HEYBELİADA RUHBAN MEKTEBİ
Heybeliada'da Papaz Dağı'nda (günümüzde Ümit Tepesi) koru içindeki tarihi okul ve manastır. Bugün "Heybeliada Rum Erkek Lisesi" adını taşımaktadır.
Papaz Dağı'ndaki ilk manastır-okul, 809'da Despotlar Manastırı adıyla kuruldu. Burası 860-8ö2'de Karadeniz'den gelen Kazak akıncıların yağmalan sonucu yakılıp yıkıldı. Patrik Fotios tarafından o-nartıldı. 1268-1278 arasında Patrik İosif in çabasıyla zengin bir kütüphaneye kavuştu. Yazma kitap koleksiyonları ile Hıristiyan dünyasında ünlendi. Fakat bu ma-nastır-okulun eğitim çalışmaları hakkında günümüze ulaşan önemli bir bilgi yoktur. Adı, kaynaklarda Trias (Aya Triada) Manastırı olarak geçmektedir.
Osmanlılar döneminde 18. yy'a değin manastır işlevini koruyan kurum için 1772' de okul açma izni alındı. Manastırla birlikte okul, 1821'de yandı. Yeni binasının açılışı 13 Eylül 1844'tedir. Bu bina ise 1894 büyük depreminde hasar gördü ve 1896' da bugünkü bina yapıldı. 1844'teki açılıştan başlayarak patrikhaneye bağlı ve Ruhban Mektebi adıyla Ortodoks din adamı (papaz) yetiştiren kurumda okutmanların çoğu Sen Sinod üyesiydiler. 4 yıl orta, 3 yıl yüksek teoloji eğitimi verilen Ruhban Mektebi'nde 1919'da orta kademe kaldırıldı. 1923'ten sonra yeniden 3 yıllık orta, 4 yıllık yüksek teoloji eğitimine dönüldü. Bu statü 1951'de azınlık lisesi ile teoloji okuluna dönüştürüldü. Liseye Fransızca ve Latince dersleri de kondu. Teoloji bölüm programında ise zorunlu Türk dili ve edebiyatı dersine yer verildi. Parasız yatılı konumu değişmedi.
HEYBE1İADA RUHBAN MEKTEBİ 58
59
HIDİV AİLESİ
Okulun yönetimini ve giderlerini üstlenen patrikhaneyi burada, kurucu temsilcisi olarak bir metropolit müdür temsil etmekteydi. Son kurucu temsilcisinin 1960' ta ölmesinden sonra yenisi atanmadı. Okulun teoloji bölümü, 1971'de yürürlüğe giren ve özel yüksekokulların kapatılmasını öngören yasa nedeniyle o yıl kapandı. 1971-1972 öğretim yılından başlayarak Özel Heybeliada Rum Erkek Lisesi adı altında azınlık okulu statüsü kazandı.
Öğrenci mevcudunun giderek azalması ve yatılı öğrencilerin masraflarının artması karşısında Fener Rum Patrikhanesi, 1984'te Milli Eğitim Bakanlığı'na başvurarak okul bölümünü kapatmak istedi. Ancak Lozan Antlaşması ile diğer ikili anlaşmalar açısından ve mütekabiliyet ilkesi gereği bu istek kabul edilmedi. 1923-1950 arasında okulun mevcudu en fazla 60 dolayında iken 1951-1971 arasında 100-110 kadardı. 1962-1963'te 95 öğrencisi vardı. Bu sayı sonraki yıllarda görülen düşüşle 1984-1985 öğretim yılında 8'e indi. izleyen yıllarda ise yönetim faaliyeti sürdürülmekle birlikte eğitim ve öğretim çalışmaları öğrenci yokluğundan yapılamaz du-
Heybeliada Ruhban Mektebi (üstte) ve tören odası. Tarkan Okçuoğlu, 1994 (üst), Erkin Emiroğlu, 1985
ruma geldi. Okula, kurucu temsilcisi a-taması çeşitli nedenlerle yapılamadığından yöneticilik görevim "müdür vekili" sanı ile Türk müdür yardımcısı yürütmeye başladı.
Manastırla birlikte aynı çatı altında yer alan 44 oda ve derslikli okulda halen öğrenci ve öğretmen bulunmamaktadır. Yönetim işleri, kadrosu Heybeliada Hüseyin Rahmi Gürpınar Lisesi'nde olan Türk müdür yardımcısı ve müdür vekili tarafından, çeşitli hizmetler de 3 personelce yürütül-
NECDET YAŞAR Mimari
Bugünkü binadan önce, burada zemin katı kagir, ikinci katı ahşap olan iki katlı bir bina bulunmaktaydı. 1894'teki depremde yıkılan bu binanın yerine bugünkü kagir yapı inşa edilmiştir. Yapımı 1896'da tamamlanan bugünkü binanın mimarı Fo-tiadis'tir.
Okul binasının planı, "U" biçiminde ve simetriktir. 3 katlı binada katlar silmelerle ayrılmıştır. Ana girişin olduğu batı cephesinde zemin katta demir parmaklıklı kareye yakın dikdörtgen pencereler bu-
lunur. 2. katın pencereleri dikdörtgendir ve silmelerle çerçevelenmişlerdir. 3. katta iki yanında pilastrlar bulunan yuvarlak kemerli pencereler vardır. Saçak altında tüm yapı boyunca dolaşan, dişli bir korniş yer alır.
Âna giriş, yapı kitlesinden öne çıkmıştır. Mermer merdivenlerden çıkılarak dört sütunun oluşturduğu üçlü açıklıktan yapıya girilir. Bu bölümün üzerinde üçlü bir pencere grubu yer alır. Ortadaki pencere daha yüksektir ve kemeri iki küçük mermer sütuna oturmaktadır. Bu iki bölüm giriş katı ve 3. kat boyunca uzanan, geniş bir yuvarlak kemerle çerçevelenmiştir. Yuvarlak kemerin iki yanında geniş birer pi-lastr yer alır ve bu bölüm üçgen bir alınlıkla sonuçlanır. Sütun başlıklarının üzerinde haç motifleri ve üçlü pencerenin sütunlarının üzerinde üç yapraklı yonca motifi yer alır. Büyük yuvarlak kemerin üstünde, iki köşede kabartma asma yapraklan ve üzüm motifleri vardır.
Yapının diğer cephelerinde de aynı pencere düzeni görülür. Kuzey ve güney cephelerde, iki yanda köşelere doğru üçgen alınlıkla biten ve yapı boyunca uzanan bir çerçevelenme vardır. Bu bölümlerde de pencereler, ana girişte olduğu gibi geniş bir yuvarlak kemer içine alınmıştır. Arka cephelerde, üçüncü kadarda, ortada birer cumba vardır. Ana girişin dışında, diğer üç cephede de birer küçük giriş yer alır.
Yapının dış cephesinde, saçak altındaki dişli kornişte ve kemerli pencerelerin kemerlerinin etrafında kullanılan tuğlalar cephelere hareketlilik kazandırmıştır. Ana girişten dört mermer sütunlu büyük bir hole girilir. Girişin hemen iki yanındaki o-dalar ziyaretçiler içindir. Holün iki yanında, kuzey ve güney yönlerdeki koridorlara açılan kapılar vardır. Bu koridorlardan yapının diğer kanatlarına geçilir. Bu bölümlerde dershaneler, yatakhane ve yemekhane yer alır. Holdeki mermer merdivenlerle 2. kata çıkılır. Bu katta müdür ve öğretmenlerin odaları yer alır. Bu kattaki en ilgi çekici mekân, büyük tören odasıdır. Bu odanın pencereleri, ana girişin üstünde yer alan üçlü pencerelerdir. Tören odasının duvarlarını, okulda görev yapmış öğretmenlerin ve din adamlarının tabloları ve fotoğrafları süsler. Bu odada, kuzey yönünde küçük bir ibadet mekânı vardır. Odanın ahşap kaplamalı tavanları kalem işleriyle bezelidir. Yapının içinde tavanlarda ve duvarlarda kalem işleri vardır.
Büyük holde, ana girişin karşısındaki kapıdan avluya çıkılır. Avluda Trias Kilisesi yer alır. Kilisenin kuruluşu 9. yy'a kadar uzanmaktadır. Kilise, üç nefli bazilika planındadır. Orta nefin üzeri beşik tonozludur. Kilisenin yamsıra, avluda kilise çanları ve kilise apsis duvarının önünde mezarlar vardır. Okulun bahçesinde ana girişin yanında, Ermenice kitabeli bir kuyu bileziği bulunur. Bibi. Erdenen, Adalar, N. Gülen, Heybeliada, İst., 1985; P. Tuğlacı, İstanbul Adaları, II.
EMİNE ÖNEL
HEYBELİADA SANATORYUMU
Çam Limanı mevkiinde 1924'te kurulmuş istanbul'un ve Türkiye'nin ilk sanatoryumu.
Türkiye'de çağdaş anlamda bir sanatoryum kurulması ilk kez, II. Abdülhamid döneminde düşünülmüş ve 1904'te Etfal Has-tanesi'ndef-») veremli çocuklar için baraka şeklindeki ilk sanatoryum yapılmıştır. O sıralarda yabancı ülkelerde, dağlarda çamlar içinde kurulmuş sanatoryumlarda hastaların yüzde 68 oranında şifa bulduğuna dair bilgiler alınmakta olduğundan Heybeliada'daki Mekteb-i Bahriye Neka-hethanesi'nin bir sanatoryuma çevrilmesi düşünülmüş, bu sırada bina muhacirlere tahsis edilmiş, ancak burada bir sanatoryum kurma fikrinden vazgeçilmemiştir. Heybeliada'nm Çam Limanı mevkii, çamlarla kaplı bulunması ve kuzeyden gelen sert ve soğuk rüzgârlara karşı kapalı olması nedeniyle, iklim tedavisi olanakları bakımından bir sanatoryum için ideal bir konumdaydı.
Karadan bakıldığında Çam Limanı'nı kapatan iki burundan soldakinde, Mekteb-i Bahriye Nekahethanesi olarak kullanılan küçük bina inşa edilmişti. Bu bina sonraları Bahriye Mızıka Mektebi olarak kullanılmıştı ve sonunda da muhacirlere tahsis edilmişti. İşte bu bina 1924'te Heybeliada Sanatoryumu'nun ilk nüvesini o-luşturdu.
Dr. Refik Saydam'ın sağlık bakanlığı zamanında, sanatoryumun kurucusu olarak Dr. Reşat Rıza Bey düşünüldü. Verem hastalıkları konusunda zamanın en yetkili hekimlerinden olan bu hekim, verilen tahsisatın darlığım öne sürerek teklifi reddetmiş ve daha büyük bir sanatoryumun Şişli'de kurulmasını önermiştir. Bunun ü-zerine, Sağlık Bakanlığı da, Heybeliada Sanatoryumu'nun oluşturulması için Dr. Ser-ver Kâmil ve Dr. Tevfik İsmail (Gökçe) beyleri görevlendirdi. Bu hekimler 15 Ağustos 1924'te adaya gelerek binayı teslim aldılar ve gerekli tamiratı yaptırıp ilave inşaatları başlattılar.
l Kasım 1924'te 16 yataklık ilk nüve kuruldu. Üst katta biri kadınlara diğeri de erkeklere ayrılmak üzere 8 yataklı iki koğuş,
alt katta da idareye ve memurlara tahsis edilmiş birkaç oda, sanatoryumun nüvesini oluşturdu.
Kamil Bey'in 1925'te başhekimlikten ayrılmasından sonra Dr. Tevfik İsmail Gökçe Bey bu göreve getirildi ve 30 yıl süre ile bu makamda kaldı. Kurumun ilk yıllarında, soba ile ısıtılan binalarda kür yerleri, basit tesviye edilmiş toprak üzerinde, üstü ve arkası tente kaplı salaş yerlerdi. Sanatoryumun suyu, eski ve verimsiz bir tulumba ile çürük bir sac depoya verilerek temin ediliyordu. Elektrik de ancak akşamları birkaç saat faaliyette bulunan ufak bir motorla sağlanıyordu.
19401ı yılların başlarında, Çam Limanı Bumu üzerinde inşa edilmiş binalar sanatoryumun ihtiyaçlarını karşılayamaz olunca, 1945'te Tur Yolu'nun sağdaki yamaçlara bakan kısmında kadın hastalar için, inşaat alanı 7.492 m2 olan yeni büyük binanın yapımına başlandı ve bu bina da kısa sürede tamamlanarak l Ocak 1947'de hizmete girdi.
Böylece 510 yatak kapasitesine ulaşan sanatoryum günümüzde Heybeliada Sanatoryumu Göğüs Hastanesi ve Göğüs Cerrahisi Merkezi adıyla hizmet vermektedir. Sağlık Bakanlığı'na bağlı, göğüs hastalıkları alanında uzmanlaşmış bir özel dal hastanesi olup 640 yatağı vardır. Ayrıca 60 ya-. taklı bir de eğitim merkezi bulunmaktadır. KRİTON DİNÇMEN
HEYBELİADA VAPURU
Şehir Hatları İşletmesi vapuru.
1928'de Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi tarafından, Fransa, Marsilya'da, Chantier de Provence, Port de Bouc tezgâhlarında, eşi Kalamış ile birlikte inşa ettirildi. Daha önce, 1912'de Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından aynı tersaneye ısmarlanıp inşa ettirilen birbirinin eşi Moda, Burgaz, Kadıköy adlı vapurlardan çok memnun kalındığı için, yaptırılmasına karar verilen iki yolcu vapurunun da yine aynı tersaneye ve öncekilerin eşi olarak yaptırılması uygun görülmüştü. Bu beş vapurun beşinin de uzun süre kullanıldıkları göz önüne alınırsa, ne kadar isabetli bir karar verildiği daha iyi anlaşılır.
Heybeliada'da Yeşilburun'dan sanatoryumun bir görünümü.
Elif Erim, 1988
Heybeliada Vapuru, Karaköy'de. Eser Tutel
699 grostonluk olan Heybeliada, 61,2 m boyunda, 9,2 m genişliğinde olup su-kesimi 3,1 m kadardı. Her biri 350 beygir-gücünde iki buhar makinesi vardı. Çift us-kurlu olup saatte 13,5 mil hız yapabiliyor, 1.389 yolcu alabiliyordu. 1958'de, Galata Köprüsü'ne bağlı iken geçirdiği bir yangında kısmen harap olduysa da onarılarak yeniden hizmete kondu. 19öO'lı yıllarda tadil edilerek kazanı akaryakıtla ısıtılır duruma getirildi. 1938 sonlarında faal hizmetten alınarak kadrodan çıkarıldı. 1991' de sökülmek üzere Aliağa'daki sokum yerine götürüldü.
ESER TUTEL
HIDİV AİLESİ
19. yy'ın ikinci ve 20. yy'ın ilk yarısında (özellikle etkileri azalarak 1940'lara değin) İstanbul'un toplumsal, kültürel ve siyasal yaşamında önemli etkileri olan aile.
"Mısırlılar" veya "Kavaklılar" olarak da anılan bu ailenin mensupları, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın soyundan gelir. Bu soydan gelen ve Mısır'ı yöneten vali, imtiyazlı vali ve hıdivler şunlardır: Mehmed Ali Paşa (1805-1848), İbrahim Paşa (1848, vekil), I. Abbas Paşa (1848-1849, vekil; 1849-1854, vali), Said Paşa (1854-1863), İsmail Paşa (1863-1879, 2 Haziran 1866'dan itibaren hıdiv unvanıyla), Tevfik Paşa (1879-1892), II. Abbas Hilmi Paşa (1892-1914).
Mısır'ın vali ve hıdivleri, Osmanlı protokolünde, Osmanlı hanedan üyeleri, sadrazam ve şeyhülislamdan sonra üçüncü sırada yer almıştır. İlk Mısır valileri İstanbul'a çoğunlukla protokol ve biat için gelmişlerdir. Mehmed Ali Paşa 17 Ağustos 1846'da ilk ve son defa İstanbul'a geldi, Abdülme-cid'e bağlılığını bildirdi. 25 gün İstanbul' da kaldı. İbrahim Paşa, vali vekili olarak 1848'de İstanbul'a geldi. Abbas Paşa, 1849 sonunda valiliğe tayini nedeniyle teşekkür için İstanbul'a gelip, padişahın ayağını ö-pünce, vezir payesi, sadaret payesine yükseltildi. Ardılı Mehmed Said Paşa, padişaha biat için 20 Ağustos 1854'te İstanbul'a gelmiştir. Aynı şekilde, İsmail Paşa da valiliğinin ilk aylarında İstanbul'a gelip, Ab-dülaziz'e biatte bulundu. Mısır vali ve hıdivlerinin İstanbul'a gelişlerinde saray ve
HIDİV AİLESİ
60
61
HIDİV KASRI
ileri gelen devlet ricali tarafından ziyafetler verilir, törenler düzenlenirdi.
Cevdet Paşa'nın yazdığına göre, Mısır zenginlerinden birçok ailenin istanbul'a göçleri veya yaz mevsimi için gelişleri, I. Abbas Paşa'nın valiliği zamanında başlamıştır. İstanbul'un bu ilk zengin, cepleri altın dolu turistleri diyebileceğimiz Mısırlılar, yüksek bedellerle konaklar, yalılar satın almışlar, bunları alafranga eşyalarla dö-şemişlerdir. Bol para harcamaları ile halkın, esnafın ve nihayet yöneticilerin dikkatim çekmişler, istanbul'un kibar takımı ve vükela aileleri bunları taklit etmeye başlamışlardır. Bu moda saray kadın efendilerine, sultanlara ve şehzade haremlerine de sirayet ederek, bol israf ve harcamalara yol açmıştı. Alafranga yaşamda örnek bir aile olan Fuad Paşa'nın haremleri ve konağı ile, Mısırlılardan birisi Kâmil Paşa'nın zevcesi ve Mehmed Ali Paşa'nın kızı Zeyneb Hamm'ın pek lüks ve şatafatlı yaşamıydı. Bu israf modası, saray masraflarının artması Abdülmecid'in tepkisine ve önlemler almasına yol açmış, ancak bunlar fazla etkili olamamıştır.
Mısırlı zenginler ve hıdiv ailesi mensupları yazın sıcak iklimden kurtulmak için, istanbul'a özellikle Boğaziçi'nin güzel ve serin kıyılarına gelmeye can atarlardı. Mısırlılar ve hıdiv ailesi için tekrar İstanbul'a kavuşmak büyük bir özlem ve düş olurdu. İstanbul'un leziz suları, sayfiyeleri, mesireleri, adaları, Osmanlı sarayının mensupları, vükela konakları, düşlerini süsleyen ve yaşama sevinci veren unsurlardı. İstanbul halkı da, zenginiyle fakiriyle Mısırlıların gelişini dört gözle beklerlerdi. Çünkü bunlar son derecede bol para harcayan, yardımsever, eli açık insanlardı. Ayrıca hıdiv ailesinin İstanbul'da yaşamak için kültürel sıkıntıları da olmazdı. Kavalalı soyu, Türk (kimi kaynaklar Mehmed Ali Paşa'yı Arnavut olarak gösterir) ve Sünnî-Hanefî mezhebindeydi. Kavalalı Hanedanı mensupları çocuk iken Türkçe ve Arapçayı öğrenirlerdi. Bazdan birkaç yabancı dil bilirdi. Dolayısıyla irken Türk, dinen Müslüman, kültür ve gelenek itibariyle âdeta Boğaziçili idiler.
Hıdiv İsmail Paşa döneminden itibaren, hıdiv ailesinin İstanbul'a ziyaretleri ve İstanbul'un sosyal yaşamında Mısırlıların nüfuzları artmıştır. İsmail Paşa, geniş ailesi i-le hemen her yaz İstanbul'a gelirdi. İsmail Paşa, iyi yetişmiş, insan ilişkilerinde girgin, hırslı, insanları elde etmekte mahir bir kişiliğe sahipti. Mısır'ın siyasal haklarının genişletilmesi peşinde koşan İsmail Paşa, İstanbul'da kısa sürede saray ve Babıâli erkânını elde etmeyi başarabildi. İleri gelenlerin en büyüğünden en küçüğüne kadar güleryüz gösterip "kapu yoldaşım" diye dostça ve arkadaşça davranırdı. Saray mensuplarına ve devlet ricaline "kapu yoldaşı hediyesi" namı ile pek çok hediye ve pişkeş sunmuştur. Hediyeler ve rüşvetlerle Mısır'ın imtiyaz fermanlarım genişletti. 1866'da valiliğin babadan oğula geçmesini sağlayan fermanı elde etti. Başka bir fermanla da "Mısır ve Sudan hıdivi" unvanım aldı.
İsmail Paşa'nın yalısı Emirgân'daki eski sadrazam Hüsrev Paşa'nın malikânesinin yerinde idi. Yalısı, devrin seçkin kültür, fikir ve devlet adamlarının toplandıkları sazlı, sözlü, musikili, davetli, eğlenceli bir şenlik yeriydi. Beyazıt'ta da büyük bir konağı vardı. İsmail Paşa, İstanbul halkını kendisine ısındırmak için, özellikle ramazanlarda, mahalle fakirlerine, medreselere, tekkelere çok yardımda bulunurdu. 1866 Hocapaşa yangınında zarara uğrayan 8.500 kişinin yaralarını sarmıştı. Hıdiv ailesinin diğer yakınları da Boğaziçi'nin en güzel köylerinde, en güzel yalı ve konaklarda otururlardı. Hıdiv İsmail Paşa'nın şerefine Adile Sultan'ın(->) eşi Mehmed Ali Paşa'nın Kuruçeşme'deki yalısında verdiği ziyafet pek şatafatlı olmuştu.
Giyim kuşam bakımından da Mısırlı hanımların İstanbul'daki tesirlerinden söz e-dilebilir. Mısır saraylarında başlangıçta Osmanlı tesiri hâkimdi. Özellikle İsmail Paşa zamanında Mısır'ın Avrupa'ya açılışı ve lüks israflar sonucu, Avrupa kıyafet, moda ve takıları, Mısır hıdiv ailesinin hanım ve prensesleri arasında moda oldu. Avrupa' nın yüksek sosyete kadınlarına uymaya çalıştılar. Bunların yankıları İstanbul'daki Osmanlı üst düzey hanımlarına da etki etmiştir. Mısırlı prenseslerin giyim ve moda konusunda harcadıkları muazzam servetler, masal ve efsane gibi hanımlar dünyasında dillerde dolaşırdı.
Hıdiv ailesinin İstanbul'daki bir diğer meşhur siması, İbrahim Paşa'nın ikinci oğlu, Hıdiv İsmail Paşa'nın küçük kardeşi Mustafa Fazıl Paşa'ydı (1830-1875). Fazıl Paşa çok küçük yaşta İstanbul'a gelerek Babıâli'ye girmiş, sonra Mısır'a dönmüştü. 1846'da yeniden İstanbul'a geldi. Eniştesi Yusuf Kâmil Paşa'nın yardımıyla padişahı tanıdı. 1858'de vezir oldu. Tanzimat Meclisi üyeliği, maliye nazırlığı yaptı. 1862'de maarif nazırı oldu. Hazâin Meclisi başkanlığına getirildi. Ağabeyi İsmail Paşa'nın gayret ve pişkeşleriyle, Mısır'ın veraset sisteminin değişmesiyle, valilik hakkını kaybetti. Osmanlı yöneticilerine kırıldı. 1866' da Paris'e gitti. Yeni Osmanlılar (Jön Türkler) denen siyasal akıma destek verdi, yardımlarda bulundu. 1867'de affedildi, İstanbul'a döndü. Maliye ve adliye nazırlıklarına getirildi.
Mustafa Fazıl Paşa, iyi yetişmiş, kültürlü, yaradılıştan eli açık, hamiyetli bir zattı. Şen ve esprili bir mizaca sahipti. Mısır' daki emlakine karşılık aldığı parayı ölçüsüz sarf ve eğlence ile 10 yılda bitirdi. Çamlıca'daki köşkü, Beyazıt'taki konağı, Eyüp'te Bahariye'deki sahilhanesi tanınmıştı. Devrin ricali, fikir adamları, sanatçıları köşkünde ve konağında toplanırlardı. Kişiliğini ve döneminin insanlarıyla ilişkilerini yansıtan anekdotları ilginçtir. Abdü-laziz'e Paris'ten yazdığı mektubu siyasal literatürümüzde önemli bir belgedir.
Hıdiv ailesinden İstanbul'da hayırları, yardımları, ihsanları ve cömertlikleriyle tanınan bir kişi de Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa'nın eşi ve Kavalalı Mehmed Ali Paşa' nın kızı Zeyneb Hanım'dır. Yakacık'ta köşkü, Laleli'de konağı vardı. Kan koca Üskü-
dar'da yaptırdıkları ve bugün adlarıyla anılan hastanenin, bahçesinde yatıyorlar.
İsmail Paşa'nın 1879'da siyasal nedenlerle azlinden sonra, yerine oğlu Tevfık Paşa (1852-1892) geçti. İsmail Paşa ise, önce İtalya'ya gönderildi. Oğlu Hasan Paşa'nın verdiği sadakat sözü üzerine İstanbul'a gelmesine ve Emirgân'daki sahilsarayında oturmasına II. Abdülmecid izin verdi. 1895' te ölümüne değin burada yaşadı.
Babası gibi Tevfik Paşa da hemen her yaz ailesiyle istanbul'a gelirdi. Tevfik Paşa' nın 1892'de ölümü üzerine oğlu Abbas Hilmi Paşa (1874-1944) hıdivliğe getirildi. Hıdiv gençti. Annesi onu II. Abdülhamid'in kızlarından birisiyle evlendirmek istiyordu. Münasip görülmediğinden, padişah saray kızlarından İkbal Hanım'ı onunla evlendirdi. Yalnız Osmanlı şehzade ve sultanlarına mahsus "hanedan-ı âl-i Osman" nişanını verdi.
Abbas Hilrni Paşa da dedesi ve babası gibi her yıl İstanbul'a gelirdi. Çubuklu'da küçük bir şato görünümündeki sarayı inşa ettirdi. Bu yapı Hıdiv Kasrı(-») olarak tanınır. Bebek'te de bir sarayı vardı. Hıdiv ailesi Boğaziçi'nde Nimetullah Yatı ile geziler yapardı. İstanbul'daki olağan tören ve davetlere katılırlardı. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'na girince, İngiltere, Mısır'ı ilhak ederek, o sırada İstanbul'da bulunan Abbas Hilmi Paşa'nın hıdivliğine son verdi. Osmanlı Devleti 1918'e kadar onun hıdivliğini destekledi. Cumhuriyet döneminde Türk tabiyetine giren Abbas Hilmi Paşa uzun yıllar Çubuklu'daki sarayında yaşamıştır.
İstanbul'da, hıdivden sonra ikinci önemli şahsiyet daima hıdivlerin anneleri olurdu. Osmanlı protokolünde onlara "vali-de-i hıdiv" veya "valide paşa" denirdi. Tevfik Paşa'nın annesi Valide Hanım, Abbas Hilmi Paşa'nın annesi Emine Necibe Hanım meşhur valide paşalardı. Valide Paşa Sarayı Bebek'te olup, ahşap bir sahilsaray-dı. Valide Paşa Yalısı diye de anılırdı. Valide paşa, Osmanlı saray hareminin daima gözde konuğu olurdu. 15 günde bir mutlaka Yıldız'daki selamlık alayında hazır bulunurdu. Saray tiyatrosuna da davet edilirdi. II. Abdülhamid'in kızları ve hanımları da valide paşa ile iyi dosttular. Düğünlerde, bayram törenlerinde valide paşanın ayrı bir yeri vardı. Valide paşa da, eli açık ve rütbesine yakışır tarzda şefkat ve dostlukla hareket ederdi. Bebek'teki ahşap yalı 20. yy'ın başlarında yıktırılıp, yerine art nouveau tarzında bir bina valide paşa tarafından yaptırılmıştır (bak. Hıdiva Sarayı).
Kavalalı soyundan Abdülhalim Paşa' nın iki oğlu Said Halim Paşa (1864-1921) ve Abbas Halim Paşa (1866-1935) Osmanlı yönetiminde önemli görevler almışlardır. İkisi de Lozan'da siyasal bilimler eğitimi gördü. Said Halim Paşa, İttihad ve Terakki üyesi idi. 1913-1917 arasında 3,5 yıl sadrazamlık yaptı. Mütarekede Malta'ya sürüldü. Roma'da Ermenilerce katledildi. Yeniköy'de ünlü bir yalısı vardı (bak. Said Halim Paşa Yalısı). Abbas Halim Paşa Şûra-yı Devlet'te çalıştı. 1913'te Hüdaven-digâr valisi, 19l4'te nafıa nazın olarak kar-
deşinin kabinesinde görev almıştır. 1920' de Malta'ya sürüldü.
Hıdiv ailesinden birçok prense vezir, müşir, mirmiran rütbeleri ve nişanları verilmiştir. Nazır, asker, yönetici, siyaset adamı olarak bu aileden birçok şahsiyet yetişmiştir. Bunlar arasında Abdülhalim Paşa (müşir), Küçük Mehmed Ali Paşa (maliye nazırı), Hasan Paşa (müşir), İbrahim Hilmi Paşa (müşir), Hüseyin Kâmil Paşa (müşir), Aziz Hasan Paşa (ferik), Ahmed Fuad Paşa (sonra Mısır kralı), Ali Kâmil Fazıl Paşa sayılabilir.
Hıdiv ailesi ile Osmanlı hanedanı ve birçok meşhur Osmanlı aristokrat ailesi a-rasında evlilikler ve akrabalık ilişkileri kurulmuştur. Damat Mehmed Ali İbrahim Paşa, Damat Abdülmümin Bey, Damat İbrahim Hami (İlhami) Paşa vb Osmanlı sul-tanlarıyla evlenmişlerdir. Ebubekir Mümtaz Efendizadeler, Deli Fuad Paşa, Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Avlonyalı Ferid Paşa, Ayaşlı ve Azmzadeler aileleri hıdiv ailesi ile kız alıp vererek veya erkek çocuklarını evlendirerek akrabalık kurmuşlardır.
Hıdiv ailesi İstanbul'a mimari alanda güzel eserler kazandırmıştır. Köşk, konak, kasır ve yalıları, çeşme, okul, hastane, sebil gibi hayır eserlerinin çoğu günümüze ulaşmıştır.
Hıdiv ailesinin hanımlarından kültür ve fikir hayatımıza önemli katkıları olanlar a-rasında, Türkiye'de feminist hareketin öncülerinden Abdülhalim Paşa'nın kızı, Sadrazam Said Halim Paşa'nın kız kardeşi Emine Hanım, Milli Mücadele'yi yazı ve kitaplarıyla destekleyen, Hüseyin Kâmil Paşa'nın kızı Kadriye Hüseyin Hanım ilk akla gelenlerdir. Ayrıca hıdiv ailesi mensuplarının güzel sanatlara, edebiyata merak ve yetenekleri olduğu, bunlarla uğraştıkları ve sanatçıları korudukları, teşvik ve takdir ettikleri hatırlanmalıdır. İstanbul'un kültür ortamlarında birer meşen gibi hizmet ettikleri gözlenmektedir.
Hüseyin Kâmil Paşa (1914-1917), I. Fuad (1917-1936) ve Faruk (1936-1952) zamanlarında da, Mısırlıların İstanbul ile ilişki ve bağlan azalarak da olsa sürmüştür. Mısır'dan gelen gelirler ve paralar azaldıkça, İstanbul'daki hıdiv ailesi mensuptan ve Mısırlıların maddi sıkıntıları artmış, zamanla eldeki avuçtaki kıymeüi eşyalar, mücevherler satılmış, nihayet köşkler, konaklar bakımsızlığa terk edilerek, onlar da tek tek elden çıkarılmıştır.
Bibi. Karal, Osmanlı Tarihi, VI, 85-91, VII, 39-53; Ç. Gülersoy, Hıdivler ve Çubuklu Kasrı, İst., 1985, s. 11-102; A. Ş. Hisar, BoğaziçiMeh-tapları, s. 63, 75 vd; ay, Geçmiş Zaman Fıkraları, ist., 1958, s. 106, 110; Celâleddin Paşa, Madalyonun Öbür Yüzü, ist., 1972, s. 93-94; E. F. Tugay, Three Centuries, Family Chro-nicles of Turkey and Egypt, Londra, 1963; Ali Rıza, Bir Zamanlar, 137-138, 156-157, 162-163, 179-180; A. Rıza-M. Galib, Geçen Asırda Devlet Adamlarımız, I, îst., 1977, s. 66, 78-82, 99-100, 147, II, 80, 82-83, 86-91, 110-113; Y. Öztuna, Devletler Hanedanlar, II, Ankara, 1990, s. 442-473; S. Mümtaz S., Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler, İst., 1948, s. 61, 63, 76-77, 82-83, 132-133, 166, 252-254; Cevdet Paşa, Ma'rûzât, İst., 1980, s. 7-8, 52-53, 57-59, 196-197; Tahsin Paşa, Yıldız Hatıraları,
İst., 1990, s. 109-110, 148-153, 255; A. Osma-noğlu, Babam Sultan Abdülhamid, İst., 1988, s. 62, 65, 76, 96; "Mısır Saraylarında Türk Modası", Aydabir, S. 2 (Ağustos 1952), s. 81-82; P. Mansel, Sultans in Splendeur, Londra, 1988, s. 38-53, 94-105.
ATİLLA ÇETİN
hıdiv ismail paşa korusu
Boğaz'ın Anadolu yakasında, Kanlıca'nın yaklaşık 1,5 km kuzeyinden başlayarak Dalgıç Okulu, Seyir ve Hidrografi Dairesi ile itfaiye binasının üstündeki dik yamaçları ve sırtın büyük bir bölümünü kapladıktan sonra Çubuklu Vapur İskelesi'ne yakın bir yerde nihayet bulan koru. Adını, Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu ilk Mısır Hıdivi İsmail Paşa'dan almıştır.
Halk arasında "Çubuklu Korusu" olarak da anılmış olan Hıdiv İsmail Paşa Korusu kesif bir ağaç topluluğuna sahiptir. Başta kızılcık olmak üzere değişik ağaç türleri ve bostanları ile şöhret bulan bu yerdeki ilk yerleşme Bizans dönemine kadar inmektedir. Burada "Akimitis" denilen uykusuz keşişlere mahsus bir manastırın varlığından söz edilmektedir. Manastırın kurucusu olan Aziz Aleksandr 430'da burada ölmüş ve buraya defnedilmiştir. Sayıları 300'ü bulan buradaki keşişler gece gündüz demeden ibadet ettikleri için onlara "Uykusuz Keşişler" adı verilmiş ve Çubuklu onların varlığıyla da ün kazanmıştı. Çubuklu Korusu içerisinde bugün Akimitis Manastırı'na ait sarnıç ve suyollarına yer yer tesadüf edilmektedir. Efsanesi, kızılcık ağaçlan, bostanları ve korusu ile ün yapan Çubuklu, Osmanlı padişahları tarafından ilk zamanlar av mahalli olarak kullanılmıştır (bak Çubuklu).
Koru 172.000 rrf'lik bir alana yayılmıştır. Buradaki bostanlar ise sarayın sebze ihtiyacını karşıladığından başka, padişahlara da gelir temin ediyordu. 18. yy'ın başlarında Çubuklu Mesiresi ve Korusu, İstanbul'un başta gelen mesire yerlerinden biri idi. 19. yy'ın ikinci yarısında Abdülaziz (hd 1861-1876), Emirgûne Köyü'nün gerisindeki arazi parçası ile Çubuklu Mesiresi ve Korusu'nu Mısır Hıdivi İsmail Paşa'ya vermiştir (bak. Emirgân Korusu). Hıdiv İsmail Paşa, Emirgân Korusu içinde yaptırdığı köşkler gibi Çubuklu'da da kıyıda Türk üslubunda bir yalı inşa ettirmiş, İsmail Paşa'dan sonra oğlu Tevfik Paşa, daha sonra da Abbas Hilmi Paşa sırayla hıdiv olmuşlar, daha önce yazlarını yalıda geçiren Mısırlı aile, dönemin zevkine uygun olarak, tepede, korunun içinde bir kasır yaptırmıştır (bak. Hıdiv Kasrı).
Korunun bir bölümü, özellikle Hıdiv Kasrı'nın çevresi park olarak tanzim edilmiş; İsviçre ve Fransa'dan bu park için a-ğaçlar getirtilmiştir. Çubuklu'dan parkın ana giriş kapısına, yaklaşık 400 m uzunluğunda dar bir asfalt yolla ulaşılmaktadır. Ana giriş kapısından kasra üç sıra halinde gümüşi ıhlamur (Tilia argented) ve at-kestanesi (Aeusculus bippocastanuni) a-ğaçları dikilmiştir. Binanın çevresinde yaşlı fıstıkçamları (finuspined) ve porsuk (Taxus baccatd) ağaçlan mevcuttur ve
bunların altında da pembe ve mavi çiçekli ortanca grupları yer almaktadır.
1930'lu yıllara kadar hıdiv ailesi tarafından kullanılan kasır ve geniş koruluğu, 1937'de İstanbul Belediyesi'ne geçmiştir. Ancak bina uzun yıllar boş kalmış, koruluğa pek bakılmamıştır. Koruluğun güney yamaçları zamanla satılmış burası bir kooperatif tarafından inşaata ve yerleşime açılmış, korunun doğal karakteri kaybolmuştur.
İstanbul'da birçok tarihi yapıyı restore ederek ülkeye kazandıran Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, 1982'de İstanbul Belediyesi ile imzaladığı bir protokolle, Hıdiv Kasrı'nın onarımım da üstlenmiş ve 1,5 yıl süren yoğun ve geniş kapsamlı bir çalışma ile binayı baştan başa restore etmiş, yapının çevresini geniş çim alanları ve gül bahçeleri ile yeşillendirmiştir.
Yapraklı ağaç türlerince zengin olan Hıdiv İsmail Paşa Korusu, bakımlı ve iyi durumdadır. Korudaki önemli ağaç türleri şunlardır: Fıstıkçamı, kızıl çam, gruplar halinde dikilmiş olan ehrami serviler, anıtsal niteliklere ulaşmış saplı meşeler, gümüşi ıhlamur, yaz ıhlamuru (Titiaplatyphyl-los), büyük çiçekli, her dem yeşil manolya (Magnolia grandiflora), Atlas sedirleri ile Toros sedirleri, çiçekli dişbudak (_Fmxinus omus), sivri yapraklı dişbudak, atkestanesi, kuşüvezi (.Sorbus torminalis), gürgen, yalancı akasya, dağ akçaağacı, ko-karağaç, küçük meyveli Trabzon hurması, akçakesme, kermes meşesi, Akdeniz defnesi, erguvanlar, çitlembik, Londra çınarı, porsuk.
Dostları ilə paylaş: |