DTCF 30 MART 98
Yıllardan sonra ilk kez DTCF'de Mahirler için anma eylemi yapıldı. "0nlar"ın devrimci ahlak, dayanışma geleneğine ve inançlarına en fazla gereksinim duyulan bu dönemde, bugünün devrimcileri onları yine en fazla bu yönleriyle hatırlamalıdır. Aslında tüm gönül bağları, devrimci gelenek ve duygular bir yana bırakılırsa, onların bugün ifade ettikleri en önemli şeylerden biri devrimci savaş bilincidir. Buradan yola çıkarak onları bir kez daha mücadelemizde hatırlamak niyetiyle DTCF'deki tüm muhaliflerle, devrimcilerle yan yana gelinerek ortak bir eylem düzenlendi. 30 Mart günü saat 12:30' da DTCF orta bahçesinde üzerinde Deniz, İbo, Mahir, Yusuf, Che ve Marcos'un resimlerinin bulunduğu, "Gelecek biziz değiştireceğiz" yazılı pankartın açılmasıyla eylem başladı. Alkışlar ve sloganlarla orta bahçeye inen kitle, Mahir'in flamalarını, İbrahim Kaypakkaya'nın dövizlerini taşıyordu. Kızıldere'nin tarihsel önemini anlatan bir metnin okunmasından sonra saygı duruşuna geçildi. "Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş", "Deniz, İbo, Cayan Savaşa Devam", "Kızıldere Son Değil Savaş Sürüyor" sloganlarının atıldığı eylemde üç öğrenci de şiir okudu. Dev-Genç ve Gündoğdu marşlarıyla eylem sona erdirildi.
"Onlar'ı hep yaşayıp, hep yaşatacağız. Kızıldere Son Değil Savaş Sürüyor.
DTCF DEVRİMCİ GENÇLİK
İNADINA HEPİMİZ SERKAN’IZ
Ali Serkan Eroğlu önce, Ege Üniversitesi'ndeki sivil polisler tarafından kaçırıldı, ajanlık teklif edildi, kabul etmeyince ölümle tehdit edildi ve bundan kısa bir süre sonra İletişim Fakültesi tuvaletinde ölü olarak bulundu. Serkan Eroğlu'nun şüpheli ölümünün üzerindeki "esrar perdesi" adli tıp raporuyla aralandı. Adli tıp raporundaki tıbbi terimlerin herkesin anlayabileceği şekilde ifadesi ise şöyledir: Ali Serkan Eroğlu aynı sivil polisler tarafından tekrar kaçırılmış, bayıltılıp okul tuvaletinde asılarak öldürülmüştür. Bu polis cinayetine aynı sivil polisler tarafından intihar süsü verilmiştir.
Rektörlüğün ve dekanlığın hiçbir şekilde bu olayın üstüne gitmemesi ve soruşturma başlatmaması, üniversitede polis baskısını ve idare-polis işbirliğini açığa çıkarmaktadır.
Bizler ülkemize, üniversitemize ve insanlarımıza sahip çıkarak insanlık onurunun ve yaşam alanımızın kanla kirletilmesine izin veremezdik. Bunu göstermenin en önemli yolu, olayın kamuoyuna yani kampus dışına taşınarak polisin ve idarenin işbirliğini teşhir etmek ve toplumun, ülkesinin geleceği olan gençliğe sahip çıkmasını sağlamaktı. Öncelikle olayın insani, hukuki ve üniversiter boyutunu tartışmak ve anlatmak için masa açıldı, forum ve oturma eylemleri yapıldı. Yaşanan bu insanlık dışı olayları daha etkili eylemlerle protesto etmek için Koordinasyon, öğrenci dernekleri, tıp öğrenci kurulu ve Serkan'ı sahiplenen bazı bireyler tarafından kampus çapında bir çalışma başlatıldı. Bunun sonucunda demokratik kitle örgütü temsilcileriyle birlikte, 29 Nisan 98 günü, Cumhuriyet Başsavcılığına sivil polisler hakkında suç duyurusunda bulunmak için kampus dışına bir yürüyüş (düzenlendi. 700 öğrencinin katıldığı eylemde "Üniversitede Polis İstemiyoruz", "Serkan Eroğlu'nu Unutmadık" pankartları taşındı. Az sayıda öğretim üyesinin eylemi desteklemesi dikkat çekti. "İnadına hepimiz birer Serkan'ız", "Serkan'ın katili, çete devleti", "Katiller kampüste, adalet nerede", "Serkan'ın hesabı sorulacak", "Katil polis üniversiteden defol" sloganlarının atıldığı eylem, uzun bir yürüyüşten sonra Bornova Meydanı'nda 500 kişinin suç duyurusunda bulunması ve yapılan basın açıklamasından sonra toplu bir şekilde kampüse dönülerek sona erdirildi.
Üniversiteler katillerden temizlenecek!
İzmir DEVRİMCİ GENÇLİK
İSYAN VE ÜRETİM İSYANLA ÖZGÜRLEŞECEK
İzmir'de 1 Mayıs'a katılım 8 cephe üzerinden koordinasyon olarak örgütlendi. Öğrencilerin toplu olarak ortak taleplerde ve sloganlarda birleştirilmesi için öğrenci dernekleri ile ardışık kortejler oluşturuldu. Demokrasi Platformu'nun değil, sendikaların organize ettiği 1 Mayıs yürüyüş ve mitingine öğrenci kortejleri coşkulu bir şekilde
1997-98 öğrenim yılının başlamasıyla birlikte Kocaeli Üniversitesi'nde de bir koordinasyon faaliyeti başladı. "Sürekli Aydınlık için 1 Dakika Karanlık" eylemleriyle bir ivme kazanan Koordinasyon Girişimi, 1 Kasım'da başlayan, 10 Kasım'a kadar devam eden eylem ve çatışmalarda gerek destekçi gerekse aktif anlamda yer alarak; üniversitenin, Kocaeli özelinde kaybetmeye başladığı muhalefet etme özelliğini kısmen de olsa yeniden kazanmasını sağladı. Tüm fakültelerde başlatılan cephe çalışmaları bir ilerleme kaydetti.
Bu surecin sonrasında başlatılan 11 Aralık DİSK yürüyüşünü karşılama programında K.O.Ü. öğrencilerinin aktif destek vermesini, 17 Aralık Kızılay Mitingi çalışmaları izledi. Üniversitede gösterilen ilk dönem faaliyeti böylece hedefine ulaştı.
İkinci dönem, muhalefet dinamiklerinin bir araya gelmesi bakımından büyük önem taşıyan ve KESK tarafından organize edilen 5-6 Mart "Sahte Sendika Yasasına Hayır" eylemleriyle başladı. Daha sonra başlatılan "12 ve 16 Mart'ın katilleri isyanı yargılayamaz" kampanyası çerçevesinde Kocaeli'nin en işlek caddesinde tüm kitle örgütlerinin ve partilerin desteği ile yapılan 16 Mart anmasını, 18 Mart'ta İstanbul Taksim'e gidiş izledi.
Bu yoğun dönemin ardından gündeme, Kocaeli'nde daha önce hiç yapılmamış olan gençlik kurultayı girdi. "Gerçekçi Ol imkansızı İste", "Gelecek Bizim, Birlikte Değiştirdim", "ilk Adım, Söz Gençliğin Kurultayı" sloganlarıyla başlayan çalışmalar üniversitede; Koordinasyon Girişimi, liselerde; Bugününü ve Yarınını isteyen Liseli Arkadaş Dergisi, dershanelerde; Dershaneden Yaşama Dergisi tarafından sürdürüldü. 27 Nisan gecesi yapılan kurultayda eğitimcilerin, parti ve kitle örgütlerinin temsilcilerinin katılımıyla eğitimin sorunları tartışıldı ve çözüm önerileri sunuldu. Konuşmalar sürekli "Ferman devletin, üniversiteler bizimdir", "Çeteler katıldı. Her cephenin kendi pankartını açtığı koordinasyon korteji yaklaşık 700 kişilik öğrenci kitlesiyle ve 'Tek Yol İsyan" sloganlarıyla alana koşarak girdi. "Doğa, insan ve liretim isyanla özgürleşecek/D.E.Ü. Müh. Fak. Öğr. Cephesi" ve "Yüreğine aşk düşene zulüm neyler, Serkan Eroğlu ve nicelerini unutmadık, unutturmayacağız" pankartlarımız özellikle dikkat çekiciydi. "İnadına isyan, inadına özgürlük", "Arkadaşlarımızı istiyoruz, vermeyecekler, alacağız", "Savaşa değil, eğitime bütçe", "Serkan Eroğlu aramızda", "Katil polis üniversiteden defol", "Katiller kampüsten temizlenecek", "Faşizme karşı/emperyalizme karşı/savaşa karşı DUR, Tek Yol DEVRİM" sloganlarımızla kendi alanımızdan doğru toplumsal hareket içerisindeki yerimizi pekiştirdik. İnadına İsyan, İnadına Devrim!
İzmir DEVRİMCİ GENÇLİK
ARTIK KOCAELİ DE YÜRÜYOR
1997-1998öğrenim yılının başlamasıyla birlikte Kocaeli Üniversitesi’nde de bir koordinasyon faaliyeti başladı. “Sürekli aydınlık için 1 dakika karanlık” eylemleriyle bir ivme kazanan koordinasyon girişimi, bir kasımda başlayan, 10 kasıma kadar devam eden eylem ve çatışmalarda gerek destekçi gerekse aktif anlamda yer alarak; üniversitenin, Kocaeli özelinde kaybetmeye başladığı muhalefet etme özelliğini kısmen de olsa yeniden kazanmasını sağladı. Tüm fakültelerde başlatılan cephe çalışmaları bir ilerleme kaydetti.
Bu sürecin sonrasında başlatılan 11 aralık DİSK yürüyüşünü karşılama programında K.O.Ü. öğrencilerinin aktif destek vermesini, 17 aralık Kızılay mitingi çalışmaları izledi. Üniversitede gösterilen ilk dönem faaliyeti böylece hedefine ulaştı.
İkinci dönem, muhalefet dinamiklerinin bir araya gelmesi bakımından büyük önem taşıyan ve KESK tarafından organize edilen 5-6 mart “ sahte sendika yasasına hayır” eylemleriyle başladı. Daha sonra başlatılan “ 12 ve 16martın katilleri isyanı yargılayamaz” kampanyası çerçevesinde Kocaeli’nin en işlek caddesinde tüm kitle örgütlerinin ve partilerin desteği ile yapılan 16 mart anmasını, 18 martta İstanbul taksime gidiş izledi.
Bu yoğun dönemin ardından gündeme, Kocaeli’nde daha önce hiç yapılmamış olan gençlik kurultayı girdi. “ Gerçekçi ol imkansızı iste”, “Gelecek bizim, birlikte değiştirelim”, “ilk adım, söz gençliğin kurultayı” sloganlarıyla başlayan çalışmalar üniversitede; koordinasyon girişimi, liselerde; bugününü ve yarınını isteyen liseli arkadaş dergisi tarafından sürdürüldü. 27 nisan gecesi yapılan kurultayda eğitimcilerin, parti ve kitle örgütlerinin temsilcilerinin katılımıyla eğitimin sorunları tartışıldı ve çözüm önerileri sunuldu. Konuşmalar sürekli “ ferman devletin, üniversiteler bizimdir” , “çeteler mecliste, öğrenciler hapiste", "Ne istiyoruz? özgürlük, ne zaman? hemen şimdi, vermeyecekler: alacağız", "Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş" sloganlarıyla kesildi. 800 öğrencinin katıldığı kurultay sanatçı Ekrem Ataer'in, Grup Gökkuşağı'nın verdiği konserler ve 1 Mayıs çağrısıyla noktalandı.
Alınan cephe kararları doğrultusunda 1 Mayıs mitingine "Ferman devletin, üniversiteler bizimdir" pankartıyla katilindi. Yapılan çalışmaların ürünlerini almak ve Kocaeli'nde bir gençlik topluluğunun ilk kez yürüyecek olması nedeniyle miting daha çok önem kazanıyordu. Miting saati geldiğinde K.O.Ü. öğrencileri pankartı arkasında görülen topluluk mitingdeki toplamın %10'unu oluşturuyordu. Farkını dinamizmi, kitleselliği ve militanlığıyla ispatlayan gençlik, Kocaeli'nde varlığını hissettirdi. Kürsüden yapılan konuşmalar da bunu doğrular nitelikteydi.
Gelinen bu noktada bize Kocaeli'nin daha önce hiç tanışmadığı bir gençlik topluluğunun varolduğunu gösterdi; ancak uygulanan gençlik politikaları ve dar grupçu siyasal gençlik örgütlerinin hatalı yaklaşımları nedeniyle K.O.Ü.'de gençlik hareketinin kültür ve varlık sorunu yaşamasına neden oldu; fakat anti-faşist anti-emperyalist tüm muhalif öğrencilerin kavranabileceği bir tarz uygulandığında K.O.Ü. öğrencilerinin buna tepkilendiğini ve yaratılan her zeminde bir araya geldiğini gördük. 27 Nisan gençlik kurultayı ve 1 Mayıs mitingi bu tarzın birer ürünüydü. Yakalanan bu düzey KOÜ’ de hem sol kültürün oturmasını hem de varlık sorunun çözülmesini sağladı.
Bundan sonra yapılacak olanlar K.O.Ü. öğrencilerinin kendi gündemlerini yaratmaları ve ülke gündeminden uzak kalmamanın yollarını arayan ve bulan bir şekilde devam edecektir.
Artık Kocaeli de yürüyor.
İsyan çığlığımız bundan sonra daha güçlü duyulacak.
Kocaeli Üniversitesi DEVRİMCİ GENÇLİK
ESKİŞEHİR FAŞİZMİ YENECEK
Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde 27 Nisan 98 Pazartesi günü saat 13:00 civarlarında, çoğu öğrenci olmayan 30-40 kişilik faşist grup ilk olarak Hukuk Fakültesi'ne saldırdılar. Ellerinde çivili sopa, demir çubuk ve kırık şişeler vardı. Ancak burada devrimci-demokrat öğrencilerce püskürtülen faşistler hızlarını alamayıp yenilginin de şaşkınlığıyla hemen yandaki Eğitim Fakültesi'ne saldırdılar. Ne yazık ki buradaki devrimci-demokrat öğrencilerin sayılarının yetersizliği ve hazırlıksız yakalanmaları nedeniyle faşistler kantine gelerek siyasi düşüncesine bakmaksızın önlerine gelen tüm öğrencilere saldırdılar. Bu arada fakülte girişindeki fakülte sekreterinin olaya seyirci kalması da dikkat çekiciydi.
Saldırıda kafasına aldığı sopa darbeleri sonucu bir arkadaşımız? ağır yaralandı. Duvara asıla cam panoyu bir öğrencinin kafasında kıran faşistler kırılan cam parçalarıyla uzun saçlı bir öğrencinin saçlarını kestiler ve kantini tahrip ederek dışarı çıktılar.
Zafer sarhoşluğuyla sloganlar atarak yeni hedef olan ve devrimci demokrat öğrencilerin yoğun olduğu İletişim Bilimleri Fakültesi'ne (İBF) doğru harekete geçtiler. Bu arada saldırı haberini alan İBF'den 7 arkadaşımız Eğitim Fakültesi'ne doğru giderken rektörlük önünde faşistlerle karşılaştılar ve saldırı sonucu ağır varolandılar.
Her zamanki tavrını burada da sergileyen emniyet güçleri olaya seyirci kalmaları yetmiyormuş gibi yaralanan arkadaşlarımızı tartakladılar. Ağır yaralanan 8 arkadaşımız ambulanslarla Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırıldılar. Arkadaşlarımız hastaneye gitmeden önce polis eşliğinde hastaneye giden faşistlerin rapor alma girişimleri polis-idare sivil faşist işbirliğinin ve yazılan senaryonun bir parçasıydı.
Olayı duyan öğrenciler hastanede toplandılar. Uzun bir beklemenin ardından hastaneden 1 gün müşahede altında kalmak için Mediko-Sosyal Hastanesine sevk edilen öğrenciler alkışlarla ve sloganlarla karşılandılar.
Polis ve sivil faşist işbirliğiyle gerçekleştirilen bu saldırının 18 yıl aradan sonra Eskişehir'de kutlanacak olan 1 Mayıs öncesinde gerçekleşmesi devletin öğrencileri sindirme ve yıldırma politikasından başka bir şey değildi. Saldırganlar saldırı karşısında konan tepkinin bu kadar büyük boyutlarda olacağını tahmin edememiş olacaklar ki saldırıyı gerçekleştirdiler.
28 Nisan Salı günü kampüste Anadolu Üniversitesi tarihinin en büyük eylemi gerçekleşti. Ayrı kollardan yürüyerek rektörlüğün önünde toplanan öğrenciler kampusun arka giriş kapısından gelecek olan O.G.Ü.'den gelecek olan öğrencileri almak için yürüyüşe geçtiler.O.G.Ü.'den gelen öğrenciler kapıda polislerin kimlik kontrolü bahanesiyle içeri alınmak istenmediler ancak karşılamak üzere giden kalabalık öğrenci topluluğu polis barikatını yararak O.G.Ü.'den gelen öğrencileri aralarına dahil ettiler ve tekrar kampus kapısından rektörlüğe yürüyüş başladı. Yaklaşık 1500 kişi olan öğrenciler rektörlüğün önünde basın açıklaması yaptılar. "Sağ-sol yok, faşist saldırı var" ve "Polis Defol Üniversiteler Bizimdir" pankartları açan öğrenciler "Faşizme karşı omuz omuza" "Ferman devletin Üniversiteler bizimdir", "Susma sustukça sıra sana gelecek", "Çatlı'nın itleri yıldıramaz bizleri " sloganları attılar. Açıklamada polis ve idare teşhir edildi, saldırganların isimleri okunarak soruşturma açılması talep edildi.
Eylem sona erdikten sonra yine ayrı kollar halinde dağılmak üzereyken İBF'den iki saldırganın eylemi izlediği görüldü, iki faşistin ardından kovalamaca başladı. Bir önceki gün saldırılara seyirci olan polis, yavru kurtların dayak yememesi için olağanüstü çaba göstererek kaçmalarını sağladı. İBF önünde toplanan öğrenciler fakülteye polisin girmesi üzerine polisleri "Polis defol üniversiteler bizimdir" sloganıyla boğarak dışarı attılar.
Gerçekleşen eylemin meşru zeminlerde olmasından dolayı eylemi dağıtamayan polisler başka provokasyon yollarına başvurdular. Eğitim Fakültesindeki öğrencilere kasıtlı bir şekilde "yaralılardan biri öldü " haberinin gelmesiyle birkaç arkadaşın kendilerini kaybederek fakülte camlarını kırması, polisin oyununa gelmekti. Son anda bizlerin olaya müdahale etmemizle arkadaşlarımız sakinleşti. Böylece oyunu bozmuş olduk.
Eskişehir'de büyük bir potansiyel teşkil eden ama dağınık ve örgütsüz olan öğrenci hareketi bu saldırı sonucu toparlanmaya başlamıştır. Eleştirilmesi gereken durum ise öğrencilerin yalnızca bu tür saldırılarla toparlanmasıdır. Güzel olan ise gücümüzün farkına varıp insanların kendine güveninin gelmesi ve yıldırma politikalarından olumsuz bir şekilde etkilenmemeleriydi.
Fakat aslolan salt faşist saldırılarda bir araya gelen öğrenci kalabalıklarını aşmak ve an-ti faşist mücadeleyi demokratik üniversite mücadelesinin bir ayağı olarak algılayıp en geniş kitleyi kapsayacak öğrencinin bağımsız ö-z örgütünü oluşturmaktır.
Eskişehir Faşizme Mezar olacak!
Saldırının Hesabı sorulacak!
Faşizme Ölüm, Tek Yol Devrim!
Eskişehir DEVRİMCİ GENÇLİK
18 YIL SONRA DÜZENLEME KOMİTESİNE RAĞMEN
“ ESKİŞEHİRDE 1 MAYIS”
Eskişehir'de 1 Mayıs, 18 yıl aradan sonra ilk kez gerçekleşmesinden dolayı, büyük bir önem taşıyordu. Demokrasi Platformu tarafından organize edilen 1 Mayıs kutlamaları Odun-pazarı Meydanı'nda saat 16:00 ile 19:00 arasında yapıldı. Kutlamalar için tahsis edilen alanın çok dar olması ve aykırı bir saatte yapılmış olması eylemin içeriğinin boşaltıldığına dair kuşku uyandırıyordu. Demokrasi Platformu da, bundan sonraki 1 Mayıs mitinglerine "gölge düşmesin" zihniyetiyle, düzenle uzlaşmacı tavır sergiledi. Oysa 1 Mayıs öncesinde üniversitede yapılan sivil faşist saldırılar karşısında yılmayıp, kararlı bir tavır sergileyen üniversite gençliği ise, aynı kararlılıkla 1 Mayıs alanına da geldi.
Yaklaşık 3000 kişinin katıldığı 1 Mayıs mitinginde KESK, Birleşik Metal-iş, Halkevi, HADEP, ÖDP, EMEP, CHP, ADD, İP, diğer demokratik kitle örgütleri ve "Faşizme Karşı Omuz Omuza" pankartı taşıyan 800 kişilik öğrenci gençliği kitlesi vardı. 1 Mayıs öncesi üniversitedeki sivil faşist saldırı, amaçlanın aksine, öğrenci kitlesini daha coşkulu, kararlı yaptı ve eylemin belirleyici unsuru haline getirdi. Bütün eylem boyunca, öğrenciler "Faşizme karşı omuz omuza", "Ferman devletin, üniversiteler bizimdir", "inadına isyan, inadına özgürlük", "Yaşasın halkların kardeşliği", "Tek Yol Devrim", "Mahir, Hüseyin, Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş" sloganlarıyla nitelik ve niceliğiyle dar olan alanı Taksim'e, Kızılay'a dönüştürdüler. Bu durumdan rahatsız olan düzenleyici komite, 1 Mayıs'ın meşruluğunu kendi içlerinde çok da içselleştirememiş olsalar ki meşruluğu düzen dışı slogan atmamakla özdeşleştiriyorlardı. Fakat öğrenci gençlik, komitenin uyarılarına rağmen, onların attırmak istediği "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganına Tek Yol Devrim" diyerek karşılık veriyor ve alandaki herkese 1 Mayıs'ın nasıl kutlanması gerektiğini öğretiyordu. Üç saat süren mitingin sonunda polisin öğrencilere yönelik tahriklerine rağmen, miting olaysız sona erdi.
Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen gerçekleşen 1 Mayıs, Eskişehir'in demokrasi mücadelesi sürecinde önemli bir kazanımdır. Eskişehir, özgürleşmenin vazgeçilmez unsuru olan öğrenci gençliğiyle, kavgada yerini almaya devam edecektir.
Eskişehir DEVKİMCİ GENÇLİK
95’DEN 98’E GENÇLİK MÜCADELESİ
DOSYA : 95’DEN 98’E GENÇLİK MÜCADELESİ
DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE İÇİN ÖĞRENCİLER CEPHEYE, ÖZGÜRLEŞMEYE
Bu dosya, genel olarak, ülkemiz öğrenci hareketinde esaslı bir yükselişe denk gelen 1995 yılından itibaren döneme damgasını vuran ve mücadelenin temel rengini belirleyen demokratik öğrenci hareketini inceliyor.
Bizce Koordinasyon, bu dönemdeki pratiği ile hem toplumsal hareket içerisinde anılmaya değer bir etkiyle ülke gündeminde varlığını hissettirebilmiş, hem de 80 sonrası gençlik hareketleri içerisinde önemli bir dönüşümün mimarı olabilmiştir. 12 Eylül 1980, hem gençlik hem de üniversite açısından büyük bir yıkım ve bir yenilginin tarihidir. Bu tarihten itibaren gençlik muhalif duruşunu kaybetmiş, büyük ölçüde depolitize edilmişti. Üniversite ise YÖK cenderesi altında, içerisinde aydın karakterine sahip hemen hemen kimsenin (öğrenci, öğretim üyesi) barınamayacağı antidemokratik bir kurum haline getirilmişti. Bütün bu olumsuz koşullarda ilk hareketlilik 87'de Öğrenci Dernekleri ile oluşturulabilmişti. Ancak bu hareket bir çok başarılara imza atmasına rağmen gerek nesnel gerekse öznel gerekçelerle 1990-91 döneminde dibe vurdu. Ve bu koşullarda çoğu sol siyaset de üniversitelerden ümidini keserek başka alanlara yöneldi. 95 yılında ortaya çıkan Koordinasyon hareketi ise hem üniversitede mücadele yürüten insanlar arasında bir "kuşak" yenilenmesine yol açtı hem de parasız eğitim mücadelesi için "Üniversiteler bizimdir" mantığı ile geniş kitleleri seferber ederek, özelleştirme rüzgarlarıyla kavrulan ve ciddi bir muhalefetin sergilenemediği koşullarda tüm ülke emekçilerinin gözlerini umutla üniversitelere yöneltmesini de sağladı.
Koordinasyon, ortaya çıktığı dönemde çalışma tarzından, kullanılan dile, örgütlenme anlayışından, muhalefet etme biçimine kadar birçok niteliğiyle bir yeniyi gerçekleştirdi. O dönemde varolan diğer anlayışlarca kıyasıya eleştirilen bu tarz farklılığı, en azından, sıradan öğrencilerle, politikleşmiş öğrenciler ve düzen güçleri arasında o statikleşmiş, ezbere yürüyen ve politik öğrencilerin de bir hayli aleyhine işleyen ilişkileri yerinden oynatarak daha avantajlı bir durum oluşturabilmişti. Öte yandan, gelişimi büyük ölçüde metropol üniversitelerinde gerçekleşen Koordinasyon düşüncesi, Anadolu'daki öğrencileri de etkileyerek harekete geçire-bildi. Fakat Anadolu'da oluşturulmaya çalışılan örgütlenmelerin büyük ölçüde metropollerdeki oluşumları model olarak almaları önemli sorunlar doğurdu. Bugünden bakıldığında, 95'ten günümüze öğrenci hareketinin gelişiminde belirleyici olan üç önemli olaydan bahsedilebilir. Birincisi, harçlara yapılan %350'lik zam ki hareketin kitlesel çıkışını sağlamış ve gençliğin parasız eğitim mücadelesinin kıvılcımını çakmıştır. İkincisi, sıradan yurttaşı dahi çileden çıkartan Susurluk skandalı ve ardından ülke genelinde yürüyen muhalefette aydınlık eylemlerinin haricinde hak alıcı ve düzen karşıtı bir biçimde ifadesini bulamayan süreç, ki bu süreçte öğrenci hareketi ve müdahalesi de bahsedilen olumsuz durum içinde bir istisna teşkil edemedi. Ve üçüncü olarak Ankara Koordinasyonu'ndan öğrencilere verilen 96 yıllık hapis cezası. Öğrenciler kendilerine yönelen bu saldırı karşısında kararlı ve militan bir direnişi örgütlemede oldukça başarılı oldular. Bu dosyanın hazırlanmasında etkili olan bir kaygı ise; öğrenci gençliğin yaşadıkları pratikler ve geçirdiği deneyimler karşısındaki unutkan, tarihten ders almayan eğilimidir. Öğrenci hareketinin herkesçe bilinen o inişli çıkışlı seyrinde kuşkusuz, bu eğilimin de payı var. inanıyoruz ki, bu tip değerlendirmeler bir üretimin ve tüketimin konusu oldukça, gençlik mücadelesi önemli eksikliklerini giderebilecektir.
Gençlik mücadelesinin bugün geldiği noktadan bakıldığında, bu son dönemin (94-95'den bu yana) politik-pratik bir değerlendirmesinin yapılması gerekli ve kaçınılmaz bir sorumluluk olarak duruyor.
Gençlik mücadelesinin (demokratik öğrenci hareketinin) bir döneminden söz ederken, politik-pratik bir hat ve bütünlük anlaşılmalıdır.
80'li yılların sonlarında, kendi örgütsel ifadesini derneklerde bulan ve üniversitenin demokratikleştirilmesi yönünde taleplerle ortaya çıkan ve bir süre sonra toplumsal muhalefet -ülkenin genel politik gündemiyle-birleşen "faşizme karşı demokrasi mücadelesi" ekseninde gelişen gençlik hareketi bir dizi gerekçeden dolayı tıkanmış ve dibe vurmuştu.
Ardından yaşanan dağınıklık döneminde, sol siyasal anlayışların önemli bir bölümü öğrenci gençlikten umudu kesmişti. Üniversite sessiz yığınların gölgesinde, egemen güçlerin müdahaleleriyle hızla yeniden yapılanma sürecine eklemleniyordu..
Bu geçiş donemi zamanla kendi içerisinde tekil-yerel pratikleri ve karşı koyuşları da ortaya çıkarıyordu. Birbirinden kopuk, ancak bulunduğu yaşamsal alanın gerçekliğine müdahale eden pratikler, kendilerini kimi yerlerde kültürel-sanatsal faaliyetlerde ifade ederken, kimi yerlerde sivil faşistlerle mücadelede ciddi karşı koyuşlarda, kimi yerlerde de komite-konsey çalışmalarında gösteriyordu.
Ülkedeki güncel politik durum, ciddi bir kriz ve saldırı dalgasıyla açıklanabilir durumdaydı. Yükselen sağ dalga (şovenizm ve gericilik) devlet politikalarına önemli ölçüde toplumsal taban sağlıyor, toplum kriz içerisinde bir kutuplaşmaya doğru sürükleniyordu.
Üniversitedeki bu yerel pratikler zamanla daha fazla yayılmaya ve kendi örgütsel biçimlerini oluşturan düzenli faaliyetlere dönüşmeye başladı. Bu ortaya çıkan yeni örgütsel biçimler ve politika yapma tarzı bundan sonraki dönemi yaratan ve belirleyen eğilim oldu. (Geleneksel klasik sol merkezler ve liberal-sol akımlar bunun dışındaydı.j
Öğrenci gençlik üzerindeki ölü toprağın: atıyordu. Ortaya çıkan bu eğilimler daha belirginleşiyor, ete-kemiğe bürünüyordu. (ODTÜ öğrencilerinin Gorbaçov'u karşılaması, İTÜ Mimarlıktaki çalışma, Edebiyat'ta faşistlerle mücadele, Marmara olayları, Boğaziçi yemekhane yürüyüşü vb...) Tüm bu karşı koyuşlar "dipten gelen dalganın" habercisiydi. Tam da bu dönemde, ifadesini "cephe" fikrinde bulan bu anlayış, öğrenci gençlik hareketinin bağımsız örgütlenmesinin adımlarını atmaya başladı. Çeşitli üniversitelerde ve fakültelerde varolan cephe tarzı çalışmaların, ortak bir biçimde birleştirilmesi ihtiyacı, bu çalışmaların arasında bir eşgüdümün sağlanmasıyla sonuçlandı.
Öğrenci gençliğin düzen karşıtı, muhalif duruşunun ve eyleminin ortaya konulabileceği örgütlenmesi ortaya çıkmıştı. Cepheler ve Koordinasyon. Fakat asıl çıkış 95-96 döneminde oldu. Koordinasyon tarafından uzunca bir süre içinde örgütlenen "Harçlara Hayır" kampanyası sonunda, üniversite gençliği 20 Ekim 95'de tekrar alanlardaydı. Bu eylem öğrenci hareketinde yeni bir dönemin kesin başlangıcıdır. Öğrencilerin doğrudan etkilendiği harç sorununu, eğitimin özelleştirilmesinin, bunu da genel olarak dünyada ve ülkemizde yaşanan özelleştirme politikalarının bir parçası olarak algılayan yeni öğrenci hareketi, parasız eğitim talebiyle politik eksenini oluşturdu.
Bu eksende yaygınlaşan protesto eylemleri, İstanbul ve Ankara gibi metropollerin dışında, taşra üniversitelerinde de belirgin bir etkinlik sağladı. Pek çok şehirde irili ufaklı eylemler, bağımsız örgütlenmeler yaratıldı. Kısacası, mücadele bu dönemde tüm ülkeye yayıldı.
Aynı dönemde, diğer siyasal gruplar da, açılan bu kanaldan, kendilerini, "koordinasyon" a göre tarif edip, çeşitli ittifaklara girmek yoluyla sürece müdahale ettiler. Bir şekilde üniversitelerde varlığını sürdüren 10'dân fazla siyasal grup bir araya gelerek "Üniversite Öğrencileri Platformu"nu, daha sonradan Emek Gençliği ismini alacak olan grup ta Öğrenci İnisiyatiflerini oluşturdular. Aynı eksende, aynı taleplerle farklı merkezlerden ve farklı tarzlarda sürdürülen bir öğrenci hareketi ortaya çıktı.
95-96 öğrenim yılının ikinci dönemiyle birlikte "Harçları Ödemiyoruz" kampanyasıyla zenginleşen ve yaygınlaşan öğrenci hareketi, 29 Şubat'ta TBMM'de pankart açılması ve İ.Ü. Merkez Kampusun işgal edilmesiyle önemli bir noktaya geldi.
24 Nisan eylemiyle "hak alma" çizgisini hedefleyen öğrenci hareketi bu noktada başarısız oldu ve konum değişikliği kazanamadı. Dönem sonunda ortaya çıkan diğer önemli bir sonuç ise Koordinasyon dışındaki şekilsiz ve ilkesiz birlikteliklerin ve örgütlenmelerin dağılması oldu.
96-97 yılına mücadelenin bütünlüklü bir programının oluşturulması hedefiyle giren ve bunu demokratik üniversite talebiyle somutlaştıran gençlik, 6 Kasım'da vahşi bir polis saldırısıyla karşılaştı. 96 baharında başlayan saldırılar hızla ve çeşitli biçimlerde yayılmaya başladı, İstanbul’da 500'ün üzerinde öğrencinin gözaltına alındığı 6 Kasım sonrası tüm bu öğrencilere soruşturma açıldı. Yurttan atılmalar, kredilerin kesilmesi, uzaklaştırma cezalarına diğer yandan da sivil faşist saldırılar eklendi. Bu saldırıların en önemlisi ve bundan sonraki süreçte muhalefetin belirleyicisi olanı 96 yılının sonunda geldi. Ankara Koordinasyonundan 8 öğrenciye 6 Aralık 1996'da kesinleşen kararla 96 yıl hapis cezası verildi.
96-97 öğrenim dönemiyle birlikte başlayan saldırı dalgası, öğrenci hareketini ciddi bir şekilde savunma konumuna itti. 6 Kasım 96 ile başlayan, sivil faşist terörle süren ve 96 yıllık cezayla üst noktasını bulan bu saldırılar karşısında öğrenci hareketi buna en geniş cepheyle karşı koymayı benimsedi. Ancak bu saldırılara karşı mücadelenin bir bütün olarak demokratik üniversite mücadelesinin bir parçası olduğu kolayca kavranamadı. Dolayısıyla yapılan işler birbirinden kopuk halde sürdü. Yanlış anlayışlar, örneğin faşistlerle mücadelenin ayrı, "demokratik üniversite" isteminin ayrı kanallardan yürütülebilecek mücadeleler olduğu sanısı yaygınlaştı. Saldırılara karşı koyuş daha öncelikle yürütülmesi gerektiği halde, bu yanlış anlayış daralmaya da sebep oldu.
96-97 öğrenim döneminin sonunda (4 Nisan 1996'da) koordinasyon bir de kurultay yaparak uzun bir süredir çalışmalarını yürüttüğü tüzüğünü onaylayarak yürürlüğe soktu. Koordinasyon'da başlangıçta geçmiş dönem öğrenci hareketinin hatalarını tekrarlamamak kaygısıyla hukuki bir birliktelik üzerinde ısrarcı olunmamıştı. Ancak hem geçen zaman içerisinde ortak bir hukukun eksikliğinin getirdiği pek çok sorunla karşılaşılması hem de böyle bir birlikteliğin mücadele açısından daha ileri bir nokta olduğunun ortak kabulüyle birlikte tüzük çalışması içerisine girildi. Bu süreç koordinasyon iç tartışmalarını da yoğunlaştırdı.
Bununla beraber ilerleyen süreçte kendisini daha yakıcı bir biçimde hissettirecek olan bir heyecan yitimi ve yaratıcılık noksanlığı da kendisini göstermeye başladı.
3 Kasım 1996 da meydana gelen Susurluk kazasının ardından çeteler ve buna bağlı gelişen demokrasi mücadelesi de Türkiye gündeminde giderek önemli bir yer edinmeye başlamıştı. Öğrenciler bu süreçte kendi söylemlerinde çete karşıtı bir vurguyu ön plana çıkarttılar. Fakat ülke gündemine müdahil olabilecek çete karşıtı bir öğrenci muhalefetini etkili bir biçimde oluşturamadılar. Bir sonraki yıl yoğunlaşarak artan bu muhalefete ışık söndürme eylemleri damgasını vurdu. Üniversite öğrencileri ise ne üniversitelerde hak alıcı ve militan bir mücadeleyi yaşama geçirebildiler ne de ülke genelinde varolan hareketliliği bu doğrultuda evriltmeyi başarabildiler.
97-98 öğrenim dönemi daha çok öğrencilerin 96 yıl cezanın takipçisi oldukları ve bu temelde bir demokrasi mücadelesi yürüttükleri bir yıl oldu. 17 Aralık'ta Ankara'da ve 18 Mart'ta Türkiye'nin birçok yerinde öğrenciler verilen cezaların tüm bir öğrenci hareketine verilmiş olduğunun bilinciyle hareket ettiler. Her iki gün de öğrenciler düzenle çatışan bir kararlılıkla kamuoyunu mücadeleleri doğrultusunda etkilemeyi büyük ölçüde başardılar. Özellikle 17 Aralık eylemleri Koordinasyon'un başını çektiği fakat üniversitelerde faaliyet yürüten hemen hiçbir yapılanmanın sessiz kalmadığı bir biçimde örgütlenirken, 18 Mart'ta Koordinasyon içerisindeki bir grup polisle karşı karşıya gelmekteki siyasal çekincelerinden kaynaklı olarak genel inisiyatif dışında davrandı.
97-98 öğrenim yılında öğrenci hareketi 96 yıl kampanyaları haricinde etkili bir eylemlilik sergileyemedi. Zamlara ve savaşa karşı etkinlikler gerçekleştirildiyse de bunlar oldukça yetersiz kaldı. Yıl sonuna doğru gündeme giren sakal-bıyık-türban sorununda da üniversitedeki sol yapılanmalar oldukça tutarsız tavırlar aldılar ve Koordinasyon da bu süreçte kendi tavrı doğrultusunda kararlı bir müdahalede bulunamadı. Bu yıl biterken öğrenci hareketinde artık kendini hissettiren bir darlaşma da ortaya çıkıyordu. Bu darlaşma Koordinasyon özelinde özellikle düzenli cephe faaliyetlerini işletmeden salt "merkez işi" koordine etme şeklinde beliriyordu.
Fakat Koordinasyon gibi bir demokratik kitle örgütünün olanakları göz önüne alındığında öğrenci hareketi, önünde bulunan zorlu barikatı (medya, idari baskılar, sivil faşistler v.b.) bir atlama tahtası olarak kullanabilecektir.
Dostları ilə paylaş: |