KIRIM SAVAŞI'NDA İSTANBUL 566
di. Neogotik üslupta yapılan kilisenin tüm taş malzemesi Malta'dan getirilmişti. Kırım Kilisesi 1970'lerin başında cemaatin iyice azalması yüzünden ibadete kapatıldı. Kilisenin bekçisi bundan sonra içeriye kimseyi sokmadığı gibi, binadaki tüm değerli eşyayı satarak, kiliseyi harap hale getirdi. 1991'de istanbul'a sığınan Sri Lankalı Anglikan mülteciler, ingiliz Konsolosluğu'n-daki Anglikan Şapeli'nin rahibi lan Sher-wood önderliğinde kiliseyi onararak tekrar ibadete açtılar. Bu dönemde, ana girişin yaklaşık 20 m aşağısında açılan yeni bir kapı ile cemaatin doğrudan bahçeye girmesi sağlandı.
BEHZAT USDlKEN
KIRIM SAVAŞI'NDA İSTANBUL
1853'te başlayıp 1856'da biten Kırım Savaşı istanbul'u çok sayıda yabancının değişik sürelerde barındığı bir üs haline getirmiş ve kentin uzun hayatındaki dönüm noktalarından birisi olmuştur. Savaşın görünürdeki nedeni Rusların 1774'te Küçük Kaynarca Antlaşması'yla Osmanlı topraklarında yaşayan Ortodokslar üzerinde elde ettikleri koruyuculuk hakkını bahane etmeleri, asıl nedeni ise güçten düştüğüne inandıkları Osmanlı Devleti'nin paylaşım vaktinin geldiğine inanarak aslan payım almak üzere harekete geçmeleridir. Bunun yanı-sıra Avusturya'nın Karadağ'a müdahalesinin Rusya'yı rahatsız etmesi, ingiltere ve Rusya arasındaki paylaşma görüşmelerinin sonuçsuz kalması, İngiltere'nin Hindistan yolunu sağlama alma arzusu, 1848 devriminin yenilgisinden sonra Macar ve Polonyalı ihtilalcilerin bir kısmının Osmanlılara sığınması gibi savaşın arka planını tamamlayan başka faktörler de vardır. Şubat 1853'te Rus Elçisi Mençikof İstanbul'a gelerek sözde barış yoluyla isteklerini elde etmeye çalışmış, fakat temelde savaş karan çoktan verilmiş olduğu için önüne konan tavizlere kulak asmamıştır. Bu süre içerisinde hazırlıklarını tamamlayan Rus ordusu 2 Temmuz günü Prut Nehri'ni geçerek savaşı başlatmıştır. Savaş Balkanlar'da, Kırım'da, Kafkas cephesinde ve Karadeniz' in tümünde cereyan etmiştir. Rusya önceleri sadece mecbur olduğu için savaşı ka-
Kırım Savaşı sırasında Abdülmecid'in Üsküdar'daki ingiliz karargâhım ziyareti.
F. Muhtar Katırctoğlu arşivi
bul ettiği imajını yaratarak Batılı güçleri tarafsızlaştırmak istemiş, fakat Sinop Li-manı'na baskın yaparak buradaki bir Osmanlı filosunu yakınca saldırgan niyetleri iyice açığa çıkmıştır.
Savaşın hemen öncesindeki günlerde Osmanlı donanması bir baskına engel olmak amacıyla Büyükdere önlerine çıkarılmış ve İstanbul kenti binbir söylentiyle çalkalanmaya başlamıştı. Rus tüccarlarına bir an önce işlerini tasfiye edip çekilmeleri talimatı verildiğinin duyulması gerilim ve heyecan havasını artırmıştı.
Rusların Prut'u geçtiği haberi İstanbul'a 7 Temmuz'da geldi. Bu arada Abdülme-cid ile nazırlar arasında ve nazırların da kendi aralarında çekişme ortamı sürmekte ve yöneticiler sürekli değiştirilmekteydi. Bu sıralarda İngiltere ve Fransa'nın yardım edeceği yolundaki haberler ve daha onların yardımı gelmeden Balkan cephelerinde Osmanlı ordularının başarılı sonuçlar almaları İstanbul'u rahatlattı ve belli bir iyimserlik havasının yayılmasını sağladı. Ne var ki Karadeniz'de çıkacak bir savaşın doğal üssü haline gelecek olan İstanbul
Kırım Savaşı sırasında hastane olarak kullanılan Selimiye Kışlası. Lady Alicia Blackwood, Scuîari the Bosphorus and the Crimea, Londra, 1857 Galeri Alfa
dinli ve erkekli, Doğulu ve Batılı kıyafetlerin her çeşidi ile büyük bir kalabalık toplandı. Savaşa coşkuyla uğurlanan bu insanların birçoğu ilerleyen aylarda büyük birer yaralı kafilesi halinde geri dönecekti.
Kırım Savaşı en azından Avrupa ve Amerika kamuoyunun bir savaşı telgraf yoluyla hızla ve ayrıntılarıyla izlediği ilk olay olması açısından da önem taşımaktadır. Bu durum 4 Kasım 1854'te yanında 40 kadar hastabakıcı olduğu halde istanbul'a gelen Florance Nightingale'in meşhur olmasında da birinci dereceden pay sahibidir. Sansasyonel haberler peşinde koşan gazeteciler o yıllarda hiç de iyi organize edilememiş olan sağlık hizmetlerini dillerine dolamışlar ve bundan epey hikâye üretmişlerdi. Ne var ki bu durum o yıllarda evrensel bir özellik taşımaktaydı ve 7 yıl sonra başlayacak olan Amerikan iç Savaşı'nda-ki sağlık hizmetleri birçok açıdan daha da kötü olacaktı. 19. yy'ın uzun süren savaşlarında salgın ve hastalıktan ölen askerlerin sayısı çoğu kez muharebe kayıplarından daha fazla olmuştur. Çünkü çok sayıda insanın bir araya getirildiği ortamlarda temel koruyucu sağlık tedbirlerinin nasıl alınacağı henüz bilinmemekteydi. Bugünlerde Kuleli Kışlası da askeri hastane haline getirildi ve İngilizlere tahsis edildi. Gülhane Kasrı ise Fransız yaralılar için ayrılmıştı. Ancak bunlar kısa süre içerisinde gereksinimlere yanıt veremez hale geldiler. Giderek istanbul'da birçok saray, köşk, kasır ve büyük bina hastane, kışla veya ahır olarak kullanılmaya başlandı. Savaşın ilk kışında orduların uzun sürecek bir sefere karşı yeterince hazırlıklı olmadıkları da görüldü ve şiddetli soğuklar donma ve hastalık olaylarını artırınca geniş bir kalın giysi seferberliği açıldı, izmir ve Bursa' da kışlık giysi olarak kullanılabilecek mallara el konuldu, Bunlar istanbul'da toplanarak Kırım'a gönderildi.
Savaş, İstanbul ile Osmanlı sınırları ve Batılı ülkeler arasındaki telgraf hatlarının tamamlanması bakımından da etkili öldü-İngilizler ve Fransızlar Ekim 1855'te eksik plan telgraf hatlarını tamamladılar. Edirne aracılığıyla Şumnu'dan İstanbul'a ve oradan da Avrupa'ya giden ilk haber "Müttefik askerleri Sivastopol'e girmişlerdir" mesajım taşıyordu. Öte yandan savaş Türk gazeteciliği açısından da önemli bir dönüm noktası oldu. Ceride-i Havadi^), B. Le-wis'in sözleriyle "ilaveli savaş haberleriyle Türk okuyucusuna modern bir devlette gazetenin fonksiyonu ve değeriyle ilgili bir kavrayış kazandırdı." Okur sayısı arttı ve yazı dili sadeleşti. Bu gelişme Türk gazeteci üslubunun doğmasında önemli bir rol oynadı. Şinasi dahil ilk Türk gazetecileri bu ortam içerisinde yetişti. Gazetenin kurucusu olan William Churchill(->) ise bu arada bazı İngiliz gazeteleri için savaş muhabirliği de yapıyordu.
Kırım Savaşı sırasında İstanbul çok daha kozmopolit bir kent kimliğine büründü. Elçiliklerdeki kadınlı erkekli balolar da âdeta kent için yeni bir dönemin başlangıcını simgeliyordu. Yabancı yelkenli ve buharlı gemiler limanı dolduruyor ve bü-
yük bir canlılık havası yaratıyorlardı. Bu gemiler için gerekli kömürün elde edilmesi için Zonguldak Ereğli madenlerinin işletilmesi düşünüldü ve bu amaçla Fransa'dan maden mühendisleri getirildi. Kentin günlük hayatı da değişmeye başladı. Kırım Savaşı'yla birlikte azınlıklar ve Levantenler geleneksel kıyafetleri terk ederek Avrupai kıyafetler giymeye başladılar. Fındıkoğlu'nun sözleriyle "Kahve ve bakkalları ile Rum, modası ile Fransız, biraha-neleriyle Alman, musikisi ile italyan ve İspanyol, bekçisi ve hamalı ile Türk bir İstanbul doğdu." Yine bu yıllarda Avrupa' mn ikinci sınıf malları pazarları doldurmaya başladı. Türk kadınlarının da serbestleşen giyimleri ve Beyoğlu esnaflarına ö-deyemeyecekleri kadar borçlanmaları üzerine Abdülmecid kadınların giyimleri ve alışverişleri hakkında kısıtlamalar getiren bir ferman yayımlamak gereğini duydu.
Kırım Savaşı'nda kente gelen Batılıların çokluğu o zamana kadar üzerinde pek durulmayan belediyecilik sorunlarına el a-tılmasım sağladı. Dönemin istanbul'unu gezen yabancılann en çok sözünü ettikleri hususlar sokakların pisliği, çarşılar, başıboş köpeklerin çokluğu ve mezarlıklardır. Ne var ki İstanbul'un Türk nüfusu içerisinde belediye hizmetlerinin ne olduğunu anlayacak ve bu hizmetleri yürütebilecek kadrolar yoktu. Yeni kurulan şehremaneti de bu nedenlerle, yani kimsenin ne yapacağını bilmemesi yüzünden başarısız.oldu. Bunun üzerine iş bilen insanları seferber etmek amacıyla 9 Mayıs 1855'te In-tizam-ı Şehir Komisyonu(-») kuruldu. Bu komisyon da istanbul'da pek başarılı işler yapamadı ancak kent hizmetlerinin yapılması için vergi toplanması ve kentin 14 daireye bölünmesi gibi önerilerde bulundu. Kırım Savaşı aynı zamanda borçlanmanın da başlangıcı olmuştur. 1854'te Mısır gelirleri karşılık gösterilmek suretiyle İngiltere'den 2.500.000 altın alındı. 1855'te bu kez de Mısır gelirlerinin bakiyesi ile Su-
Kımnî Hüseyin Efendi Türbesi
Yavuz Çelenk, 1994
KERİMÎ HÜSEYİN EFENDİ
riye ve izmir gümrüklerinin hasılatı karşılığında 5.500.000 altın alındı. Bu arada piyasaya borç bonolan ve kâğıt paralar da çıkarıldı. Kısa süre içerisinde zaten var o-lan mali anarşi o kadar büyüdü ki 1856 başındaki Islahat Fermanı'nın(-») iki önemli konusundan birisi mali reform oldu. Bibi. S. Ugurhan, "Tanzimat Döneminde Kadının Statüsü", 750. Yılında Tanzimat, Ankara, 1990, s. 497-510; Ş. Baban, "Tanzimat ve Para", Tanzimat, I, îst, 1940, s. 223-262; R. Ş. Suvla, "Tanzimat Devrinde istikrazlar", ae, s. 263-288; t. Sungu, "Tanzimat ve Yeni Osmanlılar", ae, s. 777-857; Z. F. Fmdıkoğlu, "Tanzimatta içtimai Hayat", ae, s. 519-569; C. Üçok, Siyasal Tarih 1789-1950, Ankara, 1967; S. L. Poole, LordStratford Canning'in Türkiye Anılan, Ankara, 1988; B. Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, Ankara, 1984; O. N. Ergin, Türk Belediyecilik ve Şehircilik Tarihi Üzerine Seçmeler, ist., 1987; I. Ortaylı, Tanzimattan Cumhuriyete Yerel Yönetim Geleneği, ist.,
1985.
M. TANJU AKAD
KİRİMİ HÜSEYİN EFENDİ TÜRBESİ
Eyüp, Otakçılar'da, Fethi Çelebi Camii karşısındaki Ak Türbe Mezarlığı'ndadır. Mezar taşı kitabesi H. 1197/1782-1783 tarihini taşır. Kınmî Hüseyin Efendi, kadılıklarda bulunmuştu. Divan-ı Hümayun'da görev yapan Said Halet Efendi'nin babası olduğu da mezar taşı kitabesinde belirtilmektedir.
Dikdörtgen planlı açık türbe, yerden 70 cm yükseklikteki platform üzerinde haç planlı on sütunun taşıdığı lentolardan meydana gelmiştir. Ampir üslubundaki türbede, sütun aralarının evvelce madeni şebeke ile kapatılmış olduğunu gösteren izler vardır. Yapıda kullanılan başlıca malze^ me mermerdir. Türbe içindeki iki me^ar-dan sadece birinin silindirik şahidesi, tarih ve isim veren kitabeyi taşır.
Bibi. Demiriz, Türbeler, 50-52; Akakuş, iyyûb
Sultan, 313; Haskan, Eyüp Tarihi, I, 213-314.
YILDIZ DEMİRİZ
KIRIMI TEKKESİ
568
KIRIMÎ TEKKESİ
bak. CAFER PAŞA KÜLLİYESİ
KIRK HAMAMI
Doğum yapan kadının çocuğunu doğurduğunun 40. günü hamama götürülmesi münasebetiyle yapılan eğlencelere "kırk hamamı" ya da "lohusa hamamı" denilmektedir.
Eski İstanbul doğum âdetleri(->) çerçevesinde gelin hamamı gibi kırk hamamı da çarşı hamamlarında yapılmaktaydı. Doğumun 40. gününden birkaç gün önce lo-husaya hediye getiren bütün konu komşu, akraba, ve ahbaplar kırk hamamına davet edilirdi. Hali vakti yerinde olan ailelerin tertip ettiği bu törene çalgı ve çoğunlukla Ayvansaray'dan getirilen çengiler de katılırlardı. Doğumun 40. günü davetliler lohusa evinde toplanır, hep birlikte yemek yenir, ardından önde ebe ve kucağında çocuk, arkasında lohusa ve daha arkada lohusanın ailesi ve davetliler olduğu halde hamama gidilirdi. Bazen hamama sabahtan gidilir, öğle yemeği burada yenirdi. Yemeği lohusa evi karşılardı. Hamama öğleden sonra gidilmişse yemek verilmez, bunun yerine yemiş ve şurup ikram edilerek davetliler ağırlanırdı.
Çoğu zenginler, bu amaçla hamam kapatırdı. Bu tür kiralamalarda hariçten müşteri alınmaz,- hamam yalnız lohusanın getireceği misafirlere mahsus kalırdı.
Lohusayı ve ebenin kucağındaki çocuğu hamamın dışında çalıp oynayan çengiler eşliğinde 3 defa dolaştırdıktan sonra içeri götürme âdeti vardı.
Kırk hamamında lohusa soyunurken sazlar çalmaya ve çengi oynamaya başlar, lohusanın ayaklarına sedefli nalınlar giydirilir, arkasına ipekli ve işlemeli havlular atılırdı. Lohusa ve bebeğin soyunmasından sonra en önde çengiler, elinde gümüş buhurdanla hamamcı, kucağında çocukla ebe, onun arkasında koluna usta hanım (müşteriyi yıkayan kadın) girmiş olduğu halde lohusa, onun arkasında natır alayla içeri girerler; lohusa biraz dinlendikten sonra yıkanır; ebe bu sırada çocuğu yıkar,
kırklar, çeyreklerdi (bak. kırklama). Lohusa hamamda öd ağacı ve günlük yakılarak ağır ezgiler eşliğinde misafirlerin önünde dolaştırılır, hazır bulunanlar ise "Maşallah, Allah bağışlasın" sesleriyle duygularını dile getirirlerdi.
Kırk hamamı sırasındaki eğlenceler sabahtan akşama kadar devam ederdi. Türküler, maniler söylenir, çalgılar ve çengilerin oyunları eşliğinde kınalar yakılır, rastıklar çekilir, şen kahkahalar hamam kubbesini çınlatırdı.
Lohusa yıkandıktan sonra davetliler a-rasında bulunan ebe onun belini geniş bir kuşakla sıkar, hamamdan çıkaracağı sırada sağ elini 40 defa su içerisine batırarak kırkladığı bir tas suyu lohusanın başından dökmeyi ihmal etmezdi.
Kırklamanın ardından davetlilere çay, kahve, şerbet, şeker, limonata ve peynirli pideler ikram olunurdu. Davetlilerden isteyenler hamamda yıkanır, isteyenler de dışarıda saz dinler, oyun seyrederlerdi. Kırk hamamından çıkılırken bahşişler dağıtılır, özellikle lohusayı yıkayan hamamcıya fazlaca bahşiş verilirdi.
Hali vakti yerinde olmayan aileler ise, çalgılı, oyunlu kırk hamamım yapmazlar, birkaç tanıdığı ile birlikte sessizce hamama giderek yıkanır, böylece kırk hamamı âdetini yerine getirmiş olurlardı. Bu âdeti hamama gitmeyerek evinde yıkanmak suretiyle gerçekleştirenler de olurdu.
Bibi. M. Z. Oral, "istanbul'da Doğum ve Çocuk Hakkında Âdet ve inanmalar", HBH, III, S. 23-24 (Mayıs 1933), s. 251-257; N. Tezel, "İstanbul'da Lohusalık Âdetleri", HBH, VII, S. 73 (Kasım 1937), s. 1-2; M. H. Bayrı, "istanbul'da Doğum ve Çocukla İlgili Âdet ve İnanmalar", HBH, X, S. 113 (Mart 1941), s. 97-103; E. E. Ta-lu, "Eski İstanbul'da Kadın Hamamları", Resimli Tarih Mecmuası, I, S. 5 (Mayıs 1950); M. Alp, "Eski İstanbul'da Lohusalık ve Şerbeti", TFA, IX, S. 183 (Ekim 1964), s. 3537-3539; K. İlgaz, "İstanbul'da Doğum ve Çocukla İlgili Âdet ve İnanmalar I, II", TFA, IV, S. 84, 93 (Temmuz 1956, Nisan 1957), s. 1338-1339, 1481-1482; H. B. Ülgen, "Eski İstanbul'da İnanış ve Âdetler", Yeni Gazete, (1-14 Kasım 1970); Ali Rıza, Bir Zamanlar, 110-114; Pakalın, Tarih Deyimleri, II, 269; Musahibzade, İstanbul Yaşayışı, 35. AYNUR KARATAŞ
KIRK ŞEHİTLER SARNICI
Bizans döneminin en önemli yolu Mese(->) üzerinde bulunduğu sanılan Kırk Şehitler Kilisesi'nin sarnıcı. Bugünkü Çarşıkapı-Çemberlitaş arasında, Yeniçeriler Cadde-si'ni kesen Divan-ı Âli Sokağı'nda bazı kalıntılarına rastlanmıştır.
Kırk Şehitler Kilisesi, Tiberios (hd 578-582) ve Mavrikios (hd 582-602) dönemlerinde, o sıralar hapishane olarak kullanılan bir yapının yerinde inşa edilmişti. I. And-ronikos Komnenos zamanında (1183-1185) tamir gören kilise, sonraki yıllarda kaderine terk edildi ve taşları 1390'da Altın Ka-pı'nın(->) onarımında kullanıldı.
Kilisenin doğusundaki sarnıç bölümü ise 609'da inşa edilmiştir. Dört kemerli bir avlunun altında yer alan sarnıç, üstünde haç bulunan bir sütun ile süslenmişti (612). Bu sütun, büyük olasılıkla, eski bir binaya aitti. Sarnıcın avlusu ise Hippodrom'da-ki(->) yarış arabası sürücülerinin toplanma mekânı ve aynı zamanda bir pazar yeriydi. 9. yy'dan itibaren, bu avlu köle pazarı olarak kullanıldı. Sarnıcın ve üstündeki avlunun geç Bizans ve Osmanlı dönemlerindeki akıbetlerine ilişkin bilgi yoktur.
Kırk Şehitler Sarnıcı, 17x24 m boyutlarında bir tabana oturuyordu ve 24 sütun tarafından taşınıyordu. Divan-ı Âli Sokağı'nda bazı kalıntıları bulunmuşsa da sarnıcın gerçek boyutları hakkında herhangi bir rapor henüz yayımlanmamıştır. Daha önceki yıllarda, Piyer Loti Caddesi'nde bulunan Eminönü Belediyesi binasının altından çıkarılan büyük bir sarnıç kalıntısının, Kırk Şehitler Sarnıcı'na ait olduğu sanılırdı. Fakat, bu adı bilinmeyen sarnıca ait kalıntılar, 22x42,5 m boyutlarında bir tabana oturmakta ve 32 sütun tarafından taşınmaktadır. Bu nedenle, sözü geçen parçalar ne'boyutları ne de yerleri itibariyle, Kırk Şehitler Sarnıcı'na ait olabilirler.
Bibi. Janin, Constantinople byzantine, 80, 97; Janin, Eglises et monasteres, I-III, 483-486; A. Berger, Untersuchımgen zu den Patria Kons-tantinupoleos, Bonn, 1988, s. 316-321.
ALBRECHT BERGER
Dostları ilə paylaş: |