HAŞMET
(?, istanbul - 1768, Rodos [bugün Yunanistan 'da]) Divan şairi.
Adı Mehmed'dir. Kazasker Abbas Efendi'nin oğludur. İyi bir eğitim aldı. Müderrisliklerde bulundu. Koca Ragıb Paşa'nın himayesini gördü. Hicivleri yüzünden Bur-sa'ya (1759) ve Rodos'a sürüldü (1768). Burada vefat edince ünlü denizci Murad Reis'in yanına gömüldü.
Hicivleri dışına kalan şiirlerinde hike-mî tarzı denemiştir. Özkan'ından başka Senedüş-Şuarâ, Vilâdetname, Şehadet-name, Dürreteyn adlı eserleri vardır. Hiciv ve latifelerinden bazıları mecmualarda kayıtlıdır.
Nüktedan bir kişiliğe sahip olan Haşmet, özellikle Divan'mdak.i bazı şiirlerde İstanbul'u pek çok yönden anmış, şehir hakkında değerli bilgiler vermiştir. Şeyhülislam Esad Efendi hakkında yazdığı bir kasidenin nesip bölümünde istanbul hayatından sahneler yer alır (Ekser-i serv-kadân cami-i Fatih 'de gezer /Havlının her tarafı dilber ile mâlâmâl /Kimi uşşâ-kına hem-dest olarak gezmekde / Kimi zendostluk edip almış ele birgül-i âl). Bir Ramazaniye kasidesinde istanbul ramazanlarım (Mide teşbih ile saati sayar tiryaki/Dâne-i habbe-i afyonu eder vird-i zeban); bir bahariyede de İstanbul'un baharını geniş açılımlarla anlatır. Divan'm-da yer alan çeşitli gazellerde şehrin semtleri birer vesile ile anılır. Göksu, Behci Körfezi, Hisarlar, Boğaziçi, Üsküdar, Akbaba, Sütlüce, Vefa, Şehzadebaşı gibi yerleşim alanlarının 18. yy'daki hayata akse-diş tarzları semt isimleri üzerine edebi sanatlar yapılarak dile getirilir (.Bize teşrife manî ve va'dine incâzdır amma/ Behey zâlim hele bir kerrecik semt-i Vefa'dan geç // Var mı aslan sütüne habisi yavru nicedir / Kaymak isterse kuzum zevka mahal Sütlüce'dir. //Birşâhbâz-ı hüsn ile biz Akbaba 'dayız / Turna-gözü şa-rab ile zevk ü sofadayız). Haşmet'in sanatında istanbul, vazgeçilmez objelerden biri olarak daima gündemdedir (Seyr et nicedir seyl-i hurûş-âver-i hicran / Bâ-rân-ı sirişk-i gamım İstanbul'a düştü). İSKENDER PALA
HAT SANATI
Hat sanatının gelişmesinde ve güzelleşmesinde ilk hamleyi Arap hattatları yapmış ve Abbasiler dönemine kadar kullanılan "kufi" adlı yazıyı geliştirerek ondan "ak-lâm-ı sitte" adını taşıyan "muhakkak", "reyhani", "sülüs", "nesih", "tevki", "rık'a"
adlı altı çeşit yazı meydana getirmişlerdi. Zorluğuna ve önemini kaybetmesine rağmen, kufi yazı, az da olsa bir sanat ve süs unsuru olarak, diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi Anadolu'da ve fetihten sonra İstanbul'da da varlığını günümüze kadar sürdürdü. Kufi, istanbul'da ilk olarak Fatih Camii'nde avlu penceresinde ve Çinili Köşk'ün eyvanında kullanılmıştır.
16. yy'ın ünlü hattatı Ahmed Karahisa-rî'nin(-») kâğıt üzerine yaptığı bazı denemelerinden sonra yüzyıllar boyu nadiren kullanılan bu yazı, 19. yy'ın sonlarında gazeteci ve yazar Ebüzziya Tevfik(->) tarafından yeniden canlandırılmaya çalışılmış, hattâ Yıldız Camii'nin kuşak yazısı onun tarafından yazılmıştı. Daha sonra Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu da (ö. 1978) bu yazı ile eserler vermişti, istanbul'da Çapa'daki öğretmen okulunun üstünde çini üzerine geçirilmiş olan "Dâru'l-Muallimati'l-Âliye" yazısı onundur. 1960'tan sonra Emin Ba-rın(-0, sahip olduğu grafik bilgisi sayesinde kufiyi yeni bir açıdan yorumlayarak kimsenin hatırına gelmeyen örnekler ortaya koydu. Bütün bu gayretlere rağmen kufi, aklâm-ı sitte adı verilen altı çeşit yazının daha tabii ve daha sanatlı yapısı karşısında direnemeyerek 19. yy'dan itibaren yerini bu yazılara terk etmeye mecbur olmuştur.
Aklâm-ı sitte, Abbasilerin ilk çağında yaşamış olan İbn Mukle (ö. 940) adındaki ünlü vezir ve hattat tarafından belirli kurallarla disiplin altına alındıktan sonra, son
halife, Mustasım'ın saray hattatı Yakut (ö. 1298) tarafından nispi bir güzelliğe kavuşturuldu ve üslubu, kısa zamanda Bağdat' in dışına yayıldı. Anadolu hattatları 150 yıldan fazla onun tesirinde kaldı. II. Mehmed (Fatih), İstanbul'u aldığı sırada Amasya'da yaşamakta olan Şeyh HamduHah(-0, Yakut'un yazılarından istifade ederek sanatım geliştirirken diğer yandan, harflerin anatomi ve fizyolojisine kattığı güzellik unsurları sayesinde onu aştı. II. Bayezid döneminde (1481-1512) Osmanlı sarayına davet edilen Şeyh Hamdullah, yeni üslubunu, yetiştirdiği öğrencileriyle yaydı ve kısa zaman içinde İstanbul, Bağdat'ın yerini alarak hat sanatının merkezi haline geldi. Ortaya çıkan bu yeni üslup, bu haliyle kalmayıp devamlı gelişme gösterdi. 150 yıl sonra İstanbullu Hafız Osman(->), Şeyh Hamdullah'ın estetik bakımdan eksiklerini tamamlamak suretiyle aklâm-ı sit-teyi güzelliğin zirvesine ulaştırdı ve kemale erdirdi. Bugün Türk ve Arap dünyası hattatları, Hafız Osman üslubunu takip etmektedirler.
Aklâm-ı sitte yazılarından her birinin ayrı kullanılış yeri vardır. Muhakkak ve reyhani, Kuranların; sülüs, unvan ve levhaların, kitap başlıklarının; nesih, her çeşit kitabın; tevki, vakıfnamelerin; rık'a da ilmiye ve hat icazetnamelerin yazılmasında kullanılmaktaydı. Bunlardan, karakterleri itibariyle geniş, iri, yani büyük yazılma: ya müsait muhakkak, büyük yer tuttuğu için 16. yy'dan itibaren kullanılmaz olmuş
Yahya Hilmi'nin sülüs ve nesih ile yazılmış bilyesi, 1301 (solda) ve Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin celi sülüs levhası, Nilgün Serttürk koleksiyonu.
Ara Güler fotoğraf arşivi (sol), Nazım Timuroğlu
HATİCE SULTAN ÇEŞMESİ
18
19 HATİCE SULTAN SAHİLSARAYI
Şeyh
Hamdullah'a ait "muhakkak" yazı (üstte) ve "reyhani" yazı altta.
ların dehası sayesinde ortaya çıkmıştır, ilk örneklerine Lale Devri'nde rastlanan bu hat, son ikisi gibi önce Divan-ı Hümayun' da, sonra Babıâli kalemlerinde gelişti ve 1928'e kadar diğerleri gibi yazışmalarda, günlük işlerde ve mektuplarda kullanıldı.
Rık'ada iki üslup vardır. Birincisine Babıâli rık'ası veya Mümtaz Efendi rık'ası denilir. Bu üslup, Babıâli'de yüksek bir memur olan Mümtaz Efendi tarafından geliştirildiği ve çok güzel yazıldığı için bu adla da anılmaktadır. İkincisi Mehmed İzzet Efendi rık'asıdır. II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) hat hocası Mehmed İzzet Efendi tarafından geliştirilip kesin kurallara bağlanmıştır. Bir sanat yazısı haline getirilmiş ve okullarda öğretilmiştir.
Görüldüğü gibi hat sanatı İstanbul'da gelişmiş, teşvik görmüş, beğenilmiş ve başka ülkelere de örnek olmuştur. Eskiden ilk ve orta öğretim okullarında hat dersleri
zılmasmda kullanılan bu yazı, Anadolu' da kendini ilk olarak Fatih döneminde (1451-1481) gösterdi ve 19. yy'ın başına kadar Iran etkisinde devam etti. Bu zaman zarfında Türk hattatları aynen İranlı sanatçılar gibi talikte çok güzel eserler verdiler. Nihayet 19. yy'ın başında Yesari-zade Mustafa İzzet(->), İran etkisini terk ile yeni bir üslup ortaya koydu ve böylece, bu yazıda bir Türk ta'lik ekolü doğdu. Bugün Türkiye'de hattatlar bu üslubu devam ettirmektedirler. II. Mahmud döneminin (1808-1839) birçok yapılarının üstündeki yazıların çoğu Yesarizade Mustafa İzzet'in elinden çıkmıştır.
Hat sanatının önemli bir yazısı da Türk sanatçıların icadı olan "divani" hattıdır. Di-van-ı Hümayun'dan çıkan ferman, berat ve tayinlerde kullanılan bu hattın ilk ve sade örneklerine Fatih döneminde rastlandığına göre herhalde bu tarihten önce meydana geldiği düşünülmektedir. Herkes tarafından yazılıp okunması mümkün olmayan divani, halen Arap ülkelerinde de kullanılmaktadır.
Divaniye benzemekle beraber ona nispetle daha girift olan "celi divani" ise is-tifli yeni harflerin ve kelimelerin üst üste yazılmaları cihetiyle görkemli bir görünüme sahiptir. Divani gibi Türk hattatlarının icadı olup ilk örneklerine II. Bayezid döneminde rastlanan bu hat, Divan-ı Hüma-yun'da ve Babıâli kalemlerinde gelişti ve en güzel şekilde 19. ve 20. yy'ın başında yazıldı. Arap ülkelerince de benimsenen bu hat, menşurların, antlaşmaların yazılmasında kullanılmıştır.
Hat sanatının en kolay ve kullanılıştı yazısı olan "rık'a" ise gene Türk sanatçı-
vardı. 19l4'te Medresetü'l-Hattatin adıyla açılan hat okulunda her çeşit yazı öğretilmiştir. Bir müddet sonra bu okul Sanayi-i Nefise Mektebi'nin daha sonra da Güzel Sanatlar Akademisi'nin bünyesine alındı. Halen Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ne bağlı Geleneksel Türk El Sanatlan Bölümü'nde bir hat sanatı ana-bilim dalı vardır ve burada her çeşit yazı eğitimi yapılmakta ve ayrıca teorik bilgiler de verilmektedir.
Bibi. S. Ünver, Türk Yazı Çeşitleri ve Fay Bazı Bilgiler, ist., 1953; U. Derman, "Hat", TA, 13X, 49-60; ay, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, 1982; ay, islam Kültür Mirasında Hat Sanatı, ist., 1992; M. B. Yazır, Medeniyet Aleminde Yazı ve İslam Medeniyetinde Kalem Güzeli, I-III, Ankara, 1972-1989; A. Alparslan, "Hat in Persia and in Turkey", El2, IV, 1122-1126; ay, "Mimari Yapıların Yazı Sanatı Bakımından Önemi", Boğaziçi Üniversitesi Beşeri Bilimler Dergisi, c. IV-V, 1976, s. 1-14; ay, Ünlü Türk Hattattan, Ankara, 1992; M. Serin, Hat Sanatımız, îst., 1982.
ALÎ ALPARSLAN
HATİCE SULTAN ÇEŞMESİ
Eminönü'nde Mısır Çarşısı'nm yanındaki Tahmis Sokağı ile Kalçın Sokağı'mn kesiştiği köşededir.
Sünbülzade Vehbi'ye ait 1221/1806 tarihli kitabesinden çeşmenin III. Selim'in (hd 1789-1807) kız kardeşi Hatice Sultan tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Hazneli inşa edilmiş yapı iki sokakta başka yapılarla birleştiğinden hazne ile ilgili bilgi vermek mümkün değildir. Üstü sıvanmış, boyanmış ve bir pencere açılmış haznenin, görüldüğü kadarıyla dikdörtgen gövdeli bir yapı olduğu söylenebilir.
Beyaz mermerden yapılmış çeşmenin ön cephesi dikdörtgen formundadır. Hazneye monte edilmiş olan ön cephe üç ü-niteden oluşmaktadır. Pilastr ayak yüzeylerini bezeyen sütunçelerle, konsollarla dikey eksende üçe bölünmüş cephenin yan üniteleri nişlerle içbükey; orta ünitesi ise düz hatlı tasarlanmıştır. Yatay eksende de silmelerle üçe ayrılmış yapı hareketli bir saçak ve saçağın üstünde yükselen kademeli dört ayak üzerine beş babayla taçlandırılmış tır.
Ortada gömme sütunla bezenmiş pro-filasyonlu iki ayak arasına iç içe yerleştirilmiş, sepet kulpu biçimindeki kemer gözü içine aynataşı oturtulmuştur. Rokay be-
Hatice Sultan Çeşmesi'nin ön cephesinden iki ayrıntı.
Yavuz Çelenk, 1994 (sol), Nazım Timumğlu, 1994
zemelerle tasarlanmış bir perde görünümündeki aynataşı, aşağı doğru ters sarkıtılmış iki çiçekten oluşan bir püskülle süslüdür. Birden fazla musluk lülesi bulunan aynataşı silmelerle kat kat bir çerçeve içine alınmış ve üzerine kitabe panosu yerleştirilmiştir. Onun da üstüne rokay bezemelerle şekillendirilmiş alev diliyle taçlandırılmış bir rozet içine tuğra oturtulmuştur. Aynataşınm önünde yuvarlak hatlarla hareketlendirilmiş, dışbükey ön cepheden taşan bir tekne vardır. Teknenin dış yüzü baklava biçimlerinin yanısıra iki yanda üstte ve altta saçağa benzeyen palmetlerle süslü kartuşlarla bezenmiştir.
Yapının iki yan ünitesi simetrik olarak yapılmış düzenleme ve süslemelere sahiptir. Yatay silmelerle üçe ayrılmış bu ünitelerden aşağıdakinde kumanın dış yüzündeki kartuşlara benzeyen motifin arasına oturtulan bir musluk lülesi vardır. Yanlarda burmalı sütunçelerle sınırlanmış musluk lülesinin üzerine bir alev dili oturtulmuştur. Önünde dışarıya doğru taşan oval gövdeli bir suluk bulunmaktadır. Bunun üstünde alev diliyle taçlandırılmış, rokay süslemelerle yapılmış bir tasarım vardır. Onun da üstüne alev diliyle taçlanmış perde görünümünde bir çerçeve içine yerleştirilmiş çevresi burmalı suyla kuşatılmış bir ay yıldız oturtulmuştur.
Rokay süslemeleri ve barok üslubuyla İstanbul çeşmelerinde Batılılaşma döneminin yeniliklerini yansıtan eserin en ilginç ünitelerinden biri dış yüzü bezenmiş kumaşıdır. Tipik Kayseri evlerinin ahşap zarflarını, pencere kanatlarım akla getiren kartuşlarla bezenmiş kurna, Batı estetiğinden alınan süsleme öğeleri ile Anadolu'da da beğeni kazanmış motifleri göstermesi açısından önemlidir. Belki de Kayserili bir ustanın bezediği bu kurna Nuruosmaniye Çeşmesi ile başlatılabilecek ve en güzel örneklerinden birini Faretzade Halil bin Ab-durrahman Çeşmesi'nde alacak dış yüzeyi bezemelerle süslü dışbükey kurnaların erken örneklerinden biridir.
BibL Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 226-227; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, îst., 1993, s. 365.
H. ÖRGÜN BARIŞTA
Melling'in
çizgileriyle
Hatice Sultan
Sahilsarayı,
18. yy.
Ara Güler fotoğraf arşivi
HATİCE SULTAN SAHİLSARAYI
Ortaköy ile Kuruçeşme arasında, Defter-darburnu'nda bulunuyordu.
17. yy boyunca giderek günlük devlet işlerinden kopan Osmanlı sultanları, hanedanın kadın üyeleri ile birlikte bir anlamda Topkapı Sarayı'nı terk etmişlerdi. Bu dönemde İstanbul'un önce Haliç, sonra da Boğaziçi sahillerinde, sultanları uzun sürelerle ağırlayan sahilsaraylar inşa edildi. Bunların büyük çoğunluğu, geleneksel olarak üst yöneticilerle evlendirilmekte olan sultan kızlarına, kız kardeşlerine ve kardeş kızlarına aitti. III. Mustafa'nın (hd 1757-1774) kızı Hatice Sultan'ın (1768-1822) Ortaköy'deki sahilsarayı bunlardan biridir.
Hatice Sultan, amcası L Abdülhamid'in (hd 1774-1789) girişimi ile 1786'da Hotin muhafızı Seyyid Ahmed Paşa ile evlendiril-mişti. Kardeşi III. Selim'e (hd 1789-1807) yakınlığıyla dikkati çeken bu sultan, padişahın hayatında özel bir yer alırken, çağdaşı bazı diğer sultanlar gibi özgür bir yaşam sürdürmeye başlamıştı. 1796'da Eyüp' te Defterdar İskelesi'nde bir sahilsarayı olduğu bilinen Hatice Sultan, bir taraftan burayı yenilerken, aynı zamanda 1804'te Or-taköy-Kuruçeşme arasındaki Defterdar-burnu'nda bulunan Neşatâbâd Sarayı'mn kısmen onarımı ile iç dekorasyonunun tümüyle yenilenmesine girişmiş; ayrıca 1809' da Arnavutköy'de bir arazi satın alarak, Beyhan ve Esma sultanlar gibi kendi adına yeni bir sahilsaray inşa ettirmeye başlamıştı. Bu sıralarda İstanbul'da faaliyet göstermekte olan mimar-ressam Antoine-Ig-nace Melling (1763-1831) ile bir yakınlık kurarak, onu Neşatâbâd Sarayı'mn bütün iç dekorasyonunun tepeden tırnağa değiştirilmesiyle görevlendirdi. Zor da olsa yaratılan güven ortamında, mimar ile sultan efendinin sahilsarayın iç süslemeleri konusunda görüş alışverişinde bulunabildiği anlaşılmaktadır. Balmumundan hazırladığı modellerle ilgili olarak Hatice Sultanla yazışabilmek için Melling Osmanlıca öğrenirken, Hatice Sultan da Melling'den bu dili Latin harfleri ile yazmayı öğrenmiştir. Hattâ aralarında özel bir ilişki olduğu rivayet olunur. Bu açıdan, Hatice Sultan
Sahilsarayı'mn hemen yanında, sultanın başmimarı olduğu kadar kethüdalığı görevini de üstlendiği anlaşılan Melling'in ö-zel dairesinin inşa edilmiş olması dikkat çekicidir.
Melling'in Voyagepittoresque de Cons-tantinople et deş rives du bospbore isimli albümde yer alan ve yapının tamamlanmasından sonraki durumunu gösteren gravürü, sahilsarayın deniz cephesini tüm ayrıntılarıyla betimlemektedir. Albüm metninde Melling'in tasarladığı belirtilen bir köşk dışında, Defterdarburnu Sahilsarayı'nda geleneksel Osmanlı sivil mimarisi ilkelerinin korunduğu anlaşılmaktadır. Gravüre eşlik eden metin ve arşiv belgeleri, yapı gruplarını ve sahilsarayın iç mekân organizasyonunu anlamamıza olanak sağlamaktadır. Saraya bağlı olan ilk yapı başağa dairesi, yani harem ağalarının başı olan görevli ile maiyetinin ikametgâhıydı. Sarayı çevreleyen duvarların dışında kaldığı belirtilen bu iki katlı dairenin, gravürde ancak eliböğründelerle taşınan bir çıkması gösterilmiştir. Metinde, alt katın başağa ve maiyetinin kullanımına, üst katın da kız kardeşini sık sık ziyaret etmekte olan sultanın maiyetine ayrıldığı ve maiyetini burada bıraktıktan sonra padişahın sahilsarayın diğer bölümlerine yalnız ilerlediği belirtilmiştir. Beyhan ve Esma sultanların Boğaziçi sahilsaraylarının iç organizasyonuyla karşılaştırdığımızda emsalleriyle aynı konumda bulunduğunu gördüğümüz bu yapının, başağa ile kalabalık görevli ordusunun yerleşebilmesi için, gravürde gösterilemeyen oldukça geniş bir alanı kaplamış olduğu düşünülmelidir. Metinde kafessiz olduğu belirtilen her iki kat pencerelerinde de, Boğaziçi'nin Rumeli yakasındaki yapılarda sık görülen, rahatsız edici sabah güneşine karşı koruyucu, alt ve üst gölgelikler bulunuyordu.
Başağa dairesinin hemen yanında yer alan ve Melling'in olan kagir köşkte ise, 18. yy Avrupa mimarlık prensiplerinin uygulandığı görülmektedir. Zemin katında Dorik sütunlar, birinci katta ise İyon başlıklı yivli yarım sütunların kullanıldığı istiridye kabuklu nişlerle süslü, üçgen alın-lıklı, çelenkli, draperili cephesiyle bu köşk,
HATİCE SULTAN TÜRBESİ
20
21
HAVA HARP OKULU
Hatuniye Tekkesi'nin hazire kapısı üzerindeki 1304 tarihli besmele ve Mevlevî sikkeleri. M. Baha Tanınan, 1982
Hava Harp Okulu öğrencileri bir yemin töreninde. Cumhuriyet Gazetesi Arşivi, 1982
belki de istanbul'daki ilk neoklasik yapıdır. Sarayın geri kalan kısmı ile sultan e-fendinin özel kullanımına ayrıldığı anlaşılan bu daire arasındaki karşıtlık dikkat çekicidir. Ancak metinde saray kadınlarını gizleyen kafesli pencereleri bulunduğu belirtilmiş olan bu köşkün nasıl kullanıldığı açıklık kazanmamaktadır.
Aynı zamanda sahilsaraya girişi sağlayan bu neoklasik yapı, uzun, üzeri açık ve kafesli bir galeri ile sahilsaraym diğer dairelerine bağlanıyordu. Bu galeri üzerinde, iki ahşap direk üzerinde denize doğru çıkma yapan bir köşk bulunuyordu. Tabam Boğaziçi yalılarında sık görülen balıkhane köşklerinde olduğu gibi ızgaralı olan bu köşk geçildikten sonra ulaşılan asıl yapı, sultan efendinin maiyetine ve özel kullanımına ayrılmış daireler ile, ortada yalnızca III. Selim'in ziyaretleri sırasında açılan bir daireden oluşuyordu. Rıhtıma oturan bu iki katlı sultan dairesinin iki yanındaki, yapı boyunca dizilen odalarla uzanan sultan efendi ve maiyetinin daireleri de iki katlıydı. Her iki yanda da rıhtımdan biraz içeri çekilmiş olan birinci kat ü-zerinde, eliböğründelerle taşınan üç adet çıkma ile vurgulanan ikinci kat yükseliyordu. Sarayın asıl yapısının biraz ötesinde, denize taşan üç sofalı tipte bir köşk ve onu takip eden iki duvar arasında, sultan efendinin eşinin istanbul'da bulunduğu sıralarda oturduğu gösterişsiz özel dairesi bulunuyordu. Metinde Melling'in özel dairesinin de burada olduğu kaydedilmiştir. Paşa dairesi ile Hatice Sultan'ın daireleri arasında, zemin katında geçişi sağlayan tek bir kapı bulunuyordu ve bu kapı yalnızca sultan efendininin emri üzerine başağa tarafından açılabiliyordu. Sahilsaray duvarlarının dışında kalan bu yapıdan sonra, Hatice Sultan'ın kâhyasının paşa dairesinden biraz daha görkemli olduğu anlaşılan yalısı geliyordu.
Melling, Neşatâbâd Sarayı'nın önceki çok renkli ve yaldızlı iç süslemelerini, zarif ve sade bir süslemeyle değiştirmişti. Vo-yagepittoresque de Constantinople et deş rives du bosphore albümünde, Hatice Sul-tan'ı kız kardeşlerinden birinin ziyareti sırasında sahilsaraym kabul salonlarından birini gösteren bir diğer gravür de yer almaktadır.
Melling ayrıca Defterdarburnu Sahilsa-rayı'nın bahçesini de yeniden düzenlemiş, sürekli olarak kardeşi III. Selim'i eğlendirmenin yollarını arayan sultan efendiye leylak, gül ve akasya ağaçlarından labirent biçiminde bir bahçe yapmıştı. Metinde, ö-zellikle bu yörede çok büyüdüklerinden söz edilen akasyaların makasla istenilen tarzda bfçimlendirildiği kaydedilmiştir. Labirentte hemen bütün yolların merkezde toplandığını, çıkışı bulmanın çok güç olduğunu öğreniyoruz. Hatice Sultan, sarayını sık sık yabancı ziyaretçilere açtığından bazı yazılı tasvirlerine de rastlanır.
Bibi. T. Artan, "Boğaziçi'nin Çehresini Değiştiren Soylu Kadınlar ve Sultanefendi Sarayları", İstanbul, S. 3 (Ekim 1992) s. 112-113; Melling, Voyage; N. Aslan, Gravür ve Seyahatnamelerde istanbul (18. Yüzyıl Sonu ve 19.
Yüzyıl'), ist., 1992, s. 136-140; N. Aslan, "Osmanlı Sarayı ve Mimar Antoine-Ignace Melling", Osman Hamdi Bey ve Dönemi, ist., 1993, s. 113-122.
TÜLAY ARTAN
HATİCE SULTAN TÜRBESİ
Şehzadebaşı'nda, Şehzade Camii hazire-sindedir. Türbenin bir cephesi caminin dış avlu duvarına oturtulmuştur.
Kitabesi bulunmayan bu türbeyi Tahsin Öz, III. Murad'ın (hd 1574-1595) kızı olduğunu söylediği Hatice Sultan'a mal etmektedir. Fakat Alderson dışında Osmanlı soyağacım veren yayınların hiçbirinde III. Murad'ın Hatice Sultan adıyla geçen bir kızının olmadığı görülmektedir. Sicill-i Os-wfl«f deki Hatice sultanlardan, I. Selim'in (Yavuz) kızı Hatice Sultan'ın, bir oğluyla iki kızının Şehzade Camii'nde gömülü oldukları öğrenilmektedir. Bu bilgiler ışığında, görünümü ve haziredeki diğer türbelerin durumu göz önüne alındığında, 16. yy'm sonlarıyla 17. yy'm ilk çeyreğine ta-rihlendirilebilen türbenin, Sultan Selim Camii haziresinde gömülü olan Hatice Sultan'ın çocuklarına ait olduğu bir varsayım olarak ileri sürülebilir.
Türbe, bir kenarı farklı olmak üzere, sekizgen plana sahip, kubbe ile örtülü, basit bir yapıdır. Caddeye bakan batı cephesi köşe tromplarıyla alt hizada uzatılarak avlu duvarıyla bitiştirilmiştir. Yapı, alt hizada madeni şebekeli dikdörtgen, üst hizada sivri kemerli ufak pencerelere sahiptir. Sivri kemerli pencerelerin yer aldığı üst bölüm sıva ile kaplı olup günümüzde pembe badanalıdır. Türbenin alt bölümü ise taştan inşa edilmiştir. Birer dikdörtgen pencerenin yer aldığı cepheler birbirlerinden köşeli sütunlarla ayrılmaktadır. Yuvarlak kemerli, bezemesiz ahşap kanadı, sade bir kapının yer aldığı giriş cephesinde ise hiç pencere bulunmamakta, buna karşın caddeye bitişik olan cephesinde birbirinden farklı boyutta üç dikdörtgen pencere ol-
Hatice Sultan Türbesi'nin batıdan görünüşü. Yavuz Çelenk, 1994
düğü görülmektedir. Kubbe doğrudan sekizgen gövde üzerine oturmakta ve saçak hizasında, türbenin yegâne süsleme öğesi olan iki sıralı kirpi saçak dizisi dikkati çekmektedir.
Günümüzde, türbenin içinin, dışına nazaran daha harap olduğu ve hiçbir bezemeye sahip olmadığı görülmektedir.
Bibi. A. D. Alderson, The Structure ofOtto-man Dynasty, Oxford, 1956; G. Oransay, Osmanlı Devletinde Kim Kimdi, I, Ankara, 1969, s. 61, 179; Uluçay, Padişahların Kadınları, 32, 45, 46; Öz, istanbul Camileri, I, 140; T. Uzel, "Şehzade Camii Türbeleri", (İÜ Edebiyat Fakültesi yayımlanmamış sanat tarihi lisans tezi), ist., 1961; Unsal, Türbeler.
BELGİN DEMİRSAR
HATİCE TURHAN SULTAN TÜRBESİ
bak. YENİ CAMİ KÜLLİYESİ
HATİP EMİROĞLU HANI
bak. AĞA HANI
HATUNİYE TEKKESİ
Eyüp İlçesi'nde, Gümüşsüyü mevkiinde, Merkez Mahallesi'nde, Kutucu, Hatuniye Gümüş ve Hüsam Efendi sokakları ile Eyüp-Gümüşsuyu yolunun kuşattığı arsada yer almaktaydı.
Kuruluşuna ilişkin hususların yeterince aydınlatılmamış olduğu bu tekkenin, Kadiri tarikatından "Çakmak Şeyh" lakaplı Seyyid Hasan Efendi tarafından, muhtemelen 18. yy'ın birinci yarısı içinde tahsis edildiği anlaşılmaktadır. 19. yy'ın birinci yarısında ortadan kalktığı tespit edilen tekkeyi aynı yüzyılın ortalarında, Nakşibendî tarikatından ünlü mesnevihan Şeyh el-Hac Hasan Hüsameddin Efendi (ö. 1864) ihya etmiştir.
İstanbul'un düşman işgali altında olduğu yıllarda, Anadolu'ya silah kaçırma faaliyetinin merkezlerinden birisi olan Hatuniye Tekkesi, 1925'te kapatıldıktan sonra ihmal edildiği için harap düşmüş, avlu girişleri, hazire, harem binası ve minare dışında kalan unsurları tarihe karışmıştır.
Kadirîliğe bağlı olarak faaliyete geçen tekke dördüncü postnişin Şeyh Hâce Selim Sırrı Efendi'nin (ö. 1812) posta geçmesiyle Nakşibendîliğe intikal etmiş, ikinci banisi Şeyh H. Hüsameddin Efendi'nin meşihatı (1812-1864) boyunca bir mesne-vihane (mesnevi okulu) olarak ün yapmıştır. Kaynaklarda "Çakmak Hasan Efendi" ve "Hoca Hüsam Efendi" gibi adların ya-msıra "Hatuniye/Hatunî/Karılar" olarak da anılan tekkenin mensuplarından çoğunun kadın olduğu, bu tesisin yaşlı ve kimsesiz kadınlar için bir tür huzurevi görevini ifa ettiği söylenmektedir.
Hatuniye Tekkesi'nin geniş ve ağaçlarla kaplı olan arsası, 1950'lere kadar İstanbul'un ünlü mesireleri arasında yer alan bir kesimde, İdrisköşkü Tepesi'nden Bülbül-deresi'ne doğru alçalan yamaç üzerinde bulunmaktadır. İstinat duvarları ile birçok sete ayrılmış olan arsanın, farklı yönler-deki sokaklara açılan üç tane girişi vardır. Bunlar içinde, mimari ayrıntıları bakımın-
dan tek kayda değer olan, güneydeki Hüsam Efendi Sokağı'na açılan ve nazireye geçit veren kapıdır. Bu kapının dikdörtgen açıklığı mermer sövelerle çerçevelenmiş, hattat Mehmed İzzet Efendi'nin (ö. 1903) sülüs hatlı ve 1304/1886 tarihli besmelesi ile taçlandırılmıştır. Besmelenin yanlarında Mevlevî sikkesi kabartmaları görülmektedir.
İçinde pazartesi günleri ayin icra edilen, ayrıca mesnevi dersleri yapılan ve günümüzde tamamen ortadan kalkmış bulunan mescit-tevhidhanenin ahşap olduğu anlaşılmaktadır. Tek başına kalmış olan bodur minarenin kare tabanlı kaidesi kesme küfeki taşı ile örülmüştür. Bunun üzerine oturan silindir biçimindeki kaidenin tuğla örgüsü içinde küfeki taşından yontulmuş basamaklar görülebilmektedir.
Arsanın batı sınırında, Eyüp-Gümüşsu-yu yolu üzerinde yer alan iki katlı ahşap harem binası günümüzde de mesken olarak kullanılmaktadır. Birtakım onarımlar ve tadiller geçirerek özgün tasarımını büyük ölçüde yitirmiştir.
Dostları ilə paylaş: |