KILIÇ AIİ PAŞA KÜLLİYESİ 558
559
KINA GECESİ
1850'lerde Sanayi Mektebi olarak kullanılan tarihi Kılıçhane binası.
Necdet Sakaoğlu koleksiyonu
Caminin tarih boyunca önemli bir değişikliğe uğradığım gösteren bir iz veya belge bilinmez. Ancak bazı eski fotoğraflardan 19. yy'ın ortalarında minaresinin, gövdesinin ortalarından itibaren üst kısmının yenilenmiş olduğu anlaşılır. Kötü bir şehir planlaması sonunda da külliyenin medrese ve hamam gibi unsurları, 19. yy'da yapılan binalar ile sarılmıştır.
Kılıç Ali Paşa Camii, Mimar Sinan'ın (ö. 1588) uzun mimarlık yaşamının son büyük eserlerinden olmasına rağmen, şaşırtıcı bir uygulama yapılarak meydana getirilmiştir. Burada Sinan, çok daha küçük ölçüde olmak üzere Ayasofya'nm planını ve Osmanlı dönemi Türk mimarisinin unsurlarını kullanarak eserini inşa etmiştir. Sinan'ın çok gelişmiş eserler vermişken, birdenbire böyle bir uygulamaya geçmiş olması, ancak onun bir değişiklik denemesi yapma isteği ile açıklanabilir.
Cami geniş bir alanı çeviren bir avlu duvarı içindedir. Evvelce bu duvar bir dikdörtgeni sınırlarken 1956'larda Tophane Meydanı tarafındaki cephesi şevli biçimde türbeye doğru geri alınmıştır. Duvar şadırvan tarafında da geri çekilmiştir. Caminin son cemaat yeri sütunlara dayanan kemerlerin taşıdığı beş kubbe ile örtülüdür. Fakat, bu son cemaat yerini üç taraftan saran ve üstü öne meyilli kurşun kaplı çatılarla örtülü bir sundurma revak yapılmıştır. Bu uygulamaya kalabalık cemaati olan camilerde sıkça rastlanır.
Esas cami mekânı tam bir dikdörtgen biçiminde olup, mihrap bir yarım kubbe i-le örtülü, ileri taşan bir çıkıntının içindedir. Ayrıca girişe yakın olarak yanlarda iki çıkıntı daha vardır. Bunlardan sağdaki, minarenin kürsü kısmıdır. Soldaki ise içindeki merdivenle harim kısmını çeviren galeriye çıkışı sağlar. Esas mekânda hâkim dört paye vardır. Bunların taşıdığı dört kemerin üstünde ise, geçişi pandantiflerle o-lan 12,70 m çapında pencereli ve kasnak-lı bir kubbe bulunur, iki yanlarda payelerin aralarına ikişer sütun konularak, mekâ-
Kılıç Ali Paşa Külliyesi'nin planı.
Kuran, Mimar Sinan
m üç taraftan saran galerilerin taşınması sağlanmıştır. Mekân, kıble yönü ekseni üzerinde Ayasofya'da ve sonraları Baye-zid ve Süleymaniye camilerinde de olduğu gibi iki yarım kubbe ile örtülmüştür. Galerilerin bölümleri köşelerde küçük kubbeler, aralarda çapraz tonozlar ile örtülmüştür. Ayasofya ile benzerliği en fazla vurgulayan eleman, iki yanlardaki birer çift destek payandasıdır. Halbuki burada Sinan, çok iyi incelediği Ayasofya'nm planı ile üst yapısını, gerek estetik gerek statik bakımlarından daha kusursuz olarak, değişik bir mimari anlayışla yorumlamıştır. Bu bakımdan Kılıç Ali Paşa Camii basit bir taklit değil, Ayasofya mimarisinin geliştirilmiş bir aşamasıdır denilebilir.
19. yy'daki onarımda, petek kısmına barok süslemeler ile taş bir külah yapılan minare, son yıllarda orijinal mimarisine uygun bir biçime sokularak, kurşun kaplı sivri külahına kavuşturulmuştur. Caminin, gerek son cemaat yerinde, gerek içinde 16. yy İznik çinileri ile bezenmiş olduğu görülür. Mihrabın etrafı ve kıble duvarı da çinilerle kaplanmıştır.
Caminin kıble tarafında ve denize daha yakın bir yerde olan türbe, dış duvarları ile sekizgen biçiminde, kesme taş yapılı bir binadır. Üstünü, genellikle türbelerin çoğunda olduğu gibi iç içe çifte kubbe örter. Türbenin girişi derince bir nişin içindedir. İçeride ise, girişlerin karşısında yer alan iki sütun, giriş nişinin masif du-varlarıyla, kubbeyi taşıyan kemerlere destek olmuştur. Böylece bu türbenin de mimarisinde, benzerine pek rastlanmayan değişik bir uygulama görülür.
Caminin sağ tarafında olan hamam, tek hamam olarak yapılmıştır. Hamamın yapımı ile ilgili belge 23 Muharrem 991/1583 tarihli olduğuna göre, külliyenin yapımı bu tarihe kadar sürmüştür. Batı tarafında girişe sahip olan hamamın soyunma yeri (camekân), 14,10 m çapında bir kubbe ile örtülüdür. Duvarlar taş ve tuğla olarak karma teknikte örülmüştür. Hamam mima-
risinde değişik bir sistem uygulanarak ılıklık bölümleri hemen camekânın arkasında yer almayıp, yanda, çok küçük mekânlar halindedir. Hamamın sıcaklık bölümü ise, daha çok kaplıca mimarisinde kullanılan, yuvarlak bir merkezi kısma, yıldız biçiminde kemerlerle açılan tiptedir. Kılıç Ali Paşa Hamamı uzun yıllar yersiz yurtsuzların geceleri barındıkları bir yer olarak kullanılmış ve bu bakımdan şehrin tarihinde özel bir yer almıştır.
Hamamın deniz tarafında bir de medrese vardır. Mimar Sinan'ın eseri olmasına kesin gözüyle bakılan medresenin onun eserlerini bildiren tezkirelerde yer almayışı şaşırtıcıdır. Belki bu medreseyi tasarlamış fakat yapımı, onun 1588'deki ölümünden sonra bitirilmiş olabilir. Medrese, kare planda olup revaklı avlu etrafında 18 hücre sıralanır. Bunlardan hamam tarafında kuzeyde olan bir tanesi giriş bölümü olduğuna göre, medresede barınanlara mahsus hücre sayısı 17 olmaktadır. Ortada ha-zireye çıkıntı halinde büyük kubbeli ders-hane-mescit yer alır. Hamam gibi medrese de tuğla hatdlı taş örgülü karma teknikte inşa edilmiştir. Medrese Çocuk Esirgeme Kurumu'nun sağlık merkezine tahsis edilmiştir.
Avlu duvarının cadde üzerindeki köşesinde bulunan sebillerin de külliyenin bir parçası olduğu ileri sürülür. Ancak 19. yy' m ilk yarısında yapılan gravürlerde karşıda eski Tophane binasının köşesinde bir sebil görülür. Abdülaziz döneminde (1861-1876) Dolmabahçe-Tophane Caddesi'nin düzenlenip genişletilmesi sırasında birçok eski eser, kesilirken veya yıkılıp başka yerde yeniden kurulurken (Süheyl Bey Mescidi, Nusretiye Camii'nin muvakkithane-si ile sebili gibi), bu sebillerin de esas yerinden sökülerek cami avlu duvarında yeniden kurulduğu düşünülebilir. Sebil sivri kemerleri ile klasik döneme işaret etmekle beraber, şebeke parmaklıkları, klasik üslupla bağdaşmayan bir desene sahiptir.
Caminin yan tarafında ve türbe etrafındaki nazirede çok sayıda mezar vardır. Bunların arasında bazı Türk denizcilerinin kabirleri de bulunmaktadır. Aralarında, Fındıklı sırtlarındaki Defterdar Ebu'1-Fazl ve Beyoğlu'ndaki Ağa camilerinden getirilen mezar taşları da yer almaktadır. Burada matematikçi Hasan Fuad Paşa ile, Kaptan-ı Derya Ateş Mehmed Paşa'nın kabirleri de görülür.
Bibi. R. M. Meriç, Sinan, Hayatı, Eseri, Ankara, 1964, s. 26-46 "Tuhfetü'l-Mimarîn", 78, 126 "Tezkiretü'l-Ebniye"; Evliya, Seyahatname, I, 441; Raif, Mir'at, 358; Ayvansarayî, Ha-dîka, II, 58; Gurlitt, Konstantinopels, 85; Gab-riel, "Leş mosquees de Constantinople", Syria, VII (1926), s. 376-378; Halil Ethem, Camilerimiz, 70-72; (Konyalı), Abideler, 54-55; A. M. Schneider-M. Is. Nomidis, Galata, ist., 1944, s. 33; E. Egli, Sinan, der Osmanischen Glanz-zeit, Zürich-Stuttgart, 1954, s. 103-105; Eyice, istanbul, 106, no. 165; Konyalı, Mimar Sinan, 132; Eyice, "istanbul Minareleri", Türk Sanat Tarihi Araştırma ve incelemeleri, I, (1963), s. 57; Kuran, Sinan, 283; türbe hakkında: Egli, Sinan, 55; Kuran, Sinan, 325; hamamlar hakkında: Bir belge: Orientalicbes Seminar-Deutsche Übersetzungen türkische Urkunden,
IV, (Kiel 1920), no. 54, 55; H. Glück, Bâder, 160 (içeriye giremediğinden mimari bakımdan inceleyemedi); K. Klenghardt, Türkische Bâder, Stuttgart,' 1927, s. 65; Aru, Hamamlar, 105-109; Kuran, Sinan, 394, hazire hakında; I. Fazıl Ayanoğlu, "Vakıflar Idaresi'nce Tanzim Ettirilen Tarihî Makbereler", VD, II (1942), 400, resim 2-8.
SEMAVÎ EYİCE
KILIÇ, GÜNDÜZ
(26Haziran 1919, İstanbul- 17Mayıs 1980, istanbul) Futbolcu, futbol adamı, spor yazarı.
Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali'nin oğludur. Futbola, Galatasaray Lise-si'nde öğrenciyken başladı. Galatasaray kulübünde yetişip parladı. 1936'da milli futbol takımına seçildi. Başarılı futbol yaşamında Galatasaray, Hannover 96 (Almanya), Ankara Stadyom ve Ankara Demirspor takımlarında yer aldıktan sonra 1953'te yine Galatasaray'da futbol hayatını noktaladı. Bu arada 10 kez A milli oldu, 4 kez A milli takım kaptanlığı yaptı. Futbolu bıraktıktan sonra milli takım teknik direktörlüğünde ve Galatasaray, Feriköy, Vefa, Al-tay, Beşiktaş futbol takımlarının antrenörlüğünde bulundu. Antrenörlük yaşamının en büyük başarılarını yine Galatasaray'da yaşadı. Türk futbol camiasında "Baba Gündüz" namıyla tanındı. Daha sonra spor yazarlığına başladı. Uzun yıllar Hürriyet gazetesinde spor yazarlığı yaptı ve bu görevdeyken vefat etti.
CEM ATABEYOĞLU
KILIÇBAIIĞI
Xiphiidae familyasından olan kılıçbalığı-nın bilimsel adı Kiphias gladius*tut: Gövdesinin üçte ikisi nispetinde uzun olan kılıcı, üst çenesinin uzaması sonucu oluşmuştur. Sırtı lacivert, yan tarafları mavimsi gri, karnı ise beyazdır. Türkiye'yi çevreleyen sularda yaşayan iri ve çok güçlü balıklardan biridir. Günümüzde daha çok Ege Denizi ve Akdeniz'de bulunmaktadır.
17. yy'da Eremya Çelebi'nin yazdığına göre İstanbul ve çevresinde tutulan bütün balıklar önce Balıkpazarı'na(-») gelirken sadece kılıçbalığı, deniz gümrüğüne nezaret etmek üzere Kasımpaşa'da oturan balık emininin kontrolü altında Galata ve Emi-nönü'ndeki dükkânlara dağıtılmaktaydı.
Kılıçbalığı 20. yy'ın ilk yarısına kadar geçici balıklar arasında sayılırdı. Yaz mevsiminde Karadeniz'e çıkan kılıçbalığı kasıma kadar burada kaldıktan sonra yine Marmara'ya döner, geçişleri sırasında ise Boğaziçi'nde av verirdi. Mayıs ayının mehtapsız gecelerinde yapılan kılıç avının İstanbul'un balıkçılık kültüründe çok önemli bir yeri vardı.
Her köyün balıkçıları, kendi mıntıkalarının akış başlarından, suların cereyanına göre "açma" ya da "kapama" yolunda ağlarını bırakırlar, Bebek içine veya Kandilli hizasına kadar akış yaparlar, sonra tekrar akış başına gelirlerdi. Bu şekilde gün ışımaya başlayıncaya kadar avlanırlar, gün doğarken iskelelerine döner, ağlarını yıkar, yüksek ağaçlara takılı makara ve gön-
derlerle perde halinde çekerek kurulurlardı.
Kılıçbalığı yaklaşık 1935'ten önce dalyanlarda, İstanbul Boğazı'nda özel kılıç ağlarıyla, kısmen de olta ve paraketayla av-lanırdı. Bu tarihten itibaren Marmara'da zıpkınla avcılık başladı. 1946'da Marmara' da yapılan aşırı avcılık sonucu balık Karadeniz'de çıkmamaya ve azalmaya başladı. Kılıç ağcılarının bir kısmı zıpkıncılığa döndü, diğerleri bu avı bıraktı. 1947'de 15 kilodan ufak balıkların avlanması yasak edildiyse de aşırı avcılık devam etti. Böylelikle Marmara'nın bu güzel balığı da tarihe karıştı.
ALÎ PASlNER
KILIÇHANE
15. yy'dan 1868'e kadar İstanbul'da faaliyet gösteren sanayi okulu ve imalathane. "Dımışkîlhane" olarak da bilinir. Günümüzde aynı yerde Sultanahmet Anadolu Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi vardır.
Kılıçhane'nin bulunduğu tarihi mekânda Bizans döneminde de hammaddesi demir olan savaş araç gereçlerinin yapıldığı bir imalathane vardı. İstanbul'un fethinden (1453) sonra II. Mehmed'in (Fatih) vezirlerinden Gedik Ahmed Paşa'nın girişimi ile 1454'te bir kılıç imalathanesi kuruldu. Burada Osmanlı ordusunun gereksinimi o-lan ve özelliklerine göre "dımışkî", "Ucanı", "mağribî", "zivzikî", "tırazî" denen kılıçlar dövülmekteydi. Bu imalathane, kılıç-çıbaşı denen bir başustanın yönetimindeydi. Adı saptanan ünlü bir kılıççıbaşı IV. Murad döneminde (1623-1640) Davud Us-ta'dır. Kılıççıbaşının buyruğunda çok sayıda şimşirkâr denen kılıç ustalarının çalıştıkları bilinmektedir.
Evliya Çelebi, kendi gözlemlerine dayanarak İstanbul Kılıçhane'sini ve buradaki kılıç yapımını anlatır. Kılıçhane'nin bir süre de Galata'da Kurşunlu Mahzen denen yerde faaliyet gösterdiği sanılmaktadır. 17. yy'ın ortalarına doğru Kurşunlu Mahzen' deki Kılıçhane'nin kapatıldığı ve burasının Yahudilere kiralandığı saptanmıştır.
I. Mahmud döneminde (1730-1754)
Sadrazam Yeğen Mehmed Paşa, Kılıçhane' deki çalışmaları durdurarak burayı yeniçerilerin elbiselerinin dikildiği bir dikimhane haline getirmiştir. Kılıçhane'nin ikinci kez canlandırılışı III. Selim dönemindedir (1789-1807). Kılıçhane, 16. ve 17. yy' daki önemini ve çalışma yöntemlerini koruyamamakla birlikte bu adla 1868'e kadar varlığını sürdürmüştür.
Midhat Paşa'nın girişimi ile 4 Eylül 1868' de Kılıçhane binasında Sanayi Mektebi' nin açılması ile yaklaşık 800 yıllık bir geçmişe sahip olan Kılıçhane kapanmıştır. Kılıçhane'nin tarihi binasının bir bölümü 19. yy'ın sonunda Orman ve Maadin Nezareti binasının yapılması sırasında yıkılmıştır. Geride kalan bölümleri ise günümüzde Sultanahmet Anadolu Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi binası içindedir.
Kılıçhane'de dövülen ve tarihi değeri olan pek çok kılıç, Topkapı Sarayı Müze-si'nde sergilenmektedir.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I; Ergin, Maarif Tarihi, I, 51-53; F. R. Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 14, 80 c, 139, 140; "Mekteb-i Sanayi Tarihçesi", Sultanahmet Anadolu Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi Arşivi.
İSTANBUL
KINA GECESİ
Eski İstanbul düğünlerinde geline kına yakılması nedeniyle yapılan eğlencelere kına gecesi denilirdi (bak. düğün âdetleri). Yoksul ya da varlıklı her İstanbullu aile evlenecek kızları için mutlaka kına gecesi tertip ederdi.
19. yy'da İstanbul'da çarşamba günü akşam yapılan kına gecesinde erkekler selamlıkta, kadınlar haremde eğlenirlerdi. Haremde çengiler türkü eşliğinde kızı dolaştırırlardı. Davetlilerin önüne kına tepsisini koyup gelini oturturlar, kıza ve ailesine yakın davetlilerden bir-ikisinin gelinin parmak uçlarına kına yakmasını isterlerdi. Annesi de kızın avcunun ortasına altın koyar, üzerine kına yakılarak altın yapıştırılır ve bağlanırdı. Bu altın uğur ve bereket getirmesi için gelin tarafından sak-
KINALIADA
560
56"!
KINAMADA
lanırdı. Çengiler oyunlar oynayarak sabaha kadar kına gecesini şenlendirirlerdi.
20. yy'ın başlarında düğünden bir gün önce, yani çarşamba günü damadın akrabasından birkaç kişi, üzerine iki-üç topak kına koyulmuş ve iki tane de mum dikilmiş gümüş bir tepsiyi gelinin evine götürürdü. Sazende ve hanende kadınlar kına gecesi meclisini şenlendirirler; gelini ö-ven maniler söylenir, çengiler oynatılırdı. Bütün gece eğlenceler devam eder, sabaha karşı ortaya getirilen gelinin avuçlarına, parmak uçlarına ve ayak başparmağına kına yakılırdı. Kızın bütün arkadaşları da kısmetleri açık olsun diye kendi ellerine kına yakarlardı. Kına gecesinde bulunan kadınlar kına tepsisinin içine para koyar, bu para ile de geline hediye alınır veya o gecenin masraflarına katkıda bulunulurdu.
Kına gecesi erkekler için de eğlenceli olurdu. Onlar da ya damat evinde veya gelin evinin selamlığında toplanıp eğlenirlerdi. Damadın bütün yakın arkadaşları bir tarafa, yaşlılar bir tarafa otururlar, eğlenirlerdi.
Eski istanbul'un köy düğünlerinde kına gecesi "kına damı" olarak adlandırılmaktaydı. Bu eğlencelerde saz takımı bulunmaz, sesi ve sözü uygun olan kadın veya kızlar def çalıp, türkü söyleyerek eğlenirlerdi. Bu eğlenceler iki gece sürer, birinci geceye "küçük kına gecesi", ikinci geceye de "büyük kına gecesi" denirdi.
Kız evinin erkek tarafından kına istemesi gelenekti. Gelin evinde hazırlanan hel-valı tepsi düğünün son gecesi damat evine gönderilirdi. Helvalı tepsi, damat tarafındaki bütün misafirlere gezdirilir, herkes helvanın üzerine para yapıştırırdı. Tepsinin üzerine mum dizilir ve istenilen kına konduktan sonra köyde bulunan herkes çalgı ve çengi eşliğinde gelin başka bir köydey-se oraya, aynı köydense evine kınayı götürüp teslim ederlerdi. Kızın yakın arkadaşları hazırladıkları kınayı önce gelinin ellerine, daha sonra da kendi ellerine yakarlardı.
Bibi. Melahat Sabri, "istanbul Düğünleri", HBH, II, S. 23-24 (Mayıs 1993); E. E. Talu-S.Eri-mez, Dünden Hatıralar, îst., ty; Pakalın, Tarih Deyimleri, II, 267-268; Musahibzade, istanbul Yaşayışı, 18-22; "İstanbul'un Anadolu Yakası ve Şile Dolaylarındaki Köylerde Düğün Âdetleri", HAGEM Arşivi, YB 89.0027.
MELTEM CİNGÖZ
Kmahada
Hazım Okureı; 1993
Kınalıada
İstanbul Ansiklopedisi
KINALIADA
istanbul adalarından İstanbul Limanı'na en yakın ve en küçük olanıdır. Eski isimleri, "birinci" anlamına "Proti" ve "bileytaşı" anlamına "Akoni"dir. Türkçe Kınalıada denilmesinin nedeni, üzerinin makilerle kaplı olduğu dönemlerde uzaktan kına renginde bir görüntü vermesidir.
Kınalıada, istanbul'a 6,5, Anadolu sahiline 3,5 mil mesafededir; eni 1,5, boyu 1,1 km'dir; üç tepeden oluşmaktadır. Batıdaki Çınar Tepesi ile bu tepenin hemen yanındaki Teşvikiye Tepesi 115 myüksek-liğindedir, iki tepenin arasında Çınarlık denilen bir boyun vardır. Güneye doğru u-zanan ve üzerinde Hristos Manastırı'nın bulunduğu Manastır Tepesi'nin yüksekliği ise 93 m'dir.
Kınalıada, öteden beri ağaçtan yoksundur, evvelce bazı yörelerinde zeytin yetiştirilmiştir, iklimi öteki adalara oranla serttir.
Jeolojik yapısı bakımından çok kayalıktır. Bizans zamanında surların yapımında ve onarımında bu adanın taşlarının kullanıldığı bilinmektedir. 19. yy'ın başlarında Tophane Rıhtımı ve Haydarpaşa Limanı inşaatında Kmalıada'dan çıkartılan taşlar kullanılmıştır.
Adanın batı ve güneybatısında, çıkartılan taşlar nedeniyle arazi bozulmuş, iki büyük çukur oluşmuştur. Büyük çukura "Megalo Lakka", küçük çukura da "Mik-ro Lakka" denirdi. Ayrıca güneyde, deniz kenarındaki Taşocağı denilen yöreden de, son yıllarda sürekli taş çıkartılmıştır.
Bugün vapurla Kınalıada'ya gelirken, daha uzaktan dikkati çeken en önemli ö-zellik, Çınar Tepesi'ndeki büyük televizyon ve radyo antenleridir. Adanın uzaktan beton evlerden oluşan manzarasına karşın, iskele başında, yan yana duran, şirin iki ahşap köşk görülür. Bunlar ikiz Sirakyan evleridir. Yine hemen sahilde üçgen ça-
tısı ve üçgen biçimindeki minaresi ile pek özgün mimari yapısı olan Kınalıada Camii dikkati çeker.
Ada ağaçsız, bahçesiz, tamamen beton binalarla kaplı olmasına karşın, vapur iskelesinden güneye doğru giden çakıllık sahilin tabii bir güzelliği vardır. Adanın güneydoğusunda, içinde olimpik yüzme havuzu da bulunan Kınalıada Su Sporları Tesisleri ve önünde küçük bir liman görülür. Vapur iskelesi son yıllarda büyütülmüş ve modern biçimde yeniden inşa edilmiştir, iskelenin önündeki Ali Boran Meydanı aynı zamanda Kınalıada çarşısının merkezini oluşturur. Evvelce bu meydanda geniş camekânları olan ferah, güzel, ahşap bir gazino vardı. Adanın iskeleye göre sağ tarafına "Akasya", sol tarafına eskiden burada bulunan Jarden Gazinosu nedeniyle "Jarden" denilir. İskeleden sola, güneye doğru gidilirken yeni yapılan küçük mendirek ye küçük bir rıhtımdan sonra yine beton evlerle doldurulmuş olan bir sahil görülür.
Kınalıada İskelesi'nden, sahil boyunca güneye doğru uzanan bölgede, eski ahşap yalıların yerine, beton binalar yapılmıştır. Eski liman dolmuştur. Limanın yakınındaki çayırlık futbol alam halen durmakta ise de çevresi binalarla sarılmıştır. Limanın üstündeki Manastır Tepesi'nde Hristos Manastırı vardır. Tepenin güney yönü taşo-caklarıdır. Güneybatıya bakan burunun a-dı incir Burnu'dur. Burası Jarden bölgesidir. Jarden'den bir patika ile tepede, kayalar arasında eskiden keşişlerin çile çektiği hücreleri olan Keşişhane'ye gidilir. Ke-şişhane'nin bugün sadece kalıntıları görülebilmektedir.
Hristos Manastırı'nın batısındaki koyun ismi Manastır Koyu'dur, koyun kuzeyinde "Büyük" ve "Küçük" çukurlar vardır.
Öteden beri gerek ev sayısı, gerek nüfusu bakımından Adalar'ın en küçüğü o-lan Kınalıada uzun yıllar bir köy görünümü vermiş, öteki adalardaki gelişme bu adada görülmemiştir.
Kınalıda geçmişte susuz, elektriksiz; yazın bile nüfusu fazla artmayan; genellikle Ermenilerin oturduğu; hekimi, eczanesi olmayan küçük bir yerleşim yeri olmuş; yönetim bakımından da, Heybeliada ve Bur-gazadası nahiye olduğu zamanlarda dahi Burgazadası'na bağlı bir köy olarak kalmıştır. Halen Adalar İlçesi'nin bir mahal-lesidir.
Ağaçsız oluşu ve ikliminin sertliği nedeniyle, istanbul'a en yakın ada olmasına rağmen, diğer adalara oranla, uzun süreler yazlıkçılar tarafından da fazla rağbet görmemiştir. Adaya ilk yerleşenler buradaki Vartan Manastırı nedeniyle, Ermenilerdir. ilk ciddi yerleşim 1833'te başlamış, 1846' da Adalar'a vapur işlemeye başlaması ü-zerine Ermenilerin sayısı daha da artmıştır. 1857'de Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi ve Nersesyan Ermeni Okulu açılmış, bilahare en ünlüsü Şahap olmak üzere birkaç otel de hizmete girmiştir.
Adanın Rum ve Türk nüfusu sınırlı kalmıştır. Ortodoks Panayia Kilisesi ve Rum ilkokulu 1869'da açılmışsa da Rum nüfu-
su artmamış, Rum ilkokulu 1973'te öğren-cisizlikten kapanmıştır. Türk ilkokulu ise 1935'te açılmıştır.
Ada 1946'ya kadar elektriksizdi; sadece bazı yöreler jeneratörle aydınlatılıyordu. Adaya şehir şebekesinden, denizaltından kablo ile elektrik ancak 1947'de gelmiştir.
Kınalıada sudan da yoksundur. Eski zamandan kalma büyük sarnıçlar adanın ö-teden beri su sıkıntısı çektiğim göstermektedir. Uzun süre tankerlerle, evlerin sarnıçlarına su getirilmiş, 1981'de su dağıtım şebekesi inşa edilmiştir.
Adaya ilk ve tek cami, 1958'de Kara-köy Meydanı'nın genişletilmesi sırasında pek değişik bir mimari üslubu olan Kara-köy Mesddi'nin(-0 taşlan numaralanarak sökülüp buraya monte edilmesiyle kurulmak istenmiş, ancak bu caminin taşları kaybolduğundan, sahile 1963'te mimari açıdan modern bir cami inşa edilmiştir (bak. Kınalıada Camii).
Kınalıada'da oturan Türk aile öteden beri azdır. Uzun süre adada oturan ünlü kişilerin başında şair ve politikacı Fazıl Ah-
met Aykaç gelir. 19401ı yıllarda yazları Adalar arasında yapılan futbol turnuvalarında, Kınalıada futbol sahası da şenlikli maçlara sahne oluyordu. Fazıl Ahmet Aykaç' in oğlu, ünlü futbolcu Eşfak Aykaç, yine ünlü futbol adamlarımızdan Beşiktaşlı Şükrü Gülesin, Galatasaraylı Osman incili (Kova Osman), Kınalıada'nın tanınmış futbolcularındandı.
Afiş ressamı Ihap Hulusi, bilim adamı Prof. Avram Galanti de adaya yerleşmiş kişilerdendir.
Adanın nüfusu uzun yıllar, özellikle kışları birkaç yüz kişiyi geçmemiştir. Ancak son yıllarda yaz nüfusu fevkalade artmıştır. Kışın 2.000'i aşmayan nüfus (1990 Genel Nüfus Sayımı'nda 1.700 kişi), yazın 25-30.000 kişiyi bulmaktadır. 1984'ten sonra Kınalıda kötü yapılaşmaya örnek teşkil e-dercesine gelişmiş, büyük bir inşaat furyası sonucu arsa ve bina fiyatları yükselmiş, Kınalıada bahçesiz binalarla dolmuş, bu kötü yapılaşma adayı büyük ölçüde beton-laştırmıştır.
Kınalıada Bizans döneminde sürgünler yeri olan Prens Adaları içerisinde, belki de
KEVAIIADA CAMÜ
562
563
KIRAATHANELER
istanbul'a ve Anadolu yakasına yakınlığı nedeniyle, tarihte bu amaçla pek çok kez kullanılan bir yer olmuştur. Adanın manastırları pek önemli sürgünleri barındırmıştır. Kınalıada'nın bir diğer özelliği de Bizans döneminde en çok talan edilen ada olmasıdır. 1182, 1204, 1302 yıllarında Girit korsanları ve Haçlıların yağmalarından Kına-lıada çok müteessir olmuştur, istanbul'un fethinden sonra bir ara canlanan ada yemden korsanlar tarafından tahrip edilmiştir. Adanın gelişmesi ancak 1900'lü yıllarda gerçekleşmiştir.
Kınalıada'da ikisi artık yok olmuş bulunan üç manastırın varlığından söz edilir. En önemli ve bugün de mevcut olan manastır "Yukarı Manastır", yani Hristos Ma-nastırı'dır. Bu manastıra ait ilk önemli o-lay imparator V. Leon'un 820'de Aya trini Kilisesi'nde öldürülüp, balta ile parçalanan cesedinin dört oğlu tarafından buraya getirilmesidir, ikona taraftarları ile karşıtlarının bu amansız mücadelesinde imparatorun dört oğlu da hadım edilmiştir. V. Leon' un mezarı manastırdadır.
Kınalıada'nın tepesindeki Hristos Ma-nastırı'mn en önemli sürgünü IV. Romanos Diogenes'tir. 1068'de tahta çıkmış olan Romanos Diogenes, 1071'de Malazgirt'te Alparslan'a yenilmiş, Bizans sarayında iktidarı ele" geçirmiş olanlar tarafından İzmit' te yakalanmış, gözleri oyulmuş, sırtına keşiş elbisesi giydirilip Kınalıada Hristos Ma-nastırı'na sürülmüştür. Ancak çok yaşamamış ve burada ölmüştür. Mezarının bugünkü yetimhanenin hemen yanında olduğu söylenmekte, kesin yeri bilinmemektedir.
Manastır 1182'de Latin istilasına uğramış, 1262'ye kadar Latinlerin elinde kalmış, 1453'te istanbul'un fethi üzerine Fener Patrikhanesi'ne bağlanmıştır. Manastır 1722'de tamir edilmiş, 1778'de Ipsilanti ailesine intikal etmiş; lpsilantiler(-»), manastırı Heybeliada'daki Panayia Kamariotissa Manastırı'na bağışlamışlardır.
Manastırın hamisi Ipsilanti ailesi Yunan ihtilaline karıştığı için devletçe bütün emlakine el konulmuş, ancak manastır daha önce Panayia Kamariotissa'ya bağlandığı için kurtulmuştur. 1844'te Patrik IV. Yer-monos, manastırı Heybeliada Ruhban Mek-tebi'ne bağışlamıştır.
1894'teki depremde Heybeliada'daki Ruhban Mektebi yıkılınca okulun öğrencileri bu manastıra getirilmiş; 1901'de Patrik III. Yuvakim burada bir kız yetimhanesi açmıştır.
Ünlü zengin Sinyasoğlu, Hristos Manas-tın'nın gelişmesi için büyük mali yardımlarda bulunmuştur. Mezarı manastırın giriş kapısındadır.
Manastır 1914'te askeri idareye verilmiş, 1917'de boşaltılmış, 1920'de buraya Beyaz Ruslar yerleştirilmiş, Kızılhaç tarafından sevkıyat merkezi olarak kullanılmıştır. Halen manastır, Fener Patrikhanesi'ne bağlıdır. Manastırın kutsal günü 6 Ağustos'tur.
Kınalıada'da biri Rum, biri Ermeni, biri de Fransız-İngiliz mezarlığı olmak üzere üç eski mezarlık vardır. Müslüman mezarlığı ise yeni kurulmuştur. Ermeni me-
zarlığı ile yan yanadır. Hristos Manastırı civarındaki Aya Fotini Ayazması da bugün yok olmuştur.
Öteden beri su sıkıntısı çeken Kınalıada'da eskiden Yerebatan Sarnıcı gibi direkli büyük sarnıçların olduğu, bunlara "Kinstern" (direkli sarnıç) denildiği bilinmektedir. Halen bu sarnıçların bazılarının kalıntıları görülmekte ise de çoğu kötü yapılaşma nedeniyle tahrip edilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |