Hayrullah Efendi
TETTVArşivi
ların en önemlisi Tarih-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'dir (ist., 1856-1875, 18 cüz). Osmanlıların atalarından başlayıp l622'ye kadar olan zaman dilimini kapsayan bu çalışmasında, alışılmıştan farklı bir yöntem izleyerek Osmanlı tarihini dünya tarihinin önemli olayları, bireyleri ve bunlarla olan ilişkileri açısından ele alarak incelemiştir. Mesâil-i Hikmet (j.sl., 1849) rüştiye öğrencileri için yazılmış ilk fizik kitabıdır. He-zar Esrar (ist, 1862) ise yazımına amcası Mustafa Behçet'in başladığı, babası Abdülhak Molla'nın sürdürdüğü ve kendisinin bitirdiği folklorik tıp ile ilgili bir derlemedir.
Edebiyat kitapları arasında en önemlisi, Türkçe yazılmış ilk tiyatro eseri olan Hikâye-i ibrahim Paşa be-İbrahim-i Gülsen? dir. Tıbbiyede okurken yazdığı bir dramdır. Ayrıca Avrupa'ya yaptığı seyahatlerde gördüklerini kaydettiği basılmamış "Yolculuk Kitabı"nda da Paris'te seyrettiği Rotomago isimli bir tiyatro oyununun çevirisi yer almaktadır. Öğrencilik yıllarında "Nakş-ı Hayal" adında edebi bir kitap daha yazmış fakat basılmamıştır.
Bibi. Tarih-i Lutfi, VI, 110; Sami, Kamus, III, 2074; Cemaleddin, Âyine, 125-126; Osmanlı Müellifleri, III, 50; A. Süheyl (Ünver), Tabib Hayrullah Efendi ve Makâlât-ı Tıbbiye (1820-1869), ist., 1931; ay, "Bizde Meyve Yetiştirmeye Meraklı Son Hekimbaşılarımız ve Yemişleri", Türk Tıb Tarihi Arkivi, S. 19-20 (1942), s. 46-47; F. Isfendiyaroğlu, Galatasaray Tarihi, ist., 1952, s. 367-370; S. Ünver, "Hekimbaşı Müverrih Hayrullah Efendi'nin Tıbdan Bir Eseri", Hekim ve ilaç, c. III, S. 2 (1963), s. 21-22; A. Yakar, Hikâye-i ibrahim Paşa Ba İbrahim Gülseni, Ankara, 1964; S. Ünver, "Hekimbaşı ve Müverrih Dr. Hayrullah Efendi'nin Avrupa'ya Seyahatine Dair", Tıp Tarihimiz Yıllığı, İst., 1966; ay, "Hekimbaşı Hayrullah Efendi", Dirim, c. 47 (1972), s. 183-185; N. Yıldırım, "Türkçe Basılı ilk Tıp Kitapları Hakkında", Türklük Bilgisi Araştırmaları, III (1979), s. 447-448, 450; E. Kuran, "Tanzimat Devri Osmanlı Aydını Hayrullah Efendi'nin Yolculuk Kitabı Adlı Eseri", Pirolozi, c. 30 (1980); Babin-ger, Osmanlı Tarih Yazarları; Z. Özaydm, "Tanzimat Devri Hekimi Hayrullah Efendi'nin Hayatı ve Eserleri", ist., 1990 (basılmamış doktora tezi); ay, "Hayrullah Efendi Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'de Türkçe Eğitime Karşı Mıydı?", TT, S. 120 (Aralık 1993), 17-22.
NURAN YILDIRIM
HAYVAN TÜRLERİ
İstanbul iki kıtanın iki yakasını bir araya getiren noktalardan birinde yer almasıyla yalnızca toplumsal tarih, jeopolitik gelişmeler, kültür ve ekonomi gibi insanı ilgi-
lendiren konularda değil, hayvan varlığı ve hayvan hareketlerinde de ilginç gelişmelere sahne örmüştür. Mitolojiye de yansıyan bu hareketlilik İo efsanesinde dikkat çekici bir insan-hayvan sentezine dönüşür. Zeus'un dölünü içinde taşırken He-ra'nın lanetinden kaçan İo, inek kılığında kıtadan kıtaya atlar. Geçtiği yerlerden biri de İstanbul Boğazı'dır (bak. Bizas). İo' nün, can acısıyla koşuştururken İstanbul'a yönelmesinin bir nedeni, bu efsanenin e-/ sin kaynaklarından biri, belki de, Boğaz' dan mevsimlik geçişler yapan kuşlardı.
İstanbul'a düzenli aralıklarla gelen hayvanlar yalnızca kuşlar değildir. Kuşların göç rotasını çaprazlayan bauklar(~>) da Bo-ğaz'dan akın yaparak Karadeniz ile Marmara Denizi arasında gidip gelir.
Kuş Türleri: Göçmen kuşların genellikle deniz üzerinde en az kalmalarını sağlayacak biçimde çizdikleri rotalar, karaların birbirine kavuştuğu ya da en çok yaklaştığı yerlerde kesişir. Üreme ve beslenme bölgelerine doğru birbirinden uzaklaşan türdeş toplulukların, göç sırasında giderek yakınlaşıp kum saatinin ince belinden geçer gibi buluştukları kavşak noktalarından biri de İstanbul semalarıdır. Çarpıcı boyutlara ulaşan bu buluşma, doğal yaşamla ilgili çeşitli uluslararası kuruluşlarda görev alan kuş gözlemcilerini de İstanbul'a çeker.
İstanbul'un iyi bilinen konuklarından ak leylekler (Ciconia cicoid) Orta ve Doğu Avrupa ile Afrika arasındaki göçleri sırasında istanbul Boğazı'm kullanır. İlk ve son baharda, bir buçuk ay boyunca Boğaz' dan geçiş yapan 300.000'i aşkın leylek sayılmıştır. Avrupa'da bu tür ile çok daha az rastlanan kara leyleği (Ciconia nigrd) bir arada görmek neredeyse olanaksızdır. Ama eylül sonunda leylek sürülerini gözlemeye çıkanlar basit bir dürbünle bile ak leylekler arasına karışmış kara leylekleri kolayca seçebilirler. Yalnızca yakın akraba türler değil, an şahini (Pernis apivorus) gibi yırtıcı kuşlar da bu göç kervanının içindedir.
Türkiye'nin 400 dolayında türden oluşan kuş varlığının önemli bir bölümü de göç sırasında İstanbul'a uğramadan edemez. Sert geçen kışlarda Büyükçekmece ve Küçükçekmece göllerinde ve İstanbul Boğazı'nda tepeli batağana (Podiceps cris-tatus) rasüanabilir. Tepeli batağan yaklaşık 50 cm uzunluğunda, siyah tepeli, uzunca sivri gagalı, üst bölümleri kahverengim-si, alt bölümleri beyaz tüylü bir kuştur. Yaz geldiğinde çıkan gösterişli sorgucu ve uzun kulak tüyleri bütün görünüşünü değiştirir. Adını alnındaki beyazlıktan alan sakarca kaz (Anseralbifrons), gene benzer bir özellik taşıyan sakar meke (fulica at-rd), dalıcı ördek türlerinden elmabaş pat-ka (Aythyaferind) ve tepeli patka (Ayth-yafuliguld) İstanbul çevresi sulak alanlarının öbür konukları arasındadır. Patkala-rın bir adı da dalağandır. Elmabaş patka ya da öbür adıyla boz dalağamn erkeği elma gibi kırmızı ve yuvarlak olan başıyla dikkat çeker. Kanatlan ise bozdur. Ka-şıkgaga ya da kepçel (Anas clypeatd) yü-
Istanbul
üzerinden
ak leyleklerin
göçü.
DHKD, 1987
zeyden beslenen bir ördek türüdür. Yakın yıllara kadar Büyükçekmece Gölü'nde yapılan tespitlerde mart ayında sayılarının 1.000'e yaklaştığı bildirilmişse de, giderek azalmaktadır.
Batı'dan alınma adıyla ak pelikan, yerli adıyla ak kutan (Pelecanus onocratus), balabanlar (Botaurus stellarisve Ixobryc-hus minutus), alacabalıkçıl (Ardeola rallo-ides), mor balıkçıl (Ardeapurpured), kelaynağın kuzeni bayağı aynak (plegadis falcinellus), boz kaz (Anseransef) ve daha birçok su kuşunu İstanbul çevresinde görmek olasıdır.
Göç rüzgârı bu kuşlarla da sınırlı kalmaz. Mısır akbabası (Neophronpercnop-terus), delice doğan (Falco subbuteö) gibi yırtıcı kuşlar, ev kırlangıcı (Hirundo ur-bicd), pasgerdan incirkuşu (Anthus cer-vinus), çizgili kamışçın (Locustella na-eviâ), küçük akgerdan (Sylvia currucd) ve bülbül (Luscinia megarhynchos) gibi ötücü kuşlar İstanbul çevresine uğramadan edemezler.
İstanbul Boğazı'nın kıyılarından denizi seyreden ya da Boğaz'da yolculuk yapan hemen herkes dalgaların üzerinden seker-cesine, sürüler halinde uçan koyu renkli kuşları, yani yelkovanları (Puffinus yel-kouari) görmüştür. Yaşamlarını büyük ölçüde denizde geçiren ve karınlarını balıkla doyuran bu kuşların beslenme uçuşu yaparken İstanbul Boğazı'ndan bir saatte 7.000'e yakın sayıda geçtiği bilinmektedir.
Gelip geçenler bir yana, martılar ve güvercinler İstanbul'un görsel bütünlüğü i-çinde tartışmasız yeri olan yerli kuşlardır. Bayağı martı (JLarus cachinnans) yıl boyunca istanbul'un denizli görüntülerini sap-
tamak isteyen fotoğrafçıların vazgeçemedikleri bir ayrıntıdır. Ama bu duman mavisi kanatları ve siyah kanat uçları dışında süt beyazı kuşun yavruları, siyahımsı kahverengi lekelere bulanmış tüylerinden yıllar boyunca kurtulamaz. İstanbul'da şehir hatları vapurlarına binen birçok yolcu ise, yol boyunca vapura eşlik ederek uçuşan beyaz martılar arasında bu pasaklı kuşları görüp artan çevre kirliliğinin yeni kurban-larıyla karşılaştıklarım sanarak üzülürler.
Bütün martılar İstanbul'un yerlisi değildir. Yazın iç sularda üreyen karabaş martı (Larus ridibundus) kışın İstanbul'da eskisi gibi 10.000'i bir arada olmasa bile, geniş sürüler halinde görülebilir. Bayağı martıların yavrularından bile oldukça küçük ve beyaz tüylü bu kuşları İstanbul'da görenler, karabaş adının nereden geldiğini anlamakta güçlük çekerler. Oysa gözlerinin gerisindeki küçük siyah beneklerle a-yırt edilebilecek olan karabaş martıların başı, bahar gelince çikolata kahverengisi tüylerle örtülür. Bu değişim iç sulara doğru göç saatinin de geldiğini gösterir ve ancak aceleci piknikçiler deniz kıyılarında bahar havasını içlerine çekerken karabaş martıları kara başlı olarak görebilirler. Söz siyahta ve denizdeyken hemen akla gelen karabatak da (Phalacrocorax carbö) İstanbul'u kuşatan denizlerin iyi bilinen bir yerlisidir.
İstanbul kıyılarında martılar neyse, İstanbul cami ve meydanlarında güvercinler de odur. Evcil güvercin, kaya güvercininden (Columba liva) geliştirilmiştir. Sokak güvercinleri de evcil güvercinlerin yeniden yabanıllaşmış örnekleridir. Yeni Cami, Eyüp ve Beyazıt meydanları bu kuşların en kalabalık bulunduğu yerlerdir.
Buraya kadar çizilen tablo göz kamaştırıcı bir kuş varlığını ortaya koymaktadır. Oysa çevre kirlenmesi, düzensiz yerleşim ve kırıma dönüştürülen avlanma bu zenginliği geçmiştekiyle kıyaslanamayacak ölçüde azaltmıştır. Büyükçekmece ve Küçükçekmece göllerine uğrayan ördek ve kaz sayılan son derece düşmüştür. Bir çeşit güvercin olan tahtalıya (Columba pa-lumbus), 1980'Ierin başlarında bile İstanbul çevresindeki ormanlarda adım başı rastlanırken, artık görülmesi büyük rastlantılara kalmıştır. Çulluk (Scolopax rusticold) ve bıldırcın (Coturnix coturnix) için de benzer şeyler söylenebilir.
Milli Parklar ve Av-Yaban Hayatı Koruma Müdürlüğü tarafından İstanbul'da Sarıyer İlçesi'nin Feneryolu mevkii ve Gaziosmanpaşa îlçesi'ne bağlı Arnavutköy yakınındaki Samlar mevkiinde sülün (Pba-sianus colchicus) için birer koruma ve ü-retme sahası belirlenmiş (kuruluş yılları 1978); Silivri İlçesi'nin Sinekli, Yalova îlçe-si'nin Termal mevkii ise sülün yerleştirme alanı olarak seçilmiştir.
Memeli Hayvanlar: İstanbul çevresinde bulunan yabanıl memeli hayvanlar arasında yabandomuzu (Susscrofa), kurt (Ca-nislupus), çakal (Canisaureus), tilki (Vul-pes vulpes), porsuk (Meles meles), kokarca (Mustela putorius), ağaçsansarı (Martes martes), gelincik (Mustela nivalis), kızıl sincap (Scirus vulgaris), kirpi (Erinaceus concolof), tavşan (Lepus europaeus) ve a-datavşanı (Oryctolagus euniculus) sayılabilir. Ayrıca Yalova yakınlarında Türkiye' nin en iri etçil memeli türü olan boz ayı (Ursus arctos) bulunur. Gene memeliler sınıfının bir üyesi olan küçük yarasanın (Pi-pistrellus pipistrellus) geniş coğrafi dağı-
HAYVANAT BAHÇESİ
36
37
HAZİNE-İ EVRAK BİNASI
lımı içinde İstanbul da yer alır. Daha güneş batmadan uçmaya başlamış bir yarasa görüldüğünde ise bu büyük olasılıkla er-kenci yarasadır (Nyctalus noctuld).
Belgrad Ormanı içinde ve Çatalca îlçe-si'nin Yalıköy mevkiinde geyik (_Cervus elaphus) ile karaca (jCapreolus capreolus) için koruma alanları oluşturulmuştur. Geyik yerleştirme alanı olarak belirlenen tek yer ise Yalova İlçesi'nin Hasanbaba mev-kiidir.
İstanbullular yakından tanıdıkları iki kemirici memeliden iri olanına lağım faresi ya da sıçan, küçük olanına fındıkfa-resi derler. En itici ve hastalık taşıma olasılığı nedeniyle en tehlikeli memeliler a-rasında sayılan bu hayvanlar kent yaşamına büyük bir başarıyla uyum sağlamışlardır. Birçok kişinin sandığı gibi lağım faresi, evlerde çok daha sık rastlanan fındık-faresinin (Muş musculus) büyümüş hali değil, bilimsel adı Rattus olan ayrı bir cinsin üyesidir. Bu hayvanlar Anadolu'da, yaygın olarak "keme" adıyla tanınır.
Sürüngenler: Memeliler dışında en çok dikkat çeken kara omurgalıları arasında tosbağa olarak da bilinen bayağı kara kaplumbağası (Testudograeca), kertenkele (Lacerta türleri), mahmuzlu yılan (Eryxja-culus), kocabaş yılan (Coluberravergieri), sucul yılan (Natrix natrix), boynuzlu engerek (Vipera ammodytes) ve çeşitli kurbağa türleri sayılabilir. Engerekler yalnız istanbul'da değil bütün Türkiye'de karşılaşılabilecek tek tehlikeli yılan grubunu oluşturur. Sucul yılan ve çukurbaş yılan da (Mahpolon manspessulanus) zehirli olmakla birlikte zehrin dişlerinin ağız gerisinde bulunması, insanlar için büyük bir tehlike yaratmalarını önler. Zehirli yılanlar ile zehirsizleri birbirinden ayırt etmek oldukça zordur. Bu konuda belirtilen özelliklerin çoğu yanıltıcıdır ve gerçek durumu yansıtmaz. Ama yılanların gövdesini kaplayan pullar tür belirlemesinde büyük ö-nem taşır. Örneğin çoğu engereğin başı üzerinde levha biçiminde genişlemiş pullar yoktur. İstanbul'da yaşayan yılan türleri arasında zehirli-zehirsiz ayrımı yaparken belki de güvenilecek en önemli özellik budur.
Bibi. A. Ertan-A. Kıhç-M. Kasparek, Türkiye'nin Önemli Kuş Alanlan, ist., 1990; N. Turan, Türkiye'nin Av ve Yaban Hayvanlan-Kuşlar, Ankara, 1990; M. Başoğlu-1. Baran, Türkiye Sürüngenleri Kısım I. Kaplumbağa ve Kertenkeleler, İzmir, 1977; M. Başoğlu-t. Baran, Türkiye Sürüngenleri, Kısım II. Yılanlar, izmir, 1980; Cumhuriyetimizin 70. Yılında Milli Parklar ve Yaban Hayatı, Ankara, 1993.
ATAY ERÎŞ
HAYVANAT BAHÇESİ
Günümüzdeki anlamıyla olmasa da gerek Bizans gerekse Osmanlı dönemlerinde, meraklı imparator ve padişahların sarayları ve bahçelerinde, ayrıca zengin ve nüfuzlu kişilerin malikânelerinde hayvanlara ayrılan bölümler bulunduğu bilinmektedir (bak. Arslanhane). Ancak istanbul' da geçmişte olduğu gibi günümüzde de gerçek anlamda bir hayvanat bahçesinden söz etmek mümkün değildir.
Gülhane Parkı(->) içerisinde, hayvanat bahçesi adı altındaki, bölümün kuruluş a-macı da kente bir hayvanat bahçesi kazandırmak değildi. Bu bölümün kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, bina içerisinde bulunan bir amblemde 1956 tarihi okunmaktadır. Bu yıllarda Gülhane Parkı içerisinde kurulan sirk ve panayırlarda terk edilen hayvanlar, bir köşede kafesler içerisine konularak bakımları yapılırken, insanların bu hayvanları ilgiyle izlemeleri ve görmeye gelmeleri üzerine hayvanat bahçesi fikri doğmuştur.
Bugün 8 dönümlük bir alan üzerinde
1 veteriner hekim, 30 işçi ile bakımı yü
rütülen Gülhane Parkı Hayvanat Bahçesi,
gelişmeye elverişli olmaması, yoğun kent
trafiğinin ve yerleşim alanlarının içerisinde
kalması nedeniyle kapatılmak üzeredir.
Burada yaşayan hayvanlar Florya'da Ata
türk Ormanı içerisinde yapılmakta olan
hayvan parkına, 1994'ün bahar aylarından
itibaren gönderilmeye başlanacaktır.
Gülhane Parkı'ndaki hayvanat bahçesinde 1994'te 2 deve, l aslan, l leopar, 5 yabankeçisi, 3 eşek, l inek, 4 geyik, 6 Ankara keçisi, 8 Kamerun koyunu, 6 cüce keçi, 9 rhesus maymunu, 9 örümcek maymunu, 8 kızıl maymun, 4 ayı, 2 tilki, 3 yabani kurt, l sırtlan, 2 evcil domuz, 4 yaban-domuzu, 13 köpek, 15 kedi (Ankara-Si-yam), 70 tavşan, 10 kobay, l ceylan, 2 yaban koyunu, l at bulunmaktadır. Ayrıca kanatlı hayvanlardan 7 akbaba, 6 kartal,
2 puhu kuşu, 6 atmaca, 5 kuğu, 4 papa
ğan, 35 muhabbetkuşu, 10 kanarya, 2 kek
lik, 14 sülün, 8 tavus kuşu, 50 tavuk, l ya-
bankazı, 8 Pekin ördeği, 4 yeşilbaş ördek,
6 İngiliz ördeği, 120 güvercin, 4 pelikan,
5 hindi, 2 balıkçıl, sürüngenlerden de 2
yılan, 6 kara kaplumbağası, 3 su kaplum
bağası vardır.
Bu arada yine aynı parkın içerisinde 1954'te kurulmuş ve 3.500 adet çeşitli cins balık yaşayan bir de akvaryum bulunmaktadır.
Gülhane Parkı Hayvanat Bahçesi'nin bu yetersiz durumu dünyanın gelişmiş birçok kentinde örneği görülen ve hayvanların kafesler içerisinde değil, doğal ortamlarında sergilendiği bir hayvan parkı düşüncesini doğurmuş ve bu konuda 1989-1994
Gülhane
Parkı'ndaki
hayvanat
bahçesinden
bir görünüm.
Hüseyin Ahancak,
1993
arasında çalışmaları başlatılmıştır. Parkın yapımı için arazi arayışına geçilmiş, sonuçta Florya Atatürk Ormanı'nın, iklim, ulaşım, bitki dokusu gibi pek çok nedenle uygun olduğu saptanmıştır. Projesini Prof. Dr. Cengiz Giritlioğlu'nun yaptığı hayvan parkı 60 hektarlık bir arazi içerisinde yer alacak ve içinde 21 ayrı türde, 1.500-3.000 hayvan yaşayabilecektir.
Ayrıca yine hayvanların doğal ortamlarına yakın bir ortamın yaratılabilmesi için orman, düz alan, eğimli alan ve su bulunması gerekmektedir. Florya Hayvan Parkı'nda bu dört ana unsur da yer almaktadır.
Giritlioğlu'nun projesine göre, hayvanlarla insanlar arasında doğal engeller planlanmıştır. Bu kimi zaman bir hendek, kimi zaman yükseklik, kimi zaman da su olmaktadır. Böylece insanlarla hayvanların arasında demir çitler ya da kafesler olmamasına özen gösterilmiştir.
Florya Hayvan Parkı içerisinde ziyaretçilerin rahatlıkla dolaşabileceği, gezip eğlenip, bilgileneceği yerler de düşünülmüştür. PTT, banka, ilkyardım gibi tesislerin yanında, bir gösteri merkezi ve müze, hayvanat bahçesinin ortamı ile bütünleşmiş birkaç restoran, dinlenme alanları, alışveriş merkezleri, tuvaletler yer almaktadır.
Florya Hayvan Parkı için 1993 içerisinde 50 milyar lira harcanması planlanmıştır. Projenin tamamının 200 milyar lirayı bulacağı tahmin edilmektedir.
Mart 1994 itibariyle hayvan barınakları bitirilmiş, sosyal tesislerin yapımı sürmektedir.
BÜNYAMİN ÇELEBİ
HAZİNEDAR FESAHAT USTA ÇEŞMESİ
Kasımpaşa'da, Bahriye Caddesi ile Tahta-kadı Sokağı'nın kesiştiği yerde, Tahtaka-dı Canıii'nin önünde bulunur.
III. Selim zamanına (1789-1807) tarih-lenen çeşmenin banisi, Mihrişah Valide Sultan'ın hazinedarı Fesahat Usta'dır. Çeşme, kesme taştan yapılmış olan büyükçe bir su haznesinin önünde yer almakta o-lup, teknesi ve aynası mermerdendir. Su haznesinin dış yüzeyi, muhtemelen yakın
; "~r'â7~r
Hazinedar Fesahat Usta Çeşmesi
Yavuz Çelenk, 1994
bir geçmişte çimento ile sıvanmıştır. Ancak, çeşmenin bulunduğu ön cephede sıvalar yer yer dökülmüş olup kesme taş işçiliği ortaya çıkmıştır. Çeşmenin orijinal lülesi mevcut olmayıp yerine bir musluk takılmıştır. Mermerden yapılmış olan teknesi oldukça yıpranmış durumdadır. Ancak, testi setlerinden biri alçı malzeme kullanılarak diğerine oranla biraz daha yükseltilmiş ve simetrisi bozulmuştur.
Çeşmenin cephesinde ve su haznesinin dış yüzeyinde yapılan tamirler, yapının saçak kısmı hakkında fikir yürütmeyi engellemektedir. Taksim Maksemi'nden çıkıp, Kasımpaşa'ya ulaşan kolla beslenen çeşmenin suyu, günümüzde de akmaktadır. Çeşmenin bir silmeyle dikdörtgen çerçeve içine alınan aynası, rokoko süsleme-leriyle dikkati çeker. Aynataşı, her iki yanında, üzerinde "S" kıvrımları taşıyan birer sütunçe ve bunların arasında yer alan bezemeli bir kemerle çerçevelenmiştir. Kemerin üzerinde bir vazodan çıkan akan-tus (kenger) yaprakları betimlenmiştir.
Çeşmenin aynası üzerinde bulunan kitabe, 1222/1807 tarihini verir. İri nesih bir yazıyla üç satır üzerine hakkedilen kitabenin, sağ ve sol kenarları, içinde lale motifi bulunan birer yarım daire ile yumuşatılmış ve yine uçları yan tarafa bakan birer lale motifi ile sona erdirilmiştir.
Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, II, 70; A.
Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst.,
1993, s. 285; Çeçen, Taksim-Hamidiye, 98-99.
HALUK KARGI
HAZİNEDAR USTA ÇEŞMESİ
Davutpaşa, Kürkçübaşı Mahallesi'nde, Küçük Langa Caddesi üzerinde, bugün Türk Romatizma Vakfı'mn binası olarak kullanılan sıbyan mektebinin caddeye bakan güney cephesinde yer alır. Metnini Sünbül-zade Vehbî Efendi'nin kethüdası şair Surun Osman Efendi'nin hazırladığı 7 beyit-lik kitabesi 1207/1792 tarihlidir.
Kesme taş ve tuğladan yapılmış olan mektep binasının cephesi ile bütünleşmiş olan, tamamı mermerden yapılmış bu çeşme zengin bir taş süslemeye sahiptir. Si-
metrik bir düzenlemenin egemen olduğu çeşmenin aynası, iki ince sütun ile sınırlanmış ve bunlarla bağlantılı olan silmenin üzerine, iki konsol arasına gelecek şekilde kitabesi yerleştirilmiştir. Aynası oldukça süslüdür ve dilimli kemerler içine alınmış, sathi bir niş halindedir. Kemerlerin ortasında, yüksek rölyef olarak işlenmiş geniş yapraklı akantuslardan oluşan bir bezeme yer alır. Benzer süsleme aynataşmda da görülmektedir. Yine birer zarif sütunla sınırları çizilmiş olan yan kitlelerde birer aynalı kuma bulunur. Ayaklı birer kâseyi andıran bu kurnalar (suluk) süslemesizdir. Bunlara ait, ince uzun, yarı silindirik nişler ise 7 dilimli birer istiridye nişi ile taçlan-dırılmıştır. Tekne ve testi seti kaidelerinde de aynı süsleme zevkinin hâkim olduğu gözden kaçmaz.
Hazinedar Usta Çeşmesi barok üslupta inşa edilmiştir. 18. yy'ın ortalarından itibaren, bu üslupta yapılmış çeşmelerin gerek mimari, gerekse dekoratif zenginliklerle dolu olduğu bilinmektedir. Bu çeşmede de aynı özellikleri görmekteyiz. Mimarisine renk katan sütunlar, konsollar; süslemede ise cepheyi hareketlendiren kemerler, yumuşak kıvrımlı hatlar ve âdeta satıhtan taşan bitkisel bezemeler sözü edilen bu özellikleri teşkil etmektedir.
Bugün teknesi yıpranmış, lülesi kopmuş ve suyu akmayan çeşme, semtin en zarif mimari eserleri arasında yer almaktadır.
Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 214; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist, 1993, s. 371-373; S. Eyice, "Çeşme", DlA, VIII, 284.
ENİS KARAKAYA
Hazinedar Usta Çeşmesi
Yavuz Çelenk, 1994
HAZİNE-İ EVRAK BİNASI
Bugün İstanbul Valiliği kullanımında olan Babıâli'nin, Alay Köşkü karşısındaki geniş barok saçaklı Paşa Kapısı'ndan girince sağ taraftadır. Günümüzde Başbakanlık Devlet Arşivleri'ne bağlı arşiv deposu olarak işlevini sürdürmektedir. 1846-1848 arasında mimar Gaspare Fossati(->) tarafından tasarlanmış ve inşa edilmiştir.
Mustafa Reşid Paşa'nın 28 Eylül 1846' da sadarete getirilmesi ile arşiv çalışmaları hızlanmış ve Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye'nin 31 Ekim 1846 tarihli toplantı
mazbatasında, Defterhane ve Babıâli civarındaki mahzenlerde saklanan devletin ö-nemli belgelerinin düzensizliği, olumsuz koşullarda çürümekte olduğu ve aranılan evrağın bulunamadığı belirtilerek, Babıâli dahilinde, Avrupa'daki örneklere uygun geniş ve muntazam, kütüphane şeklinde kagir bir bina yaptırılması gerekliliği belirtilmiştir. Bu mazbataya göre, binanın iç düzeni, evrâk-ı dahiliye, evrâk-ı umur-ı divaniye ve hariciye gibi her türlü önemli evrakın numaralanıp, fişlenerek ayrı odalarda muhafaza edilmesine imkan verecek, ayrıca gerektiğinde başvurmak üzere tarih, coğrafya kitapları ve haritaların bulunacağı özel bir kütüphane bölümünü de içerecektir. Aynı mazbatada, yapının, Darülfünun ve Rus Sefareti'nin de mimarı olan İtalyan asıllı Fossati'ye yaptırılmasının uygun olacağı da belirtilmiştir. Milano Brera Akademisi'nden, 1827'de "Bir Başkent İçin Arşiv Binası" projesiyle "Büyük Mimarlık Yarışması"nı kazanıp altın madalya ödülünü alarak mezun olan Gaspare Fossati'nin adının mazbatada belirtilmiş olması, bu karardan önce mimarın da görüşünün alındığını düşündürmektedir. Tanzimat yönetiminin, arşivciliğe ve tasnif çalışmalarına verdiği önem sonucu bürokrasi hızlı yürümüş ve karar Abdülme-cid'in 8 Kasım 1846 tarihli iradesi ile yürürlüğe konulmuştur. Tanzimat reformları kapsamında gerçekleştirilen Hazine-i Evrak, Osmanlı çağdaş arşivciliğinin başlangıcı sayılmaktadır. Sonradan, Babıâli Hazine-i Evrakı olarak anılan bu arşiv, diğer Osmanlı arşivlerine örnek ve model olmuştur.
Plan ve giriş cephesini içeren orijinal proje Bellinzona (İsviçre) Arşivi'ndedir. Başlık ve tarih bulunmayan çizimde yapı 19x19 m ölçülerinde kare planlı tasarlanmış, ancak uygulamada giriş cephesi aynı kalmakla birlikte derinlik artırılarak 19x23 m olarak gerçekleşmiş, Fossati bu değişikliği proje üzerine not ederek belgelemiştir. Bu değişiklik sonucu yan cephelerdeki pencere sayısı da artmıştır. Yapı, diğer Fossati uygulamalarında olduğu gibi tuğla yığma tekniği ile inşa edilmiş, ancak döşemeler, merdivenler ve kapılarda, özel işlevinden dolayı, yangına karşı bir önlem olarak istanbul tersanelerinde hazırlatılan metal konstrüksiyon kullanılmıştır.
Karakteristik bir Fossati uygulaması o-lan Hazine-i Evrak binasında planlama ve cephe düzenlemesi açısından kararlı bir simetri hâkimdir. İki kadı olan yapının batı cephesi aksında yer alan alınlıklı giriş saçağı Dorik iki kolon tarafından taşınır. Orta sofa niteliğindeki merkezi mekâna bağlantıyı sağlayan iki kat yüksekliğindeki giriş holünün her iki yanında, üst kat sofasına çıkan metal merdivenler yer alır. Üst kat merdiven sahanlığı ile tepe ışığı alan orta sofa geniş bir cemakânla ayrılmış, böylece girişte etkili bir mekân zenginliği sağlanmıştır. Girişin iki yanındaki odalara, birkaç basamak çıkılarak ulaşılan merdiven ara sahanlıklarından, diğer odalara ise orta sofadan ulaşılır.
Dostları ilə paylaş: |