Ünden bugüN


İDARİ YAPI Bizans Dönemi



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə35/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,87 Mb.
#86730
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   140

İDARİ YAPI

Bizans Dönemi

Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde, İstanbul idari açıdan hep farklı ve ayrıcalıklı bir yapıya sahip oldu. Kentin konumu ve işlevleri kadar, Bizans ve Os-

manlı imparatorluklarının merkezi olması da böyle bir farklılığı gerekli 'kılıyordu. I. Constantinus (hd 324-337) imparatorluğun merkezini Bizantion'a taşırken kente "İkinci Roma" ya da "Yeni Roma" adını yakıştırmış, ona Roma'nın tüm ayrıcalıklarını tanımış ve Roma eyalet sisteminin dışında tam bağımsız bir yönetim sağlamıştı. Kentin başına "prokonsül" ve "arkont" unvanlarını birlikte taşıyan bir yönetici geçirildi. Arkontluk, kentin geçmişteki yönetim biçimi ve kendi tarihiyle bağlarım sağlıyordu. 359'da Konstantinopolis'in ilk "praefectus urbi"si (kent yöneticisi) atandı. "Yeni Roma"da Roma'nın gerek kentsel gerekse yönetimsel yapısı benzer şekilde tekrarlandı. II. Teodosios döneminde (408-450) kentin 14 bölgeye ayrıldığı, bu 14 bölgenin tümünün başında kentin yöneticisine (praefectus) bağlı bir "curator" un bulunduğu; her bölgeden beş kişi olmak üzere "vicomagistri'lerin (vico: Yol, sokak), yani yol veya sokak yönetici veya bekçilerinin, "curator"a işinde yardımcı oldukları biliniyor.

7. yy'dan itibaren Bizans'ta Yunan etkisi dil, kültür ve kurumlarda kendini daha fazla duyurmaya başladıkça, unvanlar ve makamlarla birlikte idari yapı da değişmeye yüz tuttu. Herakleios döneminde (610-640) kurulan "tema" sistemi Roma' nın eyalet sisteminin yerini aldı. Konstan-tinopolis, imparatorluğun Optimaton te-ma'sına dahildi. Ancak, temaların başına "strategos" denen ve asıl görevleri askeri nitelikte olan memurlar atanırken Konstantinopolis'in yönetimi eparhos'a bağlandı (bak. eparhos tes poleos). Mülki ve beledi yetki ve sorumluluklara sahip olan, günümüzdeki vali ve belediye başkanlığı makamlarının yetkilerini kendinde toplayan bu mevki, kentteki en yüksek görev, eparhos'luk da en yüksek unvandı. Roma döneminin "praefectus praetorio"sunun (vali) bir devamıydı. Kenti, altında yer a-lan çok sayıda memurla yönetirdi. Aynı dönemde, Roma İmparatorluğu'ndaki "sc-rinia" (kâtipler-memurlar) yerini "logot-hesia"ya veya "secreta"ya bıraktı. "Logot-hetes ton dromon" (ulaştırma ve posta işlerinden sorumlu yönetici) en önemli memurlardan biriydi. İçişlerine, dışişlerine, hazineye, asayişe vb'ye bakan "logothe-tes"ler vardı. Dışişlerine bakan yüksek görevli daha sonraları "büyük logothetes" diye anılmaya başlandı. Adalet işlerine bakana "quaestor", başkomutana "megas domestikos", donanma komutanına "megas durangarios" deniyordu. Bu en yüksek idari görevlilerin tümü imparatorluğun merkezi olan Konstantinopolis'te bulunuyor ve kentin yönetiminde de etkilerini hissettiriyorlardı.

Daha L Constantinus döneminde ihdas edilen "quaestor"luk makamı imparatorluk fermanlarının kaleme alındığı, halkın şikâyet dilekçelerinin kabul edildiği yer idi. 539'da I. tustinianos (hd 527-565) ikinci bir "quaestor"luk makamı oluşturarak bunu sadece Konstantinopolis'teki güvenlik hizmetleri ve adli düzenlemelerden sorumlu kıldı. Nüfusa ilişkin işleri, özellikle

kente yeni gelenlerin denetimini bu görevliler yapıyordu. 8-9. yy'larda eski gücünü kaybeden bu makamın görev ve yetkileri daha sonra bir dizi başka memuriyet ve makam arasında paylaşıldı.

İdari yapıda önemli yeri olan bir başka memurlar grubu "kritai" (yargıçlar) idi. İlk kez I. İustinianos döneminde oluşturulan bu organ, imparatorluğun diğer yörelerinde kimi eyaletlerde en yüksek idari otoriteyken Konstantinopolis'te yargı göreviyle yetinmekteydi. 10. yy'da ortaya çıkan "mezason"luk ise, tarihçi Mihael Du-kas'a(->) göre Osmanlılardaki vezirliğe eşdeğerdi. Paleologoslar döneminde (1261-1453) kurumlaşarak güçlerini artıran me-zason'lar imparatorların en yakın yardımcılarıydılar. İmparator ve tarihçi İoannes VI. Kantakuzenos (hd 1347-1354) kendi mezason'u Dimitrios Kidones'ten söz e-derken Kidones'in sarayda yaşadığını, çünkü kendisinin ona gece gündüz ihtiyaç hissettiğini yazar.

Bizans'ta her türlü yönetim kademesi, bürokrasinin en alt basamağından en tepeye kadar imparatora bağlıydı. Bu kişileri atayan, görevde yükselten ve görevden alan imparatordu. Her memur, biri onursal diğeri de yaptığı işe bağlı yani işlevsel iki unvan taşırdı. Göreve atanmak için eğitim veya sosyal statüye bağlı önkoşullar yoktu. Eğitim bir avanta] olmakla birlikte, idari görevlere atanma hakkı esas olarak yönetici ve memur çocuklarına tanınmıştı. Bizans'ın idari yapısının imparatorluğun başkenti Konstantinopolis'in yönetimine ve günlük hayatına da yansıyan en tipik özelliklerinden biri, devlet yönetimi ile saray arasındaki iç içeliktir. Bizans devlet sisteminin ve idari yapısının özelliklerinin izlerini taşıyan siyasal gelişme ve entrikalar, "Bizans entrikaları" deyimini günümüz siyasal terimleri arasına sokmuştur. 12. yy'dan başlayarak, Bizans'ta yönetimsel görevler ve yüksek memuriyetler asil ailelerden ve saray çevresinden gelenlerin atandıkları soya bağlı bir özellik kazanmaya başladı. Komnenos Hanedanı(-») döneminde yüksek devlet hizmetlerine girmek, imparatorluk ailesinin üyeleri, onların akraba ve hısımlarına tanınmış bir ayrıcalık oldu. Memuriyetlerin babadan oğu-la geçmesi ilkesi, Paleologoslar döneminde iyice pekiştirildi. 14. yy'da hemen hemen bütün yüksek memur ve görevliler aynı soydan ve hısımdılar.



Osmanlı Dönemi

İstanbul, Türkler tarafından fethedildikten sonra da diğer Osmanlı eyalet ve kentlerinden farklı bir idari yapıya sahip oldu. Padişahın, sarayın ve hükümet merkezinin bulunduğu payitahtın yönetimi aslında doğrudan doğruya padişaha ve sadrazama bağlı sayılıyordu. Bu yüzden 1869'a kadar Osmanlı eyalet sisteminin dışında kaldı ve kendine özgü bir yönetim modeline sahip oldu. Fetihten sonra Osmanlı ülkesi çeşitli dönemlerde yapılan düzenlemelerle eyaletlere ayrılırken İstanbul eyalet yapılmadı. II. Mahmud'un (hd 1808-1839) idari reform ve düzenleme deneme-

leri sırasında, 1826'da Yeniçeri Ocağı lağ-vedilene kadar, İstanbul'un en büyük mülki amiri "İstanbul efendisi" diye de adlandırılan İstanbul kadısıydı (bak. İstanbul Kadılığı). Kadı, kentin en üst yargı mercii olduğu kadar, asayişin sağlanmasından çeşitli belediye hizmetlerinin yerine getirilmesine kadar, hem beledi hem mülki yetki ve sorumlulukları kendisinde topluyordu. Yetkilerini kullanırken, kent yönetiminde kendisine subaşı, böcekbaşı, mimarbaşı vb güvenlik, temizlik, imar işlerini yerine getirtmekten sorumlu, Yeniçeri Ocağı'na bağlı görevliler yardımcı olurlardı. İstanbul kadısının kentin çeşitli bölgelerindeki "ayak naibi" adı verilen vekilleri de kadı adına teftiş, gözetim ve denetim yetkilerine sahiptiler. Bu dönemde İstanbul, asıl kent merkezi (suriçi) ile Eyüp, Galata ve Üsküdar'ı içeren Bilad-ı Sela-se(-0 denen bölgelere ayrılmıştı. Eyüp, Galata, Üsküdar kadıları, İstanbul kadısına hiyerarşik bir bağımlılık içinde olmamakla birlikte, protokolce ondan daha a-şağı sayılırlardı. Bu kadıların da kendi bölgeleri dahilinde ayak naipleri vardı. İstanbul ve Bilad-ı Selase de 40 ayak naipliğine, yani nahiyeye ayrılmıştı. Kadının ma-hallelerdeki temsilcileri imamlardı. İmamlar II. Mahmud döneminde muhtarlık örgütlenmesi kuruluna ve gerek İslam gerekse reaya mahallelerinde birinci ve ikinci muhtar olarak ikişer kişi seçilene kadar mahallelerin mülki ve idari amirleriydiler. Ancak İstanbul kadısından başlayıp imamlara kadar bütün kademelerdeki bu yönetici ve görevliler doğrudan padişah bera-tıyla tayin edilirlerdi. Diğer yerlerdeki ka--dılar daha bağımsız oldukları halde, merkezi yönetim etkisini en fazla İstanbul kadısı üzerinde gösterir, sadrazam ve padişah şehrin yönetimine bizzat müdahale ederdi. İstanbul kadısı doğrudan Babıâli'ye bağlıydı. Buna karşılık vilayetlerdeki kadılar o yörenin beylerbeyi veya sancakbe-yine bağlıydılar. 1826'da yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra, İstanbul kadısına Yeniçeri Ocağı'na bağlı görevliler ile yürüttüğü işlerin büyük bölümü etkin biçimde yapılamaz oldu ve yeni bir düzenleme gerekti. Özellikle gelirlerin toplanabilmesi, esnafla, loncalarla ilgili bütün işlerin düzenlenebilmesi için İstanbul'da İntisap Nezareti kuruldu. 1830'lardan itibaren İstanbul kadısının önemi ve etkisi giderek azaldı. 1836'da Evkaf Nezareti'nin kurulmasıyla diğer kadılar gibi İstanbul kadısı da sadece yargı görevini yerine getirmeye başladı.

İhtisab Nezareti'nin görevi vergilerin toplanması, güvenliğin sağlanması, kent yaşamının çeşitli alanlarında düzenin sağ-lanmasıydı (bak. İhtisab). Ancak bu nezaret bekleneni veremediğinden ve çeşitli yolsuzluklar ve şikâyetler yüzünden en önemli yetkileri 1846'da kurulan Zaptiye Müşirliği'ne devredildi. İhtisab Nazırlığı' nın alanı, narh, ürün denetimi ve esnaf kontrolü ile sınırlandı.

Tanzimat'tan, özellikle de 1846'dan sonra, Osmanlı Devleti idari yapıda sürekli arayış içinde görülmektedir. Vilayet ni-

Bir çarşı ressamının çizgileriyle istanbul'da idari yapının başındaki kadı, 17. yy, anonim. Galeri Alfa

zamnameleri, talimatlar birbirini izler. 1846' da İstanbul, esas olarak Zaptiye Müşirliği tarafından (daha sonra Zaptiye Nezareti) yönetilmektedir. 1846'da yayımlanan ilk Devlet Salnamesi'T\âe, imparatorlukta bulunan 39 eyalet ve bunlara bağlı 76 liva arasında İstanbul yoktu. Payitaht yine e-yaletler sisteminin dışında bırakılmıştı. 1845-1865 arasında diğer eyaletlerde valiliğe ait olan tüm görev ve yetkiler istanbul'da aslında doğrudan Babıâli'ye bağlı olan Zaptiye Müşirliği'ndedir. 1864'te çıkarılan Vilayet Nizamnamesi de İstanbul'u içermemiş, payitahtın özel idari statüsü sürmüştür. Vilayetler, önce örnek olarak Tuna Vilayeti'nden başlayarak kurulmaya ve düzenlenmeye çalışılırken vilayet sisteminin bütün ülkeye yaygınlaştırılmasını sağlamak üzere 1867'de yeni bir nizamname daha çıkarılmış; bütün ülkedeki vilayetlerin sancak ve kazaların durumları yeniden düzenlenmiştir. 1867 nizamname ve uygulamasına göre, İstanbul da özel yönetime sahip bir vilayet olmuştur. Ancak diğer bütün vilayetlerin valileri varken, hükümet merkezinin bulunduğu İstanbul'da valilik görevi, 1846'dan beri devam ettiği gibi Zaptiye Müşirliği'nin uhdesindedir. Buna göre Dersaadet ve Bilad-ı Selase dışında, Çekmece-i Kebir (Büyükçek-mece), Çekmece-i Sagir (Küçükçekmece), Çatalca, Terkos, Berkos (Kemerburgaz), Suyolu kazalarını içeren Çekmece Sancağı, Beykoz'la birlikte Şile, Gekboza (Gebze) ile birlikte Kartal ve Adalar kazaları Bâb-ı Zaptiye'ye bağlıdırlar. Daha önce İstanbul'a bağlı olan Silivri Livası'nın 1867' de Edirne Vilayeti'nin Tekfurdağı (Tekirdağ) Sancağı'nın kazası olduğu anlaşılmaktadır. Yalova ise Hüdavendigâr Vilayeti'nin merkez sancağı Bursa'ya bağlı-

dır. 1869-1870'te, "Dersaadet ve mülhakatı idare-i zabıta ve mülkiye ve mehakim-i nizamiyesi hakkında", özel bir nizamname yayımlanarak zaptiye müşirine İstanbul valisi unvanı verilmiştir.

îdari-mülki yapı böyle bir gelişme gösterirken İstanbul'da kentin belediye işlerine bakmak üzere 1854'te şehremane-ti(->) kurulmuş, şehremanetinin kuruluşuyla da zaten yetkileri kısıtlanmış olan İhtisab Nezareti lağvedilmiştir. Şehremaneti, merkezi hükümete sıkıca bağlıydı. Şehremini Babıâli tarafından seçilip padişah iradesiyle tayin ediliyordu. Zaptiye Müşirliği gibi şehremaneti de merkezi devlet yapısının parçasıydı ve aralarındaki fark çoğunlukla bir görev bölüşümünden ibaretti. 1868'de şehremaneti yeniden düzenlendi. 1876'da Meşrutiyet ilan edilince çeşitli çabalara rağmen bir türlü oturmamış olan İstanbul'un yönetiminin Paris kenti modeline göre düzenlenmesi gündeme geldi. Şehremaneti örgütü yeniden ele alınıp güçlendirilmek istendi. İlk Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı, İstanbul ve diğer vilayet belediyeleri için iki ayrı belediye kanunu çıkardı. Ayrıca bir Dersaadet belediye kanunu çıkarılması, taşra mebusanla-rının itirazlarına ve tartışmalara yol açtı. Öte yandan şehremininin vali mi yoksa belediye reisi mi olduğu tartışmaları da sürüp gitti. 1876-1877'de Dersaadet (İstanbul) ve bağlı yönetim birimlerinin zabıta işleri, eskisi gibi Zaptiye Nezareti'ne bağlı kalırken İzmit, Biga, Çatalca sancakları; Adalar, Kartal, Şile, Beykoz, Gebze kazaları doğrudan şehremanetine bağlandı. 1877 Devlet Salnamesi 'nde İstanbul, idari açıdan Üsküdar, Beyoğlu, Kaza-ı Erbaa ve İzmit olmak üzere Zaptiye Nezareti'ne bağlı 4 mutasarrıflığa bölünmüştü. Üsküdar'ın Kartal, Beykoz, Şile ve Gebze olmak üzere dört kazası vardı. İzmit de Geyve, Karamürsel, Adapazarı, Kandıra kazalarından oluşuyordu. Kaza-ı Erbaa'm merkezi Çatalca idi ve Büyükçekmece, Silivri ile Terkos ve Suyolu nahiyelerini içeren Küçükçekmece'yi kapsıyordu. 1879'da Biga ve İzmit'in şehremanetiyle olan idari bağları uzaklık gerekçesiyle kesildi.

Elde bulunan çalışma ve belgelere göre 1890'da İstanbul'un kazaları Merkez, Büyükçekmece, Çatalca, Silivri, Beykoz, Kartal, Şile, Gebze ve Adalar'dır. 1892 Devlet Salnamesi'ne göre Çatalca Kazası bağımsız sancağa dönüşmüş ve İstanbul'dan ayrılmıştır. Çatalca'nın kazaları olan Silivri ve Büyükçekmece ve nahiyesi olan Terkos da İstanbul Vilayeti'nin idari yapısı dışına çıkmıştır. 1899 Devlet Sal-namesi'nde Yalova Kazası'nın bağımsız sancak olan İzmit'e bağlandığı yer alır.

1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'un idari yapı ve statüsü yeniden tartışma konusu olmuştur. Genel eğilim İstanbul'a o zamana kadar tanınmış olan ayncalıkların ve uygulanmış farklı yönetim modelinin kaldırılmasıydı. Kanun-i Esasi'nin 2. maddesi "Devlet-i Osmaniye' nin payitahtı İstanbul şehrinin ve şehr-i mezkûrun sair bilad-ı Osmaniye'den ayrı olarak bir gûna imtiyaz ve muafiyeti

İDRİS-İ MUHTEFÎ

138

139

İETT

yoktur" diyordu. Ancak istanbul'un yapısı ve sorunlan bu kanun maddesine uymadığından bu uygulamadan çabuk vazgeçildi ve kanunun değiştirilmesi yoluna gidildi. Diğer vilayetlerin aksine istanbul'da vilayet, şehremanetinin gerisinde âdeta onun bir uzantısı gibi kalmayı sürdürdü (bak. belediye). Hattâ Mütareke yıllarında istanbul'da vilayet örgütü Dahiliye Ne-zareti'nin bir kararnamesiyle kaldırılmaya çalışıldıysa da bu kararname Babıâli tarafından işleme konmadı. 1918'de konuyu kesin karara bağlama zorunluluğu doğdu. Bir komisyon kuruldu ve komisyonda valilik makamı ve valiliğin şehirdeki en üst yetki mercii olması lehine karar alındı. Bu sıralarda istanbul Vilayeti, Beyoğlu ve istanbul mutasarrıflıkları ile Bakırköy (Makriköy), Beykoz, Kartal, Adalar, Gebze, Şile ve uzakta Tuna üzerinde tek kalmış bir kale olan Adakale'den meydana gelmekteydi. Cumhuriyet ilan edildiğinde de bu bölünme geçerliydi.



Cumhuriyet Dönemi

Kurtuluş Savaşı sırasında ve Cumhuriyet ilan edildikten sonra, başkentin istanbul' dan Ankara'ya taşınması ve Cumhuriyet' in yönetim ilkeleri gereği istanbul'un yönetim ayrıcalıkları sona erdi. Cumhuriyet' ten sonra istanbul'un idari yapısındaki düzenleme ve değişiklikler Türkiye bütünü için çıkarılan yasalara bağlı olarak biçimlendi. 1924 Anayasası ile bütün mutasarrıflıklar (sancaklar) il durumuna getirilince Beyoğlu ve Üsküdar da istanbul'dan ayrı birer il oldu. Ancak bu durum 1926'da iller yeniden düzenlenirken değiştirildi, Beyoğlu ve Üsküdar ilçe yapılarak istanbul Ili'ne bağlandı.

1913'te çıkarılmış olan tdare-i Umumi-ye-i Vilayat Kanun-ı Muvakkati, 1929'a kadar yürürlükte kaldı. 18 Nisan 1929 tarihli Vilayet idaresi Kanunu da 1949'a kadar uygulandı. Temmuz 1949'dan itibaren de II idaresi Kanunu bütün iller gibi istanbul için de geçerli oldu.

Daha önce de olduğu gibi Cumhuriyet' ten sonra, Aralık 1958'e kadar vilayet ve belediye örgüden ve yasaları ayrı olmakla birlikte valilik ve belediye başkanlığı tek kişide toplanmaya devam etti. ilk kez 1958'de Kemal Aygün(-») belediye başkanı olduğu sırada bu iki makam ve unvan ayrıldı. 27 Temmuz 1963 tarihli yasa ile de içişleri Bakanlığı'na bağlı olan valiler atamayla gelirken belediye başkanlarının ve kurullarının seçimle gelmesi ilkesi benimsendi.

1994'te 33 ilçeye sahip olan istanbul' un ilçe sayısı 1927'de, Adalar, Bakırköy, Beyoğlu, Çatalca, istanbul (Merkez), Şile, Üsküdar olmak üzere sadece 7 idi. Beyoğlu 1924'te ilçe olmuş, onu 1926'da Bakırköy, Çatalca, Üsküdar izlemiş, 1928'de Eminönü, Fatih; 1930'da Beşiktaş, Sarıyer ve yeniden istanbul'a bağlanan Yalova istanbul'un ilçeleri arasına katılmıştı. 1950' de istanbul Ili'nin, Adalar, Bakırköy, Beşiktaş, Beykoz, Beyoğlu, Eminönü, Eyüp, Fatih, Kadıköy, Sarıyer, Üsküdar, Çatalca, Kartal, Silivri, Şile, Yalova olmak üzere 16

ilçesi vardı. 1965'te ilçe sayısı Gaziosmanpaşa, Şişli, Zeytinburnu'nun eklenmesiyle 19'a çıktı. 1987'den itibaren kentin büyüme ve gelişmesine bağlı olarak yeni ilçeler kuruldu. 1990'da istanbul'un ilçe sayısı Bayrampaşa, Kâğıthane, Küçükçekme-ce, Pendik, Ümraniye ve Büyükçekmece' nin bağımsız ilçeler olarak ayrılmasıyla 25'i buldu. 1990-1994 arasında ise 1992'de Avcılar, Bağcılar, Bahçelievler, Güngören, Maltepe, Sultanbeyli, Tuzla; 1993'te Esenler ilçe oldu. Böylece Mayıs 1994 itibariyle istanbul'un ilçe sayısı 33'e çıktı. Halen istanbul'un merkez ilçesi bulunmamaktadır. Kırsal yerleşmelerin bulunduğu Beykoz, Sarıyer, Eyüp, Kâğıthane, Küçük-çekmece, Büyükçekmece, Pendik, Çatalca, Kartal, Silivri, Şile, Yalova, Maltepe, Tuzla gibi ilçelerde 208 köy vardır.

33 ilçesi, 200'den fazla köyü olan istanbul'da, 33 ilçenin belediyelerinden başka belde belediyeleri ile birlikte toplam 55 belediye örgütü bulunmaktadır.

ilin mülki yönetimi, içişleri Bakanlığı' na bağlı vilayet (vali), ilçe (kaymakam), çok yerde kaldırılmış olan ancak köyleri olan ilçelerde hâlâ yer yer varlıkları süren bucak ve muhtarların bulunduğu köyler hiyerarşisini izlemektedir. Bunlardan sadece muhtarlar seçimle, diğerleri atamayla gelir. Tüm organları seçimle gelen belediye yönetimi ise büyükşehir belediye başkanlığı, ilçe ve belde belediye örgütleri modeline sahiptir (bak. belediye). Mülki ve beledi örgütlenme, yapı ve görevliler birbirinden bağımsız ve tümüyle ayrıdır.

izdüşüm alanı 5.591 km2 olan istanbul ili doğuda Kocaeli, güneydoğuda Kocaeli ve Bursa, güneyde Marmara Denizi, batıda Tekirdağ, kuzeyde Karadeniz'le çevrilidir.

Bibi. Janin, Constantinople byzantine; A. Gu-illou, La civilisation byzantine, Paris, 1984; H. Ahrweiler, Etudes sur leş structures administ-ratives et sociales de Byzance, Londra, 1971; R. Guilland, Recherches sur leş institutians byzantines, c. II, Amsterdam, 1971; V. Tönük, Türkiye'de İdare Teşkilatı'mn Tarihi Gelişimi ve Bugünkü Durumu, Ankara, 1945; 1. Ortaylı, Tanzimattan Sonra Mahalli idareler, Ankara, 1974; Yurt Ansiklopedisi, s. 3828-3829; Zi-yaoğlu, Belediye Reisleri; (Ergin), Mecelle, I.

istanbul idris-i muhtefî



(?, Tırhala [bugün Yunanistan'da] -1615, istanbul) Melamî kutbu ve mutasavvıf. Hacı Ali Bey olarak da tanınır.

Ailesi hakkında bilgi bulunmayıp yalnızca amcasının I. Süleyman (Kanuni) dönemi (1520-1566) sadrazamlarından Rüs-tem Paşa'nın (ö. 1560) terzisi olduğu bilinmektedir. Kendisi de bu mesleği öğrenmiş ve Melamî kutbu Hüsameddin Anka-ravî'den (ö. 1556) terzilerin piri sayılan Hz Idris'e izafeten "Idris" lakabım almıştır. Rüstem Paşa'nın 1548'deki Iran seferine amcasıyla birlikte katılan Idris-i Muhtefî, Ankara Kutluhan'da Ahmed Sarban'ın halifesi Hüsameddin Ankaravî'ye intisap e-derek Melamîliğe girdi. Ankaravî'nin vefatından sonra istanbul'a döndü ve Sul-tanselim'de bir konak satın alarak tarikat

faaliyetlerini sürdürdü. 1556-1602 arasında başta Filibe, Sofya ve Belgrad olmak üzere pek çok Balkan şehrini dolaşarak hem ticaret yaptı hem de buradaki Melamî zümreleriyle ilişki kurdu. Hasan Ka-bâdûz'dan (ö. 1602) boşalan Melamî ku-tupluğunu vefat ettiği I6l5'e kadar yürüten Idris-i Muhtefî'nin bu dönemde bütün faaliyetlerini gizli sürdürmesi ve kendisini dışarıya karşı Hacı Ali Bey olarak tanıtması yüzünden yakın çevresince "Muhtefî" lakabıyla anılmıştır. Mezan, Kasımpaşa Kulaksız'dadır.

Idris-i Muhtefî, istanbul Melamîliğini yatay örgütlenme modeline göre yeniden düzenleyen kişi olarak tarikatın tarihinde büyük bir öneme sahiptir. Idris-i Muh-tefî'den önceki örgütlenme şekli daha çok istanbul dışındaki tarikat kutbuna bağlı o-larak faaliyette bulunan ve kendilerini Bay-ramîlik içinde gösteren Anadolu Melamî-lerinin kan bağına dayalı meşihat modelini esas almaktadır, ismail Maşukî (ö. 1529) ve Hamza Bâlî (ö. 1561) gibi kutupların katledilmeleri, Idris-i Muhtefî'den önce bu makamı temsil eden kişilerin istanbul dışında faaliyetlerini sürdürmelerine ve yetkilerini büyük ölçüde şehir içindeki Bay-ramî şeyhlerine devretmelerine neden olmuştur. Bunun sonucunda Helvaî Tekke-si(->) ile Saçlı Emir Tekkesi(-»), bu dönemde istanbul dışındaki kutba bağlı, fakat klasik tarikat örgütlenmesinin "şeyhlik" kurumunu koruyan bir yapılanma özelliğine sahip merkezler şeklinde ortaya çıkmıştır.

istanbul'da uzun süreli faaliyet gösteren ilk Melamî kutbu, Idris-i Muhtefî'dir. Onun bu özelliği, tarikatın şehir hayatında merkezileşme sürecini başlatmış ve klasik tekke organizasyonunun yerine kutup ile müritler arasındaki ilişkilerin doğrudan sağlanabildiği tekke dışındaki mekânlar ön plana çıkmıştır. Idris-i Muhtefî'nin Sultanselim'deki konağında odaklanan bu örgütlenme, Kırkçeşme'deki Peş-temalcılar Hanı'nda esnaf kesimini kuşatan geniş bir zümreyi içine alarak istanbul Melamîliğinin orta tabakada hızla yaygınlaşmasını sağlamıştır. Idris-i Muhtefî'nin başlattığı bu yatay örgütlenme çalışmasının sonucunda Melamî mistisizmi ile esnaf ideolojisi kaynaşmış ve vakıf gelirleriyle geçinen geleneksel şeyh tipinin yerine belli bir zanaat koluna bağlı mutasavvıf tipi istanbul hayatında yerini almıştır.

Idris-i Muhtefî'ye intisap eden pek çok mutasavvıf, Melamîliğin hem diğer tarikatlar bünyesinde hem de istanbul'un farklı tabakaları arasında taraftar bulmasını sağlamışlardır. Bunlardan Bezcizade Mehmed Muhyieddin Efendi (ö. 1611) aslen Hal-vetî iken Idris-i Muhtefî'ye bağlanarak önce Fatih'teki Mehmed Ağa Tekkesi'n-de, ardından Üsküdar'da kendi adına kurduğu tekkede faaliyet göstermiş ve her iki tekke de sonradan Bayramîliğin Himme-tî koluna geçmiştir. Muhtefî'nin müritleri arasında bulunan Reisülküttab San Ab-dullah(-») Peştemalcılar Hanı'nda yapılan bir törenle Melamîliğe girmiş, yetiştirdiği halifeleri aracılığıyla Melamîliğin özellikle Mevlevî, Celvetî ve Nakşibendî ta-

rikatları bünyesinde yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bu halifelerden La'lîzade Abdül-bakî'nin(-0 İstanbul'daki Melamî meşrep Nakşîlik üzerindeki etkisi günümüze kadar uzanan köklü bir geçmişe sahiptir. Sarı Abdullah ile birlikte Sadrazam Halil Paşa da Melamîliğin Celvetîlik içinde örgütlenmesini gerçekleştirmiştir. Muhtefî'nin tanınmış müritleri arasında ayrıca, Ebu'l-Meyamîn lakabıyla anılan Şeyhülislam Mustafa Efendi (ö. 1604) ile şair, hattat ve meddah olan Tıflî Ahmed Çelebi de (ö. 1659) vardır.

Idris-i Muhtefî'nin tasavvuf konusundaki başlıca eseri, hece vezniyle yazdığı Şatbiydsidiı. Tasavvufun en karmaşık sem-bolleriyle örülen ve 15 dörtlükten meydana gelen bu esere aralarında Nakşî Şeyhi Ali Şermî ve Mevleyî Şeyhi Ahmed Remzi Dede'nin de bulunduğu pek çok mutasavvıf tarafından şerhler yazılmıştır.



Bibi. Ataî, Hadaiku'l-Hakaik, 602-603; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, ist., 1268, s. 373-374; Müs-takimzade, Menâkıb-ı Melâmiye-i Şuttariye-i Bayramiye, Süleymaniye Ktp, Abdurrahman Nafiz Paşa, no. 1164, vr 70b-71a; Evliya, 5e-yahatname, I, 425; Vassaf, Sefine, II, 309; Göl-pınarh, Melâmîlik, 123-128.

EKREM IŞIN

İETT

1939'da 3645 sayılı özel bir yasayla oluşturulan iETT (İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel işletmeleri), istanbul'un kent içi ulaşımı, havagazı ve elektrik üretimi ve dağıtımı amacıyla kurulmuştur.



Uzun yıllar bu üç görevi bir arada yürüten İETT, 1970'te TEK'in (Türkiye Elektrik Kurumu) kuruluşuyla birlikte elektrik üretim görevini devretmiş ve sadece elektriğin istanbul içerisindeki dağıtımından sorumlu olmuştur. 1982'de elektrik dağıtım görevi de TEK'e devredilince, iETT' nin elektrik üretim ve dağıtımı ile hiçbir ilgisi kalmamıştır.

lETT'nin bir başka hizmeti olan havagazı, istanbul'da ilk kez, Dolmabahçe Sa-rayı'nın aydınlatılması amacıyla 1853'te ü-retilmeye başlanmıştır (bak. gazhaneler). Önceleri yabancı sermayeli özel şirketlerce yürütülen havagazı üretim ve dağıtım işi, birkaç el değiştirmeden sonra, 1945'te iETT İşletmeleri Genel Müdürlüğü'ne devredilmiştir.

Kokkömürü üretim ve satışı da yapan, yaklaşık 1.000 kişinin çalıştığı, günlük kapasitesi 300.000 m3 olan, 800 km şebekesi ve 80.000 abonesiyle İstanbullulara yıllarca hizmet veren havagazı işletmesi, doğal gazın(~>) İstanbul'un günlük yaşamına girmesi ile, 7 Haziran 1993'te tasfiye e-dilmiştir.

Bu iki işletmenin elinden gitmesi sonucu iETT, önemli gelir kaybına uğramış ve yalnızca yolcu taşımacılığından elde ettiği gelirle hizmetini sürdürmek zorunda kalmıştır.

İstanbul'a ilk otobüsün(->) gelişi, İETT' nin kuruluşundan 13 yıl önce 1926'da olmuş ve 4 adet otobüs satın alınmıştı. Ancak bu otobüsler sağlıklı bir biçimde işle-tilememiş ve bir süre sonra da hurdaya ay-

1930'larda

kullanılan ilk

otobüslerden

biri (üstte) ve

günümüzde

doğal gazla

çalışan çevre

dostu otobüs.

Tuğrul Acar

fotoğraf

arşivi (üst),

Nadya Gabeoğlu,

1994

rılmıştı. İETT filosuna ilk katılan otobüsler, 1942'de ABD'den alınan White marka 9 adet otobüstür.

Daha sonra 1943'te İsveç'ten 15 adet Scania Vabis alınmış, bu yıldan itibaren otobüs alımı hızlandırılarak 1994'te 2.400 otobüslük filoya ulaşılmıştır.

1903'te İtalya'dan 100 adet troleybüs satın alınarak hizmete verilmişse de, 1984'te dönemin belediye başkam tarafından, trafiğe engel oldukları gerekçesiyle seferden kaldırılmıştır.

İstanbul'un bir ucundan diğerine, kent içi toplutaşıma hizmetinin yüzde 40'ını sağlayan İETT bugün, 1.200 km'lik yol a-ğında çalışmakta, toplam hat uzunluğu ise 5.230 km'yi bulmaktadır.

5 yıl önce 1.300 otobüslük filosunun 1.000'i ile her gün sefere çıkan İETT'nin o-tobüs filosu bugün, 2.400'e ulaşmıştır. Bu 2.400 otobüsten 2.000'i her gün sefere çıkmakta, yaklaşık 400.000 km yol kat etmekte ve günde ortalama 1.500.000 yolcu taşımaktadır.

1993'e kadar normal ve körüklü otobüslerle hizmet veren iETT, 1993 yılı içe-

risinde filosunu çeşidendirmiş ve ilk etapta 26 adet çift katlı otobüsün alımını gerçekleşmiştir. İngiliz-Hollanda ortak yapımı olan DAF-OPTARE marka otobüsler uzun hatlarda ve özellikle turizm amacıyla çalıştırılmaktadır. Yolcuların İstanbul'un panoramasını farklı bir gözle görmesini sağlayan çift katlı otobüslerde, özürlü vatandaşların otobüse kolay binmesini sağlamak için kapı platformları hidrolik sistemle yer düzeyine kadar indirilebilmektedir.

Kısa hatlar, besleme hatları ve yolcu sayısının az olduğu hatlarda kullanılmak ü-zere, yine 1993'te iETT filosuna 26 adet midibüs katılmıştır.

iETT, deneme amacıyla 100 adet doğal gazla çalışan otobüsü de filosuna katmıştır, ilk etapta 1994 yılı başında 10 tanesi doğal gaza çevrilen bu otobüslerden, her ay 10 tanesi doğal gazlıya dönüştürülecektir. Doğal gazla çalışan otobüslerde yüzde 30 mazot, yüzde 70 doğal gaz kullanılmaktadır. Motora ilk hareket mazot tarafından verilmekte, motor belli bir devre ulaştıktan sonra, doğal gaz sistemi devreye girmektedir.

iftar âdetleri

140

141


Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin