz", "şübedebaz", "gözbağcı", "ayyar", "efsunkâr", "sihirbaz", "mührebaz", "yu-murtabaz", "beyzabaz", "yuvarlakbaz"dır.
Hokkabazlığın Türkiye'ye İspanya ve Portekiz'den göç eden Yahudiler kanalıyla geldiği kabul edilir. Türk hokkabazlığının en önemli özelliği hokkabazların, yanındaki yardımcılarıyla yaptıkları söyleşilerdir. Karagöz ve ortaoyunundaki söyleşmelere benzeyen bu durum Türk hokkabazlığına el çabukluğunun yanında dil çabukluğunu da katmıştır. Söyleşme sırasında ustanın elinde ortaoyunundaki Pi-şekâr'ınki gibi bir şakşak bulunur. Bununla yardağına vurur. Ayrıca oyun süresince bir deniz hayvanı kabuğunu boru gibi öttürür. Hokkabazlar ayrıca oyun sırasında "enbân" denilen bir torba da kullanırlardı.
nyı 1925'te tekrarladı. Bundan sonra takım sayısının azalmasıyla önce istanbul Hokey Ligi ortadan kalktı, sonra da ayakta kalabilen hokey takımları dağıldı.
Başta Fenerbahçe olmak üzere bütün kulüplerin hokey takımlarında elemanların büyük çoğunluğunu zamanın ünlü futbolcuları oluşturdular. Hokey, yaklaşık 70 yıldan beri Türkiye'de ölü sporlar arasında bulunmaktadır. Patenli hokeyde ise 1920' ü yılların başlarında Taksim'deki Sportig Palace salonunda bir faaliyet görüldü. 1923 ve 1924'te özel mahiyette lig maçları oynandı. 1923'te istanbul italyan takımı birinciliği, 1924'te de Nişantaşı takımı birinciliği kazandı. Bu maçlara Nişantaşı, Vefa, Galatasaray, Fenerbahçe ve İtalyan takımları katıldılar. 1925'te patenli hokey bir daha ortaya çıkmamak üzere sönüp
gltt1' CEM ATABEYOĞLU
HOKKABAZLIK
Açıklanması güç, aklın alamayacağı oyunlar gösterme sanatı.
Hokka oyunu gözbağcılığı, el çabukluğu gösterileri içinde en eskisi ve en yaygınıdır. Tersine çevrilmiş üç kap ve ufak bir topun altı boş gösterilen hokkanın içinden
III. Mehmed'in sünnet düğünü şenliklerini anlatan Sumame-i Hümayun'da. tasbazların gösterisi (solda) ile bir gözbağcılık gösterisi, 16. yy. TSM Kütüphanesi, H. 1344
HOLDİNGLER
85
HOLDİNGLER
oğlu), Tatar Nuri, Yasef (Çiçekoğlu), Zati Sungur, Hadi Poyrazoğlu, Nevzat Açıkgöz ve günümüzde de ihsan Dizdar anılabilir.
Bibi. M. And, Kırk Gün Kırk Gece, İst., 1959; ay, "Eski istanbul'da Meddahlık", Folklor, c. I, S. 3 (Temmuz 1969), s. 7-8; And, Şenlikler, 155-163; M. And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, ist., 1985; M. Aksel, İstanbul'un Ortası, Ankara, 1977; Sevengil, Eğlence, 1990, 52-53.
MEVLÜT ÖZHAN
HOLDİNGLER
istanbul, çeşidi büyüklükteki şirketleri bir çatı altında toplayan büyük holdinglerin merkezidir. Türkiye ekonomisini yönlendiren büyük gruplar, ilk birikimlerini çoğunlukla Anadolu'dan (özellikle başkent Ankara'dan) sağladıktan sonra, sanayici kimliklerine istanbul'da kavuşmuş ve istanbul'da büyümüşlerdir. Koç, Sabancı, Çukurova, Akkök, Tekfen, Profilo, ST-FA gibi isimlerin ilk sıralarda yer aldığı büyük holdinglerin geçmişlerine bakıldığında, bunların çoğunluğunun başkent Ankara ve Çukurova orijinli olduğu dikkati çekmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nün Batı kapitalizmi ile bütünleşmeye başladığı 19. yy' m ikinci yarısında Batı ile kurulan ekonomik ilişkiler, gayrimüslim tüccarlarca yürütülüyordu. Müslüman Türklerin uzak durdukları ticaret Rum, Ermeni, Musevi azınlık tarafından gerçekleştiriliyordu. Müslü-man-Türk tüccarın yaratılması için çabalar Osmanlı'nın son dönemlerinde başlatılmış, Cumhuriyet'in ilk yıllarında da sürmüştü. Bugünün büyük sermayesini oluşturan grupların çoğu, Cumhuriyet döneminde ortaya çıkmış ve ilk birikimlerini "devletçilik" olarak adlandırılan dönemde sağlamışlardır. Yeni Cumhuriyet'in ihtiyacı olan malların temini, başta demiryolları olmak üzere altyapı yatırımlarının müteahhitliği, madenlerin işletilmesi gibi alanlardan sağlanan gelirler, bugünkü büyük sermayedarların ilk birikim kaynaklarıdır.
Bugünün büyük sermayedarları için ö-nemli bir birikim konjonktürü, II. Dünya Savaşı yıllarının karaborsa ortamı ve 1942' deki Varlık Vergisi uygulamasıdır. Karaborsa ortamında büyük spekülasyonlarla olağanüstü kazançlar sağlayan varlıklı sınıf, bu kazançları vergilendirmeyi amaçlayan Varlık Vergisi uygulamasında da yeni bir sıçrama yapma olanağı bulmuştur.
Varlık Vergisi, II. Dünya Savaşı'nın o-lağanüstü kazançlarını, rantlarım vergilendirmeyi amaçlamış, ancak sonuçta, ticarete hâkim azınlık sermayesinin üstünlüğünün Müslüman-Türk tüccara geçmesini sağlamıştır. Keyfi ve insan haklarına aykırı biçimde uygulanan bu vergi, azınlıklara ait önemli servetlerin, yok pahasına Müslüman-Türklere satılması sonucunu doğurmuştur.
II. Dünya Savaşı sonrasında hem dünyada hem de Türkiye'de yaşanan değişimler, Türkiye'de özel sermaye birikim sürecine de yansıdı. Tercihlerin özel sektör öncülüğünde kalkınma yönünde kullanıldığı bu-dönemden itibaren, o güne kadar
ilk birikimlerini başkent Ankara'da, Çukurova'da, kısaca Anadolu'da, ticaretten, aracılıktan sağlayan sermayedarlar kimliklerine sanayiciliği de eklemek üzere İstanbul'a yerleştiler.
Devlet yatırımlarının Anadolu'da yoğunlaştığı 1930'lar ve 1940'larda, İstanbul' un ekonomik önemi ikincil planda kalmıştı. II. Dünya Savaşı sonrasının yeni dünya ve Türkiye dengeleri, İstanbul'u tekrar ön plana çıkardı. Haliç gibi doğal bir limana sahip olması; iki imparatorluğa başkentlik etmesi dolayısıyla çok önemli birikimleri miras alması; Doğu-Batı arasında transit geçit yolu üzerinde olması gibi tarihsel ve jeocoğrafik avantajlarının ya-nısıra, yeniden dış dünyaya açılan Türkiye'nin "çıkış kapısı" olması; istanbul'u özel sermayenin yerleşeceği ve büyüyeceği merkez durumuna getirdi.
Bugünün büyük holdinglerinin 1950' lerde istanbul'u merkez seçmelerinde başka etkenler de vardı, istanbul, yabancı banka ve sigorta şirketlerinin merkeziydi. İthalatın ana kapısıydı. Nüfus yoğunluğu açısından en öndeydi ve gelişmeye en açık kentti. O günün olanakları çerçevesinde ulaşım, haberleşme vb altyapı yatırımları açısından en avantajlı durumdaydı. Nüfusunun alım gücü Anadolu'ya göre oldukça yüksekti. Eğitimli, nitelikli eleman sayısı yine Anadolu'ya göre öndeydi.
Sabancı
Topluluğu'nun
4. Levent'teki
merkez
binaları.
Nazım
Timuroğlu, 1994
İstanbul, sadece yerli sermayedarlar a-çısından değil, yabancılar açısından da yatırıma en uygun kentti. Dış ticaretle, fi-nansla uğraşan yabancı firmalar, üretime dönük yatırım söz konusu olduğunda da yatırım yeri olarak istanbul'u seçmişlerdi. Nitekim, Türkiye'de özel sanayi yatırımlarını geliştirmek ve desteklemek amacıyla, Dünya Bankası öncülüğünde kurulan Türkiye Sınai Kalkınma Bankası da merkez olarak kendisine İstanbul'u seçmişti. Hissedarları arasına bugünün büyük holdinglerini alan bu banka, Dünya Bankası kaynaklı ucuz kredileri yerli-yabancı ortaklı şirketlere aktararak özel sektör eliyle kurulan sanayiye bir tür "ebelik" yaptı. Başlangıçta, dayanıklı-dayanıksız tüketim malları üretimine dönük olan bu sanayi, zaman içinde ara ve yatırım mallarına doğru bir gelişme gösterdi. Çoğu yabancı sermaye ile ortak, iç pazara dönük, ucuz faiz, düşük kur avantajından yararlanan ve yüksek gümrük duvarlarıyla korunan bu sanayi, daha baştan tekelci özellikte işletmeler olarak kuruldu ve hızla büyüdü.
Fabrika kuruluş yeri olarak başlangıçta İstanbul seçilirken, zaman içinde yatırımlar çevre iller olan Bursa, Kocaeli, Sakarya, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale, Bilecik'e yöneldi. Çukurova kökenli holdingler, merkezlerini istanbul'a almakla birlikte birçok sanayi yatırımları-
nı Adana-Mersin aksı üzerine kurdular. Özetle, holding merkezi İstanbul'da tutularak çevreye yayılan sanayi İstanbul'dan sevk ve idare edildi. Fabrikalar İstanbul'un dış halkalarına ve çevre illere yayılırken holdinglerin merkezi, holdingin finans, turizm, dış ticaret ofisleri ve diğer hizmet yatırımları istanbul'da tutuldu.
İstanbul merkezli büyük holdinglerin anatomileri incelendiğinde, hemen hepsinin ana kimliğini sanayicilik oluşturmakla birlikte finans ve hizmet sektörlerinde de faaliyet gösteren şirketlerin sahipleri olduğu görülmektedir. Holdingler, dikey ve yatay bütünleşmelerle hem sanayinin alt sektörlerinde bir çeşitliliğe gitmişler hem de sanayi dışı alanların çoğunda faaliyet gösteren bir yapıya kavuşmuşlardır. Kârlılık oram yüksek her alan holdinglerin ilgi alanına girmiş, eğitim, medya gibi, ilk planda kâr maksimizasyonu güdülmeyen ama holdingin global hedeflerine hizmet edecek sektörler de ihmal edilmemiştir.
istanbul merkezli holdinglerin başlıca-ları Koç, Sabancı, Çukurova, Enka, Eczacı-başı, Akkök, ST-FA, Tekfen, Profilo, Elgin-kan (ECA), Alarko, Bodur, Doğuş, Toprak, Borusan gruplarıdır.
Bunlardan en önemli bazılarının profili şöyledir:
Koç Holding: 1991'de cirosu 9,5 milyar dolara ulaşan bu holding bünyesinde, 100 dolayında şirket bulunmaktadır. Türkiye' nin en büyük 500 sanayi şirketinin 25'i Koç Topluluğu'na aittir. İlk birikimini Ankara'da, daha çok devletle iş yapmaktan sağlayan topluluğun kurucusu Vehbi Koç' tur. Şirket sayısı 25 iken 1963'te holding türü örgütlenmenin ilk örneğini veren Koç' un ana yoğunlaşma alanını sanayi, özellikle de otomotiv sanayii oluşturmaktadır. Topluluğun cirosunda yüzde 45'lik, kârlarında da yüzde 60'lık pay, bu sektöre aittir. 1990'lann başında Koç'un Türkiye otomobil üretimindeki payı yüzde 60, kamyonda yüzde 41, minibüste yüzde 89, traktörde yüzde 33, motosiklette yüzde 51'di ve aynı toplulukta çalışan 33.000 kişinin yüzde 42'si bu sektörde istihdam ediliyordu. Arçelik, Beko gibi büyük firmalarla beyaz eşya pazarının yarısına yakınını elinde tutan Koç Grubu, ihracatta Ram, finansta KoçBank ile faaliyetlerini sürdürüyor. Koç, faaliyet gösterdiği sektörlerde dikey birleşmelerle hammaddenin temininden ü-rünün pazarlanması ve satış sonrası hizmetlere kadar zincirin tüm halkalarına egemendir. Koç Topluluğu'nun iki ana özelliği yabancı sermaye ve devlet ile en yoğun ilişkilere sahip grup olmasıdır. Büyük şirketlerinin çoğu yabancı sermayeli olan Koç, italyan kökenli Fiat, Almanya kökenli Siemens ve ABD kökenli Ford ile yoğun ilişkiler içindedir. Koç, birçok sanayi kuruluşunu, Kamu İktisadi Teşebbüsleri ile ortak kurmuş, daha sonra onların payını kısmen devralmıştır. Tofaş, Türk Traktör devlet ile birlikte kurulan başlıca şirketlerdir.
Sabana Topluluğu: Koç Grubu ile at-başı giden İstanbul merkezli dev holdinglerden biri de Sabancı Topluluğu'dur. Grubun kurucusu Hacı Ömer Sabancı, ilk bi-
rikimini Adana'da pamuk ticareti, müteahhitlik gibi alanlardan sağlamış, daha sonra sanayiye ve bankacılığa yönelmiştir. 1970'lere kadar merkezini Adana'da tutan holding, 1974'te İstanbul'u ana karargâh olarak seçmiştir. 1991 cirosu 4 milyar dolar olan grupta çalışan sayısı da 30.000 dolayındaydı. Grubun omurgası olan Akbank 1948'de Adana'da kuruldu. 1990'lara 600' ün üzerinde şube ve 10.000'e yakın personelle giren Akbank, İş Bankası'ndan sonra Türkiye'nin ikinci büyük özel bankasıdır. 1990'lann başlarında sanayide bazıları küçük hisseli olmak üzere 33 firma ile ilişkili olan Sabancı Topluluğu ticaret sektöründe 16, bankacılıkta 3, sigortacılıkta 4, tarımda da 5 şirketle faaliyet gösteriyordu.
Çukurova Holding: Tarsus eşrafından Eliyeşil ve Karamehmet ailelerinin Cumhuriyet'in ilk yıllarında temelini attıkları topluluk, 1925'te azınlıklara ait "Mavromati ve Şürekâsı iplik Fabrikasının devralın-masıyla başladı. 1942'de 2 milyon TL sermayeli bir anonim şirkete dönüşerek Çukurova Sanayi İşletmeleri TAŞ adını aldı. 1950'lerde, Çukurova'ya tarım makinelerinin hızlı girdiği, karayolu, baraj vb büyük çaplı altyapı yatırımlarının hızlandığı dönemde, tarım ve iş makinesi ithalatında âdeta tekel durumuna geldi. 1955'te çeşitli sermaye gruplarının ortaklığıyla istanbul'da kurulan Pamukbank'a Eliyeşil ve Karamehmet ailelerinin şirketleri de ortaktı. 1981'e gelindiğinde Pamukbank Türkiye'nin beşinci bankası oldu. 1972'de grup holdingleşti. 1970'lerin ikinci yarısında Yapı Kredi Bankası hisseleri Çukurova Holding'e geçti. 1970'lerin sonunda Selanik Bankası da alındı. 1990'lara gelindiğinde, Çukurova Holding banka merkezli bir topluluk olarak, en büyük ve en güçlü holdinglerden biri oldu.
Enka Holding: Grubun yıldızı 1980'li yıllarda parladı ve Özal iktidarının arkasındaki holding olarak tartındı. Grubun başındaki mühendis Şarık Tara ve Enkacılar daha çok müteahhit olarak tanınırlarken 1980'lerde ihracata da yöneldüer. 1980 ortalarında Türkiye'nin en büyük ihracatçısı olan holding, 1990'lara doğru genel e-konomik durumdan ve ihracatın gerilemesinden olumsuz etkilendi. Yurtdışı müteahhitlik faaliyetleri önemim korudu. Grup halen faaliyetini inşaat ve müteahhitlik ağırlıklı olarak sürdürüyor.
ST-FA Grubu: İki mühendisin, Sezai Türkeş ve Fevzi Akkaya'mn kurdukları in-şaat-müteahhitlik şirketi, özellikle 1975-1982 arasında kendi alanında bir dev durumundaydı. 1980 ortalarında Ortadoğu' da yaşanan kriz nedeniyle diğerleri gibi kârları azalan ST-FA'nın imdadına Türkiye'de açılan büyük ihaleler yetişti. Galata Köprüsü, İstanbul Kanalizasyonu Ahır-kapı Deniz Deşarjı, II. Boğaz Köprüsü (yan yollarla birlikte) gibi büyük projelerin yapımını üstlendi ve büyümesini sürdürdü. ST-FA İnşaat'ın ana şirket olduğu holdingin, çoğu inşaat sektöründe ve inşaatla ilgili sanayi dallarında 25 dolayında firması bulunmaktadır.
Eczacıbaşı Topluluğu'nun Levent'teki
holding binası.
Eczacıbaşı Haç Sanayi ve Ticaret A.Ş. 'nin izniyle
Profilo: Özellikle beyaz eşya ve elektronikteki yatırımları ile Türkiye'nin ilk onları arasında yer alabilecek güçteki bu grubun kurucusu Jak Kamhi, öteden beri "Avrupai" bir sermaye sahibi olarak tanınırdı. 1953'te Profilo Demir Çekme Fabri-kası'nı kurmuş; Marshall Planı ile gelen yardımlarla ihaleye çıkarılan buğday silolarının yapımı Kamhi'ye gelişme yolunu açmış; 1960'lann ortalarında buzdolabı, çamaşır makinesi gibi beyaz eşyaya yönelmiş ve Koç'la birlikte piyasaya hâkim olmuş, sonraki yıllarda da elektronikten silah sanayiine kadar çeşitli alanlara yayılmıştır. 1971'de holding türü örgütlenmeye giden Profilo 1988-1989'da dış ortaklar aldı, cirosunu büyüttü ve devler arasında yerini sağlamlaştırdı.
Alarko Holding: Alaton ve Garih ailelerinin kontrolündeki bu topluluğun ana yoğunlaşma alanları, çelik konstrüksiyon ve elektronikti. 1954'te bir kolektif şirket olarak kuruldu. 1963'te anonim şirkete, 1974'te de holdinge dönüştü ve 1980'lerde yavru şirketleriyle hatırı sayılır bir büyüklüğe ulaştı. Sanayi şirketlerinin ağır bastığı bu holdingde müteahhitlik şirketleri ve ticaret şirketleri önemlidir. Alarko 1988'den itibaren turizm ve emlak sektörlerine de yönelmiştir.
Eczacıbaşı Topluluğu: Mal varlığı ve şirket sayısı (20 dolayında) bazı dev holdinglere göre küçük olmakla birlikte, Eczacıbaşı ailesi özellikle İstanbul'un kültür, siyaset ve ekonomi alanında önemli yere sahiptir. Şirketleri ilaç, temizlik kâğıdı ve yapı elemanları alanlarına dağılan holding, asıl ilaç sanayiinde lider konumdadır. 1912'de İzmir'de Şifa Eczanesi'ni işleten Süleyman Ferit Bey aynı dönemde küçük bir laboratuvarda dişmacunu ve "Ferit" marka kolonya üretiyordu. Büyük oğlu Nejat Eczacıbaşı(->) 1940'larda balıkya-ğı, bebek maması ve bazı başka kimyasal maddeleri istanbul'da kurduğu laboratuvarda üreterek aynı uğraşı sürdürdü. 1952'de Levent'te Eczacıbaşı İlaç Fabrika-sı'm kurdu. Bundan sonra yine kimyevi madde ve ilaç, pazarlama, seramik, temizlik kâğıdı, dış ticaret, finans kuruluşlarıyla büyüdü. İstanbul Festivali gibi büyük organizasyonlar gerçekleştiren Eczacıbaşı Kültür ve Sanat Vakfı ile İstanbul'un kültür hayatını da etkileyen grup, 1990'
Dostları ilə paylaş: |