Vergi konseyi katma değer vergiSİ Çalişma grubu raporu (tartişmaya açik taslak metiN) haziran 2017



Yüklə 1,23 Mb.
səhifə1/14
tarix30.07.2018
ölçüsü1,23 Mb.
#64536
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14






VERGİ KONSEYİ

KATMA DEĞER VERGİSİ

ÇALIŞMA GRUBU RAPORU

(TARTIŞMAYA AÇIK TASLAK METİN)

HAZİRAN 2017

İSTANBUL – ANKARA
1 – GİRİŞ :

Vergi Konseyi, Maliye Bakanlığına vergi politikalarının oluşturulması ve uygulanması ile ilgili olarak görüş bildirmek ve bu konularda araştırma ve çalışmalar yapmak amacıyla kurulmuş bir danışma birimidir.

Konsey görev tanımına uygun olarak, özellikle kayıtlı ekonomiye geçiş çalışmalarına katkıda bulunmak ve vergiye gönüllü uyumda yaşanan sistematik sorunları yetkili otoritelerin ve kamuoyunun gündemine taşıyabilmek amacıyla, vergi sistemimizi oluşturan kanunları gözden geçirmeye başlamıştır. Gelir Vergisi Kanunu, Kurumlar Vergisi Kanunu, Vergi Usul Kanunu ve görev alanına giren diğer bir çok konuda yapılmış olan çalışmalar neticesinde düzenlenen ve konuyla ilgili paydaşların görüş, değerlendirme ve önerilerini içeren raporlar Bakanlığa iletilmiştir.

Bu çalışmalar çerçevesinde, 2017 NİSAN ayından itibaren Katma Değer Vergisi Çalışma Grubu oluşturulmuş ve 3065 sayılı Katma Değer Vergi Kanunundan (KDVK) kaynaklanan sorunlar tespit edilmeye ve bunların çözümüne ilişkin öneriler geliştirilmeye çalışılmıştır. Ancak KDVK’nun diğer vergi kanunlarına nazaran daha yeni bir tarih olan 1985 yılında uygulanmaya başlanmış olması, genel ilkeler bazında belli ölçülerde Avrupa Birliği müktesebatına uyumlu olması ve sık yapılan değişikliklerle günün iktisadi şartlarına uyumlu hale getirilmiş olması nedeniyle, çalışmada yöntem olarak KDVK’nun baştan yeniden yazımı yerine aksayan madde ve bölümlerinin tespit edilerek değişiklik önerilerinin geliştirilmesi esas alınmıştır.



Devreden KDV Sorunu :

25.10.1984 Tarihinde kabul edilen ve 1 Ocak 1985 tarihinden itibaren uygulamaya konulan 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu düzenlenirken temelde sistemik bir hata yapılmış ve devreden KDV’nin iadesine imkan verilmemiştir. Bu durum (30) yılı aşan uygulamanın sonunda 140 milyar liraya ulaşan bir KDV stoğu oluşmasına neden olmuştur.

Katma Değer Vergisi kuramında ilke olarak KDV’nin mükellefin üzerinde hiçbir yük oluşturmamasıdır. Bilindiği üzere, Katma Değer Vergisi dolaylı bir vergidir. Bu verginin esas yükümlüsü “nihai tüketicidir” ancak uygulama imkânsızlığı nedeniyle Kanunda vergi yükümlüsü “mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde bu işleri yapanlar” olarak tanımlanmıştır. Nitekim başta AB ve İngiltere olmak üzere dünyadaki KDV uygulamaları incelendiğinde mükelleflerinin devreden KDV alacakları 1 ay sonra, 3 ay sonra, 6 ay sonra en geç izleyen yılın Ocak ayında firmalara mahsuben ve nakit olarak iade edilmektedir.

Devreden KDV Tablosu Raporumuzun İstisnalar ve İadeler Bölümünde ayrıntılı olarak yer almaktadır.

Türkiye’de bugün itibariyle KDV mükelleflerinin devreden KDV alacakları Maliye Bakanlığı’ndan alınan bilgilere göre yaklaşık toplam 140 milyar TL dir. Bu rakam her yıl yaklaşık 15 milyar TL tutarında büyümektedir. Bu konuda çalışma grubunda yapılan değerlendirmelerde aşağıdaki sonuca ulaşılmıştır.

Devreden KDV stoğunun iadesine ilişkin Öneri :

Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu ekonomik, mali ve siyasi konjonktür dikkate alındığında 140 milyar TL tutarındaki Devreden KDV stoğunun bir defa da iadesi mümkün değildir. Bu konuda bir milat tespit ederek (Örneğin: Ocak 2018 öncesindeki Devreden KDV stoğunun (5) yılda (5) eşit taksitle her türlü vergi ve sosyal güvenlik primi borçlarından mahsup edilmesi ya da nakit iade edilmesi ve iade işleminde özellikle imalat sanayi yatırımlarına ilişkin girdi KDV lerin iadesine öncelik tanınması son derece yerinde olacaktır. Ancak, ihracat ve diğer tam istisna kapsamı işlemler ile indirimli orana tabi işlemlerde, geçilmesi önerilen beyanname kıyaslaması yönetimi ile KDV iadesi uygulaması kapsamında iade edilecek KDV belirlenirken, mevcut devir KDV için 5 yıllık süre sınırlamasının mükelleflerin tercihine bağlı olarak uygulanmaması önerilmektedir. Bu suretle tam istisna kapsamı ya da indirimli orana tabi satış yapan mükelleflerin devir KDV stoklarını daha hızlı eritebilmeleri ve finansman yükünden daha erken kurtulmaları mümkün olabilecektir.

1 Ocak 2018 den itibaren oluşacak devreden KDV stoklarının ise genelde yıllık …… (3) yada öncelik imalat sanayi yatırımlarına ilişkin girdi KDV’lerine verilmek suretiyle 3 ay, 6 ay gibi sürelerde iade edilmesi uygun olacaktır.

Bu düzenlemeler yapıldığı takdirde Türkiye’de ki kayıt dışı ekonominin en önemli nedenlerinden biriside ortadan kaldırılmış olacaktır.

Dolaylı vergilerin, toplam vergi gelirleri içindeki yüksek payının mükellef üzerinde oluşturduğu baskı ve sürekli artan kamu harcamalarının gerektirdiği ilave gelir ihtiyacı dengeli bir şekilde dikkate alınarak, vergileme işlemindeki iki esas tarafı oluşturan mükellefe ve sistemik temel bir hatadan devreden KDV nin iadesi dışında kamu idaresine ilave mali yük getirecek önerilerden mümkün olduğu ölçüde kaçınılmıştır.

KDV uygulamaları diğer vergi kanunlarından farklı olarak çoğunlukla doğrudan kanun hükümlerine dayanmamakta, kanunun verdiği yetkiye istinaden Bakanlık tarafından yayımlanan idari düzenlemeler (genel tebliğ, sirküler vb.) tarafından yönlendirilmektedir. Kanunun yayım tarihi üzerinden çok uzun bir süre geçmemesine rağmen yayımlanmış olan genel tebliğ, sirküler ve mukteza (özelge) sayılarının yüksekliğine bakarak da bu durumu tespit etmek mümkündür. Ancak

bunun tamamen kanundan kaynaklanan bir zafiyet olarak görmek de mümkün değildir, zira hızla gelişen ve değişen ekonomik koşullar ve enstrümanların vergisel boyutunun en kısa zamanda tayin edilme zorunluluğu, verginin kanuniliği ilkesi gereği sık sık KDVK’da değişiklik yapma ve buna bağlı olarak da idari düzenleme yapma ihtiyacını doğurmuştur. Bu nedenle raporda sadece KDVK’ya yönelik değişiklik önerileri yer almamakta bazı idari düzenlemelerin de değiştirilmesi önerilmektedir.

İhracatta ve İndirimli Oran Uygulamasında KDV İadesi Sorunu :

Konuyla bağlantılı olarak; Gelir İdaresi Başkanlığı’nın KDV’na ilişkin idari düzenlemeleri gözden geçirerek başta ihracatta ve indirimli oranda KDV iadesi olmak üzere sorunların çok büyük olduğu alanlarda yeni düzenlemeler yapılmasının zorunlu olduğu değerlendirilmektedir. Türkiye için son derece önemli olan ihracatın geliştirilebilmesi için özellikle çok girdili (binlerce girdisi) olan mamullerin ihracatında (otomobil, otobüs, buzdolabı teknolojik diğer ürünler vb.) adeta hazırlanması imkansızlık derecesinde zor olan “KDV Yüklenim Tablosu” zorunluluğunun kaldırılması ve çalışma grubumuz tarafından hazırlanan ve önerilen “İhracatta KDV iadesi” modelinin tekrar değerlendirilmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir. Nitekim bu önerilen sistem Türkiye’de 1985 - 1988 yıllarında uygulanmıştır. 26 No’lu KDV Genel Tebliği ile 1988 – 2010 yılları arasında yüklenilen KDV Hesap tablosu sistemine geçilmiş ve uygulama bu çerçevede yürütülmüştür. Daha sonra gene aynı gerekçelerle bu sistemden vazgeçilerek Fatura bazlı yüklenim KDV Listesi modeline geçilmiştir. İhracat da KDV uygulamaları incelendiğinde haksız KDV iadeleri alındığı gerekçesiyle bu sistemden vazgeçilmiş ve halen uygulanan ve ihracatçı firmaları çok zor durumda bırakan ve 140 milyar TL olduğunu söylediğimiz toplam devreden KDV nin en önemli sebeplerinden biri olan bu sisteme geçilmiştir. Bu uygulamada da raporumuzun değişiklik önerileri bölümünde (6. GRUP) çok detaylı rakamlı örnekler vererek açıkladığımız modele dönülmesinin uygun olacağı sonucuna varılmıştır.

Türkiye’deki Ekonominin Temel Özelliğinin “Vadeli Ekonomi” olması Sorunu:

Türk Ekonomisinin en temel özelliklerinden birisi de “Vadeli Ekonomi” olmasıdır. Çok uzun yıllardır her sektörde oluşmuş ortalama vade süreleri vardır. (3 ay, 6 ay, 8 ay gibi) Özellikle devreden KDV’nin iade edilmediği bir ortamda mükelleflere teslim ettikleri mallarla ilgili ertesi ay KDV Beyannamesi verilmesi ve ödenmesi çok ciddi finansal sorunlar doğurmaktadır. Bu nedenle çalışma grubunda oluşan görüş KDV Beyannameleri aylık verilse bile ödemenin KDV Beyannamesinin verildiği tarihi izleyen 3. ayda yapılmasının uygun olacağı yönündedir.

Kat Karşılığı arsa uygulamalarındaki Sorun:

Türkiye’de Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi açısından olduğu gibi Katma Değer Vergisi açısından da en önemli sorun alanlarından birisi de “kat karşılığı Arsa”

uygulamasıdır. Bu çalışmada bu konuda da (aynı zamanda Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi’nde de paralel değişiklikler yapmak koşuluyla) öneriler hazırlanmıştır.

Kur Farkları Sorunu:

1985 yılından beri uygulamada sorun yaratan unsurlardan biride, kur farklarının KDV ye tabi olup olmadığı hususudur. Bu konuda çalışma grubunda üç ayrı yaklaşım ortaya çıkmıştır.

Birinci yaklaşım: Kur farkında bir mal teslimi veya hizmet ifası gibi KDV ye tabi bir katma değer vergisi yaratan husus yoktur. Bu nedenle KDV ye tabi olmamalıdır. Bu yaklaşımda olanların bir kısmı dövizle fatura kesilip tahsilatında efektif dövizle yapılması halinde KDV’nin kesinlikle olmayacağı buna karşılık dövize endeksli TL satış yapılması halinde ise kur farklarının vade farkı niteliğinde olacağı ve KDV ye tabi tutulması gerektiği görüşündedir.

İkinci yaklaşım: gerek dövizle satış gerek dövize endeksli TL satış hallerinin her ikisinde de kur farkının KDV’ye tabi olmaması yönündedir.

Üçüncü yaklaşım ise gerek döviz ve gerekse döviz endeksli satışlar KDV’ye tabi olmamalı aynı zamanda “Vade farkları” da KDV’ye tabi olmamalıdır. Aksi takdirde kur farklarının KDV’ye tabi olmaması ekonominin dolarize olmasına neden olabilir görüşündedir.

Oran Sorunu :

1985 yılından beri uygulanan KDV’de önemli sorun alanlarından birisi de ORAN konusudur.

3065 Sayılı KDV Kanunu’nun 28. Maddesine göre, “Katma Değer Vergisi oranı, vergiye tabi her bir işlem için % 10’dur. Bakanlar Kurulu bu oranı, dört katına kadar artırmaya, % 1’e kadar indirmeye yetkilidir. “Bu durumda Bakanlar Kurulu Vergiyi % 1- 40 oranı arasında belirlemeye yetkilidir. Bu husus anayasanın 73. maddesinde yer alan Kanunilik İlkesine uygun görülmemektedir. Bakanlar Kurulunun oranı belirleme yetkisini daha dar bir koridorda belirlemesi doğru olacaktır.

Oran konusunda bugüne kadar çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararları “ürün bazlı” olmuştur. Bu durum uygulamada ürünlerin net tanımlarının olmaması nedeniyle hem mükellefler için hem de idare için sorun yaratmıştır. Bu konuda önerimiz sektör bazlı tek bir oran belirlenmesidir. (Gıda, Sağlık, Eğitim, Ulaşım Turizm vb. gibi) Ayrıca ürünlerin toptan veya perakende ticaretine bağlı olarak da oran değişikliği söz konusudur. Bu da oran konusunda ikinci sorun kaynağını

oluşturmaktadır. Oluşan görüş toptan ve perakende ayrımının kaldırılması yönündedir.

İndirilemeyecek KDV Sorunu :

Yapılan çalışmada önemli sorun alanlarından biriside indirilemeyecek KDV sorunudur. Çağdaş dünya uygulamasında sadece iş de kullanılmayan yani özel olarak kullanılan otomobil KDV si indirilememekte, bu karşılık işle ilgili olarak kullanılan otomobillerin KDV’sinin indirimi kabul edilmektedir. Bizde de düzenlemenin bu şekilde olması doğru olacaktır. Bu konuda diğer bir sorun deprem, sel felaketi ve Maliye Bakanlığı’nın yangın sebebiyle mücbir sebep ilan ettiği yerlerdeki yangın sonucu zayi olanlar dışında zayi olan mallara ait KDV’nin indirilememesidir. Örneğin mal ticaretinde malların (başta ilaç, Gıda ve benzeri) belli süreler satılamamaları halinde imha edilmeleri veya raftan düşüp kırılma, bozulma gibi hallerde onlara ait KDV’nin indirilmemesi söz konusu olabilmektedir. Bu belirtilen hususlar ticari hayatın doğal akışına uygun firelerdir. Bu firelerin de tıpkı sınai işlemlerdeki fireler gibi değerlendirilmesi ve zayi kapsamına alınmaması gerektiği değerlendirilmektedir. Çünkü bu mallara ilişkin bedeller de dikkate alınarak fiyat belirlenmekte ve Fiyatın içerisinde bu Firelerin karşılıkları da KDV ye tabi tutulmaktadır.

Küçük İşletmelerde KDV. Uygulaması Sorunu :

Küçük işletmelerde KDV uygulaması sorunu Belli cironun altında işlem yapan firmalar için AB ülkelerinde ve dünyadaki diğer ülke uygulamalarında genellikle bir eşik bulunmaktadır. Bu konuda dünya uygulamalarında Defter tutma zorunluluğu olmayan, ithalat – ihracat ve benzeri faaliyetlerde bulunmayan ve cirosu belli bir rakamı geçmeyen işletmeler ya teslimlerinde KDV hesaplamamakta ve indirim hakları olmamakta ya da teslim ve hizmetlerinde % 1 – 4.5 gibi sabit oranda bir satış vergisi uygulamaktadırlar. Bu konuda bizdeki uygulama, bu uygulamalara belli ölçülerde paralellik gösteren Basit Usul uygulamasıdır. Uygulamada aksayan bazı hususlar dikkate alınarak sistemin düzeltilmesi mümkün görünmektedir.

BSMV Sorunu :

Türkiye’deki en önemli sorunlardan biri de firmalar üzerinde ciddi bir finansman yükü oluşturan BSMV. Uygulamasıdır.

. Mevcut uygulamada yurt içi kredi kullanımlarında BSMV ödenirken yurt dışı kredi kullanımlarının BSMV’ye tabi olmaması firmaların dış kredi kullanmaya yönlendirmektedir. Bu durum da dış borç artışına ve döviz riskinin büyümesine yol açmaktadır. Bu konuda başta Bankalar Birliği olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşlarla yapılan görüşmeler sonucunda BSMV’nin kaldırılması ve finansal hizmetlerin KDV. Kanunu içinde düzenlenmesi ancak temel finansal hizmetlerin (kredi verme, mevduat kabulü gibi) AB uygulamalarında olduğu gibi KDV den istisna edilmesi ancak diğer finansal hizmetlerin kiralık kasa, finansal danışmanlık vb. gibi ise KDV ye tabi olması

önerilmektedir. Bu gün itibariyle bu önerinin hayata geçirilebilmesi finansal nedenlerle (yıllık BSMV hasılatı 10.5 milyar TL) mümkün görünmemektedir. Bu konuda yasal düzenlemeyi yukarıdaki örneğe göre yapmak ancak uygulamaya (5) yıl sonra başlatmak ve bu (5) yıllık süre de de BSMV oranını her yıl % 1 indirerek değişikliğin yapıldığı dönemdeki bütçe etkisini azaltmak önerilmektir. Bu şekilde reel sektör üzerindeki en önemli yüklerden biri olan % 5 BSMV yükü de kaldırılmış olacaktır. Bu düzenleme aynı zamanda İstanbul finans merkezi projesinde hayati derecede önemli bir husustur.

Maliye Bakanlığı ve Gümrük Bakanlığı Uygulamalarındaki Farklılık sorunu:

KDV’nin (30) yılı aşan uygulama sürecinde mükelleflerle yaşanan en önemli sorunlardan biri de uygulamada KDV tarh, tahakkuk ve tahsilatı yapan iki kamu idaresi (Maliye Bakanlığı ve Gümrük ve Ticaret Bakanlığı) nin uygulamalarının aynı olmaması hatta bazen birbiriyle adeta çelişiyor olmasından kaynaklanmıştır.

DİR Kapsamında Yapılan İşlemler İle Yurt İçi İşlemlerdeki Eşitsizlik Sorunu:

Dâhilde işleme belgesi kapsamında yurt dışından ithal edilen mallar için eşdeğer eşya kullanımı imkanı mevcutken yurt içinde alımlarda bu imkan tam olarak kullanılamamaktadır. Ayrıca yurt dışından alınan mallarla ilgili YMM Raporu düzenlemek sorunluluğu aranmazken yurt içinden alınan malların belge kapanışında YMM Raporu aranmaktadır. Bu durum ise yurt içinden alınan mallar nedeniyle satıcılar üzerinde prosedürün tamamlanması süreci boyunca (6 ay – 1 yıl gibi) Finansal yük oluşmasına neden olmaktadır. Son yıllarda yapılan düzenlemelerle bu konu önemli ölçüde iyileştirilmekle beraber ihracatçı firmaların DİİB (DİR) kapsamında ithalat yapmalarının ulusal firmalardan mal almaya göre daha avantajlı olmaları söz konusudur. Bu durum Ulusal Sanayimizi son derece olumsuz etkilemektedir. Bu konuda önerimiz: Ulusal Sanayi aleyhine çalışan bu sistemi ulusal sanayicilerimizi koruyacak şekilde yeni düzenlemeler yapılarak iyileştirilmesidir.

KDV Uygulamasında Sorumluluk Sorunu:

KDV uygulamasında yaşanan önemli bir sorun da ihracatçıların ve diğer istisna kapsamı satış yapanların maliyet ve giderleriyle ilgili olarak ödedikleri indirim KDV tutarlarının önceki aşamalarda çeşitli şekillerde hazineye intikal etmediği iddiası ile iade taleplerinin hatta indirimlerinin reddi yoluna gidilmesidir. Bu uygulamanın bahse konu vergilerin hazineye intikal etmeme durumu ile ilgisi ve menfaati olmayan ve önceki safhaları kontrol etme hakkı ve yetkisi olmayan mükellefler için geçerli kabul edilmesi hususları temel prensiplere aykırıdır.

GRUP KDV Beyannamesi Verilememesi Sorunu:

KDV uygulamasındaki en önemli sorunlardan birisi de Türkiye’de Grup Şirketlerinin GRUP KDV Beyannamesi verememesi sorunudur. Önerimiz bu konuda mükelleflere bu hakkın tanınması yönündedir.

KDV deki Serbest Meslek Kazançlarında Vergiyi Doğuran Olay Anı İle Gelir Vergisindeki Vergiyi Doğuran Olay Anı Arasındaki Uyumsuzluk Sorunu :

Serbest Meslek kazançlarının vergilendirilmesinde gelir vergisi yönünden tahsilat esası geçerli iken, KDV uygulamasında hizmetin ifa edildiği dönem vergilemede esas alınmaktadır. Bu durum ise Serbest Meslek erbabının gelir vergisi uygulaması ile KDV uygulaması arasında uyumsuzluğa ve Serbest Meslek Makbuzunun tahsilata ilişkin bir belge olması ve tahsilat aşamasında düzenlemesi nedeniyle de uygulama ve belge düzeni sorunlarına yol açmaktadır. Bu itibarla bu soruna konunun özelliğini dikkate alan bir çözüm getirilmesi gerekmektedir.

Rapor İçeriği:

Raporda öncelikle bir tüketim vergisi olarak KDV sistemi, çalışma prensipleri ile bu verginin ekonomik ve mali önemine ilişkin bilgilere yer verilmekte, daha sonra ise KDV Kanunu sistematiğine paralel olarak sorunlar ve çözüm önerileri değerlendirilmektedir.

Bu çalışmalarda KDV ile ilgili olarak 437 kurum, kuruluş, Sivil Toplum Örgütü, Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Borsalar ve Birlikler ile sektör meclislerinin görüş, öneri ve değerlendirmeleri alınarak yukarıdaki sonuçlara ulaşılmıştır. Bu nedenle bu görüş ve önerilerimize uygun yasal ve idari düzenlemeler yapılması, sorunların çözümü ve vergiye gönüllü uyumun artırılmasın sağlayacağı değerlendirilmektedir. Bu çalışmaların önümüzdeki dönemlerde, uyum maliyetlerini ve vergi ihtilaflarını azaltacağı, mükellef memnuniyetini ve vergiye gönüllü uyumu artıracağı beklenmektedir.



2. KATMA DEĞER VERGİSİ

2.1. BİR TÜKETİM VERGİSİ OLARAK KATMA DEĞER VERGİSİ

Ülkelerin küresel ölçekte rekabetçi bir ekonomiye sahip olabilmeleri ve sürdürülebilir bir kalkınma sağlayarak toplumların refah seviyelerini yükseltebilmeleri için sağlam kamu kaynaklarına ve güçlü bir mali disipline ihtiyaçları vardır.

Vergilendirme ve vergi politikaları; özellikle yatırımların ve istihdamın teşviki, ekonomik büyümenin sağlanması, gelir dağılımı adaletinin temini, enflasyonun önlenmesi ve tasarruf arzusu üzerindeki etkileri ile ekonomik istikrara katkı açısından belirleyici olabilmektedir.

Günümüzde vergi sistemlerini oluşturan vergi gelirleri iktisadi kaynaklarına göre genel olarak; gelir, harcamalar ve servet üzerinden alınan vergiler olarak sınıflandırılmaktadır. Herhangi bir ayrım yapılmaksızın tüm mal ve hizmetler (harcamalar) üzerinden alınan tüketim vergileri, toplam vergi gelirleri içinde önemli bir yer tutmakta olup vazgeçilemez tutarlara ulaşmıştır. Herhangi bir ayrım yapılmaksızın tüm mal ve hizmetler üzerinden alınan tüketim vergileri genel tüketim vergileri olarak adlandırılırken sadece seçilmiş mallar üzerinden alınan ve üreticiden tüketiciye kadar olan sürecin belli bir aşamasında alınan vergilere de özel tüketim vergileri denilmektedir. Özel tüketim vergileri yalnızca bir kamu geliri olarak tahsil edilmemekte aynı zamanda, tüketim kalıplarının değiştirilmesi ve belli ürünlerin tüketiminin sınırlandırılması gibi amaçlarla da ihdas edilebilmektedir. Devletler tarafından tüketim vergilerinin tercih edilmesinin bir nedeni de vatandaşların vergilendirmeye olan tepkilerinin azaltılmasıdır. Bu sebeple son yıllarda hükümetlerin ek finansman ihtiyacı duyduklarında ilk başvurdukları kaynak tüketim vergileri olmuştur, böyle bir tercihin diğer bir nedeni de bu tür vergilerdeki artışın çok kısa bir zaman içinde tahsilat olarak bütçeye yansıyabilmesidir.

Kişinin refah seviyesinin elde ettiği gelir seviyesi yanında tüketim harcamalarıyla da ölçülmesi gerektiği görüşü günümüzde de önemini korumaktadır. Vergi ödeme gücünün gelirin doğuşunda olduğu kadar harcanmasında da bulunması, hatta gelir vergisinin bünye, kapsam, teknik ve diğer nedenlerle bunu tam ve gerçek şekilde kavrayamaması, gelirin harcanması sırasında alınan harcama vergilerinin de önemli bir role sahip olduğunu gösterir. Kaldı ki, bu vergiler tasarrufları vergi dışı bırakarak sadece gelirin harcanmasında görünen vergi ödeme gücünü kavradıklarından, mali sistem içinde tamamlayıcı bir işlev görevini de üstlenirler. Harcama vergileri, gelirin ve servetin tüketim amacıyla elden çıkarılması, yani harcanması sırasında, alınan vergilerdir. Bu bakımdan üretilen, satılan ya da tüketilen mal ve hizmetler üzerine konulur. Geliri harcandıkları aşamada, mal ve hizmetlerin fiyatları içerisinde gizlenmiş olarak vergilendirirler (Edizdoğan, 2007s.301) Teknik olarak bireylerin gelirinde bir değişme yokken ve dönem başı ve dönem sonu serveti de sabitken yıl içerisinde varlıklarının (servetinin) değerindeki artışı tüketime yönlendirerek tüketim yapması ve refahını artırması mümkündür. Bu nedenle bireylerin gerçek ödeme gücüne ulaşmak için tüketimin de bir vergi tabanı olarak alınması uygun olacaktır (Çelikkaya ve Diğerleri, 2013, s.149)

Türkiye’de 1985 yılından itibaren uygulanmaya başlanılan Katma Değer Vergisi Kanunuyla, nihai aşamada milli gelirin tüketime ayrılan kısmının vergilendirilmesi amaçlanmıştır. Kanunun gerekçesinde, milli gelirin bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin tümünü ifade ettiği ve kapsamının “Y = C + I + (X-M)” şeklinde formüle edildiği açıklanmaktadır. Kanunda yatırım malları ve ihracat tam istisna kapsamına alınmış, böylece katma değer vergisinin konusu milli gelir içindeki

bazı tüketim harcamaları olarak tespit edilmiştir. Bu durum formülle “C = Y – I + M –X” şeklinde ifade edilmektedir.

KDV’nin bir özelliği de, gelir üzerinden alınan gelir ve kurumlar vergisi sisteminin vergilendiremediği gelirleri harcamalar sırasında en geniş bir şekilde kavrayabilmesidir. Gelir vergisinin tam olarak uygulanmadığı ve birçok kazançları kapsamı dışında bıraktığı ülkemizde bu unsur önem kazanmaktadır. Bu itibarla KDV’nin dolaysız vergiler sistemini tamamlayıp telafi edecek bir vergi olma vasfı da oldukça önemli bir hususu teşkil etmektedir.

Katma Değer Vergisi, üretim ve ithalattan nihai tüketime kadar olan her aşamada oluşan katma değeri vergilendirmeyi amaçlayan genel bir harcama-tüketim vergisidir. Tek aşamada değil katma değerin oluştuğu her safhaya vergilendirdiğinden çok aşamalıdır. Bu verginin uygulanmasında katma değer bir malın satış fiyatı ile alış maliyeti arasındaki fark olarak dikkate alınmaktadır.

Katma Değer vergisi, tarihsel süreçte görülen diğer harcama vergilerinden farklı olarak nötr, yani tarafsız bir vergidir, başka bir deyişle vergi esas itibariyle fiyat mekanizması yoluyla yansıtılabilmekte ve bu suretle ekonomik kaynakların dağılımı optimal denge noktasından ciddi ölçüde bir sapmaya maruz kalmamaktadır.



2.2. TÜRKİYE’DE VERGİ YAPISINDAKİ GELİŞMELER

Vergi Yapısı, bir ülkede toplanan vergilerin kompozisyonunu ve farklı kaynaklar arasındaki dağılımını ifade eder. Vergi türleri ile her bir vergi türünden elde edilen vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payı vergi yapısını belirleyen temel değişkenlerdir.



Türkiye’de vergi yapısı son 50 yılda büyük bir değişim göstermiştir. Bu dönemde temel olarak gelir ve kazanç ile mülkiyet üzerinden alınan vergilerin payı azalırken, dolaylı vergilerin payı artmıştır. Mal ve hizmetler üzerinden alınan vergilerin payı ise, 1965’te % 54 iken, 1980 – 2001 arasındaki dönemde bütçe dışı fonların yoğun bir şekilde kullanılması nedeniyle % 28 seviyelerine kadar düşmüş, bu fonların kaldırılmasından sonra ise, tekrar artarak 2016 yılında % 59 a ulaşmıştır. Vergi yapısında görülen bu genel trend 2007 – 2016 yılları arasındaki dokuz yıllık dönemde de devam etmiştir. Bu dönemde toplam vergi gelirleri içerisinde dolaysız vergilerin payı % 35 olmuştur.

Tablo 1: Türkiye Vergi Yapısı (Vergi/Toplam Vergi, %)

 

1965

1975

1985

1995

2000

2015

Gelir ve Kazanç Üzerinden Alınan Vergiler

27,3

42,6

37,0

28,3

21,8

20,3

Gelir Vergisi

27,3

32,4

27,6

21,6

14,7

14,6

Kurumlar Vergisi

9,1

5,6

9,5

6,7

7,1

5,7

Sosyal Güvenlik Primi

9,1

9,3

14,3

12,1

22,4

29,0

Servet ve İşlem Vergileri (Emlak V. Veraset,

Damga Vergisi, Harçlar)

9,1

6,5

4,6

3,0

3,3

4,9

Mal ve Hizmetler Üzerinden Alınan Vergiler

54,5

40,7

36,0

37,6

49,3

44,3

Genel Tüketim Vergileri

0,0 

0,0 

23,3

31,1

21,8

20,6

Özel Tüketim Vergileri

54,5

40,7

12,4

6,0

25,5

22,0

Motorlu Taşıtlar Vergisi

0,0

0,0

0,4

0,5

1,9

1,7

Diğer Vergiler

 0,0

0,0 

8,1

19,0

3,1

1,5

Toplam Vergi Gelirleri

100

100

100

100

100

100

Türkiye'nin vergi yapısı OECD ülkelerinin genelindeki vergi yapısından önemli farklılıklar göstermektedir. 1965-2010 yılları arasındaki dönemde OECD ülkeleri vergi yapısında sosyal güvenlik primleri ile genel tüketim vergilerinin payı artarken, özel tüketim vergilerinin ve mülkiyet üzerinden alınan vergilerin payı azalmış, diğer vergilerde ise değişiklik olmamıştır. Buna karşılık, Türkiye'de sosyal güvenlik primlerinin payı benzer bir şekilde artarken, gelir vergileri ve mülkiyet üzerinden alınan vergilerin payı azalmış; tüketim vergileri ise, yaklaşık %45 oranındaki yüksek seviyelerini korumuştur. OECD ülkeleri ile Türkiye arasındaki tüketim vergilerinde de farklılıklar görülmektedir. Farklılık hem bu vergilerin içeriğinde hem de toplam vergiler içindeki payında yaşanmaktadır. OECD ülkelerinde tüketim vergilerinin ağırlığı özel tüketimden genel tüketime kaymıştır. Ülkemizde ise, 1985'te KDV'nin yürürlüğe girmesiyle özel tüketim vergilerinin payı azalmaya başlamış; ancak, 2000'li yılların başından itibaren hızla artarak %24 seviyelerine kadar yükselmiştir. Diğer taraftan, OECD ülkeleri ortalamasında tüketim vergilerinin toplam vergiler içindeki payı son 40 yıllık dönemde istikrar kazanarak %31 seviyesinde gerçekleşirken, Türkiye'de genel olarak %40 seviyelerinde seyretmiş ve 2015 yılı itibarıyla %44,3'e kadar yükselmiştir. Ülkemizde 2000 yılı sonrasında tüketim vergilerinin payının hızla artmasının temel nedeni, gelir etkisinin kısa sürede ortaya çıkması ve tahsilât kolaylığı nedenleriyle tüketim vergilerinin tercih edilmesidir.1Nitekim 2015 yılı itibariyle dolaylı vergiler Toplam vergilerin % 65’ini oluşturmaktadır.

Tablo 2: OECD Ülkeleri Vergi Yapısı (Vergi/Toplam Vergi, %)




1965

1975

1985

1995

2005

2010

2014

Gelir Üzerinden Alınan Vergiler

35

38

38

34

34

33

34

Gelir Vergisi

26

30

30

26

24

24

25

Kurumlar Vergisi

9

8

8

8

10

9

9

Sosyal Güvenlik Primi

18

22

22

25

25

26

26

Mülkiyet Üzerinden Alınan Vergiler

8

6

5

5

6

5

6

Tüketim Vergileri

38

33

34

33

33

33

31

Genel Tüketim Vergileri

12

13

16

19

20

20

21

Özel Tüketim Vergileri

24

18

16

13

11

11

10

Motorlu Taşıtlar Vergisi

2

2

2

2

2

2

2

Diğer Vergiler

0,4

0,5

0,8

0,9

0,6

0,6

0,7

Toplam

100

100

100

100

100

100

100

Kaynak: OECD Revenue Statistics, 2012


Yüklə 1,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin