KENTİN GELİŞMESİ
546
54 7 KEPENEKÇİ SİNAN MEDRESESİ
ilk modern rıhtımıdır. Daha küçük olan Sirkeci Rıhtımı 1900'de tamamlanmıştır. 1899-1903 arasında yaklaşık 600 m uzunluğundaki ilk mendirekle birlikte Haydarpaşa Limanı(->) ve iki silo inşa edilmiştir. Yüzyılın ilk yansında bir mesire olan Haydarpaşa, 20. yy'ın başında liman çevresinde, tersaneden sonra en büyük endüstriyel tesis olmuştur.
Limanın ve demiryolunun kent içinde yerleşip geliştiği alan, kentin kuruluşundan bu yana topografyanın tanımladığı a-landır. Ancak II. Dünya Savaşı'ndan, özellikle de 1970'li yıllardan sonra, kentin artan nüfusu ve büyüklüğü tarihi sınırları tanımayan yeni çözümleri gerektirmiştir.
Aynı gözlem sanayi alanları için de yapılabilir. Sanayi bölgeleri, sultanların Haliç' teki saray alanlarında gelişmiştir, istanbul' da sanayi 19601ı yıllara kadar Fatih ve Eyüp ilçelerinde yoğunlaşmıştır. Tersane ise bugün de olduğu gibi Kasımpaşa'daydı. Bu sanayi bölgesi, tarihi limanın Sirkeci ile Unkapanı arasındaki geleneksel yerinin ve Kasımpaşa'daki tersanenin bir uzantısıydı. En eski dönemlerde olduğu gibi bu bölgeye gıda ve dokuma sanayii yerleşmiştir. 19. yy'da Tersane tesislerinin gelişmesine bağlı olarak, daha çok askeri gereksinmelerin karşılanmasına dönük sanayi tesisleri-kurulmuştur. 1827'de Eyüp'te Ip-likhane-i Amire(-0 adı verilen bir halat fabrikası, Feshane(->) gibi fabrikalar sultan saraylarının arsalarına kurulmuşlardı. Ab-dülaziz döneminde gemi inşa sanayii büyük bir atılım yapmıştır. O dönemden sonra Halic'in sanayileşmesi diyebileceğimiz bu süreç içinde, Halic'in denize yakın yamaçlarında ve kıyılarındaki konut alanları bu niteliğini yitirmiştir.
19- yy'ın ikinci yarısında istanbul'un fakir ya da orta halli mahalleleri dışında, Galata, Beyoğlu ve uzantısı olan semtlerde, Boğaziçi'nde, Kadıköy'de azınlıkların oturduğu Fener, Balat, Kumkapı, Gedikpa-şa, Samatya gibi semtlerde, Avrupa seç-meci üslupları ve yüzyıl sonunda art no-uveau üslubunun egemen olduğu bir mimari gelişmiş ve istanbul'a semt semt, 19. yy Avrupa kentlerinin atmosferini taşımıştır. İstanbul'da seçmeciliğin kent içindeki en gösterişli örnekleri, Galata ve Beyoğ-lu'nda, kentin ticaret ve modern yaşamının yoğunlaştığı bölgeler olmuştur. Kagir ko-nutlu tipik mahalleler Fener, Balat, Kumkapı, Gedikpaşa, Kadıköy-Haydarpaşa'da Talimhane, Boğaziçi'nde Kuzguncuk gibi semtlerdedir. Türk mahallelerinde yüzyılın en gösterişli sıraevleri Akaretler'de yapılmıştır. Seçmeci ve art nouveau üsluplarının son gösterisi, yüzyıl dönümünde ve I. Dünya Savaşı'ndan önce yapılan büyük köşkler ve yalılardır. Boğaziçi'nde, Çamlıca ve Kısıklı'da, Kızıltoprak ve Erenköy'de büyük, bakımlı, yüksek duvarlarla çevrili zengin konut yapılan, Avrupa ve Amerika'nın sayfiyelerinde görülen bir çağ modasını İstanbul'a taşımıştır. Bu, II. Abdülhamid dönemi üst tabakasının hemen hemen tümüyle Batılılaşmış zevklerinin gösterisidir ve İstanbul kent tarihinin özgün bir dönemidir. Ne var ki, Cumhu-
riyet'in yeni burjuvalaşan sınıfı bu mimarinin kültürel ve tarihi içeriğini öğrenmeye fırsat kalmadan, bunları tahrip etmiştir.
I. Dünyâ Savaşı'ndan önce İstanbul'un kent içi fizyonomisine katkıları olan bar zı büyük kamu yapıları Osmanlı başkentinin 500 yıllık "epopee"sini tamamlar. Son büyük neoklasik yapılardan biri 1907' de tamamlanan Arkeoloji Müzeleri binası-dır(->). Art nouveau(->) akımının etkisi II. Abdülhamid döneminde artmıştır. Dü-yun-ı Umumiye binası(-0, Mekteb-i Tıbbiye binası(->) bu dönemin yapılandır. 20. yy'ın başında, bu mimari üsluplar geçidine, ulusal kökenlere dönmek isteyen bir Türkçülük akımının eğilimlerini dile getiren bir yerli neoklasizm katılmıştır. Mimar Kemaleddin Bey(-0 ile Vedat Tek' in(-») en tanınmış temsilcileri olduğu bu akım, en ünlüsü Sirkeci'deki Dördüncü Vakıf Ham(->) olan vakıf hanları, Büyük Postane, Atmeydanı'nda sonradan tapu dairesi olan Defter-i Hakani Nezareti gibi yapılarla kente Osmanlı tarihinin son mimari damgasını vurmuştur.
Kent fizyonomisinde Sarayburnu'ndan Dolmabahçe'ye uzanan saltanat simgesi saray, II. Abdülhamid döneminde Yıldız'a taşınarak kent strüktüründe geçici bir süre için yeni bir odak yaratmıştır. Osmanlı sultanları Yıldız Tepesi'ne 18. yy'ın sonunda Mihrişah Sultan'ın yaptırdığı büyük kasırla gelmişlerdir. II. Mahmud da buraya Yıldız adlı bir köşk yaptırmıştı. Giderek yeni yapılar ve bahçelerle büyüyen kompleks, II. Abdülhamid tarafından yeni idari merkez olarak seçilmiş ve buraya yeni yapılar, tiyatro, müze, bir cami, Ertuğrul ve Orhaniye kışlaları inşa edilerek yeni bir saray yaratılmıştır (bak. Yıldız Sarayı).
I. Dünya Savaşı'ndan önce kentin Ba-tılılaşan semtlerde büyümesi devam etmiştir. Toplumun üst sınıfları Beyoğlu-Harbi-ye, Nişantaşı, Şişli ve Kadıköy yakasına yerleşmeye başlamış, suriçi, Üsküdar, Eyüp nüfus yitirmiş, sosyal statüleri düşmüştür. Fakat kaybedilen topraklardan kaçan muhacirler dışında, kentte büyük bir nüfus artışı yoktur.
1873'te Tünel tamamlanıp Beyoğlu'na atlı tramvay işletildiği halde, 1896 tarihli bir kent haritasında Ayaspaşa, Pangaltı, Osmanbey, Bomonti, Şişli ve Maçka'da hâlâ bahçe ve bostanlar vardır. Yerleşme a-lanları genelde tepe ve platolarda kalmış; vadi ve yamaçların tarımsal amaçlarla kullanılmasına devam edilmiştir. 1913'te ilk elektrikli tramvay Şişli'ye kadar uzanmıştır. Fakat kentin Şişli'den öteye doğru u-zanması ancak 1950'li yıllardan sonradır. Kadıköy'de, özellikle de Moda'da, I. Dünya Savaşı'ndan önce yoğun bir yerleşme olmakla birlikte Kurbağalı Dere'den ötede seyrek bir bahçeli yerleşme vardır. Üsküdar bu yüzyılda fazla bir gelişme göstermez. Boğaziçi ise özellikle Rumeli yakasında, Yeniköy, Tarabya ve Büyükdere' de azınlıkların ve sefaretlerin yazlıklarının yoğunlaşması nedeniyle, yabancıların yeğledikleri ve Batılı yaşamı Boğaz kıyılarına taşıdıkları semtlerdir.
Yeniköy'le Büyükdere arası Rumların
büyük bir serbestlikle yaşadıkları ve yortularını açıkta yapmalarına izin verilen mahallelerdi. II. Mahmud dönemindeki Pera yangınından sonra Fransız ve İngiliz sefaretleri bir süre buraya taşınmışlar, daha sonra da yabancı devletler Boğaz'da arsa a-larak buraya yazlık sefaret binaları yaptırmışlardır. Belediye dairelerinin en büyüklerinden biri Büyükdere'de idi. Bu bölgede ahşap, konut malzemesi olarak kullanılmaya devam edilmiş, fakat yavaş yavaş kagir binalar da inşa edilmiştir, imparatorluğun son döneminde Tarabya ve Büyükdere, büyük otelleriyle kentin en elegan sosyetesinin ve yabancıların yaşadığı bir bölge olmuştur.
Aynı içerikte olmasa bile bu dönemde Adalar'm da özel konumunu vurgulamak gerekir. Yüzyılın ortasında Kırım Savaşı sırasında ulaşım zorluğu nedeniyle, Ada-lar'da büyük bir yerleşme olmadığı görülmektedir. Kentin sayfiyesi Boğaziçi'dir. Fakat özellikle II. Abdülhamid döneminde Büyükada(->) ve Heybeliada(-») azınlıkların, özellikle Rumların ve Musevilerin sayfiyesi olmuş; Osmanlı yüksek sosyetesi de yüzyıl sonlarında buna katılarak Boğaziçi, Erenköy gibi semtlerle aynı nitelikte, bahçeli bir yerleşme düzeni kurmuşlar; oteller, pansiyonlar, özellikle gayrimüslimlerin yeğledikleri bir başka Batı'yı da buraya taşımışlardır.
İmparatorluğun son dönemlerinde, Ga-lata-Beyoğlu, Yeniköy, Tarabya, Moda ve Büyükada, İstanbul'un herhangi bir Batı kenti ile karşılaştırılabilecek tarzda yaşam sergileyen semtleri olmuşlardır.
Bakırköy bir yana bırakılırsa, suriçi ve sur dışı yerleşme sınırları fazla bir değişiklik göstermemiştir. Sadece planlı yapılaşmanın uygulandığı eski yangın yerlerinde, örneğin Laleli'de kagir yapıya bir dönüşüm olmuştur. Geçen yüzyılın başındaki mahalleler dışında, L Dünya Savaşı sırasında sur dışı yine mezarlık, bahçe ve bostanlık bir alandır. Surların eski İstanbul'da simgesel olmaktan öte, fiziksel olarak da kenti sınırladığını kabul etmek gerekir.
Cumhuriyet Dönemi
İmparatorluğun son çağında Batı'yla bir anlamda bütünleşen semtlerin büyümesi ve yenilenmesine karşın suriçinin terk edilmişliği hüzün vericidir ve bu terk e-dilmişlik 1950'lerden sonra, bütün tarihi doku ve ahşap mimari karakteri koruyan mahallelerin, hemen tümüyle yok olmasına neden olmuştur.
İstanbul, Cumhuriyet'in ilk 10 yılında fazla bir değişikliğe uğramamıştır. 1930' lardan sonra, Beyoğlu, Ayaspaşa, Nişantaşı, Şişli gibi semtlerde, başka bir deyişle eski prestij mahallelerinde Cumhuriyet döneminin yeni zenginleri, o zaman moda olmakta devam eden apartmanlar(->) yaptırmışlar; hükümet de, halkevleri türünden birkaç bina yaptırmış; kentin eski görüntüsüne yeni bir not getiren belki de tek yapı, Galata Yolcu Salonu olmuştur. Tek tuk binalar yapılmış olsa bile II. Dünya Savaşı kesin bir yokluk ve kemer sıkma dönemi olarak önemli bir değişmenin ol-
madiği ve son dönem Osmanlı kentinin henüz yaşamakta olduğu dönemdir.
Cumhuriyet'ten sonra kentlerin planlı büyümesi gerekliliğinin bilincine varılmıştır. II. Dünya Savaşı'ndan önce, İstanbul' un geleceği konusunda hiçbir projeksiyon yapma olanağı olmayan bir dönemde bazı yabancı uzmanlar belediyeye danışman olarak getirilmiştir. Bunların içinde, kentin sonraki yıllardaki gelişmesini en çok etkileyeni, ünlü Fransız şehirci Henri Prost'tur(-«). Prost, kentin kendi dinamiği içindeki gelişmeleri düzenlemeye çalışmıştır. Gavand'ın Abdülaziz dönemindeki önerilerini anımsatan bir önerisi, hiçbir zaman gerçekleşemeyen, Yenikapı'ya büyük bir liman ve gar inşasıdır. İstanbul'un II. Dünya Savaşı'ndan sonra başına dert a-çan Halic'in sanayi bölgesi olarak kabulü de onun önerisidir. Fakat H. Prost tarihi İstanbul'a bir iyilik yapmıştır. Topkapı Sarayı ve Sultanahmet bölgesini arkeolojik park olarak vurgulamış ve kent içinde 40 kotu üzerinde üç katı geçen yapı yüksekliği sınırı getirerek kentin tarihi çekirdeğinin siluetinin bozulmasını engellemiştir. Ancak o sırada kentsel koruma düşüncesi çok yaygın olmadığı için, tarihi yapının korunmasına ilişkin fazla bir çalışma yapılmamıştır.
İki dünya savaşı arasında, bütün dünya ile birlikte Türkiye'nin ekonomik durumu İstanbul'da önemli bir imar etkinliği yapılmasına olanak vermemiştir. II. Dünya savaşı sonrası İstanbul'u, I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul'undan çok farklı değildi. Fakat çokpartili rejim, Amerikan yardımı, kente göç ve yeni rejimin her zaman olduğu gibi, iman politik ve simgesel a-maçlarla kullanmak istemesi; tarihi İstanbul'la ilişkisi çok azalmış, kontrol edilemeyecek büyüklükte yeni bir İstanbul yaratmıştır. (İstanbul'un 1950 sonrası kentsel gelişimi için bak. Metropoliten İstanbul)
Bibi. M. Aktepe, "istanbul'da Nüfus Mesele
sine Dair Bazı Vesikalar", TD, EK/15 (1958),
1-30; Ayverdi, Mahalleler; G. Dagron, Nais-
sance d'une capitale, Paris, 1974; Kömürciyan,
İstanbul Tarihi; Ergin, Mecelle; Evliya, Seya
hatname, I; S. Eyice, "Tarih İçinde istanbul
ve Şehrin Gelişmesi", Atatürk Konferanstan
VII, Ankara, 1980, s. 89-182; P. Gilles, De to-
ppgraphiae Constantinopoleos, Lyon, 1561,
(ingilizce yb The Antiquities of Constantinop-
le, Neıv York, 1988); Guilland, Etudes; "Boğa
ziçi", İA; "istanbul", İA; İnciciyan, istanbul;
Janin, Constantinople byzantine; D. Kuban,
"İstanbul'un Tarihi Yapısı", Mimarlık, S. 5
(1970), s. 26-48; C. Mango, Le Developpement
urbain de Constantinople, Paris, 1985; R.
Mantran, istanbul; E. Oberhummer, Konstan-
tinopel unter Suleiman dem Grossen, Münih,
1902; R. Stewig, Byzanz, Konstantinopolis,
istanbul, Kiel, 1964; Ziya, İstanbul ve Boğa- (
ziçi. „ *-*••
DOĞAN KUBAN
KEPENEKÇİ SİNAN MEDRESESİ
Eminönü İlçesi'nde, Kantarcılar'da, Kepe-nekçi Medresesi ile Kepenekçi Sabunhanesi sokaklarının kesiştiği köşededir.
"Kepenekçi", "Hoca", "Emir", "Emin", sıfatlarıyla anılan Sinan Efendi tarafından yaptırılmıştır. Mimar Sinan'ın eseri olan
medrese, onun yapıtlarının dökümünü veren yazma eserlerden Tuhfetü'l-Mimariri de "Sinan Emir", Tezkiretü 'l-Ebniye'de "Emin Sinan Efendi Medresesi" olarak geçmektedir. Hadîkatü'l-Cevâmi'âe, Sinan Efendi' nin aynı çevrede bulunan 952/1545 tarihli mescidine değinilirken medreseden mektep olarak söz edilmiştir. Yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen medrese, 1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri'n-de yer aldığına göre bu tarihten önce tamamlanmış olmalıdır. Bu belgede adı "Kepenekçi Sinan Medresesi" olarak kaydedilen yapının, vakfıyla ilgili usul ve masraflar, vâkıfı henüz hayatta olduğu için açıklanmamıştır.
1869'da kullanılır durumda olan medreseyle ilgili en eski belge, hazire ve parsel çizgisinin belirtildiği taşbaskı 19. yy Haritası'dır. Burada yol dokusuna bağlı o-larak biçimlenen parselde yapının kütlesi gösterilmeden medresenin adı "Kepenekçi Sinan Medresesi" şeklinde yazılmıştır. 19l4'te yapılan tespitte biri sonradan eklenmiş 10 odası, ders okunmayan harapça bir dershanesi, şadırvanlı ve tulumbalı bir avlusu bulunduğu gözlenen yapının o-dalarının altında bir bodrum vardır. Bu bodrumun nem sorunlarının hafiflemesine yardım ettiği, ancak binanın genel olarak tadilata ihtiyacı olduğu belirtilmiştir. 1918' de yangınzedelerin barındığı bina J. Per-vititch tarafından hazırlanan 1941 tarihli Sigorta Haritası'na. kagir hücreleri, dershanesi ve avlunun o sıradaki durumuyla "harap, eski medrese" olarak işlenmiştir.
Yamuk planlı bir arsa üzerine yerleşen medresenin girişi Kepenekçi Medresesi Sokağı üzerindedir. Pervititch haritasından dershanenin "L" oluşturacak düzende dizilen hücrelerin kuzey ucunda yer aldığı; ona bitişik olarak güneybatıya doğru uzanan hücre dizisinin parsel sınırında dirsek yaparak güneydoğuya doğru döndüğü anlaşılıyor. Haritada hücre di-
Kepenekçi Sinan Medresesi
Yavuz Çelenk, 1994
zisinin bitiş noktası belirsiz bırakılmış, muhtemelen o tarihte yıkık olan revak-lar gösterilmemiş, buna karşılık avludaki iki ağaç ve küçük (plan ölçüleri, 2,5x4,5 m), tek katlı ahşap yapı belirtilmiştir.
Aradan geçen süre içinde hiç onarılmayan' medrese bugün çok harap durumdadır; geriye ancak dershanesi, kuzeybatı duvarı ve üzerinde girişin yer aldığı kuzeydoğu duvarının bir bölümü kalabilmiştir. Avlu tümüyle işgal edilmiş; bir kısmı Kepenekçi Medresesi Sokağı'ndan girilen dükkânlar ve kimi iki katlı sağlıksız yapılarla doldurulmuştur.
Dershanenin kuzeybatısında dar uzun bir hazire yer almaktadır. Zamanla tahrip edilen mezarlardan geriye yalnız 1234/1818 tarihli bir kabir kalmıştır. Hadîkatü'l-Ce-vâmi'ye göre Sinan Efendi'nin oğlu Süleyman Efendi ve eşi burada gömülüydü. Ha-zireye bitişik olarak, sokak köşesinden geride yer almakla birlikte, dershanenin kuzey köşesi pahlanmış ve üstte mukarnas-lı bir geçişle zenginleştirilmiştir. Benzer bir ayrıntı Haydar Paşa Medresesi'nde(~») de görülmektedir. Duvarlar bir sıra taş, üç sıra tuğla, almaşık örgülüdür. Mukarnaslar ise küfeki taşı bloklar üzerine işlenmiştir. Medresenin sokak kapısı, çok tahrip olmuş, yalnız profilli söve taşlarından birkaçı kalabilmiştir. Girişin kuzeyinde kemerli bir pencere ve ona bitişik olarak dershane kütlesi bulunmaktadır. Bu duvarda, pencerelerin alt düzeyinde kapının yanından hazireye kadar profilli bir silme uzanmaktadır. Aynı silme, kapının diğer yanında ancak kısa bir süre izlenebilmektedir. Girişten avluya geçildiğinde her yeri sarmış olan barakalar nedeniyle hücreler ve revak kalıntıları hakkında bilgi edinileme-mektedir. Dershanenin güneydoğu yönünde saçaklı bir giriş olduğu anlaşılmaktadır. Bu girişin sokağa açılan penceresi halen mevcuttur ancak mekân değiştirilmiş, betonarme bir ara kat yapılmıştır. Dersha-
danslı çaylar verilen, billur avizeli evlerden bol bol söz açmıştır. Leylak, akasya ağaçları, bahçelerde güller, şebboylar, süsen-ler, yasemenler, sonbahar mevsimi, yaprak dökümleri, sandal ve motor gezintileri, kotralar, yelkenliler, ressamlar; heykeltıraşlar, piyanistler, sopranolar bu romanlara koyu bir romantizmin melez dünyasını taşırlar.
Kerime Nadir'in, hemen hepsi de sinemaya aktarılmış romanları, içtenlikle kaleme alındığından, çok sayıda, değişik sosyal kesimlerden okura ses yöneltmiş, yeni yeni okurların yetişmesinde yararlı olmuştur. Anadolu'da yaşayan okurların bu romanlar aracılığıyla İstanbul kültürüyle tanışıklık kurdukları söylenebilir. Bugün bu eserler edebi değerlerinden çok, İstanbul'un yarı alaturka, yarı alafranga günlerine ışık tutmalarıyla nostaljik bir anlam
KEPENEKÇİ SİNAN MESCİDİ 548
nenin harap güneydoğu cephesinde yer a-lan basık kemerli kapısında kırmızı renkli taşlar kullanılarak almaşık düzen oluşturulduğu sezilebilmektedir. Kare planlı (3,85x3,90 m) küçük bir mekân olan dershanenin, kuzeydoğu ve kuzeybatı yönlerine açılan birer alt ve üst penceresi vardır; altta üstten teğetli sivri kemerli, üstte tek yuvarlak pencere düzeni uygulanmıştır. Kuzeydoğu cephesindeki pencerenin profilli mermer sövesi korunmuştur. Kuzeybatı yönündeki pencere sövesi ise düzdür. Pencere kemerleri kırmızı Gebze taşı ve küfeki ile almaşık olarak örülmüştür. Üstten teğetli pencere kemerlerinin sırtı bir sıra tuğla ile çevrelenmiştir. Kuzeybatı yönündeki alt pencerenin aynataşı düşmüş, geriden yarım tuğla ile örülmüş bir basık kemer açığa çıkmıştır.
Geçiş öğesi içte küresel üçgen olan kubbe, dışta onikigen bir kasnakla sarılıdır. Dershane kütlesinde duvarlar sürekli bir kornişle bitirilmemiş, cephenin orta kısmı kasnak üstüne kadar yükseltilmiştir. Böylece beden duvarları ile örtü arasındaki sınır alçalıp yükselen hareketiyle kütlenin durağan etkisini hafifletmektedir. Sinan, kendisinden önce örneğin Manisa'daki Haf-sa Sultan Medresesi'nde denenmiş olan bu ayrıntıyı, önce Kepenekçi Sinan Medre-sesi'nden uygulamış, daha sonra birçok yapısında tekrarlamıştır. Muhtemelen geç dönemde dershane bir onarım görmüş ve kesme taş kornişle biten kasnak üzerine tuğla sıraları örülerek, içbükey profilli yeni bir korniş oluşturulmuş, kubbenin üstü kiremitle örtülmüştür.
Dershanenin kuzeybatısında dershane-dekine benzer fakat daha alçakla, ve küçük boyutlarda, üstten teğetli alt ve yuvarlak üst pencere düzeni tekrarlanmaktadır. Bu cephe düzeni Beşiktaş'taki Sinan Paşa Med-resesi'ni anımsatmaktadır. Pencere açıklıklarından ilki dershanenin bitişiğinde, diğeri batı köşesine yakın konumda yer almaktadır. Bu verilere dayanarak kuzey yönünde iki hücre olduğu düşünülebilir. Hücrelerin pencerelerinde söve, lento ve aynataşı kalmamıştır.
Mimar Sinan'ın günümüze ulaşabilen önemli eserlerinden biri olarak değerlendirdiğimiz bu anıtın en kısa sürede işgallerden arındırılarak kurtarılması, tam bir incelenmesinin yapılmasına olanak sağlanması gerekmektedir.
Bibi. Evliya, Seyahatname, II, ist., 1969, 19-20; Ayvansarayî, Hadîka, I, 180; Sicill-i Osmanî, III, 107; Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 106; Ayverdi, İstanbul Haritası, B4; Meriç, Mimar Sinan, 35, 97; Baltacı, Osmanlı Medreseleri, 277; Kuran, Mimar Sinan, 336; M. K. Özergin, "Eski Bir Ruznameye Göre istanbul ve Rumeli Medreseleri", TED, S. 4-5 (Ağustos 1973-1974), s. 276; Kütükoğlu, Darü'l-Hilafe, 65-66; Kütükoğlu, İstanbul Medreseleri, )46.
ZEYNEP AHUNBAY
KEPENEKÇİ SİNAN MESCİDİ
Eminönü îlçesi'nde, Kantarcılar semtinde Sabunhane Sokağı'ndadır. Banisi Hoca Sinan'dır. 970/1562'de vefat eden Hoca Sinan, Edirnekapı dışındaki Emir Buhari Camii karşısına defnedilmiştir.
Mescit 942/1535'te yaptırılmıştır. Yapı birçok onarım geçirmiştir. Son büyük çaplı onarım 19ö8'de Fatih Camii Koruma Derneği eliyle yapılmıştır. Şu anda (Ocak 1994) yine onarım yapılmaktadır.
Mescit, yol yükseltilmesi nedeniyle çukurda kalmıştır. Asıl giriş kapısı Sabunhane Sokağı'ndan olan mescide tamirler sırasında bir de Kepenekçi Medresesi Sokağı'ndan giriş kapısı eklenmiştir.
Sabunhane Sokağı'ndan mescide girişten sonra mescidin bir "L" harfini andıran son cemaat yerine ulaşılır. Burası önceleri açıkken sonradan diyagonal uzanan giriş cephesini tamamen örtmek üzere eklenmiştir. Son cemaat yeri, harimin ikiye bölündüğü yerden 60°'lik bir açıyla doğuya doğru kırılmaktadır. Bu mekânın içinde birçok bölüntü yapılarak burada ders verilmesi için iki kadı olarak inşa edilmiş kısım mescide yeni mekânlar kazandırırken yapının planını doğrudan etkilemiştir. Son cemaat yerinde mukarnaslı bir niş şeklinde mihrap mevcuttur.
En alt katta mescidin abdest alma mekânları bulunmaktadır. Mescidin alt katında, doğu yönünde, ana yapının ilk yapılış dönemine ait iki eyvan ilgi çekicidir. Bu eyvanlar doğu-batı yönünde uzanırlar ve sivri bir kemerin ardından beşik tonozla devam ederler. Kıble duvarına paralel u-zanan tonoza uydurulmuş şekilde eğimi olan bir pencere açıklığı mevcuttur. Eskiden ders için kullanılan bu mekânlar günümüzde ek namaz yerleri olarak kullanılmaktadır.
Harim bir duvarla bölünmüştür ve iki kısımdır. Harime Sabunhane Sokağı'nda-ki kapının hemen yanından girilir. İlk kısım oldukça sade bırakılmıştır. Dikdörtgen plandadır. Bu kısımda sokağa bakan yönde altta üç dikdörtgen pencere, üstte ise üç sivri kemerli pencere bulunmaktadır. Üsttekilerde petek şeklinde şebekeler vardır. Mihrap basit bir niş şeklindedir. Sol yanında dikdörtgen bir pencere bulunurken, diğer yanında minareye çıkışı sağlayan bir kapı yer alır. ilk kısımda duvarların yarısına dek yeşil renkli fayansla kaplanmıştır. Yer döşemesi ahşaptır.
Birinci kısım, ikinci kısma iki pencere açıklığı ve bir kapı ile açılır. Pencerelerin çerçevesiz bırakılmasının nedeni, iki harimin arasında bağlantıyı sağlamaktır. Bu kısma açılan kapı kesme taş lento ve sö-veyle oluşturulmuş sade bir açıklıktır. Girişin karşısında ahşap kadınlar mahfili bulunmaktadır. Dış kısma yapılan ek nedeniyle harimin doğu pencereleri yarıya dek kapanmıştır. Mihrap, ilk kısımdakinden farklı olarak daha özenli bir işçilik sergiler. Mukarnaslı bir niş, dikdörtgen çerçeve içine alınmıştır. Nişin üstteki iki köşesine kabartma olarak alçıdan çiçek rozeti yerleştirilmiştir. Caminin iki harimi ve iki mihrabı olmasına rağmen tek minberi ikinci kısımdadır. Minber ahşaptandır. Korkuluklarında geometrik motifler bulunmaktadır.
Minare, kıble duvarının sağ köşesinde yer alır. Şerefe korkulukları geometrik motiflerle süslenmiştir. Kesme taş korkuluklar dışında minare tuğladandır.
Kepenekçi Sinan Mescidi
Turgut Erkişi, 1994
Mescidin arka sokağında aynı adla anılan medrese oldukça harap durumdadır. Haziresinde Hoca Sinan'ın oğlu ve akrabalarının mezarının olduğu kaynaklardan öğ-renilse de bugün bir tane mezar taşı kalmıştır. Bu mezar taşı da yeşil renkle boyan-mıştır.Yapı ve naziresi kaybolmak üzeredir. Ana yapının bir kısmı yıkılarak ve dışarıdan sıvanarak farklı bir işlev ve görünüm kazandırılmıştır. Burada şu anda marangoz atölyeleri bulunmaktadır. Hazire ise neredeyse çöplük görünümündedir. Medresenin bir kısım kasnağı kalabilmiş kubbeli bir mekânı vardır. Sekizgen kasnak ve bunun devamındaki kısımda halen görülebilen üstte yuvarlak, altta ise dikdörtgen pencere açıklıkları bulunmaktadır. Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 180.
ESRA GÜZEL ERDOĞAN
KERESTECİYAN, KEVORK
(3 Temmuz 1813, İstanbul- 6Aralık 1882, Eçmiadzin / Ermenistan) istanbul patriği ve tüm dünya Ermenileri başpatriği.
İlköğrenimini Kumkapı'daki ruhban o-kulunda tamamladıktan sonra, 1830'da Patrikhane kaleminde çalışmaya başladı. 1834'te din adamı yardımcılığı olan dia-kosluk (Ermenice sargavak) rütbesini aldı. 1835'te Patrik Bursalı II. Isdepanos Ağavni Zakaryan tarafından "apeğa" (keşiş) takdis edilerek Kevork adını aldı. Aynı yıl dini doktorluk payesi olan vartabedlikle onurlandırıldı. Hasköy Ermeni Kilisesi va-
izlik görevine davet edilerek hem bu görevi yürüttü, hem de okul müdürlüğü yaptı. Daha sonra Ortaköy Ermeni Kilisesi vaizliği ve patrik vekilliği görevlerinde bulundu. 1841'de başrahiplik payesi ile onurlandırıldı.
Tedavi için gittiği Bursa'da, Ermeni cemaati tarafından 1844'te ruhani önderlik görevine seçildi. Bursa'da eğitim alanında yaptığı yenilikler Abdülmecid tarafından bir nişanla ödüllendirildi. 1848'de Başpat-rik Aşdaraglı V. Nerses'in eliyle takdis edilerek episkoposluk rütbesine yükseltildi. 1858'de de Baladı III. Hagopos Seropyan' in istifasıyla boşalan patrikliğe seçildi. Patrikliği döneminde gerçekleştirilen en önemli iş, Ermeni toplumu anayasasının (Ermenice Azkayin Sahmanatrutyun, Osmanlıca Nizamname-i Millet-i Ermeniyan) hazırlanışıdır. Keresteciyan, anlaşmazlık nedeniyle, 21 Nisan 1860'ta patriklikten istifa etti. Ekim 1801 'den itibaren eski görev yeri olan Bursa'ya dönerek ruhani liderlik görevini üstlendi. 1866'da IV. Kevork adı ile başpatriklik makamına seçildi ve bu görevdeyken öldü.
Dostları ilə paylaş: |