Ünden bugüN


HEKİMOĞLU ALİ PAŞA MEYDAN 46



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə12/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,87 Mb.
#86730
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   140

HEKİMOĞLU ALİ PAŞA MEYDAN 46

47

HELVA

Van Mour'un betimlemesiyle sokak helvacısı (solda) ve saray helvacısı. Ferriol ve Le Lay, Recueil de cent estampes representant different naîions du Levant, Paris, 1712 "otoğraflar Galeri Alfa

liyesindeki kitabelerin bazılarının çağın ünlü devlet adamları tarafından yazılmış olmasıdır. Bu, özellikle imparatorluğun yenilenme döneminin başlangıcı olan 18. yy' da devlet adamlarının içinde kalem erbabının ağırlığım gösterir. Kendisi de şiir yazan Ali Paşa sanatsever ve bilgili bir devlet adamı olarak ün kazanmıştır. Avlunun ana girişi üzerindeki cami tarihim düşüren kişi, sonradan sadrazam olan ve Ali Paşa' mn yükselmesine yardım ettiği Koca Ragıb Paşa'dır. Bu beyitteki "camiü'n-nur" sözcüğü, bir süre bu caminin adı olarak kullanılmıştır: Eder ismiyle tarihin bu mısra Ra-gıb'a tefhim/ Yapıldı mevkiinde camiü'n-nur AH Paşa (1147).

Kütüphane girişindeki kitabe de Koca Ragıb Paşa'nındır. Cami harimi girişindeki büyük kitabeyi ise, uzun bir şiir halinde, Şeyhülislam Ishak Efendi yazmıştır.

Yapımından sonra oldukça büyük felaketler geçiren ve sonraki müdahalelerle özgün boyalı bezemesini kaybeden külliye, Cumhuriyet döneminde de uzunca bir süre bakımsız kalmıştır. Vaktiyle çevresindeki ahşap evlere egemen olan bu çok güzel kompozisyon, çağdaş ve saygısız oranlarda tasarlanmış yeni yapılar arasında ve özgün arsasına yapılan müdahalelerle kent içinde yarattığı etkiden çok uzaklaşmıştır. Yine de Osmanlı tarihinin değişme döneminin başlangıcına işaret eden önemli bir anıtsal komplekstir.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 81-85; Gurlitt, Konstantinopels, 89; Konyalı, Abideler, 45-48; I. Hattatoğlu, "İstanbul'da Hekimoğlu Âli Paşa Külliyesi", (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, basılmamış lisans tezi), 1967; Tanışık, Çeşmeler, I, no. 144, 145, 146, 148, 208, 215; Kumbaracılar, Sebiller, 37; Fatih Camileri, 123-125; D. Kuban, "Leş mosquees â coupole â base Hexagonale", Be-itrâge zur kunstgeschichte asiens-in Memori-amErnstDiez, İst., 1963, s. 35-47.

DOĞAN KUBAN

HEKİMOĞLU ALİ PAŞA MEYDAN ÇEŞMESİ

Kabataş İskelesi karşısında merdivenli setin üzerindeyken yolun iskele yönüne a-Immıştır. Döneminin dört yüzlü meydan çeşmeleri içinde yalınlığı ve işçiliği ile dikkati çeker.

Hekimoğlu Ali

Paşa


Külliyesi'nin

mihrap


duvarındaki

Kabe ve


Mescid-i

Haram'ı


gösteren çini

pano.


tthan Hattatoğlu

Denize dönük yüzünde Seyyid Vehbî' ye ait olan üç kıtalık kitabesinde yedinci mısrsa dışında her mısra ebced hesabıyla 1145/1732 yılını gösterir. Caddeye bakan yüzde ise, Şair Bursalı Müderris Mahmud Efendi'ye ait 1145/1732 tarihli altı kıtalık kitabe yer alır.

Banisi Hekimbaşı Nuh Efendi'nin oğlu Hekimoğlu Ali Paşa'dır. Sırasıyla kapıcı-başı, Türkmen ağası, Zile voyvodası, Rumeli beylerbeyi, Adana, Halep ve Anadolu valisi ve serasker olmuştur. 1144/1731'de sadrazamlığa atanmıştır. 1148/1735'te azledildikten sonra çeşitli görevlerde bulunmuş ve iki defa sadrazamlığa getirilmiştir. 1171/1757'de ölmüş, kendi türbesine gömülmüştür.

Hekimoğlu Ali Paşa Çeşmesi'nin iki yüzü yalındır. Öteki iki yüzünde ise bezeme, simetri ekseninde bulunan sivri kemerli nişin çevresinde sınırlanmıştır. Niş içindeki musluk dikdörtgen çerçeve içine alınmış ve çerçeve içi dilimli kemer, kemerin köşelerine doğal çiçekler, musluğun iki yanında birer serviyle bezenmiştir. Bir ikinci dikdörtgen çerçevenin içi bitkisel bezemeyle doldurulmuştur. Çerçeve içi simetri ekseni üzerinde ve kenarlarda palnıet, aralarda dilimli kemerlerle tamamlanan bir tepelik görülmektedir. Köşe boşluklarını birer rozet değerlendirir. Tepeliğin iki yanında dikdörtgen çerçeve içinde deği-



Hekimoğlu Ali Paşa Meydan Çeşmesi

Ali Hikmet Varlık, 1993

şik yönlerden tasarlanmış üç boyutlu doğal çiçekler, şiş gövdeli uzun boyunlu vazolarda betimlenmiştir.

Çeşme aynasında kemerin başladığı çizgi mukarnas öğeleriyle oluşmuş kornişle belirtilmiştir. Kemerin içinde kalan iç yüzey kıvrak çizgileri çizen bitkisel bezemeyle doldurulmuştur. Kemerin köşelikleri bu hareketli bezeme üslubunu yineler. Kilit taşma ise bir rozet yerleştirilmiştir. Oluklu silme, sivri kemer düzenlemesini dikdörtgen çerçeve içine alarak tamamlamıştır. Silme bitkisel bezemeli bir bordürle çevrilmiştir. Niş kemerinin üstünde bitkisel bezemeli bordürün devam edip çerçevelediği kitabe panosu vardır. Hazne duvarının dışına taşan musluk çevresi düzenlemesi kütlenin köşelerinde bulunan burmak gövdeyle biçimlenen sütunçelerle tamamlanmaktadır. Hazne yan duvarları oluk silmelerle geometrik olarak kare ve dikdörtgen alanlara bölünmüştür, içi bezemesiz kartuşlar, kare ve dikdörtgen alanları çerçeve-lemektedir. Haznenin köşeleri ince düz yüzeyli sütunçelerle geçilmektedir. Mukarnas ve bitkisel öğeli dizilerden oluşan saçak kornişi çatı düzeyini dolanır. Köşelerde iç-bükey-dışbükey kavis yapan geniş saçak, kalem işi bezelidir.

Hekimoğlu Ali Paşa Çeşmesi basamakla çıkılan bir set üzerine yerleştirilmiştir. 1. H. Tamşık'ın kitabında çeşmenin bugün var olan geniş saçağı yoktur. Saçak kornişi üzerinde parmaklık gözükmektedir. Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, II, 85-89.

AYLA ÖDEKAN

HEKİMOĞLU ALİ PAŞA TEKKESİ

bak. ABDAL YAKUB TEKKESİ



HEKİMOĞLU ALİ PAŞA VALİDESİ ÇEŞMESİ

Ahırkapı'da Akbıyık ve Ahırkapı sokaklarının kesiştiği köşededir. Kitabesinden 1147/1734'te Hekimoğlu'nun annesi için yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Çeşmenin haznesi bugün arkasındaki yapılarla birleştiğinden bu konuda kesin bilgi vermek mümkün değildir. Beyaz mermerden yapılmış ön cephe örtü sistemindeki bazı eksiklikler ve kopmuş suluklarına rağmen



Hekimoğlu Ali Paşa Validesi Çeşmesi

Yavuz Çelenk, 1994

çeşmenin 18. yy'a ait çok seçkin bir örnek olduğu söylenebilir.

Bugünkü verilere göre yatay yerleştirilmiş bir dikdörtgenden oluşan ön cephe, dikey eksende gelişen üç üniteden oluşmaktadır. Ortada dışa doğru taşırılmış, birbirine sivri bir kemerle bağlanmış iki ayak arasına aynataşı yerleştirilmiştir. Aynataşı-nın önünde iki tarafında birer dinlenme taşı bulunan tekne vardır. Yan taraftaki üniteler birer sulukla zenginleştirilmiştir.

iki bloktan oluşan aynataşı, silmelerle altı panoya ayrılmıştır. Musluk lülesinin bulunduğu alttaki pano ortada iki servi a-rasına oturtulmuş bir çiçek rozetiyle bezenmiştir. Rozet çiçekleriyle dolgulanmış dilimli bir kemer formuyla taçlandırılmış bu panonun iki tarafındaki kemer gözü içinde yayvan ağızlı kaplara yerleştirilmiş elma ağacı motifleri benzer bir şema çizmektedir. Bunların üstünde benzer kaplarla tasarlanmış erik ağacı motifleri vardır. Bu panolarda karşılıklı oturtulmuş birer mısır motifi dikkati çekmektedir. Musluk lülesinin üstündeki pano iki tarafında birer rozet bulunan yelpaze motifiyle süslüdür. Bir mukarnas ve bir palmet sırasıyla geçilen kemer aynasında kıvrık dal ve rumîler-den oluşan bir kompozisyon görülür. Kemerin köşe üçgenleri "C" kıvrımlı dallar çevresine serpiştirilmiş yapraklarla bezelidir. Bunun üstünde yukarıda kıvrık dal ve yaprak bordürüyle sınırlanmış kitabe yer alır. Kitabenin üzerindeki mukarnas ve palmetli bordürle bezeli orta ünite saçağa bağlanır, iki yönde birer sütunçeyle son bulan ayaklar, silmelerle bir dikdörtgen çerçeve içine alınmıştır. Bu çerçevenin içinde kitabeyi üstten kuşatan bordürün iki tarafta dinlenme taşlarına kadar indiği görülmektedir. Bu bordürle ayaklar arasına üzengi seviyesinden başlayarak, üst üste, karşılıklı ikişer vazoda çiçek motifi yerleştirilmiştir.

Simetrik süslemelere sahip olan yan ünitelerde,-üstte bir yarım rozet çiçeğine benzeyen küçük istiridye nişle taçlandırılmış suluk vardır. Ters dönmüş bir palmet üzerine oturtulmuş sulukların kâseleri bugün yerinde yoktur, istiridye niş üstünde iki tarafı hurma dalı ile sonlanan bir yelpaze motifi görülür. Onun da üstünde yayvan taşlara yerleştirilmiş iki tarafta bi-

rer mısır motifi ile bezenmiş armut ağaçlı panolar yer alır.

Çeşmenin farklı plastik nitelikler arz e-den panolarındaki mısır motiflerinde belki de "Mısırlı" lakabım kullanan bir ustanın yüksek kabartmalarla üç boyutlu çalışmalara doğru gelişen sanatını görmek mümkündür. Azapkapı'daki Saliha Sultan Sebili'nde hiç görülmeyen ve Tophane'deki L Mahmud Meydan Çeşmesi'nde karşımıza çıkan mısır motifleriyle işaretlenmiş bu panolar, Mısırlı'nın belki de hurma dallarıyla son bulan yelpaze motifleriyle "Hacı" ya da "Bağdadî" lakabını kullanan ustasını geçtiğini düşündürmektedir.

Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 144-145; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 380-381.

H. ÖRGÜN BARIŞTA



HELENİANAİ SARAYI

Bugünkü Samatya bölgesinde bulunan, erkan Bizans dönemine ait saray.

Helenianai Sarayı'nın, imparator I. Cons-tantinus'un(-0 (hd 324-337) annesi Hele-na tarafından yaptırıldığı kesin gibidir. Adına ilk kez, 400 yılı civarında değinilmiştir. Bu dönemde, şehrin varoşları henüz Te-odosios Surları'mn içine alınmamıştı. Helenianai adına daha sonra, tahta yeni çıkan İmparator I. Leon'un (hd 457-474), bir alay eşliğinde, Hebdomon'dan(-t) Konstantino-polis'e gelişini anlatan yazmalarda rastlanır.

498'de ortaya çıkan bir rivayete göre, Helenianai Sarayı'nda bulunan hamamda, dinsel bir hizip olan Ariusçuluğa (Isa' nın yaratılmış, sonlu bir varlık olduğunu ileri süren hizip) mensup biri, bir melek tarafından mucizevi biçimde, üzerine kaynar su dökülerek öldürülmüştü. Bu hikâye, ileriki yıllarda Bizans kroniklerinde sık sık tekrarlanmıştır.

Bu tarihten sonra Helenianai adına rastlanmaz olur. Yer, Sigma(-0 adıyla anılmaya başlar. Burası, Hebdomon'dan (Bakırköy) kente uzanan tören yolunun günümüze kalan parçası olarak kabul edilir.

Helenianai'den kalan teras bölümleri malzemesi bugünkü Sulu Manastır'ın yerinde bulunan Peribleptos Manastm'nda kullanılmıştır. Çeşitli verilerin değerlendirilmesinden çıkan sonuca göre, Helenianai Sarayı, Samatya Kapısı'nın kuzeyindeydi.

Bibi. Janin, Constantinople byzantine, 131, 355-356; A. Berger, Untersuchungen zu den Patria Konstantinupoleos, Bonn, 1988, s. 605-606.

ALBRECHT BERGER



HELVA

Genellikle un ya da irmik ve şekerle yapılan bu geleneksel tatlının istanbul'da da önemli bir yeri vardı.

Türkler arasında eskiden beri bilinen helva ya da helva benzeri tatlılar, Selçuklu ve Osmanlı mutfaklarında yerel malzeme ve uygulamalarla da zenginleşerek varlığını korumuştur.

Topkapı Sarayı mutfağında helva başta olmak üzere her türlü tatlı, şekerleme ve macun hazırlamak üzere özel olarak kurulmuş "Helvahane" adlı bir bölüm vardı. Burada başta padişah olmak üzere sarayın bütün daireleri için tatlılar yapılırdı. Helva-hane'nin yılda bir kez baharda hazırlanan macunu ile lokma, helva ve kadayıf çeşitleri meşhurdu. Buraya Helvahane denilmesi, "helva"mn tatlılar arasında belli bir önceliği olmasından kaynaklanmaktadır.

istanbul'da helva ve buna bağlı geleneklerin dikkate değer yönlerinden biri de helva sohbetleridir(->). Kış gecelerinin bu eski ve eğlenceli geleneği halk arasında olduğu gibi sarayda, rical ve kibar konaklarında da sürdürülmüştür.

HELVA SOHBETLERİ

48

49

HELVAÎ TEKKESİ

li E L V A SOHBETİ Ç A Ğ RIS_I

Güzel davranışlarına gönül verdiğim, ayrılığının acısını duyduğum, saadetli, merhametli, iyiliği çok, sultanım, efendim. Duanız ve uğurunuz ile soframızın cennet sofrası gibi türlü yiyeceklerle bezenmesi için, güzellerin saçlarını döküşleri gibi karların yağdığı kış mevsimine özgü, gençlerin helva sohbetine renk ve lezzet katmak üzere işbu beşinci gece akşam yemeğinden sonra yoksul evimizde düzenlenen helva sohbetini onurlandırmanızı dilerim.

Yazma Mecmuâ-i Sûkûk'tan helva sohbeti daveti

tezkiresi ve'Türkçe özeti.



Necdet Sakaoğlu arşivi

Helvanın ayrıca tekkelerde pişirilip dağıtılmasına ilişkin belirli gelenek ve törenleri vardı. Ayrıca, İstanbul'da her mesleğin loncası tarafından yılın belli bir gününde gerçekleştirilen ziyafetlerde, esnaf tefer-rüçlerinde eğlencenin sonu anlamına gelmek üzere helva pişirilip yenilmesi de gelenek haline gelmişti.

Halk arasında da helvanın dinsel ve tö-rensel yönleri vardı. Helva, kandil günlerinde, cenaze defnedildiği gün ve kırkıncı günü dolduktan sonra da pişirilirdi. Bu amaçlarla pişirilen helvanın dağıtılması geleneği günümüzde de devam etmektedir.

istanbul'un esnaf zümreleri içinde çarşı helvacılarıyla gezgin helvacıların da ö-nemli bir yeri vardı. 1640 tarihli bir narh defterinde helvacı dükkânlarında satılan "ak helva", "zülbiye" ve "sabuniye" helva-larıyla "frenkhelvası"ndan söz edilip bunların vukiyyesinin (okka) 16-20 akçe arasında değişen fiyatları verilmiştir/^0. yy'm ilk çeyreğindeki İstanbul esnafının adreslerine yer veren Türk Ticaret Salnamesi'n-de (1924-1925) "Helvacılar ve Helva İmalathaneleri" başlığı altında 16 helvacının adı ve adresi gösterilmiştir.

İstanbul'da mahalle aralarında, pazar ve meşke yerlerinde ve okul önlerinde satış yapan gezgin helvacılar da vardı. Özellikle mesire yerlerinde sırtta ya da kolda taşınabilen bir dolap ya da sandık içine yerleştirdikleri kozhelva, susamhelvası, kâğıthelvası ve hazırlanıp satılması ayn bir düzenek ve işlem gerektiren ketenhel-vasmı maniler,, türküler söyleyerek satan gezgin helvacılar, halkın ilgisini çeken tiplerdendi. Gezgin helvacı, söylediği maniler üzerinde alıcıya, seyirciye göre ufak tefek değişiklikler yaparak harfendazlık eder ya da küçük övgülerde bulunarak başına biriken topluluğu bir anlamda eğlen-dirirdi.

Pek çoğu başta Mehmed Kâmil Efen-di'nin Melceü't-Tabbâhîn (1844) adlı Türkçe basılmış ilk yemek kitabı olmak üzere diğer eski yemek kitaplarında da adları geçen ve hemen hemen hepsi büyük bir olasılıkla İstanbul'da da pişirilen helva çeşitlerinin adlan şunlardır: Asude helvası, Cem Sultan helvası, gaziler helvası, helva-yı ha-kanî, helva-yı ishâkiye, helva-yı leb-i dilber, helva-yı me'muniye, irmik helvası, kâğıthelvası, kar helvası (karsambaç ya da karga beyni), ketenhelvası, kozhelva, la-muniye helvası, mülûkî sakız helvası, nişasta helvası, Reşidiye helvası, sabuniyye helvası, susamhelvası, tahinhelvası, tepsi helvası, un helvası, yaz helvası. Bugün birçoğu unutulmuş olan bu helvalardan her yerde olduğu gibi İstanbul'da da un ve irmik helvaları ile tahin ve yaz helvaları yapılmaya devam edilmektedir. Ancak İstanbul'da, helvacılık mesleğinin ve bu mesleğe hizmet etmiş ustaların hatırasını saklayan sokak isimleri korunmaktadır. Bunlardan 19. yy'ın son çeyreğinde 4, 1924-1925' te 8, 1934'te 6, 1989'da da 4 "helvacı" adı taşıyan sokak ismi saptanmıştır.



Bibi. (Ergin), Mecelle, I, 532-533; Engin, Rehber, 59; Türk Ticaret Salnamesi 1340-1341, İst., 1340-1341, s. 162, 249; Ayverdi, istanbul

Haritası, 18; M. S. Kütükoğlu (haz.), Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, ist., 1983, s. 92; G. Kongaz, "Topka-pı Sarayı Helvahane ve Reçelhanesi", Geleneksel Türk Tatlıları Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1984, s. 105-109; S. Türkoğlu, "Topkapı Sarayı Helvahane Ocağı (Tatlıcılar Teşkilâtı)", ae, s. 87-90; A. T. Kut, Açıklamalı Yemek Kitapları Bibliyografyası (Eski Harfli Yazma ve Basma Eserler), Ankara, 1985; G. Kut (haz.), Et-TerkibâtfiTabhi'l-Hulviyyât, Ankara, 1986; Şehir Rehberi-1989, 106.

İSTANBUL


HELVA SOHBETLERİ

Fütüvvet örgütünün, esnaf loncalarının geleneklerinden olup halk ve devlet erkânı arasında da yaygınlık kazanmıştır. Helva sohbetlerinin en güzel yapıldığı dönem ve yer, Lale Devri İstanbul'udur.

Lale Devri'nde Sa'dâbâd ve Çırağan eğlencelerinin yerini kışın helva sohbetleri alırdı. Şairler, Nevbaharm gerçi seyr-i gülsen ü sahrası var/Pasl-ı sermâmn ve-lâkin sobbet-i helvası var diyerek bunu dile getirmişlerdir. Şiddetli kış mevsiminin uzun kış geceleri, bu sohbetlerle geçirilirdi. Soğuk kış ayları olan erbain ve hamsini sıhhatle geçirenler kurban keser, bu zamandan sonra helva sohbetlerine başlanırdı. Helva sohbetlerinin vüzera ve kibar konaklarında yapılanları, daha debdebeli olurdu. Eğlence çeşitleriyle, yenilip içilenlerle, düzenleniş tarzıyla bazı helva sohbetleri, düğün eğlencelerinden geri kalmazdı. Şairler, nüktedanlar, sazende ve hanendeler davet edilir, bu kişilerin hünerlerini sergilemesiyle vaktin nasıl geçtiği bilinmezdi. Birçok kibar, helva sohbetlerini servet gösterişi için vesile sayar, birbirleriyle yarışa girerler, bu sohbetleri sıklaştırarak, davetli sayısını gittikçe artırırlardı. Dönemlerinin şairleri de her bir helva sohbeti için ayrı ayn kasideler yazarlardı. Nedim'in Hattmgelicek âşıkına buse mukarrer/Helva gicesidir kattın ey lebleri sükker / Helvalara söz yok hepsi nâzik ü şîrîn / Hoş cümlesi amma ki efendim leb-i dilber mısraları helva sohbetlerinin atmosferini yansıtır.

Damat İbrahim Paşa'mn tertip ettiği helva sohbetlerine devrin padişahı III. Ahmed de katılır, dönemin ünlü şairleri Osman-

zade Tâib, Seyyid Vehbî, Şâkir ve Nedim şiirleriyle toplantılara renk katarlardı. Bazen de padişah, sarayda helva sohbeti düzenler ve devlet erkânı, bu sohbete katılırdı. Kibar konaklarında ve saraylarda düzenlenen helva sohbetlerinde "köy göçtü" tabir edilen oyunu da oynamak â-detti.

Zaman zaman yabancı elçilerin onuruna da helva sohbetleri düzenlenirdi. Saray ihtişamının yabancılara gösterilmesi için bu sohbetlerde 50-60 kişiye varan saz heyetleri bulunur, oturulacak odalar özel o-larak süslenir ve ziyaretin sonunda davetlilere, kapının önünde bekleyen çavuşlara, sefirin maiyetine, derecelerine göre kürkler giydirilirdi.

Helva sohbetlerinin kadınlar arasında da yapıldığı bilinmektedir. Sohbetlerin masrafı, eğlenceyi tertip eden kimse tarafından karşılandığı gibi, bazen de kadınlar arasında yapılan günlerdekine benzer münavebeli olarak düzenlenirdi. Bu eğlencelerde tatlı tuzlu yemekler, hindi dolmaları, börekler, gözlemeler, revaniler, kadayıflar, baklavalar, içi kaymaklı, bademli Tokaloğlu kayısı tadılan yenir, şerbet ve İstanbul'da kışa mahsus bir içecek olan boza içilirdi.

Helva sohbetlerine adını veren helvanın yapımı, ayrı maharet isterdi. Ketenhel-vasının yapımı için ortaya 10 kişinin oturabileceği büyük bir sini konur, sininin üstüne iki bilek kalınlığındaki ağdalanmış şeker yerleştirilirdi. Pir Selman-ı Pâk'e gül-banklar okunduktan sonra, ağdalanmış şeker, elden ele geçirilmek suretiyle helvanın yapımına seçme ustalar tarafından başlanırdı. Bu esnada davetliler de şarkılar, türküler söylerler, birbirlerine çeşitli bilmeceler sorarlardı. Helva kıvama gelip tel tel olunca, misafirlere tutam tutam dağıtılırdı.

Ahmed Midhat Efendi'nin Letâif-i Ri-vayât dizisinden çıkan Dolaptan Temaşa (1890, yb 1986) adlı eserinde helva sohbetlerinden söz edilmiş, bu toplantılarda yapılan şakalardan ve oynanan oyunlardan örnekler verilmiştir.

Mehmed Tevfik de İstanbul'da Bir Sene dizisinde yer alan 5 kitaptan ikincisini "Helva Sohbeti"ne ayırmış, kendi döne-

JİKİ'

\}.İW i^'j Vça?

mindeki helva sohbetlerini ayrıntılı bir biçimde anlatmıştır. 19. yy'ın ortaları sayılabilecek yıllarda halk arasında helva sohbetlerinin ya harîfâne ya da münavebe ile düzenlendiğini belirten Mehmed Tevfik harîfâne toplantılarda masrafların katılanlar, münavebe ile yapılanlarda da davet sahipleri tarafından karşılandığını kaydeder. Helva sohbetlerinde yenilen yemek ve helvalardan; incesaz, meddah, mukallid türünden eğlencelerden; yüzük, lep, değirmen, tura, atasözü gibi oyunlardan, anlatılan hikâyelerden söz eder. Bu yılların nük-tedan ve meclis müdavimlerinden Baye-zid Camii önünde tavuk satan Hafız Efendi ile aynı yerde mürekkepçilik yapan İzzet Efendi'nin özelliklerinden de söz eden Mehmed Tevfik bir dönemin geleneklerini gerçekçi bir biçimde saptar.

Esnaf teşkilatları ortadan kaldırıldıktan ve bu türlü toplantılar yasaklandıktan sonra İstanbul'da bu âdet son bulmuştur.



Bibi. (Ergin), Mecelle, I, 532-533; A. R. Altınay, Lale Devri, Ankara, 1973, 80-81; S. Ayverdi, Boğaziçi'nde Tarih, îst., 1976, s. 149; "Helva", TDEA, IV, 206; Sevengil, Eğlence, 1990, 76-78; Pakalın, Tarih Deyimleri, I, 797-799; Mehmed Tevfik, istanbul'da Bir Sene, ist., 1991, s. 46-53; Musahibzade, istanbul Yaşayışı, 1992, 113-116; A. T. Onay, "Helva Sohbeti", Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Ankara, 1992, s. 202-203.

UĞUR GÖKTAŞ



HELVAÎ TEKKESİ

Eminönü îlçesi'nde Süleymaniye'de, Bozdoğan Kemeri Caddesi'nde 51 numaradadır.

Bayramı Melamîlerinin İstanbul'daki ilk örgütlenme merkezi olan Helvaî Tekkesi' nin kuruluş tarihini belirlemek mümkün değildir. Bir rivayete göre, I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520-1566) İran seferlerini kapsayan 1548-1555 arasında, padişahın Helvaî Yakub Efendi için Bozdoğan Ke-meri'nde inşa ettirdiği odalarda faaliyet göstermeye başlamıştır. 17. yy'ın sonlarına kadar Melamîliğin idaresinde kalan tekke, daha sonra sırasıyla Celvetî, Cerrahî, Rıfaî, Nakşî ve Bayramî tarikatlarına geçmiştir.

Helvaî Tekkesi'nin kuruluşu, Melamîliğin^) 16. yy'ın başlarında İstanbul'a girişiyle siyasi bir boyut kazanan, iktidar karşıtı heterodoks akımların yarattıkları toplumsal anarşi dönemine rastlar. Siyasi açıdan böylesine hassas bir ortamda, Oğlan Şeyh lakabıyla tanınan İsmail Maşukî (ö. 1529), Melamîliği İstanbul'a getirerek kısa sürede etrafına esnaf ve Sipahi Ocağı mensuplarından meydana gelen bir zümre toplamayı başarmıştır. Anadolu'da mehdilik iddiasıyla ortaya çıkan Melamî kutbu Pir Ali Aksarayî'nin (ö. 1529) oğlu ve halifesi olan İsmail Maşukî, bu faaliyetlerinin sonucunda "zındıklık ve mülhidlik" ile suçlanarak Şeyhülislam İbn Kemal'in fetvası üzerine Atmeydanı'nda 12 müridiyle birlikte idam edilmiş ve Melamîlik bu tarihten itibaren "kitmana riayet" ilkesine bağlanarak gizliliği esas almıştır. Helvaî Tekkesi' nin kuruluşu ise tarikat üzerindeki baskıların giderek yoğunlaştığı bu dönemde

Helvaî

Tekkesi'nin



zemin kat

planı.


M. Baha Tanman

Şeyh Yakub Helvaî Efendi tarafından geryjl çekleştirilir.

Tekkenin kurucusu ve ilk postnişini Yakub Helvaî Efendi (ö. 1588), Silifke'nin Zey-niye Köyü'nde doğmuş ve Pir Ali Aksara-yî'ye intisap ederek hilafet almıştır. Ayrıca halifeliğini, mürşidinin kızıyla evlenerek tarikat geleneğine uygun bir aile kökenine dayandırmış ve böylece Melamîlik İstanbul'da, ismail Maşukî'den sonra aynı a-ileye mensup şeyhler tarafından temsil e-dilebilme olanağım bulmuştur.

İstanbul'a İsmail Maşukî ile beraber gelen Yakub Efendi, Maşukî'nin burada katledilmesi üzerine Akka'ya sürülmüş ve bir süre sonra I. Süleyman (Kanuni) tarafından bağışlanarak İstanbul'a dönmesi sağlanmıştır. Şeyh Yakub Efendi'nin İstanbul'a bu ikinci gelişiyle başlayan yeni dönemde Helvaî Tekkesi'nin temelleri atılmış ve kendisi de halk arasında Helvaî Baba lakabıyla kutsal bir kişilik kazanmıştır. Bu lakabın ona, saray helvacıbaşılarından olan babası Ahmed Ağa'dan geçtiği tahmin e-dilebilir. Meşihat makamında bulunduğu süre içinde kendisini zahiren Bayramî o-larak gösteren Yakub Efendi, tarikat üzerindeki baskılar nedeniyle faaliyetlerini İstanbul dışında sürdürmek zorunda kalan Melamî kutuplarından Hüsameddin An-karavî (ö. 1556), Hamza Bâlî (ö. 1561) ve Hasan Kabadûz'un (ö. 1601) imparatorluk merkezindeki temsilcisi olmuştur. Mezarı, Helvaî Tekkesi türbesindedir.

Pir Ali Aksarayî'nin torunu ve Şeyh Ya
kub Efendi'nin de damadı olan Hasan Efenj\
di, tekkede Melamî meşihatını temsil eden
ikinci postnişindir. Hilafetini Şeyh Yakub
Efendi'den almıştır. Vefat tarihi bilinme
diği için meşihat süresini belirlemek im
kânsızdır. Yerine oğlu Ahmed Efendi (ö. 5>
1644) geçmiş ve Helvaî Tekkesi'ndeki Me
lamî meşihatı bu şeyhle son bulmuştur.

Şeyh Ahmed Efendi'nin 1644'te vefat etmesiyle boşalan Helvaî Tekkesi meşiha-

tını, 18. yy'ın ortalarına kadar kimlerin doldurduğu ve tekkenin hangi tarikatlara bağlandığı bilinmemektedir. Ancak bazı vakıf kayıtlarına göre tekke, bu dönem boyunca türbedarlık şeklinde idare edilmiş, ardından Celvetîliğe(->) bağlanmıştır.

1679'da Osman Keşfî Efendi'nin (ö. 1715) Vezneciler'de kendi adına bir tekke kurmasıyla birlikte bu bölgede Celvetîlik yaygınlaşmış ve bir süre sonra Helvaî Tekkesi meşihatı Keşfî Efendi'nin halifelerine geçmiştir. Mürşitleri gibi aynı zamanda Ka-dirî icazetine de sahip bulunan bu Celvetî şeyhlerinden ilki Manisalı Hafız Mustafa Efendi'dir. Arşiv kayıtlarına göre 11547 1741'de Helvaî Tekkesi meşihatında bulunan bu şeyhin postnişinlik süresi bilinmemektedir. Vefatından sonra yerine oğlu Abdülhalim Efendi geçmiş ve bunu da Şeyh Emin Efendi'nin meşihatı izlemiştir. Helvaî Tekkesi'nin son Celvetî şeyhi ise Osman Keşfî Efendi'nin halifelerinden Bursalı İbrahim Efendi'dir.

18. yy'ın sonlarına doğru Celvetîliğin suriçindeki etkinliğini kaybederek faaliyetlerini Üsküdar'a kaydırması sonucunda Helvaî Tekkesi meşihatı da bu tarikatın kontrolünden çıkarak Halvetîliğin güçlü kollarından Cerrahîliğe(->) geçmiştir.

Helvaî Tekkesi'nde Cerrahî meşihatını temsil eden ilk şeyh, Mustafa Bedestanî Efendi'dir (ö. 1793). Eğrikapılı Seyyid Mehmed Sadeddin Efendi'nin (ö. 1765) halifelerinden olup aynı zamanda Cerrahîlerin önemli merkezlerinden Hacegî Tekkesi postnişinliğine 1767'de atanarak her iki tekkenin ortak meşihatını 1793'e kadar sürdürmüştür. Yerine geçen Mehmed Sa-id Efendi zamanında bu tekkeler arasındaki ortak meşihat ilişkisi bir süre kesintiye uğramış ve Hacegî Tekkesi'nin 1794'te Nakşibendîliğin denetimine girmesiyle Cerrahî meşihatı yalnızca Helvaî Tekkesi'nde temsil edilmiştir. 1793-1805 arasında Helvaî Tekkesi'nde postnişinlik yapan Meh-



Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin