Ünden bugüN



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə64/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,87 Mb.
#86730
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   140

Ünsüzler

ç, ç/ş: "ç" ile biten bir kelimeye "t" sesi ile başlayan bir ek geldiğinde "ç" sesinin bazı yerlerde "ş" olduğu görülür: "Göştü" (göçtü), "kaştı" (kaçtı) vb.

g, ğ, ğ: Bunlardan ilk ikisi temas derecesi tam olan ünsüzlerdir. Teşekkülü esnasında bütün uzuvlar kapalıdır.

g Ünsüzü: 1) Kendisinden önce bir ünsüzle biten heceye gelirse yumuşamaz:

"Azgın", "dargın" vb. 2) Bazen iki vokal arasında kaldığı zaman yanındaki vokallere benzeşerek yumuşayıp "ğ" olur; "ğ" nin telaffuzunda ise uzuvlar hava için dar bir geçit bırakırlar. Yazıda mevcut olduğu halde istanbul ağzında "ğ" ünsüzü daima ortadan kalkar veya çok hafifleyerek kendinden önce gelen ünlünün uzamasına sebep olur: "Yourt" (yoğurt), "böaz" (boğaz) vb. Bazen "ğ"nin düşmesiyle yan yana gelen vokaller de birleşerek tek uzun bir ünsüz meydana getirirler: "Asının" (ağasının), "oldu" (olduğu) vb. Bazen de g>ğ değişiminden sonra "ğ"nin "v" veya "y" ünsüzlerine dönüştüğü görülür: "Kovmak", "dövmek", "eyri-eri" vb. 3) Bazen de "y" veya "v" sesine değişir. Özellikle (u, a), (a, u), (e, ü) gibi bir geniş dar ve bir dar yuvarlak ünlü arasında kalan "g1^ "v" olur: "Taguk>tavuk", "kügey>gü-vey". "e", "ü" veya "i" harfleri arasına geldiğinde de bu sesin "y" olduğuna rastlanıyor. "Ege>eye", "dügün>düyün", "Egin-li>Eyinli" vb. 4) istanbul Türkçesinde olduğu gibi istanbul ağzında da "g" ile biten kelime yoktur. Sonda bulunan "g" yerini "ğ"ye bırakır ve bu da düşerek kendinden önceki vokali uzatır: "Da" (dağ), "bâ" (bağ) vb.



h: istanbul ağzında tek bir "h" sesi vardır. Halbuki bünyesindeki kelimelerde üç türlü "h" bulunur, h, h(a), h(ı). Teşekkülünde hava için dar bir geçit vardır. Çok yerde "h" sesi söylenmez, düşer ve kendinden önce gelen ünlünün uzun okunmasına sebep olur veya çok hafif söylenir. 1) Birleşik isimlerde: "kütüpHÂne" (Kütüphane), "müsafirHÂne" (misafirhane) vb. 2) iki ünlü arasında, bir ünlü bir ünsüz arasında, bir ünsüz bir ünlü arasında veya bir ünlüden sonra kelimenin son sesi olduğunda, "Mâmud" (Mahmut), "sabiHa", "kaHvaltı", "allaH", "istirHam", "baHar" vb. 3) Yan yana söylenen kelimelerin ikincisinin ilk harfi ise: "pekHoş", "buHafta", "aHamm" vb.

/.• Temas derecesi hafiftir ve ön damak ünsüzüdür.



l/n Değişmesi: "l" bazen "n" sesinin etkisiyle "n"ye çevrilir: "Bunnar" (bunlar), "odunnuk" (odunluk) vb.

n: Dil ucunun diş yuvalarına temasıyla telaffuz edilip teşekkülünde organların temas derecesi hafiftir. Her ne kadar istanbul ağzında bariz bir "n" (nazal n) sesi bulunmasa da bu "n" de nazaldır ve çok kere "a" sesinin yanında hafifler: "in-saNlar", "soNra" vb. Bir sesli harf önünde bulunan "n'ler bu hafiflemenin dışında kalırlar: "Ana" vb. Bazen de kendisinden sonra gelen dudak ünsüzünün tesiriyle "m"ye çevrilir: "Pembe" (penbe), "ambar" (anbar), "işkembe" (işkenbe) vb.

r: Bir dil sesi olup titrektir. Temas derecesi çok hafiftir. Kelimeler de çok hafif bir şekilde telaffuz edilir: "biRkitap", "aRslan" vb.

r/l Değişmesi: Bazı kelimelerde "r" sesinin "l" olduğu görülür: "Zelzele" (zerze-le), "güleş" (güreş) vb.

5, s/z Değişmesi: "Herkez" (herkes), "kiras" (kiraz) vb.



v: Bir diş-dudak ünsüzüdür. Umumiyetle iki vokal arasında düşer: "Oa" (ova), "tauk" (tavuk) vb. Bazen de "f sesinden sonra düşer: "Af' (afv) vb.

istanbul Türkçesinde ahenk kuralının Türkçe kelimelerde ve eklerinde bir iki istisna dışında tamamıyla işler durumda olduğu konusunda Türkologlar umumiyetle fikir birliği içindedirler. Ancak bu durum istanbul ağzı için geçerli değildir ve özellikle de fiil çekiminde kendini göstermektedir, isim çekiminde de özellikle kalın sırada bir kelimeye "ise, ile, idi, imiş, iken" geldiğinde bu uyumsuzluğu görürüz. Sonu "u" veya "i" ünlüsüyle biten bir kelimeye saydığımız şekiller gelirken bu ünlüler umumiyetle "i"ye döner: "Ku-zîse" (kuzu ise), "kadîle" (kadıyla, kadı Üe) vb.



Hal Ekleri

LokatifEki: Umumiyetle sedalı ünsüzle başlayan şekilleri "-da/-de" kullanılır: "Sırtda", "sütde" vb.

AblatifEki: Bu ekin de umumi olarak sedalı ünsüzle başlayan şekilleri "-dan/ -den" kullanılır: "Uşak dan", "açıkdan" vb.

Instrumental Eki: istanbul ağzında "birlikte, beraber" anlamında "ile" edatı ve "-le" instrumentali yanında "-lan/-len, -nan/-nen" şekli sıkça kullanılır: "Ahmet-nen" (Ahmetle) vb. "-le" şeklinin kullanımında da bir ahenksizlik vardır: "Bâr-masîle" (bağırmasıyla) vb.

Ful Çekimi

Görülen Geçmiş Zaman: "dı/-di; -du/dü" şeklinde umumiyetle sedalı ünsüzle başlar. Sedasız bir ünsüzle biten fiile de sedalı şekil getirilmektedir: "Akıldı", "geç-di", "çekdi", "batdı", "tutdu" vb. Bazı yerlerde de dar ince sıradaki şekli hâkimdir: "Kaldîse" (kaldıysa) gibi.

Gelecek Zaman: Gelecek zaman çekiminde tam bir tutarlılık görülmemektedir. Yazı diline kabul ettiğimiz istanbul ağzında "-icî/ -icik" şeklinde görülür: "Gi-dicîm" (gideceğim), "kalicîn" (kalacaksın), "kalicik" (kalacak). Bu şekliyle ünlü uyumuna uymaz. Ancak bazı yerlerde "-ece/-ıcâ" ekiyle "gidicem" (gideceğim), kalıcâm (kalacağım) veya yine ünlü uyumu dışında kalarak "gelecak", "gelicak" (gelecek) şekilleri de kullanılır.

Şan Kipi: Çok kere uyum dışı olarak ince sıradaki şekli "-se"dir: "Alseydik" (alsaydık), "alseymişin" (alsaymışsın) gibi.

Gereklilik Kipi: "Malî" şeklinde "alma-lîdim" (almalıydım), "almalîmişim" (alma-lıymışım), "almalîsem" (almalıysam) vb.

istek Kipi: I. tekil şahısta ünlü uyumuna girmeyerek ince sırada istek eki kullanılır: "Kalîm" (kalayını), "gelîm" (geleyim) vb.

Partisipler- Bunların arasında da sedalı karşılıkları olan ünsüzle başlayan eklerin hemen hemen tamamen sedalı şekilleri kullanılır: "Yazdînden" (yazdığından), "aldîçin" (aldığı için) vb.

Vurgu: Vurgu pek çok ağızda ilk hecede yapılmasına karşın istanbul ağzında son hecede olur. Özel adlarda ise ilk hecededir.

İSTANBUL UMUM AMELE

246

247

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

Leksikoloji

Kültür merkezi olması dolayısıyla İstanbul ağzında diğer ağızlara oranla yabancı kökenli kelime sayısı daha fazladır ve günlük konuşmada da bunlar yerini almıştır. Hattâ her ne kadar İstanbul ağzında yabancı gramer kurallarıyla yapılan tamlamalar bulunmuyor dense de daha önce de belirttiğimiz gibi bazı kalıplaşmış terkipler konuşma dilinde de yer alır. Ancak söylediğimiz gibi bunlar kalıplaşmış olanlardır. Yoksa gramer kuralları bozulmadan gerek terkiplerde olsun, gerekse de fiillerde ve çekimlerinde, birleşik fiillerde uygulanmaktadır. Bugünkü gibi tercüme ağzıyla da olsa "kılmak", "olmak", "yapmak" yardımcı fiilleri kullanılmamaktadır. İstanbullu "park etmek" yerine "park yapmak" (park inşa etmek), "telefon etmek" yerine "telefon yapmak" (telefon imal etmek), "çay içmek" yerine "çay almak" (çay satın almak), "pasta yemek" yerine "pasta almak" (pasta satın almak) demez. Yine birbirine hitap ederken "efendim", "hanımefendi" veya "beyefendi" vb yerine "hişt", "lan", "oğlum" sözlerini kullanmaz.

Deyimler, atasözleri, hattâ argo bakımından da İstanbul ağzı büyük bir zenginlik gösterir. Diğer ağızlarımızda görülmeyen, hattâ yazı diline de geçmeyen pek çok örnek vardır. Bu zengin malzemenin bir kısmına Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın, Ahmed Rasim'in eserlerinde rastlamak mümkündür (bak. argo).

Ağızlarımızın kendine has özelliklerini yitirmesinin sebepleri arasında ülkemizdeki çok yönlü gelişme ve değişmeler, iletişim araçlarının (radyo, televizyon vb) çok yaygınlaşması, okuma oranının artması, kültür etkileşimleri sayılabilir. Bunların neticesinde yazı dili ağızlar üzerinde etkili olarak ağızlar arasında bir karışma ve yakınlaşmaya sebep olur. Büyük kente göçten etkilenerek pek çok ağzımızın etkisine maruz kalmış ve İstanbul'da ahenk güzelliğine erişmiş olan, hanımların ağzında daha bir nezaketle, zariflikle yoğrularak incelik kazanan istanbul ağzı, insanlarımızın bu meziyetlerini maalesef tam koruyamamaları, büyük ölçüde dil terbiyesinden geçmemiş kişilerin eğitim ve öğretim kadrolarında yer almaları ve onların kendi ağız özelliklerini eğitimde kullanmaları sonucu yeterince incelenememiş-tir... Öncelikle farklı ağızların sonra kendisi örnek alınarak tespit edilen İstanbul Türkçesinin, yani yazı dilimizin etkisinde kalarak dile, güzel konuşmaya verilen ö-nemin, dikkatin de azalmasıyla kendine has özelliklerini yitirmekte hızla yol almaktadır.



Bibi. Şemseddin Sami, "Yeni Lisan ve Edebiyatımız; Tarîk-ı Islah", Sabah (3 Ağustos 1314-15 Ağustos 1898); ay, "Lisân-ı Edebîmizin intihabı" ae, (10 Ağustos 1314-22 Ağustos 1898); Mahmut Afif, İstanbul Şivesinin Hususiyetleri Hakkında Bir Tetkik, İst., 1928; Bayrı, İstanbul Folkloru, 19.72, 5-16; E. H. Ayverdi, "İstanbul Türkçesi Üzerine Gözlemler", Kubbeal-U AkademiMecmuası, S. l (1972), s. 45-52; ay, "İstanbul Türkçesi Üzerine Bir Dil Anketi", ae, S. l (1972), s. 46; A. S. Levend, Türkçe-nin Sadeleşme ve Gelişme Evreleri, Ankara, 1972; K. Bilgegil. "Kaybolan İstanbul Türkçe-

si", Kubbealtı Akademi Mecmuası, S. l, 2, İst., 1972, s. 53-59, 51-56; M. Aksel, "Eski İstanbul Terbiyesi ve Dili", İstanbul'un Ortası, Ankara, 1977, s. 170-175; Doğumunun 100. Yılında Ömer Seyfeddin, İst., 1984, s. 193-311, 252; D. Aksan, "istanbul Ağzı Üzerine Gözlemler", Türkoloji Kongresi Tebliğler-Türk Dili, İst., 1985, s. 17-23; t. Ortaylı, "İstanbulluların Dili", Cumhuriyet, (Siyaset 85 eki), (22 Eylül 1985), s. 11; H. Çelik, "Genç Kalemler Mecmuasının Sistematik Tetkiki" (basılmamış yüksek lisans tezi), Van, 1987.

TANJU ORAL-SEYHAN

İSTANBUL UMUM AMELE BİRLİĞİ

1923'te, Türkiye çapında bir sendika federasyonu kurma girişiminde bulunan, ama bunu başaramayan, milliyetçi ve antiko-münist işçi örgütü.

20 Aralık 1922'de kurulan İstanbul Umum Amele Birliği'nin (ÎUAB) gerçek önderi Şakir Rasim'dir. Giritli bir ailenin İstanbul Harbiyesi'nde okuyan bu çocuğu, hürriyetin ilanında bir öğrenci olayına karıştığı için Trablusgarp'a sürülmüş, V. Meh-med'in (Reşad) (1909) cülusunda çıkarılan genel afla geri dönmüştü. 1914'te, bir Fransız-Belçika şirketine ait olan İstanbul Tramvaylan'nda işe başlamış; 1921 Ma-yıs'ının başlarında Aksaray Tramvay deposu müdürüyken, tutucu Amele Siyanet Ce-miyeti'ni kurmuştur. Daha sonra, ona karşı mücadele etmek üzere, İştirakçi Hilmi' nin(->) Türkiye Sosyalist Fırkası'na (TSF) giren Şakir Rasim, 8 Mart 1922 kongresinde Hilmi'yi reislikten düşüren harekete katılmış ve onun yerine başkan seçilmiştir. Osmanlı hükümetinin TSF yönetimindeki değişikliği tanımaması üzerine, arkadaşları Hâkimzade Mehmet Nurettin ve Dr. İhsan (Özger) ile birlikte, Müstakil Sosyalist Fırkası'm (MSF) kurmuştur.

TSF olsun, MSF olsun, sendikal nitelikte parti örgütleriydi. Fakat gerek bunlar, gerekse daha soldaki Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası, kendi işçi örgütlerim de oluşturmaya çalışıyorlardı. Sağdaki girişimin odağı, Türk Çalışma Cemiyeti, sol-dakininse Türkiye İşçi Derneği'ydi.

İUAB'ye, Türk Çalışma Cemiyeti üyelerinden Mehmet Nurettin reis seçildi; Şakir Rasim de kâtib-i umumi oldu. 1923 yılbaşında Aksaray Tramvay işçileri, IUAB' ye bağlı bir dernek (yani sendika) halinde örgütlendi (bak. İstanbul Tramvay Amelesi Cemiyeti); bunu Şişli tramvaycıları izledi. 10 ay içinde böyle 26 dernek kuruldu.

İUAB, (solcu) rakibi İstanbul İşçi Teşkilatlan Heyet-i Müttehidesi'nin(-t) temsilcileriyle birlikte, kendi delegelerini de İzmir İktisat Kongresi'ne göndermiştir. (Komünistlerce tüccarların bir kukla örgütü olmakla suçlanan İUAB'nin gerçekten bu nitelikte olduğunu, Milli Türk Ticaret Birliği çevreleri de doğruluyor!) İUAB, işçilerin 1923 ilkbaharındaki birleşme girişimlerim baltalamış, bunu gerçekleştirmeye çalışan solcuları da, Türk milliyetçiliği açısından eleştirmiştir. Kendileri 23 Nisan bayrammdaki geçit resmine katılmışlar, "l Mayıs"ta da, III. Enternasyonal yanlısı gösterilerden ayrı olarak, II. Enternasyonalci kutlamalar yapmışlardır. İUAB, yaz başında yenilenen TBMM seçimlerin-

de Mustafa Kemal Paşa'nın Halk Fırka-sı'nı destekleyerek, azınlık mensubu ve yabancı işçilere karşı tavır almıştır.

Örgüt, Ağustos 1923'te Bomonti Bira Fabrikası'nda iki günlük başarılı bir grev yönetmiş, eylülün ikinci yansındaki gazete grevinde ise, patronların tarafında olmuştur. Cumhuriyet'in ilanından önceki hafta sırasında İstanbul'u ziyaret eden ingiliz İşçi Partisi önderi Ramsay Mac Do-nald'ı ÎUAB ağırlamıştır.

26 Ekim'de toplanan kongrede, İUAB o vakte kadar elde ettiği örgütlenme başarılarını sıralayarak bir tüzük değişikliğiyle, Türkiye Umum Amele Birliği'ne dönüşmek istemiştir. Buna göre, İUAB'ye şu işçi grupları bağlanmış durumdadır: Tramvay ve Elektrik dernekleri, Feriköy-Bo-monti Bira Fabrikası Derneği, Haydarpaşa İstasyon Hamalları Derneği, Haliç Vapurları Şirketi Amele ve Müstahdemi Eyüp Sultan Derneği, Ahmediye Dokumacılar Derneği, İstinye İnşaat-ı Bahriye Amelesi Derneği, Kalafat Yeri, Arap Camii İnşaat-ı Bahriye Amelesi dernekleri, Boğazkesen Kaldırımcılar Derneği, Topkapı, Ahırkapı, Beykoz, Kadıköy dernekleri, Beyoğlu Garsonlar Derneği, Galata Türk Tercümanlar Derneği, Tophane ve Deniz İşçileri Tahmil ve Tahliye dernekleri.

Kongre öncesinde, Şakir Rasim, Zonguldak ve Balya Karaaydın madencilerini de örgütlemeye çalışırken, Mehmet Nurettin Bey İUAB'nin geleceği hakkında nabız yoklamak için Ankara'ya gitmişti. Durumu uygun görmemiş olacak ki, kongrede oluşturulan yeni birliğin başkanlığım kabul etmedi. Bunun üzerine, Şakir Rasim örgüte nüfuzlu bir başkan aramaya başladı. Eski Heyet-i Vekile Reisi Rauf Bey'e (Or-bay) öneri yapıldı. Rauf Bey bunu kabul etmemekle birlikte, yanında Karabekir ve Refet paşalar olduğu halde birliği ziyaret etti. Bir reis-i sanilik (ikinci başkanlık)

İstanbul Umum Amele Birliği Merkez-i Umumisi anteti (üstte) ve mührü. Mete Tuncay arşivi

makamı yaratıldı ve Halk Fırkası istanbul mutemedi Dr. Refik İsmail bu göreve getirildi.

Hükümet, Cemiyetler Kanunu'nün birliğe (federasyona) izin vermediği gerekçesiyle, 1924 ilkbaharında örgütü kapattı. Oysa aynı dönede, esnaf cemiyetlerinin bir "heyet-i müttehide" (federasyon) oluşturmalarına göz yumuyordu. Dolayısıyla, asıl neden, Şakir Rasim'in o tarihte henüz su yüzüne çıkmamış olmakla birlikte, yıl sonunda Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası' nı kuracak olan Halk Fırkası içindeki muhaliflere yanaşmış bulunmasıydı. Bibi. M. Tuncay, 1923 Amele Birliği, İst., 1989. METE TUNCAY

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

İstanbul'un, dolayısıyla Türkiye'nin ilk ü-niversitesidir. Rektörlük makamı ile bazı fakülteleri Beyazıt'ta, kampusu ise Avcı-lar'dadır.



Kuruluş tarihi l Ağustos 1933 olmakla birlikte geleneksel anlamda, II. Mehmed' in (Fatih) İstanbul'da tesis ettiği ilk medresenin devamı sayılır. Buna dayalı olarak 5-10 Ekim 1993 arasında kuruluşunun 540. yıldönümü kutlanmıştır. İstanbul'daki 5 ü-niversitenin en büyüğü olan İstanbul Üniversitesi, 1933'te kapatılan Darülfünun' un(->) yerini almıştır.

İstanbul Üniversitesi'nin kurulmasıyla ilgili çalışmalar Cumhuriyet'in ilan edildiği (1923) yıllara dayanır. 1924'te çıkarılan 493 sayılı yasa ile Darülfünun bütçesinin Maarif Vekâleti'nden ayrılması bu çalışmaların ilk adımı sayılır. 1925'te Darülfünun'a hükm-i şahsiyet (tüzel kişilik) tanınması ikinci önemli girişimdir. Eğitim ve öğretim alanında ilkokuldan lise düzeyine değin birçok yeniliğin gündeme geldiği 1923-1928 arasında istanbul Darülfünunu'nun gerek bu alandaki yeniliklere gerekse diğer devrimlere uzak kalması ve yeni rejimin beklediği desteği vermemesi, Cumhuriyet hükümetini Darülfünun konusunda da köklü bir karara yöneltti. Hükümet, İstanbul Darülfünunu'nü "Türkiye münev-verliğinin beklediği salaha, inkişafa ve terakkiye" ayak uyduramamış, ülkedeki büyük devrimler karşısında sessiz kalmış bir "gözlemci" olarak görmekteydi. Bununla birlikte, ülkenin bu biricik kurumunu, salt siyasal bir değerlendirme ile gözden çıkarmanın da doğru olmadığı kabul ediliyordu. Bu nedenle, Türkiye'deki yükseköğrenim hizmetlerine ve bilimsel çalışmalara yön verecek bir üniversite devriminin gündeme getirilmesi, laik üniversite öğretimine geçişte, Darülfünun'un yerini alacak yeni bir öğretim kurumunun tesisi benimsendi. Bu amaçla 1930'da, Cenevre Üniversi-tesi'nce seçilip önerilen Prof. Albert Malc-he, Türkiye'ye davet edildi. Malche uzun bir çalışmadan sonra hazırladığı raporu 1932'de Maarif Vekâleti'ne sundu. Bu rapor, mevcut durumu ile Darülfünun'un yetersizliğini, bilimsel değerde eser çıkarta-maması, basit çevirilerin bile tez kabul edilmesi, öğretim üyelerinin ders dışında sorumluluk almamaları, takrirden başka bir metodun uygulanmaması gibi önemli gerekçelerle açıklamaktaydı. Atatürk i-se, İstanbul Üniversitesi projesine büyük önem vermekte ve bu adla kurulacak yeni bir üniversitenin, gerçek anlamda Batılılaşmanın ve bilimsel çağdaşlaşmanın merkezi olabileceği kanısını taşımaktaydı. Malche'in raporu ve Atatürk'ün görüşleri Bakanlar Kurulu'nun gündemine birlikte alındı. 5 Mayıs 1933'te Darülfünun'un kapatılması ile çağdaş yeni bir darülfünunun kurulması kararım içeren hükümet tasarısı TBMM'ye sunuldu. Tasarıda "üniversite" adından söz edilmediği halde Meclis Maarif Komisyonu'nda, "darülfünun" ve "üniversite" sözcüklerinin Türkçe olmadığı, Dil Heyeti'nce öz dilimizde bunların karşılığı bulununcaya kadar, uluslararası bir terim olan "üniversite" adının kullanılması görüşü benimsendi. 31 Mayıs 1933 tarih ve 2250 sayılı yasa ile de, Darülfünun' un kapatılıp, l Ağustos'tan itibaren İstanbul Üniversitesi'nin açılması için Maarif Vekâleti görevlendirildi. Yeni üniversite için Darülfünun öğretim üyelerinden, Avrupa'da öğrenim gören genç kuşaklardan ve yabancı profesörlerden yeni bir kadro oluşturulmasına da kanunda yer verilmişti. Üniversitenin açılması işiyle doğrudan ilgilenen Maarif Vekili Reşid Galib, l Ağustos 1933'te bir komisyon kurdu. Bu komisyonda bakanlığın üst düzey yöneticilerinden Rüştü (Uzel), Avni (Başman), Osman (Horasanlı) ile Prof. Kerim (Erim) ve Prof. Malche yer aldı. Komisyon rektörlüğe Dr. Neşet Ömer'i (Irdelp) uygun görürken, öncelikle 4 fakültenin açılması kararlaştırıldı. Bunlardan tıp fakültesinin dekanlığına Dr. Tevfik (Sağlam), edebiyat fakültesi dekanlığına Fuat (Köprülü), hukuk fakültesi dekanlığına Tahir (Taner) ve fen fakültesi dekanlığına da Kerim (Erim) getirildiler. Komisyon Darülfünun'un 88 profesör, 44 doçent ve 108 başasistan-asistandan oluşan öğretim kadrosundan 157'sini kadro dışı bıraktı. (Bu, tartışmaları yıllarca süren bir haksızlık konusu olmuştur.) Yurtdışından yetkin bilim adamlarının getirtil-mesinde ise, bir rastlantı olarak o yıllarda Almanya'daki faşizmden kaçan Musevi asıllı, sosyal demokrat bilim adamlarının sığınacak ülkeler aramaları nedeniyle iyi bir fırsat yakalandı. Kuruluş aşamasındaki İstanbul Üniversitesi'nin Batı ölçüleri ile temellendirilme-si bakımından, Almanya ve Avusturya'dan

248

249

gelen 100 dolayındaki profesör ve uzman önemli görevler üstlendiler. Diğer yandan bunların ve ailelerinin istanbul'a akını sonucu halk arasında "istanbul'da bir Alman üniversitesi açdıyormuş" söylentileri yayıldı. Cumhuriyet'in 10. yıldönümü, coşkulu tören ve şenliklerle kutlanırken, Alman profesörler de kentin her tarafında halkın ilgisini çekmekteydiler. Gelen yabancı bilim adamlarından bir bölümü, Türkiye'de istanbul için bir yenilik olan üniversitenin kuruluşunda görev alırlarken, diğerleri de istanbul'daki Yüksek Mühendis Mekte-bi'nde ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde iş buldular. Daha önce Darülfünun'a verilmiş bulunan, Beyazıt'taki eski Harbiye Nezareti Bi-nası'nın büyük cümle kapışı üstüne "istanbul Üniversitesi" yazıldıktan sonra, 18 Kasım 1933'te Maarif Vekili Yusuf Hikmet'in (Bayur) açış konuşmasıyla üniversitenin 4 fakültesinde derslere başlandı. Tören sırasında yabancı profesörler, öğrencilere ve davetlilere tanıtıldı. Derslere başlanılmakla birlikte, tarihi bina içinde de üniversiteye elverişli bir ortamın oluşturulması için onarım ve tadilat çalışmaları sürüyordu. Ama, sabırsız Alman profesörler hazırlığı tamamlanmamış amfilerde derslerini vermekteydiler. 29 Mayıs 1934'te 2467 sayılı Üniversite Teşkilat Yasası çıktı. Bu yasa, fakültelerin statülerini, öğretim üyelerinin özlük haklarını belirliyordu. 11 Ekim 1934'te de istanbul Üniversitesi Talimatnamesi yürürlüğe girdi. Buna göre, üniversitenin yöneticisi rektör, aynı zamanda maarif vekilinin temsilcisi sayılmaktaydı. Rektörün başkanlığındaki, dekanlardan ve üniversite sekreterinden oluşan "üniversite divanı" en yetkili karar organı oldu. Fakültelerde de ayrı ayrı kurullar oluşturuldu. Yasa gereği öğretim üyelerinden bir bölümüne "ordinaryüs", bir bölümüne "profesör", bir bölümüne de "doçent" unvanları verildi, ilk rektör Neşet Ömer Irdelp, l sömestr kaldıktan sonra, ayrıldığı için yerine, istanbul Üniversitesi'ni uzun yıllar yönetecek olan Cemil Bilsel getirildi, istanbul Üniversitesi öğrencilerinin, üniversiteye bağlı Yabancı Diller Okulu'na devam etmeleri zorunluluğu da bu sırada konmuştur. 1936'da hukuk fakültesinden ayrılan bir enstitünün iktisat fakültesine dönüştürülmesi ile fakülte sayısı 5'e çıktı. 1943'e kadar ise, özellikle yabancı profesörlerin çalışmaları sonucu, tıp ve fen fakültelerinde 14'er, edebiyat fakültesinde 12, hukukta ise 5 enstitü kuruldu. Malche, raporunda istanbul Üniversitesi için 200 öğretim üyesini kapsayan bir kadro öngörmüştü. 1933-1934 öğretim yılında 27 Türk, 38 yabancı ordinaryüs profesör, 18 Türk, 4 yabancı profesör, 93 Türk doçent olmak üzere, 180 öğretim üyesi a-tanarak, bu kadroya yakın bir sayı sağlanmış bulunmaktaydı. Ayrıca, 142 de asistan vardı. Aynı öğretim yılında, edebiyat fakültesinde 289, fen fakültesinde 986, hukuk fakültesinde 1.278, tıpta da 884 öğrenci kayıtlıydı. Üniversitenin genel mevcudu 3.437 olup, bunun ancak yüzde 15'ini kız öğrenciler oluşturmaktaydı. istanbul Üniversitesi, daha önce Darül-fünun'un da hizmet vermiş olduğu binalara yerleştiğinden, istanbul'un en merkezi bir semti sayılan Beyazıt Meydanı çevresinde gelişme ortamı buldu. Eski Harbiye Nezareti'nin ana binası, köşkleri, kışlası, ahin üe Zeyneb Hanım Konağı(->) üniversiteye tahsis edilmişti. Fen fakültesinin bazı enstitüleri, Beyazıt'ta ve Yerebatan' daki başka binalara yerleşmişti. Edebiyat ve fen fakülteleri Zeyneb Hanım Konağı'n-daydı. Üniversitenin büyük konferans salonu ise, seraskerliğin eski at ahırından çevrilme bir mekândı. Diş Hekimliği ve Eczacılık okulları Beyazıt Meydanı'ndaki eski jandarma dairesine yerleşmişti. Kentteki başlıca sağlık kurumlarından Gureba, Çapa, Haseki, Cerrahpaşa, Şişli Etfal ve Bakırköy Akıl hastanelerinde de, tıp fakültesinin klinikleri açılmıştı. 1933-1934 öğretim yılını, politik gruplaşmalar yüzünden gerilimli geçiren istanbul Üniversitesi'nin durumu, Malche'in de istifası ile kritik bir noktaya geldi ve kapanması olasılığı doğdu. Ancak, bu yıllarda istanbul'un sorunları ile yakından ilgilenen ve bu eski başkenti bir bilim ve kültür merkezi konumunda gelişmeye açmayı hedefleyen Atatürk, konuya müdahale etti. ikinci bir sorun her yıl sayılan giderek artan mülteci profesörlerin fakülteler-deki etkin çalışmalarından kaynaklanıyordu. Bunlar, özellikle tıp ve fen fakültelerinde etkili durumdaydılar. Prof. Dr. Reimann, istanbul Üniversitesi'nin, otoriter Alman profesörlerinin güdümündeki konumunu ve bu sayede üniversitenin ulaştığı düzeyi yorumlarken "istanbul Üniversitesi kapsamı ve başarısı itibariyle mevcut Alman üniversitelerinin en iyisidir" diyor ve tıp fakültesini de dünyaya örnek gösteriyordu. Diş Hekimliği ve Eczacılık mektepleri de, 1933-1943 arasında yabancı profesörlerin çabalarıyla fen fakültesinden ayrılarak bağımsız birer yüksekokul kimliği kazandılar. 1945'e gelindiğinde, tıp fakültesinde 47, fen fakültesinde 29, edebiyat fakültesinde 25, hukuk fakültesinde de 10 olmak üzere, toplam 111 mülteci ve yabancı ordinaryüs profesör, profesör ve uzman vardı. Bunlardan ordinaryüs profesör ve profesörler "direktör" unvanı ile enstitüleri yönetiyorlardı. Bunların en ünlüleri, tıp fakültesinde Philipp Schwartz, Hans Win-terstein, Julius Hirsch, Hugo Braun, Wer-ner Lipschitz, Errch Frank, Rodolf Nissen, Wilhlem Liepmann, Igersheimer, Kari Hellmann, Alferd Kantorowicz; fen fakültesinde dünyaca ünlü Richard Edler von Mises; edebiyat fakültesinde yine uluslararası üne sahip, fizikçi ve filozof Hans Reichenbach, felsefe tarihçisi Ernst von Aster, Leo Spitzer, Erich Auerbach, Wil-helm Peters, Clemens Böseri, Fritz Kraus, Helmut Ritter, Kurt Bittel, Helmuth Th. Bossert, Rodolg Juchhoff; hukuk fakültesinde ise Andreas Z. Schwarz, Ernst Hirsch, Richard Honig, Kari Strupp; iktisat fakültesinde de Fritz Neumark, Gerhard Kessler, Alexander Rüstow, Wilhelm Röpke, Alfred Isaac'tır. Sözü edilenler, Almanya ve Avrupa üniversitelerinin bilimsel çalışma alanlarını ve metotlarını, ders, araştırma ve yayın tekniklerini, halka dönük faaliyetlerini, istanbul Üniversitesi'ne taşıdılar ve bu kurumun uluslararası saygınlık kazanmasında rol oynadılar. Ayrıca, asistan olarak yetiştirdikleri çok sayıda Türk bilim adamı ve öğretim üyesi de kendilerinden sonra üniversitenin ulaşmış olduğu düzeyi korumayı başardılar. Yabancı profesörlerin, istanbul Üniver-sitesi'nden ayrılmaları, II. Dünya Savaşı sonrasındadır. Ancak, 1955'e kadar üniversitede görevde kalanlar olmuştur.

1933'teki açılışta, yüksek öğretmen o-kulunun boşalttığı Zeyneb Hanım Konağı' na yerleşen fen fakültesi için, bu konağın bahçesine bir rasathane ve biyoloji enstitüsü de yapılmıştı. Diğer yandan aynı konağın üst katındaki, edebiyat fakültesinin l Mart 1942'de Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi'ne taşınmasından 2 saat sonra çıkan bir yangınla tarihi konak tüm eşyası ve arşivi ile yandı. Dönemin cumhurbaşkanı ismet inönü'nün direktifi ile konak arsası ile çevresindeki kamulaştırılan alana yeni fen ve edebiyat fakültelerinin inşası uzun yıllar devam etti. 1946'da ilk bölüm bitince, kentin muhtelif semtlerinde çalışma ortamları bulan fakülte ve enstitülerin bir bölümü buraya taşındı. Yeni binanın yapımı ve buna bağlı olarak taşınmalar 1951'e kadar sürdü.

1944'te Yüksek Mühendis Mektebi'nin de teknik üniversite olarak örgütlenmesi ile istanbul'daki üniversite sayısı 2'ye çıktı. 13 Haziran 1946'da ise 4936 sayılı yasa ile istanbul Üniversitesi bilimsel ve yönetsel özerklik kazandı. Daha önceki, 29 Mayıs 1934 tarihli 2467 sayılı Üniversite Kanunu, istanbul Üniversitesi'ne özerklik vermediği gibi Maarif Vekâleti'ne denetim yetkisi tanımıştı.

Üniversitenin öğrenci mevcudu da ilk 10 yılda hızla arttı ve 1943'te ilk açıldığı yıla oranla yüzde 300'lük bir artışla 10.178'e ulaştı. 1942-1943'te öğretim kadrosunda 300 dolayında profesör ve doçent vardı.

1946-1960 arası 15 yıllık dönemde, 30 Haziran 1948 tarihinde bağlanan orman fakültesi ile birlikte, üniversitenin fakülte sayısı 6'ya çıkmış bulunuyordu. Bu dönemde, üniversite, fakültelerinde yetişen 38 ordinaryüs profesörü, 105 profesörü, 234 doçenti ve dönemin sonunda 23.052 öğrencisi ile istanbul'un ve Türkiye'nin en büyük bilim ve öğretim kurumu özelliğini taşıyordu. Yine, bu yıllar boyunca istanbul Üniversitesi aydın ve duyarlı gençliğin hem kaynağı, hem merkezi konumundaydı. Öğrencilerle öğretim üyeleri arasında da ulusal ve siyasal bakış açıları bakımından koşutluklar söz konusuydu. Ancak, 1954'te üniversite senatosunun görüşü a-lınmak koşulu ile, milli eğitim bakanına, öğretim üyelerini görevden alma yetkisi tanınınca, üniversite ortamında tedirginlik doğdu. 27 Mayıs 1960 ihtilalini hazırlayan öğrenci olaylarının başlangıcında bu gelişmenin de payı olmuştur. Ayrıca, üniversitedeki doçent ve profesör kadrolarının yetersizliği de bir başka neden olarak gösterilmiştir. 27 Mayıs 1960 ihtilali öncesi olaylar büyük ölçüde, istanbul Üniversite-si'nden kaynaklandı ve yayıldı.

ihtilalden bir süre sonra, Milli Birlik Ko-mitesi'nin, üniversitedeki kadro tıkanıklığına çözüm gerekçesiyle, pek çoğu istanbul Üniversitesi'nde görevli 147 öğretim üyesinin (bunlara 1471er denilmiştir) kurumlarıyla ilişiklerinin kesilmesi yeni bir huzursuzluk nedeni oldu. Buna karşılık Milli Birlik Komitesi, Milli Eğitim Bakanlı-ğı'nın üniversiteler üzerindeki yetkisini en alt düzeye indirdi.

1961-1971 arası ise, istanbul Üniversitesi'nin en çalkantılı dönemidir, ideolojik boyutlu öğrenci olayları bu dönemde kanlı kavgalar ve çatışmalarla sürdü, istanbul' un yakın tarihindeki en korkulu ve kaygı uyandırıcı gençlik eylemleri bu yıllarda üniversite ortamında yaşandı. Bununla birlikte aynı dönemde olumlu bazı gelişmeler de gözlendi. 1962'de Eczacılık, 1964' te Diş Hekimliği okulları, fakülteye dönüştürüldü. 1966'da Cerrahpaşa Tıp, ikinci bir tıp fakültesi olarak üniversiteye bağlandı. 1967'de kimya, işletme fakülteleri kuruldu. 1970'te kurulan Bursa Tıp Fakültesi öğrencileri de tesisleri yapılıncaya kadar, istanbul Tıp Fakültesi'nde okudular. Atatürk Araştırmaları Enstitüsü 1972'de hizmete girdi. Veteriner ve yer bilimleri fakülteleri ise 1973'te kuruldu. Bu yıllarda üniversiteye bağlı olarak Silivri'de Toplum Sağlığı Merkezi ve Kültür Sitesi ile spor tesisleri de kurulmuştur.

Küçükçekmece Gölü yamaçlarında kamulaştırılan 1.16i dönümlük arazide istanbul Üniversitesi Avcılar Kampusu'nun tesisi çalışmaları da Cumhuriyet'in 50. yıldönümü olan 1973'te başlatıldı. Kimya, veteriner, jeofizik mühendisliği, yan tesislerden radyoloji binaları, hayvan hastanesi, Tecrübi Hayvan Yetiştirme istasyonu, Bitki Araştırma istasyonu ile futbol sahası, kapalı spor salonu, kapalı yüzme havuzu vb gibi tesisler bu tarihten sonra yapılmaya başlanmıştır.

istanbul Üniversitesi'nin, kuruluşunun 40. yılı olan 1973'te ulaştığı sayılar şöyleydi: Tıp fakültesi 40 yıl zarfında 14.346 doktor yetiştirmiştj. 1971-1972'de bu fakültede 2.179 öğrenci okumakta, 100 doktor ihtisas yapmaktaydı. Öğretim kadrosunda ise 136 profesör ve doçent bulunuyordu. Hukuk fakültesi aynı süreçte 13.303 mezun vermişti. Yaptığı yayınlarla ayrıca vurgulanması gereken edebiyat fakültesinin mezun sayısı 8.712 idi. Fen fakültesi 5.325, iktisat fakültesi 7.096, orman fakültesi 3.289, eczacılık fakültesi 1.248, diş hekimliği fakültesi 2.998 mezun vermiş bulunuyordu. Kuruluşları çok daha sonra o-lan Cerrahpaşa Tıp 1973'e kadar 560, kimya fakültesi 484, işletme fakültesi de 62 mezun verebilmişti.

istanbul Üniversitesi 1973'te yürürlüğe giren 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu ve 1765 sayılı Üniversite Personel Kanunu'na göre gerekli uyarlamalardan sonra, gelişmesini sürdürdü. 1979'da siyasal bilimler fakültesi kuruldu. 1983'te ise yer bilimleri ve kimya fakülteleri, mühendislik fakültesine dönüştürüldü. 1983'te çıkan 2809 saydı Yüksek Öğretim Kanunu gereği istanbul Üniversitesi de Yüksek Öğretim Kurulu'na (YÖK) bağlandı. 1988'de edebiyat, fen, siyasal bilimler, iktisat, işletme, hukuk, istanbul Tıp, Cerrahpaşa Tıp, diş hekimliği, eczacılık, orman, veteriner, mühendislik, sosyal bilimler olarak 14 fakültesi; fen bilimleri, sağlık bilimleri, çocuk sağlığı, adli tıp, onkoloji, kardiyoloji, deniz bilimleri ve coğrafya, işletme iktisadı, muhasebe, "Atatürk ilke ve inkılapları" adlı 10 enstitüsü ve 47 araştırma enstitüsü, Florance Nightingale hemşirelik, basın yayın, tütün eksperleri, adalet, istanbul meslek, sağlık hizmetleri meslek, su ürünleri adlı 7 yüksekokulu, ayrıca istanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvan, İstanbul Üniversitesi Gözlemevi ve istanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi ile üniversite, 20. yy'ın sonuna doğru çok geniş bir yapıya kavuşmuş bulunuyordu. Bu yapıya, son olarak 1992'de iletişim, su ürünleri, 1993'te de ilahiyat fakülteleri eklenmiştir, istanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi 1991'de kurulmuştur. Bu merkezin bünyesinde Atatürk Düşünce Kulübü ile arkeoloji, ebru, edebiyat, fotoğrafçılık, halkbilim, klasik gitar, klasik Türk sanat musikisi, resim, sinema ve tiyatro kulüpleri faaliyet göstermektedir, istanbul Üniversitesi Basımevi ve Film Merkezi ise iletişim fakültesine bağlıdır, istanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi de 1990'dan beri faaliyetlerini sürdürmektedir. 1993-1994 öğretim yılında istanbul Üniversitesi'nde önlisans ve lisans düzeylerinde öğretim yapan öğrenci sayısı 53.644' tür. Ayrıca 1.567 yabancı uyruklu, 2.176 lisansüstü öğrenim gören öğrenci bulunmaktadır. Üniversitede, 908 profesör, 444 doçent, 421 yardımcı doçent, 130 öğretim görevlisi, 275 okutman, l eğitim öğretim planlamacısı 1.834 araştırma görevlisi, 113 uzman olmak üzere 4.126 eğitim öğretim elemanı görev yapmaktadır.



Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin