Bibi. Glück, Bader, 83-90; İSTA, III, 1477-1480; Eyice, İstanbul, 18; Müller-Wiener, Bild-lexikon, 329; O. Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarîsi, ist., 1986, 532; Y. Onge, "Anadolu Türk Hamamları Hakkında Genel Bilgiler ve Mimar Koca Sinan'ın inşa Ettiği Hamamlar", Mimarbaşı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri, ist., 1988,1, 403-428; Kuran, Mimar Sinan, 90-92, 390.
M. BAHA TANMAN
HASEKİ KÜLLİYESİ
Haseki semtinde cami, medrese, imaret, darüşşifa ve sıbyan mektebinden oluşan ve 1538-1551 arasında inşa edilmiş bu klasik dönem külliyesi, Haseki Hürrem Sultan için, Mimar Sinan'ın başmimar seçildiği yıl yaptığı ilk camiyi içermektedir.
Önce tek kubbeli bir küçük cami ile başlayan bu yapı grubu, bir yıl sonra eklenen klasik bir medrese ve sıbyan mektebi ile büyütülmüş, Şehzade Külliyesi' nin bitiminden ve Süleymaniye Külliyesi' nin yapımından hemen önce bir aşevi ve darüşşifa ile büyük bir sosyal merkez haline dönüştürülmüştür. Sinan yapıları listelerinde olmadığı için ona ait olduğu şüpheli görünen imaretin, onun kalfalarından biri tarafından ve kanımca, onun direktiflerine göre yapılmış olduğu söylenebilir. I. Süleyman'ın (Kanuni) en sevdiği e-şinin yapısının başkası tarafından yapılması söz konusu olamaz. İmaretin girişindeki kitabede yapının Kanuni tarafından 1550'de yaptırıldığı yazıldığına göre, bütün külliyenin, caminin inşasından sonra, padişah tarafından karısı için inşa ettirildiği de düşünülebilir. Evliya Çelebi, caminin Avratpazarı'nda (Haseki Üe Cerrahpaşa arasında, eski Arkadios Forumu çevresi) yapılmış olmasının, Kanuni'nin karısına gösterdiği bir incelik olduğunu yazar. Bu yapı kompleksinin, baştan tasarlanmış olmayıp, Sinan'ın Şehzade ve Süleymaniye külliyeleri ile ilgili çalışmaları olanak verdikçe, etaplar halinde yapılmış olduğu söylenebilir. 16. yy'm başında bu mahallenin oldukça yoğun bir yerleşme alanı olduğu, bütün bu yapıların konut a-lanı içinde çok sıkışık ve düzensiz yerleşmesinden anlaşılmaktadır. Hadîka'da bütün bu semte adını veren caminin mahallesi olmadığı yazılıdır.
Özgün cami 11,30 m açıklıklı, tek kubbeli bir yapı olarak Çinili Köşk Müzesi'n-de saklanan çini kitabesine göre 945/1538-39'da yapılmıştı. L Ahmed döneminde
(1603-1617) vakfın mütevellisi olan Hasan Bey tarafından 1021/l6l2'de aynı büyüklükte ikinci bir kubbeli hacimle büyütülmüş ve iki hacim arasına iki sütun tarafından taşınan, ortadaki geniş, üç kemerli bir r,evak yapılmıştır. Bu inşaat sırasında ilk mihrap kapatılarak iki kubbeli hacim arasında yeni bir mihrap yapılmıştır. Ayvansa-rayî içeride mahfel-i hümayun olduğunu yazar. İçerideki üç kemerli geçişin revak sütunları derleme olduğu için, çapları farklıdır. Her iki kubbeli hacimde, kubbeye geçiş alanları yivli tromplardır. Kubbe çevresindeki payandaların özgün olup olmadığı bilinmiyor. Fakat iki kubbede bunların farklı düzenleri (Sinan'ın yaptığında payanda kemerleri diyagonaller üzerinde, ikinci kubbede ise giriş aksına dik olarak yerleştirilmişlerdir) ilk kubbenin payandalarının yapıldığı dönemden olduğu kanısını uyandırmaktadır. Büyük bir olasılıkla, arsanın elverişsizliği nedeniyle, son cemaat mahalli sadece özgün kubbenin ö-nünde vardır. Yapı 1894 depreminde hasar görmüş ve tamir edilmiştir. 1969-1970 arasında yapılan restorasyonda ise bezemesi yenilenmiştir.
Caminin karşısına gelen medrese üç tarafı odalarla çevrili revaklı bir avludan oluşan klasik bir yapıdır. 1551 tarihli vakfiyesi, külliye tamamlandıktan sonra yazılmıştır. Giriş tarafında hücreler yoktur. Sıbyan mektebi ise kare ve düz tavanlı bir oda ile, aynı büyüklükte kemerli bir revakla çevrili bir sofadan (ya da hayat) oluşmaktadır. Hayata 5 basamak merdivenle i-ki yönden çıkılır. Bu mektebin iki kubbeli ve biri açık, diğeri kapalı iki hacimden oluşan bir 15. yy tipolojisine dayandığı ileri sürülebilirse de (A. Kuran), anıtsal re-vağı ve düz tavanlı örtüsü ile tek odalı
hayatlı bir evin Sinan tarafından özgün bir yorumu olarak da görülebilir. İstanbul' un basit olduğu derecede güzel sıbyan mekteplerinden biridir.
Külliyenin en özgün ve Osmanlı mimari tarihinde eşi olmayan yapısı darüşşifa-dır. Kapısındaki kitabenin son mısraı, Ha-dîka'ya. göre, "Darü'ş-şifa vafi-i nas cihan" dır ve 957/1550'ye tekabül etmektedir. Külliyenin diğer yapılarının aksine kuzeyden ilginç bir girişle geçilen sekizgen planlı bir açık avlu etrafında düzenlenen bu yapı, kubbe ile örtülü mekânlardan o-luşan bir kompozisyonun ulaşabileceği esnekliğin ve Sinan'ın mekân düzenleme dehasının en güçlü örneğidir. Avluya açılan iki kubbeyle örtülü eyvandan on birer ka-re-kubbe ünitesine geçilmektedir. Burası hem ilaç verilen, hem de tımarhane ödevi gören ana bölümdür. Arkadaki yapıya bir kol olarak eklenen ve imaretle darüşşifa arasında kalan yoldan girilen bölümdeki iki bağımsız odanın ise ilaç hazırlamak için kullanıldığı düşünülebilir. Darüşşifa avlusundan geçilen kuzeydeki küçük avluda helalar düzenlenmiştir (bak. Haseki Darüşşifası ve Hastanesi).
Sinan yapıları arasında yazılmamış o-lan imaretin, onun tarafından kontrol edilmemiş olması olanaksızdır. Bu imaretin simetrik ve ilginç bir planı vardır. Önce revaklı bir avluya girilmekte ve bunun aksını büyük mutfak işgal etmektedir. Mutfak, ocakların bulunduğu dört kubbeli ve bacalı ocak bölümü ile, iki büyük kubbeli aşevinden oluşmaktadır. Avludan girilen ikişer kubbeli dört eşdeğerli bölümün mutfakla ilişkileri ancak avlu yoluyla olmaktadır.
Birçok yangın ve deprem geçirmiş o-lan bu yapı 1967-1969 arasında Vakıflar
HASEKİ SULTAN MEYDAN
6
HASIRÎZADE TEKKESİ
Haseki Tarlası Sarayı harem binasının üst kat planı.
Eldem, Türk Evi
Genel Müdürlüğü ile Club Mediterraneen arasında yapılan bir anlaşma ile turistik bir tesis yapılmak üzere restore edilmiş, fakat mahalle sakinlerinin itirazları üzerine bu kullanımdan vazgeçilerek, Diyanet İşleri Başkanlığı'na devredilmiştir. Bu sırada Sinan'ın mekân düzenleme açısından en güzel yapılarından biri olan darüş-şifanın eyvanları, demir doğramalı came-kânlarla kapatıldığı için, yapı mekânsal özelliğini yitirmiştir.
Bibi. Hadîka, I, 101; Kuran, Mimar Sinan, 38-43; Fatih Camileri, 117-119.
DOĞAN KUBAN
HASEKİ SULTAN MEYDAN ÇEŞMESİ
Topkapı dışında Davutpaşa Kışlası'nın(->) alt tarafında, Genç Osman Köprüsü yakınında, yol kenarında bulunmaktadır. Çeşme üzerinde yer alan 11 beyitlik manzume Selanikli müderris ve kadı Şair Yüm-nî Mehmed Efendi'nindir. Manzumenin tarih mısraı "Çeşmede âb-ı revân olmak meğer, 1054/1644" şeklindedir.
Klasik üslupta yapılmış bu meydan çeşmesi bugün aynataşı hizasına kadar önünden geçen yol seviyesinin altında kalmıştır. Çeşme kesme taştan, dikey oturtulmuş bir dikdörtgenden meydana gelmiştir, iki renk taştan yapılmış sivri kemerin üstünde kitabesi yer alır. Kemer aynası rumî ve kıvrık dallarla oluşan bir kompozisyonla dolgulanmıştır. Kilit taşı bir rozetle belirlenmiştir.
Cephenin yanlarında iki tane burmalı süs sütuncuğu bulunmaktadır. Çeşmenin üstü kesme taştan harpuşta şeklinde bir tepelikle nihayetlenmektedir. İ. H. Tanışık, çeşmenin arkasındaki sofanın namazgah olarak tanzim edilip etrafının serviler ve diğer ağaçlarla gölgelendirilmiş olduğunu
Haseki Sultan Meydan Çeşmesi
Yavuz Çelenk, 1994
belirtmektedir. Ancak bugün çevre bütünüyle bakımsız durumdadır.
Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 78; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 358.
ALIN TALASOĞLU
HASEKİ TARLASI SARAYI
Beşiktaş Ilçesi'nde, Vişnezade Mahalle-si'nde yer almaktaydı.
"Tarlabaşı Sarayı" olarak da anılan ve günümüzde tamamen ortadan kalkmış bulunan Haseki Tarlası Sarayı'nm mimari ö-zellikleri hakkında bildiklerimiz bazı eski fotoğraflarla S. H. Eldem'in hazırlamış olduğu plan restitüsyonlarına dayanmaktadır. Söz konusu saray, bünyesinde barındırdığı, sedir ve yüklük gibi, geleneksel Osmanlı sivil mimarisine has birtakım ö-ğelerin varlığından hareketle 19. yy'ın ilk yarısına tarihlenebilir.
Saray, aralarında havuzlu bir iç bahçenin bulunduğu, her ikisi de ahşap olan, bağımsız harem ve selamlık binalarından o-luşmaktadır. Selamlığa göre çok daha büyük boyutlu ve iki katlı olan harem binasında orta sofalı plan tipi uygulanmış, gerek zemin katta gerekse de üst katta yer alan mekânlar, dikdörtgen planlı büyük sofaların çevresine dağıtılmıştır. Sedirlerle donatılmış ve girişleri iki yandan yüklük birimleri ile kuşatılmış olan bu mekânların arasına, sofaya açılan birer eyvan yerleştirilmiştir. Zemini bir seki ile yükseltilmiş olan bu sedirli eyvanların sınırında iki ' tane ahşap dikme bulunur. Katlar arasında bağlantıyı sağlayan ve bu eyvanlara göre simetrik konumda olan çift kollu iki merdivenin arasında hamam bölümü yer almaktadır. Hamamın, üst kat sofasına a-çılan girişini ufak bir hol izler. Bu holdeki iki kapıdan biri ahşap soyunmalık (soğukluk) mekânına, diğeri de kagir olan ı-lıklık, halvet ve hela birimlerine geçit vermektedir. 4 adet pencereyle, bir ocakla ve sedirlerle donatılmış olan soğukluk mekânı yapı kitlesinden dışarı taşar. Kare plan-
lı ılıklık yuvarlak bir kubbeyle, dikdörtgen planlı halvet ise beyzi bir kubbe ile örtülmüştür. Harem binasının cepheleri, eyvanların ve odalardan çoğunun oluşturduğu çıkıntılar sayesinde hareketli bir görünüme sahiptir. Özellikle sofaların iç bahçe tarafında yer alan odaların kavisli çıkıntısı dikkati çeker.
Tek katlı selamlık binasının girişi yamuk planlı bir taşlığa açılır. Taşlığa açılan mekân, ağalara mahsus bir oda olmalıdır. Taşlığı izleyen ve iç bahçeye açılan, kare planlı sofa ile buna bağlanan koridora, çeşitli boyutlarda birçok oda açılmaktadır.
Bibi. Eldem, Plan Tipleri, 134-135; Eldem, Türk Evi, II, 100-101.
İSTANBUL
HASIRÎZADE TEKKESİ
Beyoğlu İlçesi'nde, Sütlüce Mahallesi'n-de, Elifi Efendi Sokağı'nda bulunmaktadır.
Tekkenin banisi Sa'dî tarikatından Ha-sırîzade Şeyh Mustafa îzzî Efendi'dir (ö. 1824). Mısır'ın Delta bölgesindeki Daman-hur şehrinden, "Hasırcı Hoca" lakaplı Şeyh Halil Efendi'nin (ö. 1793) oğlu olan M. îz-zî Efendi aynı zamanda Eyüp'teki Taşlıbu-run Tekkesi(->) Postnişini Şeyh Süleyman Sıdkı Efendi'nin (ö. 1777 veya 1782) damadı ve halifesidir. Mürşidinin ölümünden sonra Taşlıburun Tekkesi'nden ayrılarak Sütlüce'ye taşınmış, burada kiraladığı bir evde ikamet etmiştir. Bir müddet sonra bu ev ile çevresinde bir miktar arazi satın alarak 1199/1784'te kendi tekkesini kurmuş, 1201/1786'da da vakfiyesini düzenlemiştir. Bu ilk tesisin mütevazı ölçülere sahip bir zaviye olduğu tahmin edilebilir. Nitekim kuruluşundan kısa bir süre sonra, muhtemelen 19. yy'ın başlarında, baninin kardeşi olan Saray hasırcıbaşısı el-Hac Emin Ağa'nın delaletiyle III. Selim (hd 1789-1807) tarafından genişletilerek tamir ettirilmiştir. Hasırîzade Tekkesi II. Mahmud (hd 1808-1839) tarafından 12317 1815 ve 1252/1836'da iki kere yeniden in-
şa ettirilmiş, bu arada yapıya bir hünkâr mahfili eklenmiş, sonuçta söz konusu tekke tam teşekküllü bir tarikat kuruluşu niteliğine kavuşmuştur.
Zamanla harap olan tekke binalarını son olarak II. Abdülhamid (hd 1876-1909), 1306/1888'de, bir önceki inşa döneminden yalnızca cümle kapısı geriye kalmak kaydıyla, yeni baştan yaptırmıştır. Bu arada dikkati çeken bir husus da bu son yapıların, tekkenin postnişini Şeyh Mehmed Elif Efendi (ö. 1927) tarafından tasarlanmış olmasıdır.
Tekkelerin kapatılmasından (1925) sonra kullanılmayan ve Vakıflar İdaresi' nin mülkiyetinde bulunan tevhidhane-tür-be binası giderek harap düşmüş, türbe kısmı çökerek tarihe karışmıştır. Şeyh M. Elif Efendi'nin oğlu Şeyh Yusuf Zahir Efendi' nin damadı olan tarihçi, yazar Mithat Ser-toğlu'nun delaletiyle, 1960'larm başında tevhidhane Vakıflar İdaresi tarafından tamir ettirilmiş, ancak onarımdan sonra yine kendi haline terk edildiğinden hızla harap olmaya başlamıştır. 1979'da bazı hayır sahipleri tarafından çatısı elden geçirilen yapı halen çok harap durumda olup son günlerini yaşamaktadır. Son yıllarda Osmanlı eserlerine ve özellikle metruk tekkelere musallat olan hırsızlar tarafından tevhidhanenin bazı kitabeleri ve süsleme ayrıntıları çalınarak antikacılara ve koleksiyonculara satılmıştır. Harem ve selamlık bölümlerinden oluşan ve Hasırîzade ailesinin mülkiyetinde bulunan ahşap konak 1970'lere kadar mesken olarak kullanılmış, 1983 yazında, bir elektrik kazası sonucunda yanarak bütünüyle tarihe karışmıştır.
Sonuna kadar Sa'dî tarikatına bağlı kalan tekkenin meşihatı, Şeyh M. İzzî Efendi'nin neslinden gelen ve "Hasırîzadeler" olarak tanınan ailenin tasarrufunda kalmıştır. Tekkenin kurucusu ve ilk şeyhi M. İzzî Efendi'dir. M. İzzî Efendi'nin oğlu ikinci postnişin Şeyh Süleyman Sıdkı Efendi (ö. 1837) "Şeyh Sülün" lakabı ile tanınır. Fatih-Çarşamba'daki Murad Molla Tekkesi şeyhi ve aynı semtteki Mesnevîhane Tekkesi'nin(-0 banisi mesnevihan Şeyh Mehmed Murad Efendi'den (ö. 1848) mesnevi okuyarak icazet almış, ayrıca Mevle-vî ve Nakşibendî tarikatlarına da intisap etmiştir. Hasırîzade Tekkesi'nin tarihinde Mevlevî tarikatı ile olan yakınlık ve Mesnevi eğitimi S. Sıdkı Efendi ile başlamış ve sonuna kadar devam etmiştir.
Tekkenin üçüncü postnişini Şeyh Ah-med Muhtar Efendi (ö. 1901), S. Sıdkı Efendi'nin en küçük oğludur. Geçen yüzyılın en ünlü mesnevihanlarından Hatuniye Tekkesi(->) Şeyhi Hasan Hüsameddin Efendi'den (ö. 1864) mesnevi okumuş, Şazelî tarikatından hilafet almıştır. Şair olan A. Muhtar Efendi 1879'da oğlu Mehmed Elif Efendi'ye yerini bırakarak hacca gitmiş, dönüşte de oğlunu bu görevde bırakmıştır.
S. Sıdkı Efendi'nin en büyük oğlu İsmail Neca Paşa askerlik mesleğini seçmiş, ortanca oğlu Şeyh Hasan Rıza Efendi (ö. 1884) ise küçük kardeşi A. Muhtar Efendi ile birlikte tekkenin postuna oturmuş,
Hasırîzade
Tekkesi'nde
tevhidhanenin
giriş (batı)
cephesi (üstte)
ve zemin kat
planı.
M. Baha Tannıan
ancak çok cezbeli bir yaratılışa sahip olduğundan 1864'te şeyhliği bırakarak Üsküdar'da bir evde inzivaya çekilmiştir.
Tekkenin son postnişini Şeyh Mehmed Elif Efendi (ö. 1927) A. Muhtar Efendi'nin oğludur. 1907'de Meclis-i Meşâyih reisliğine getirilen M. Elif Efendi, İstanbul tekkelerinin son döneminde derin bilgisi, sohbetinin güzelliği, örnek ahlakı ve sanatsever kişiliği ile ün yapmıştır. Döneminin i-leri gelen âlimlerinden dini ilimleri tahsil etmiş, Yenikapı Mevlevîhanesi(-») postnişini Osman Salahaddin Dede Efendi'den (ö. 1887) Mevlevi tarikatı hilafeti ve mes-nevihanlık icazeti almış, Zeki Dede ile Rakım Efendi'den ta'lik hat meşk etmiştir. Tasavvufa ilişkin birçok risale kaleme a-lan M. Elif Efendi'nin Osmanlıca ve Farsça kasideleri ile gazellerini içeren bir de divanı bulunmaktadır. Babası gibi Şazelî tarikatından da hilafet almış olan M. Elif Efendi'nin şeyhliği süresince Hasırîzade Tekkesi parlak bir kültür hayatına sahne olmuş, dönemin tanınmış âlimleri, musiki üstatları, tarikat şeyhleri, devlet adamları ve saray mensupları tekkedeki ayinlere, mesnevi derslerine ve sohbetlere devam etmişlerdir. M. Elif Efendi'nin tekkenin â-
yin günü olan çarşamba günleri, öğle namazından sonra tevhidhanede bir saat kadar mesnevi okuttuğu, bundan sonra Sa'dî ayininin icra edildiği, çoğu zaman Mevlevi semamın da yapıldığı bilinmektedir. Tekkelerin kapanmasından az önce büyük oğlu Y. Zahir Efendi'ye hilafet vererek İstanbul'da Sa'dî tarikatının âsitanesi olan Ab-düsselâm Tekkesi'nin(->) meşihatına tayin etmiş, ayrıca kendi tekkesinde de, mesnevi derslerinden sonra hareme çekilerek a-yinlerin idaresini oğluna terk etmiştir.
Halic'e (baüya) doğru alçalan tekke arsasının güneybatı köşesinde yer alan cümle kapısı kesme küfeki taşı ile örülmüştür. Ampir üslubunu yansıtan kapı yanlardan pilastrlar ile kuşatılmış, sepet kulpu biçimindeki kemerin üzerine, beyzi bir madalyon içindeki II. Mahmud tuğrasının iki eşit parçaya ayırdığı 1252/1836 tarihli manzum kitabe yerleştirilmiştir. Söz konusu kitabenin metni Şeyh S. Sıdkı Efendi'ye, ta'lik hattı ise Arabzade Mehmed'e aittir.
İstinat duvarları ile setlere ayrılmış o-lan arsanın, batı yönünde yer alan ve en alçakta kalan setine, kuzey-güney doğrultusunda gelişen ve harem, selamlık, mutfak bölümlerini barındıran ahşap bina yer-
HASIRÎZADE TEKKESİ
HASİB PAŞA YALISI
Hasırîzade Tekkesi'nde tevhidhanedeki kadınlar mahfilinin görünüşü.
Hulusi Tanınan, 1976
Bir 19. yy binası olan Hasib Paşa Yalısı'nın 1974'te yanmadan önce deniz cephesinden görünümü.
Erkin Emiroğlu, 1970'ler
leştirilmiştir. Kagir bir bodrum üzerinde yükselen ve harem kanadında bir çatı katı ile donatılmış bulunan yapının güney kesimi selamlığa, kuzey kesimi hareme tahsis edilmiş, birbirine, köprü şeklinde tasarlanmış bir mabeyin odası ile bağlanan bu iki kanadın arasına, küçük bir avlunun gerisine, tekkenin mutfağı yerleştirilmiştir. Bu yapının önündeki ve arkasındaki bahçeler de, harem-selamlık taksimatına bağlı olarak, tuğla örgülü duvarlarla ikiye ayrılmış, öndeki duvarın selamlık bahçesi tarafında, dönemin modası o-lan yapay kayalıklar ile bir havuz tasarlanmıştır. 19- yy ahşap sivil mimarisinin özelliklerini yansıtan bu binada, gerek harem gerekse de selamlık bölümlerinde orta so-falı plan tipi uygulanmış, çeşitli boyutlardaki odalar ve helalar, bölümlerin ekseninde yer alan sofalara açılmış, zemin kattaki ve üst kattaki sofaları birbirine bağlayan merdivenler çift kollu olarak tasarlanmıştır. Kuzeye açılan selamlık girişi ile batıya bakan harem girişinin üzerinde, dökümden mamul, sütunlara oturan çıkmalar yer alır. Selamlık girişinin üzerindeki çıkma şeyh odasına aittir. Bu odanın yanında da Şeyh M. Elif Efendi'nin özel kütüphanesini barındıran "kitap odası" bulunmaktadır.
Selamlık girişinin karşısında (güneyinde), yekpare beyaz mermerden yontulmuş, dikdörtgen prizma biçiminde bir ab-dest teknesi bulunmaktadır. Teknenin geniş ve dar yüzüne, iki parça halinde, bey-zi madalyonların içine yerleştirilmiş olan manzum kitabe 1287/1870 tarihini taşımakta ve Nazif Ağa'nın vasiyeti üzerine kardeşi ismail Paşa tarafından yaptırılmış olduğu belirtilmektedir. Söz konusu kitabe ta'lik hatlı olup Aziz Bey'in (ö. 1913) imzasını taşır. Abdest teknesinin arkasında, bahçe duvarına bitişik olarak, tuğla duvarlı, ahşap çatılı ahırın yıkıntıları dikkati çekmektedir. Diğer taraftan, kuzey yönünde küçük bir hamam bölümünün bulunduğu harem kanadının arkasındaki bahçede yer alan su haznesine ait kitabede "şöhret-şiâr" Hacıbekirzade Ali Bey'in, babası Muhyiddin Efendi'nin ruhu için tekkenin suyollarım onarttığı ifade edilmektedir. Tevhidhanenin şerbethane odasında korumaya alınmışken çalınan bu kitabenin metni ve ta'lik hattı Şeyh M. Elif Efendi'ye aittir.
ikinci sette yer alan ve tevhidhane ile buna bağımlı birtakım birimleri (şerbethane, zâkirbaşı odası, hünkâr mahfili ve kasrı) içeren, ayrıca türbeye bitişen ana bina, dış görünümü itibariyle bir meskeni andırır. Kagir duvarlı bir havalandırma bodrumu üzerine oturan iki katlı ahşap yapının batı cephesinde 3 adet giriş sıralanır. Cephenin ortasında yer alan, şeyh e-fendinin, dervişlerin ve erkek misafirlerin kullandığı ana giriş iki yandan ahşap dikmelerle kuşatılmış, camlı kapılarla donatılmış ve bir kitabe levhası ile taçlandı-rılmıştır. Metni Şeyh A. Muhtar Efendi'ye, ta'lik hattı ise oğlu Şeyh M. Elif Efendi'ye ait olan bu manzum kitabe 1305/1887-88 tarihini taşımakta, II. Abdülhamid ile
Tophane Müşiri Seyyid Mehmed Paşa'nın adlarını vermektedir. Bunun üzerine, son yıllarda yerinden sökülerek satılmış ve bir özel koleksiyona intikal etmiş bulunan, M. Elif Efendi'nin ta'lik hattı üe yazılmış, 1318/ 1900 tarihli mermer ayet levhası yer almaktaydı.
Kitabeli ana girişin açıldığı taşlık, camlı ahşap bölmelerden ışık almakta, bir dağılım merkezi niteliğinde olan bu mekândan tevhidhaneye, şerbethaneye, zâkirbaşı odasına ve hünkâr mahfili merdiveninin altındaki ardiyeye geçilmektedir. Zemini mermer kaplı, duvarları da raflarla donatılmış olan şerbethaneden tevhidhaneye bir servis penceresi açılmakta, ayrıca kadınlar mahfiline geçit veren harem kapısını izleyen küçük hol ile şerbethane arasında bir dönme dolap bulunmaktadır. Musiki aletlerinin ve ayin giysilerinin muhafaza edildiği, "zâkirbaşı odası" olarak a-nılan küçük oda hünkâr girişi ile de bağlantılıdır.
Batı cephesinin kuzey kesiminde, harem bahçesi tarafında yer alan kapı ufak boyutlu bir hole açılmakta, bu holden hareket eden merdivenle kadınlara mahsus fevkani mahfillere çıkılmaktadır. Aynı cephenin güney kesiminde bulunan hünkâr girişinin gerisinde de küçük bir hol ile hünkâr mahfiline ve bununla bağlantılı hünkâr kasrına geçit veren merdiven yer alır.
Kareye yakın dikdörtgen planlı (12,35x 10,70 m) tevhidhanenin güney ve batı duvarları değişken kalınlıklara sahiptir. Bu durumun, mihrap duvarında, dış hattın kıble yönü ile tam bir dik açı yapmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Tevhidhanenin ortasında, ayinlere tahsis edilmiş olan bölüm, köşeleri pahlı kare bir plan arz etmekte ve iki kat boyunca yükselmektedir. Bu bölümün çevresinde, her iki katta da, kare kesitli 16 adet ahşap sütun sıralanır. Zemin katta, mihrabın önün-
deki sütun açıklığı dışında, sütunların arası ahşap korkuluklarla kapatılarak bunların gerisinde kalan ve zemini bir seki ile yükseltilmiş olan alan erkek seyirci mahfilleri olarak değerlendirilmiştir. Mihrap duvarının önünde, üç sütun açıklığına tekabül eden ve zâkirler maksuresi olarak kullanılan kesimin, mihrap duvarına saplanan ahşap korkuluklarla mahfillerden ayrıldığı görülür. Zemin katta ve üst katta bulunan sütunların arasındaki korkuluk duvarının yüzeyi, çıtaların çerçevelediği yatay dikdörtgen panolara ayrılmış, sütun açıklıklarına isabet eden bu panoların içine, Şeyh A. Muhtar Efendi'nin Sa'dî tarikatının piri Sadeddin Cibavî'ye ithaf ettiği methiye, oğlu Şeyh M. Elif Efendi'nin ta'lik hattı ile siyah zemine yaldızla (zeren-dûd tekniği ile) yazılmıştır. Branda üzerine yazılmış olan bu nefis yazı panoları da yerinden sökülmüş ve kayıplara karışmıştır.
Güney cephesinde çıkıntı yapan mihrap nişi, ortadaki büyük, yanlardaki küçük boyutlu 3 adet silindirden oluşmaktadır. Silindirlerin kesişme çizgilerine burmalı ahşap sütunçeler yerleştirilmiştir. Mihrabın sağında (batı) bahçeye açılan 2 pencere, solunda da (doğu) yıkık türbeye açılan bir kapı ile diğerlerinden daha geniş bir pencere vardır. Tevhidhanenin batı duvarında, taşlığa açılan kapı ile bir pencere, ayrıca şerbethanenin servis penceresi, kuzey duvarında ise, harem bahçesine baktığı için yüksekten başlayan 3 adet pencere bulunmaktadır. Doğu duvarı ile bu yöndeki sokağın istinat duvarı arasına, içeriye sızabilecek nemi önlemek amacıyla, ince uzun dikdörtgen bir ardiye yerleştirilmiştir. Mihrabın yanında duran ahşaptan mamul, ajurlu mesnevi kürsüsü ile sade görünümlü sakal-ı şerif muhafazası da paramparça durumdadır.
Üst katta, mihrabın önünde yer alan ve üzeri boş bırakılmış olan sütun açıklığı dı-
şında, ayin mekânını sınırlayan sütunlar ile duvarların arasındaki alanın güneybatı kesimi hünkâr mahfiline, geriye kalanı da kadınlar mahfiline ayrılmıştır. Aralarında bir kapı ile bağlantı kurulmuş olan bu fevkani mahfiller', korkuluk duvarlarına oturan ahşap kafeslerle donatılmıştır. Hünkâr mahfiline ait olan kafes birimleri diğerlerine oranla daha seyrek olup icabında pencere gibi açılıp kapanabilecek şekilde imal edilmiş ve oymalı ahşap hotozlarla taçlandırılmıştır. Üst katın batı kesimini işgal eden, hünkâr kasrı niteliğindeki bölüm bir sofa ile buna açılan iki odayı ve bir hela-abdestlik birimini barındırır. Büyük boyutlu ve hünkârın dinlenmesine, icabında şeyh efendi ile görüşmesine tahsis edilmiş bulunan oda, yapının giriş cephesinde, hünkâr girişinin üzerinde, dökümden mamul süslü konsollara oturan bir çıkma yapmaktadır. Daha küçük boyutlu olan diğer oda ise hünkârın maiyetine ayrılmıştır.
Kuzey yönünde tevhidhaneye bitişen, doğu ve güney yönlerinde istinat duvarları ile kuşatılmış olan türbenin batıya (bahçeye) açılan bir dizi dikdörtgen pencere ile aydınlandığı ve bu yöne doğru meyilli bir çatı ile örtülü olduğu bilinmektedir. Çatı çöktükten sonra ahşap sandukaların yerine betondan basit kabirler ve Latin harfli küçük mermer kitabeler konmuştur. Tekke arsasının batısındaki hazi-rede M. Elif Efendi dışında tekkenin bütün postnişinleri, ayrıca tekkenin bina e-minliğini yapan Tophane Müşiri Seyyid Mehmed Paşa gömülüdür.
Türbenin batısında, tevhidhanenin güneyinde yer alan sarnıcın üzeri, zamanında sohbet mahalli olarak kullanılan bir sofa şeklinde düzenlenmiş, tam ortasına, mermerden yontulmuş bir bilezik oturtulmuştur. Şerit kabartmaları ile bezeli olan sarnıç bileziği de çalınmıştır. Türbenin ü-zerinde yer aldığı setle bu sofa arasında Şeyh H. Rıza Efendi'nin eşi Zeliha Samiye Hanım (ö. 1855) ile Şeyh A. Muhtar Efendi'nin eşi Fatma Baise Hanım'a (ö. 1895) ait iki mezar bulunur.
Cephelerine yalın bir ifadenin egemen olduğu tevhidhane binasının barındırdığı mekânlarda, II. Abdülhamid döneminin, giderek Türk kökenli unsurları bünyesinde barındıran eklektik zevkine uygun süslemeler bulunmaktadır. Zemin kattaki mahfillerin duvarları panolara taksim edilerek bunların içi, yeşil ve sarı renkte taş kaplamaları taklit eden boyamalarla doldurulmuş, ahşap sütunlar da yeşil porfiri hatırlatacak şekilde boyanmıştır. Mihrapta, yeşil ve kırmızı zeminler üzerinde, kufi yazıdan bozma örgülü motiflerin arasında besmele ile "yâ Mâbud" ibareleri, ayrıca rumî ve palmet motifleri görülmektedir. Üst kattaki sütunların üzerinde uzanan yatay kuşak, alternatif olarak kare ve dikdörtgen kartuşlara bölünmüş, karelerin içine 8 kollu yıldızlar, köşeleri rumîlerle dolgulanmış dikdörtgenlerin içine de kufi besmeleler yerleştirilmiştir. Ayin bölümünün tavanında, ortada 8 kollu büyük bir yıldız, kenarlarında da buna paralel "L"
biçiminde, üçgenlerle sonuçlanan dört a-det kartuş bulunmakta, bunların içinde de beyaz, siyah, yeşil ve kırmızıyla resmedilmiş örgü motifleri, yıldızlar, şemseler yer almaktadır. Yapıdaki diğer bütün tavanlarda çıtalarla meydana getirilmiş taksimattan başka herhangi bir bezemeye rastlanmaz. Hünkâr mahfili ile buna bağımlı birimlerin duvarlarında, dikdörtgen panolar içinde, rumîlerle dolgulanmış şemseler ve köşebentler görülmektedir.
Hasırîzade Tekkesi'nde teşhis edilen bezemelerin en ilginci kadınlar mahfiline ait kafeslerin üzerine resmedilmiş olan hurma ağaçlarıdır. Osmanlı süsleme sanatında, diğer birtakım bitki motiflerine oranla pek az kullanılmış olan bu motifin varlığı, hurmanın Sa'dî tarikatının erkânında önemli bir sembolik yerinin olmasıyla açıklanabilir. Özellikle bu bağlamda "hurma tekbirlemek" olarak adlandırılan tarikata giriş (biat/intisap) töreninde dervişlere şeyhleri tarafından tekbirle hurma yutturulması, söz konusu bezemeyi anlamlı kılmaktadır. Ayrıca az rastlanan, kafes ü-zerine boyama tekniğini sergilemesi bakımından da önemli olan bu kafesler son yıllarda eski eser yağmacılarının hışmına uğramıştır.
Dostları ilə paylaş: |