Yazı daha güÇLÜ adimlar iÇİN • Manşet Akıntıya karşı Bir adım daha



Yüklə 0,52 Mb.
səhifə6/13
tarix07.01.2019
ölçüsü0,52 Mb.
#91754
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   13

6 Mart: İTÜ Öğrenci Cepheleri 96 yıl hapis cezasına çarptırılan arkadaşlarını desteklemek için postaneye kadar yürüyerek Çankırı Cezaevi'ne kart gönderdiler.

11 Mart: İstanbul Koordinasyonun düzenlediği "Üniversite buluşması" eylemi Beyazıt'ta yapıldı. Eyleme Düşünceye Özgürlük kitabına imza atan 12 ülkeden 21 aydın ve yazar katıldı. 2000 kişiyle gerçekleşen eyleme KESK, Halkevleri, İHD İstanbul Tabipler Odası, İstanbul Barosu, 68'liler Birliği Vakfı, çeşitli dernek ve sendika yöneticileri ile çok sayıda öğretim elemanı ve öğrenci yakını destek verdi.

12 Mart: Gazi Üniversitesinde Forum yapan devrimci öğrenciler toplu çıkış yaptılar. Çıkışta toplu olarak bekleyen faşistler cezalandırılarak 12 tanesi hastanelik edildi.

14 Mart: 6 Kasım 96'da gözaltına alınan öğrencilerden 433'ü hakkında 2911 sayılı yasaya ve başka bildik yasalara muhalefet etmek suçundan açılan dava Sultanahmet Adliyesi'nde görüşülmeye başlandı. 6 Kasım'da okunamayan basın açıklaması adliye önünde okundu. Oldukça neşeli geçen duruşmaya Halil Ergün, Suavi, Edip Akbayram, Ferhat Tunç ve Şanar Yurdatapan da katıldı.

16 Mart: 16 Mart şehitleri öğrenciler, DKÖ'ler ve siyasi partilerin Beyazıt Meydanı'nda düzenledikleri mitingle anıldılar.

4 Nisan: İstanbul Koordinasyon Kurultayını Boğaziçi Üniversitesinde yaptı. ÖES, Eğitim-Sen, Öğrenci Aileleri ve Yakınları Derneği, diğer illerden Koordinasyon temsilcilerinin ve İYÖDER temsilcisinin yaptığı destek konuşmalarının ardından yaklaşık 1000 kişinin katılımıyla şenlik yapıldı.

15 Nisan: İstanbul Koordinasyon çetelere karşı "Demokratik Türkiye, Demokratik Üniversite" adıyla başlattığı kampanyayı saat 21:00'da Galatasaray Lisesi önünde yaptığı basın açıklamasıyla bitirdi.

1 Mayıs: İstanbul Koordinasyon Şişlideki eyleme 1000 kişiyle katıldı.

4 Mayıs: Geleneksel İTÜ şenliği çadırların kurulmasıyla başladı. Bu yılkı şenlik "Çeteler Mecliste Öğrenciler Hapiste" şiarıyla tutsak öğrencilere ithaf edildi.

18 Mayıs: Bergama Halkının düzenlediği şenlik ve anıt kitabenin açılışına başta Ankara ve İstanbul Öğrenci Koordinasyonları olmak üzere pek çok ilden öğrenciler katıldı.

23 Mayıs: Merkez Kampusun yan kapısında toplanan öğrenciler polis ve faşist saldırısını kınayan basın açıklamasını okuduktan sonra yaralıları ziyaret etmek için Haseki Hastanesine doğru yürüyüşe geçtiler, Laleliye ulaştıklarında arkadan ve önden polis saldırısına uğrayan öğrencilerden 156'sı gözaltına alındı pek çoğuda yaralandı.

19 Haziran: Tutsak öğrencilerin serbest bırakılması için toplanan imzalar Galatasaray Postanesi önünde yapılan basın açıklamasıyla TBMM'ye gönderildi'.

İsyan yargılanamadı! 1998



SOSYALİST GENÇLİK GRUPLARI VE... ÖĞRENCİ ÖRGÜTÜ ÖNERMELERİ
SOSYALİST GENÇLİK GRUPLARI VE... ÖĞRENCİ ÖRGÜTÜ ÖNERMELERİ

Türkiye'nin tüm üniversitelerinde geniş bir öğrenci kesiminin politik açlık içinde olduğu ve klasik öğrenci örgütlenmelerinin etkisini yitirdiği '94-95 döneminde ortaya çıkan cephe faaliyetleri ve koordinasyonlar, '95 yılının yaz aylarında ve öğrenim döneminin başında çalışmalarını yoğunlaştırmıştı. Koordinasyonu yaratan gönüllü birliktelikle; açık, kapsayıcı ve kararlı bir tarzda yürüyen çalışmaların sonucu ilk olarak, 20 Ekim'de Ankara'da yapılan mitingle ortaya çıkmıştı.

Koordinasyon, eylemleriyle öğrenci gençlik içinde ve halk nazarında meşruluğunu kanıtlarken dışarıda kalmayı tercih eden siyasi yapılanmalar da Koordinasyona çeşitli eleştiriler yöneltiyorlardı. En çok eleştirilen ise eylemlerde kullanılan tarzdı. Onlara göre koordinasyon, eylemleriyle, mücadeleyi yasal sınırlar içine hapsediyordu ve renkli eylemler

yaparak öğrenci gençliği 'pasifize' ediyordu. Fakültelerden çok dergi sayfalarında yürüyen

bu tartışmalar, bir süre sonra yerini örgütsel tartışmalara bıraktı. Çok geçmeden örgüt tartışmaları sonuçlandırıldı ve aralarında Koordinasyon karşıtlığı dışında hiç bir örgütsel ortaklık bulunmayan siyasi yapılanmalar bir yapılanma kurdu: Öğrenci Platformları... Platform, Koordinasyon'un "reformistliğine" karşı "radikal" bir eleştiri olarak ortaya çıktı. 13 siyasi yapılanmadan oluşan Platform'un söz ve karar süreçleri, diğer öğrencilere kapalıydı. Ajitasyon ve propaganda ilkelerinde birlik sağlamak gibi bir ilkesi olmadı ve bu yüzden de

Platform eylemlerinde bağımsız öğrencilere söz hakkı yoktu. Ayrıca birim tanımlaması ve yerel faaliyet yapılmadığı için öğrencilerin etkilenme şansı tamamen merkezi bir şekilde alınan kararlara bağlıydı. Platform, 23 Mart 1996'da Ankara’daki DTCF işgalinden sonra

siyasi yapıların birbirini suçladığı bir yer haline gelerek dağıldı.

Bu dönemde yoğunlaşarak süren şekilsel tartışmalar başka bir yapılanma daha yarattı: Öğrenci İnisiyatifleri... Emek Partisi gençliğinin örgüt tartışmalarından çıkan inisiyatifler, örgütsel olarak bir ilkesizliği içinde barındırıyordu. Bu yapılanmanın içinde, kol ve klüplere, öğrenci derneklerine ve öğrenci meclislerine bağlı öğrenciler bulunuyordu ve her birinden gelen temsilciler Öğrenci İnisiyatifinin gündemini belirtiyordu. Öğrencilerin sendikal örgütlenme tarzını ifade eden bu tarz, öğrenci gençliğin ihtiyacının gerisinde kalıyordu. Öğrencilerin sorunları sadece öğrenci olmaktan kaynaklanan sorunlar olmadığından bu öneri gerçekçi görünmüyordu. Zaten Öğrenci İnisiyatifleri, Emek Partisi'nin gençlik kolu gibi işlemekten öteye geçemedi ve Platform gibi '95-96 öğrenim döneminin sonunda dağıldı.

Bu dönem boyunca yapılan tartışmalar, daha çok şekilsel tartışmalardı. Politik tartışma sayılabilecek, demokratik halk üniversitesi ve sosyalist üniversite tartışmaları bir süre sonra geçerliliğini yitirdi. Yöneltilen onca eleştiriye karşın çeşitli gruplar, söylem bakımından (özerk demokratik üniversite, üniversiteler bizimdir) ve pratik açıdan (okul terk etmeme, harç ödememe eylemleri) koordinasyonun açtığı yoldan yürüyordu.

Yapılan tartışmalar ve yöneltilen eleştiriler, ileriyi görmeyen bir tarzda yürüdü. Çünkü ayrışma hedeflere göre değil, eski alışkanlıklara göre şekilleniyordu. Bu dönemde, farklı önerilerin hareket açısından olumlu bir zenginlik yaratma şansı kullanılamadı. Anlamlı polemiklerle yürütülmesi gereken tartışmalar, siyasi etik bakımından da oldukça talihsiz bir mecraya sürüklendi, dolayısıyla dış koşulların yeterince yıpratıcı olduğu bir ortamda sürdürülen tartışmalar, öğrenci gençliği olumsuz yönde etkiledi.

Bir öğrenim yılı sonunda dağılan üç yapı (Özgür Eğitim Platformu, Öğrenci Platformları ve Öğrenci İnisiyatifleri) ardında birçok tartışma bıraktı. Bu tartışmaların en önemlisi hala tam anlamıyla karşılanmamış olan öğrenci hareketinin demokratik kitle örgütü ihtiyacıydı. '96 yazı boyunca süren tartışmalardan iki tane öneri çıktı: Öğrenci dernekleri ve öğrenci platformları. Önerilen dernek modeli, özellikle '80'den sonra öğrencilerin öz-örgütlenmesi durumundaydı, öğrencilerin derneklere duyduğu aşinalık, meşruluk şansını bir kat daha arttırıyordu. Ayrıca derneklerin üniversite yönetimi tarafından tanınması ve yasal olması bazı avantajları da beraberinde getiriyordu. Ancak derneklerin demokratik kitle örgütü formunda tasarlanmasına rağmen pratikte böyle kullanılmaması demokratik öğrenci hareketi açısından bu iddianın kaybedilmesine yol açtı. Ayrıca farklı okullarda kurulan dernekleri birleştiren bir çatı olmadan derneklerin ortak eylem örgütlemesi akıllara, kararların demokratik bir şekilde alınmadığını getiriyordu. Öğrenci Meclisleri için de aynı eleştiriler geçerli fakat, meclislere "anti-emperyalist" oldukları sanılan müslüman öğrencilerin alınabileceği önerisi gençlik mücadelesi ihtiyaçları bakımından oldukça yersiz bir öneriydi.

Ortaya çıkan görüntünün bir tarafında, militanlığa polisle çatışmaktan başka bir anlam yüklemeyen ve kendi dar siyasi örgütlenmesini öğrencilere dayatan, bir yanda da sistemle her düzeyde çatışmaktan kaçınan ve geri eğilimleri besleyen tarz var.

Öğrenci hareketi içinde, kendini parti kolu olarak konumlandıran gruplar ise öğrenci hareketini yönlendirmek bir yana.hareket içinde oldukça dar bir kitleye hitap etmekten öteye geçemediler.

Genel olarak, öğrenci hareketinin sadece "öğrenci sorunlarıyla ilgili bir hat belirlemesini" öneren gruplar siyasallaşmaya karşı çıkmakla öğrenci hareketinin gelişmesine ket vurmaktadır. Öğrenciler harçların özelleştirme ve kirli savaş politikasına hizmet ettiğini dile getirirken belli bir siyasallaşmayı da hedef gösteriyorlardı. Çünkü Türkiye'nin neresinde olursa olsun uygulanan her politikanın altında emperyalizmin ve faşizmin izlerini bulmak mümkün

Öğrenci hareketinin son 3 yılı içinde tartışılan birlik sorunu ise çoğu zaman yanlış argümanlarla değerlendirildi. Grupların bir kısmı, gençlik mücadelesinin birliğini örgütlemek yerine devrimcilerin eylemde birlik kurmasını tercih ettiler. Aşağıdan yukarıya işletilmesi gereken mekanizmalar, pratiğin yoğunluğu bahanesiyle ertelendi. Bunun sebebi, demokratik kitle örgütünün bir ilke değil, zorunluluk ve yük gibi algılanmış olmasıydı. Merkezi eylemlerde kurulan birlikteliklerle ajitasyon ve propagandada birlik ilkesi hayata geçirilemedi. Bu birlikler öncülük tartışmasının yoğun ve çoğu zaman yanlış yapılmasına yol açtı. Çoğu grup, arkasında yürüyen kitleye tüm hatlarıyla öncülük yaptığını iddia etti.

Ancak adına yönetimde söz ve karar istediği öğrenciyi ülke gündemine ve kendi yaşamına müdahale eden bir özne olarak değil, eylemlerde "öncü"nün arkasındaki kitle, gibi gören zihniyetin başarısının kendinden menkul olduğu eninde sonunda ortaya çıkan bir gerçektir. Çünkü öncülük önde yürümek ve direktif vermek değil, paylaşımcılığı ve dönüştürücülüğü hedefleyecek kanallar yaratmaktır. Ve hedeflediklerini, kurulması için uğraştıkları dünyanın ölçülerine uygun yapmayanlar öncü olamazlar.



CEZAEVİNDEN MEKTUP VAR...
CEZAEVİNDEN MEKTUP VAR...

"DIŞARDAN" BAKAN GÖZ BELKİ GÖRMEDİ AMA

Evet dostlar, zaman akıyor, zaten akma-' saydı masa başlarında oturmayanların durumu çok kötü olurdu. Çünkü mücadele, eski yöntemleri kabul etmeyecek bir çetinlik, yeni araç ve teknik olmayı gerektiriyor. İşte Koordinasyon, böyle çetin bir dönemin öncülüğüne, bundan 3 yıl önce girmişti.

Aslında '36-'89 yıllarındaki gençlik, ayakları üstünde durmayı, kendi iradesiyle başarmıştı. Bu dönemde gençlik geçmişin aşılması bilincini ve 'toplumsal mücadelenin temel öznesi olma' ilkesini yerellerde en coşkulu yaşıyordu.

90’ın başında tekrar yaşanan dağınıklık

Gruplar, bu dönemde gençlik hareketini kendileri gibi yaşamaya başlamışlardı. Bu zorlama da geçmişin basitçe tekrarı olmaktan öteye geçemedi. Malum devşirmeci mantık, sahnede yerini almıştı. Bu kafa çok iyi tanınan 'devrimci olabilir, ama asla örgütleyici olamaz' mantığını özetliyordu. Keza sadece örgütün ihtiyaçlarına göre eylem yapan, altı boş bir grubun içe-dışa güven vermeyen sığlıklarıyla çevrelenen gençlik, gençliğini yaşamadan kükürtlenmiş olgunluğunu dibe vurarak '90'larda yaşadı.

Böyle dibe vurup da zamansız parçalanmanın birçok nedeni var. Bunlardan biri ve en önemlisi 'uzunca süren 12 Eylül suskunluğu' ile başlayan rekabet. Rekabet yerinde ve zamanında olunca hoştur. Fakat gelinen noktada malum gruplaşma anlayışı kimin kimi 'kafalayacağına' ilişkin bir hercümerçlik sergilemekte gecikmedi. Tercih bu olunca yerinde esnek, yerinde sert mücadele anlayışı yerine her türlü sertliğe, iticiliğe elverişli alanlar oluştu. Diğer bir neden ise grup ihtiyaçları üzerinden yapılan eylemlerle, sistemin öğrencilere kursiyer rolü yüklemesi gibi kişiliksizleştirmeler karşısında ortak bir karşı duruş oluşturulamamasıydı. Yani üniversite mücadelesiyle emekçi halkın faşizme karşı mücadelesi arasındaki birlik geliştirilememişti.

Aslında bu nesnel birlikteliği hayata geçirmenin tek yolu 'dinozorların' silkinip kendine gelmeleridir. Güne denk düşmeyen ideolojik yaklaşımların 'atmaca' politikalarıyla 21. yüzyılın teknolojik dünyasında, 'serden-keşliği' yaşayanların ayakta kalması düşünülemez. Ama onlar örgütleyecek birilerini her zaman bulurlar. (Çünkü amaçla aracı karıştırmak bir çizgi haline geldi.) Hatta birileri adına meydanlara çıkıp emekten ya da imandan yana olduğunu haykıranlar, her zaman iki-üç yüz kişi yandaş edinmişlerdir, ama sadece o kadar...

'Siyasi yalnızlıktan kurtulmak için halk düşmanlarını aramak gerekmiyor: Buna gelene kadar sömürülenlerin oluşturduğu toplumu aramalı.'* Çünkü malum geçmişte doğum yapmak isteyen bir ülkenin devrimcilerinin, o eski ebeliğini bugün kabul etmeyecek kadar çetin bir süreçtedir ülkemiz. Gençlik, bu nedenle, hazırlık sürecini kendi iradesiyle isyanlaştıramadı. Yaşanılan ve yaşatılan, küt bir isyandı. Bu dönemde gençliğin bağımsız kitlesel, demokratik, fek merkezli örgütünden söz edemeyiz. Eğer malum kafaların ufku, günümüz dünyasını, insan ilişkilerini biraz irdelenseydi, gençlik bu dönemini daha canlı ve ayakları üstünde geçirirdi. O zaman bir şeyler yaşadı gençlik, ama kendinin olmayanı.

Geçmişe körü körüne saplanıp kalmanın inandırıcılıktan uzak olduğunu deneyimlerimizden biliyoruz artık. Günümüzdeki şartlar 71-78'li yıllardaki gibi 'zam, zulüm, işkence işte faşizm' demekle dengelerin değiştirmeyeceğini gösteriyor. Her şeyi basitten algılayan mantık, kendine bir de üç-beş kişi buldu mu, altmış beş milyonluk ülkede devrimin ayak seslerini duyuyor. Hariçten ses almak büyük yetenek işidir, çünkü nedense bu sesi onlardan başkası duymuyor.



Devşirmecilik

Devşirmecilik bilindiği gibi feodal toplumu çağrıştırıyor. Dolaylı da olsa bugünkü çalışma yöntemleri, feodal toplumun devşirmeci özelliğini çağrıştırmakta..'. Oysa biz 21. yüzyılın eşiğindeyiz. Düşlerimiz, davranışlarımız, yakın geçmişi çağrıştırsa bile , hayallerimiz, 21. yüzyılın isyanını hazırlamalıdır. Fakat günümüzde bu, böyle yaşanmıyor. Bazı insanlarımız, her ne kadar uydu çağında yaşasalar bile kafaları, geçmiş tarihlere anlamsızca çakılı kalmıştır. Eğer feodal topluma çakılıp kalınmadıysa, insanlık türünün gelişip çoğalma işini devşirmeciliğe değil, toprağı işlemesine, üretim araçlarını geliştirmesine borçluyuz. Bu yüzden bizler de bugün hayatı değişime uğratacak araçlarla ilişkiler bulmalıyız. Yani değişimin ayaklarını oluşturacak yüreklerin çarptığı tüm alanlarda, kendi sorunları etrafında örgütleyebileceğimiz kitlelerin yerel örgütlerini oluşturmalıyız, yerellere kök salmalıyız. Yoksa bu gidişat, kan kaybeden bir gövdeye tampon vazifesi gören devşirmelerden kurtulamaz.



Koordinasyon

Koordinasyon, hayallerimizdeki tarzın mücadeleye 'merhaba' dediği günden itibaren (çapı istenilen düzeyde olmasa bile) nitelikli ve renkli eylemlerle sokaktaki insana cesaret verdi. Ancak 'örgütsüzlüğü savunduğu, amaçsız olduğu ya da militanlığı sadece polisle çatışmaya indirgediği' gibi yersiz ve geliştirici olmayan eleştirilere maruz kaldı. Gerçek ise hazımsızlığın ta kendisiydi. Çünkü eylemleriyle gençliğin kör bırakılan yanının düzlüğe çıkmasına en büyük yanıt yine Koordinasyondan gelmişti. '95 yılıyla başlayan Koordinasyon eylemleri sokakta yeni bir tarz oluşturdu. Örneğin eylemlerdeki vurgu militan, mücadeleci bir gençliğe olduğu kadar emeğin özgürleşmesine de yapıldı.

Hani bir söz vardır: 'Kedi ulaşamadığı ciğere mundar der.' Malum çevreler de bunu eleştirileriyle kanıtladılar, kanıt hala devam ediyor. Koordinasyon'un mücadelesini ve militan duruşunu düzen sınırları içine çekemeyenler ise mücadeleyi başka yerlerden tarif etmeyi tercih etti. Kimi lütfedip Koordinasyonun 17 Aralık ile 18 Mart eylemlerini, dergilerinde 'Koordinasyonundur' diye yazma gereği dahi duymadı. Yazsalar da yazmasalar da, tarih kimin olduğunu biliyor. Fakat biz tarihi kendi gönüllerince kaleme alanları burjuvazi sanıyorduk; yanılmışız. Doğrusu bu çevrelerin tarihe nasıl geçeceğini hiç mi hiç merak etmiyorum. Evet ülkemizde mücadele etmenin ölçüsü gerçekler üzerinden olmuyor. Tereddütsüz herkes birbirini görmek istediği yerden tarif etmeye devam ediyor.

Koordinasyon, bir takım eksikleri içinde barındırmasına karşın, yürümeye devam edecek. 'Dizginsiz bir sabır" örneği sergileyecek. Çünkü bir insan, sevmeyi, sevilmeyi öğrenmişse suçluluk hissini taşımamayı da öğrenmiştir.

Çünkü biliyor: Bazen bir aşkın başlaması kadar zordur kök salmak...

* Tomas Borge 'Dizginsiz Bir Sabırla'

Nizamettin DOĞAN BAYRAMPAŞA CEZAEVİ

AYDIN* KİMLİĞİ DEFORMASYONU TARTIŞMASINDA YENİ DÖNEM GENÇLİK MÜCADELESİ VE ÜNİVERSİTEYE TOPLUMSAL KİMLİK
AYDIN* KİMLİĞİ DEFORMASYONU TARTIŞMASINDA YENİ DÖNEM GENÇLİK MÜCADELESİ VE ÜNİVERSİTEYE TOPLUMSAL KİMLİK

Öğrenci gençlik toplumsal bir kimlik bunalımındadır. Düzen, aydın kimliğini yok ederek gerçekte öğrenci gençliğin toplumsal kimliğini elinden almaktadır. Demokratik öğrenci hareketi, geniş öğrenci kitlesi nezdindeki meşruiyetini, ona aydın kimliğini yeniden elde etme imkanını kazandırdığı ölçüde sağlanacaktır. Bu nedenle, devrimcilerin öğrenci gençliğin demokratik muhalefetini yaratmaya yönelik politikası, gençliğin aydın kimliğini ortadan kaldıran koşulların etkisini bertaraf eden bir tarzda olmak zorundadır." (*Devrimci Gençlik sayı:9)

Devrimci Gençlik'in değişik sayılarında, gençlik mücadelesinin "kriz ve temelleri" ekseninde üniversitedeki değişimler ve aydın kimliği üzerine tartışmalar yapıldı. Bu tartışmaların merkezinde, sermayenin "70'lerin ikinci yarısından itibaren girdiği yeniden yapılanma sürecinin, üniversite kurumunda yarattığı değişim yer almaktadır. Bu değişim süreci üniversitenin sermayenin değişen ihtiyaçlarına göre yeniden oluşturulması anlamına geliyordu.

Sermaye girdiği krizi, "emek yoğun" üretimden, "bilgi yoğun" üretime (yani kol emeği yoğun üretimden kafa emeği yoğun üretime) geçerek aşarken, bilgi üretiminin o zamana kadarki kaleleri olan üniversiteler, toplumsal işlevleri iğdiş edilmiş olarak yeniden yapılandırılmaya başlandılar. Bilginin metalaşması süreci olarak tanımladığımız bu dönemde sermaye kendi çıkarı doğrultusunda önemli adımlar attı. Bir dönem önce tanımladığımız bilginin metalaşması sürecinin unsurları bugün üniversitelerin başat özelliklerini oluşturmaktadır.

Aydın kimliğine ve üniversitenin toplumsal işlevine ilişkin bir tartışmayı yeni verilerle yapabilmek için, bilginin metalaşması sürecinin unsurlarına kısaca değinmekte yarar var:

1. Egemen ideolojinin üretim ve yeniden, üretiminde önemli bir misyona sahip olan üniversiteler, yeniden yapılanma sürecinde bu işlevlerini ağırlıkla medya başta olmak üzere

diğer kurumlara devretmek zorunda kaldılar.

2. Bu dönemde üniversitelerde üretilen bilgi "kara tahvil edilmesi" olanağına göre

sınıflandırıldı. Sermayenin ihtiyacı olan teknolojik bilgi üretiminin önemli bir kısmı AR-

GE'ler aracılığıyla üniversite dışına taşınırken üniversitedeki üretim oluşturulan özel

örgütlenmeler aracılığıyla (KOSGEP) sermayenin tam güdümüne girdi. Diğer yandan

kar maksimizasyonuna katkı sunmayan bilgi egemenler katında gözden düştü. Ancak yine de egemenler, "post modernizm, post fordizm, post marksizm" tartışmaları ile "kar getirmeyen" sosyal bilimler alanını da, halka karşı yürütülen ideolojik saldırıda "mikser" görevine göre örgütlemeyi ihmal etmemektedir.

3. Sermayenin ihtiyaç duyduğu teknolojik bilgi üretimi alanlarında yoğun bir departmanlaşma yaşanmıştır.

4. Bilim insanları, işinin eri uzmanlar veya sermayenin "kafa emekçileri" haline gelirken, üniversite öğrencileri üst lise öğrencisi veya kursiyer konumuna geldiler.

5. Maddi çıkar ilişkileri üzerine yeniden kurulan üniversitede zihinsel ve ahlaki bir

duruşu ima eden aydın kimliği yoğun bir deformasyona uğramıştır.

Bu süreç, sermayenin hizmet sektörünü özelleştirme adımlan ile birlikte yürüdü. Bilgi, halkın ulaşamayacağı, kapısı para tarafından açılan kulelere kilitlendi.

***


Tüm bu gelişmeler, ideolojik ikna oluşu ile harekete geçen gençlik açısından nasıl bir değişime sebep olmuştur? Bugüne kadar yapılan tartışmalarda gençlik, ayrı bir sınıf değil, sınıflar düzleminde görece özerk konuma sahip toplumsal bir kategori olarak tanımlanmıştır. Farklı sınıfsal kesimlerden gelen insanları içine alan, heterojen bir toplumsal kategori olan gençlik, tarihin her döneminde toplumsal değişimin en dinamik kesiminden birisi olmuştur. Bilginin metalaşması süreci bu yapıya nasıl bir etkide bulunmuştur? Gençlik mücadelesinin 1995 sonrasında harçlara karşı gelişen yeni dönemini bu bağlamda nasıl değerlendirebiliriz?

Bu konuda ifade edilen (özellikle eski tüfek militanların ifade ettiği) görüşlerin başında 1968'de "gerçekçi ol imkansızı iste" diyerek harekete geçen gençliğin, artık yok olduğu, zamane gençliğin "ütopyaların" peşinde koşmayı bir kenara bırakarak daha "akılcı" ve "olanaklı" olanı istediği görüşü gelmektedir. Bu farklılık, 68 ve günümüz gençlik hareketine ilişkin yapılacak bir karşılaştırmada görülecek ilk olgudur. Ancak 68'lileri toplumsal ve ütopyacı, 80 sonrası gençleri bireyci ve akılcı yapan koşulların gözden kaçırılmaması gerekmektedir. (68'i yaratan koşullar, dünya topraklarının yarısına yakınında sosyalist devletlerin varolduğu, ulusal kurtuluş savaşlarının emperyalizmi ve tüm yerli egemenleri perişan ettiği, sömürüsüz ve özgür bir dünyanın varolabileceğinin gözle görülebildiği koşullardır. 80 sonrası gençlik ise reel sosyalizmin iflas edip emperyalizmin ideolojik ve pratik egemenliğini ilan ettiği, kurtuluş ümidinin yok edildiği, baskı ve terörün her türlü toplumsal isyanın doğal kaderi haline getirildiği, bireyciliğin toplumsal yaşamda geçer akçe olduğu koşullarda oluşmuştur.) Koşulların değişimi tam da aydın kimliğinde yaşanan deformasyonu yaratan gerekçeler konumundadır. 68'lerde bilgiye sahip olmak ve halk yararına taraf olmak çırasında sıkı ve kendiliğinden bir ilişki mevcuttu. Egemenlerin saldırıları bu ilişkiyi parçalayarak, üniversitelinin (bilim insanlarını ve öğrencileri) toplum yararına taraf oluşunun zeminini yani (gerçek ve tarihsel anlamıyla) üniversiteyi yok etmeyi hedeflemektedir. Üniversiteye yönelik bu saldırıya tüm topluma nüfuz eden bireyci, maddiyatçı ve paracı kişiliklendirme (veya kişiliksizleştirme ) politikaları eklenmektedir. Gençlik mücadelesi elbette bu gelişmelerden etkilenmiştir, ancak koşullara teslim olmamıştır.

Egemenlerin hedefleri karşısında üniversitelinin özellikle gençliğin eylemlilikleri, üniversiteye yönelik saldırılara karşı gelişmektedir. Bu noktada gençliğin "Üniversiteler bizimdir" şiarı, egemenlerin üniversiteye saldırısını yanıtlamayı hedefleyen bir perspektife sahiptir.

1995 sonrasında gençlik mücadelesi "harçlara karşı" yükselttiği eylemlerle gelişti. Bu mücadelede belirleyici olan, dışardan bakan bir gözün ilk gördüğü ütopyalardan ziyade bizzat "harç" (yani para) idi. Ancak bu ilk görüntülerden hareketle, gençliğin ideolojik karakterli hareketinin yok olduğunu, toplumdaki görece özerk konumu yitirdiğini söylemenin gerçekçi olmayan aceleci bir saptama olacağı açıktır. Çünkü üniversite öğrencisine görece özerk bir konum kazandıran hem mücadelesinin muhtevası hem de hareketin nesnel zeminini oluşturan kamusal bir kurum olan üniversitedir. Bu iki olgu üniversite hareketini değerlendirirken görülmesi gereken olgulardır.

"Üniversite, diğer öğrenim kurumlarından bilimsel bilginin üretimini aynı zamanda bir eğitim süreci olarak gerçekleştirmesiyle ayrılır. Üniversite eğitiminin bu özgül niteliği üniversite öğrencisini bilimsel üretim sürecinin öznelerinden biri haline getirmektedir." Üniversite öğrencisi bilgi ile ilişkisini toplumsal koşullarını değiştirecek bir amaç (meslek)

doğrultusunda belirlemektedir. Bu nedenle bilimsel bilgi ve öğrenci arasındaki ilişki öğrenci açısından çok somut ölçütlerle ele alınabilir durumdadır. Bilginin metalaşması süreci ile birlikte, bilimsel üretimin sermayenin gereksinimlerine göre örgütlenmeye başlaması, bilimsel üretim öğrenci ilişkisinde önemli bir değişime sebep olmuş öğrenci bilimsel üretimden dışlanarak, izleyici konumuna getirilmiştir. Ağır ders programları, ezberci sınav sistemi ile öğrenci eğitim sürecine yabancılaştırılmıştır. Toplumsal talepler bir yana akademik uğraşlara dahi ağır disiplin cezaları verilerek öğrencilerin alternatif üniversiter odaklar yaratma girişimleri engellenmektedir.

Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen görülmesi gereken olgu, üniversitenin, bilimsel bilginin üretimini bir eğitim süreci olarak gerçekleştirme işlevini devam .ettirdiği gerçeğidir. Üniversite bu özelliğini devam ettirdiği sürece üniversite öğrencisinin öğrenim sürecindeki temel konumlanışı devam edecektir. Unutulmamalıdır ki, tüm olumsuz gidişata rağmen toplumda en ileri ve gelişmiş bilgi aktarımı hala üniversitelerde gerçekleştirilmektedir. Üniversitenin bu özelliğinin devamı, kendiliğinden değil sermayenin nitelikli elemana artan oranda ihtiyaç duymasından kaynaklanmaktadır. Sermayenin kamusal etkiye açık devlet üniversiteleri yerine özel üniversitelere yönelmesinin, sermayenin bu ihtiyacını en "sorunsuz" yoldan çözme niyetinden kaynaklandığı açıktır.

95 sonrasındaki hareketin muhtevasının "maddi" (harç) olduğunu ve bu nedenle gençlik hareketinin aydın karakterinin yok olduğunu söylemek önemli bir yanlışlıktır. Harç karşıtı mücadele. 91-95 arası sessiz kalmış, tepkisini bir hareket halinde oluşturamamış bir kuşağın, yani dipten gelen dalganın isyan bayrağı olmuştur. Harç gençlik mücadelesinin meşruiyetinin kaynağı olmakla birlikte hiçbir zaman mücadelenin sınırı olmamıştır.

Harçta simgeleşmiş mücadelenin gerekçesi "üç beş kuruşluk" harç meselesi değil, özelleştirmenin, yeni liberal politikaların yarattığı toplumsal tahribattır. Öğrencilerin bu mücadele döneminde sıkça ifade ettiği "hastalıklı ve cahil bir toplum değil parasız eğitim, parasız sağlık istiyoruz" söylemi, gençlik mücadelesinin toplumsal mahiyetini, aydın karakterini göstermektedir. Bu taleplerin toplam üniversite öğrencilerinin sayısına oranlandığında sayıca az bir topluluk tarafından dillendirilmesi, bilginin metalaşmasıyla birlikte aydın kimliğinde yaratılan tahribatın yaygınlığını göstermektedir.

Aydın tartışması noktasından değerlendirdiğimizde, 95 sonrası gelişen gençlik mücadelesi aydın kimliğinin yok olduğunun kanıtı değil, bu kimliğin (tüm saldırılara rağmen) muhalif öğrencilerce taşındığının kanıtıdır, yani aydın kimliği muhalif üniversite öğrencileri ve az sayıda öğretim üyesi tarafından taşınmakta, aydın tavrı ise bunların eylemlerinde kendini var etmektedir.

Üniversiter mücadelenin önemli bileşenlerinden birisi olan öğretim üyeleri, bilginin metalaşması süreci sonrasında önemli oranda "uzman" kimliğine daralan bir üretim içerisinde bulunmaktadırlar. Şirket danışmanlıkları, özel üniversitede yerilen "ücretli özgür" dersler ile öğretim üyelerinin aydın özelliği gün geçtikçe azalmaktadır. Teknik bilimlerde, uzmanlaşma ve yabancılaşma hat safhaya ulaşmaktadır. Kendi dar ilgi alanı dışındaki konularda kendini sorumlu hissetmeyen, kendi sorumluluk alanında ise toplumdan yana olmayan uzmanlar, danışmanlar topluluğu oluşmaktadır. Sosyal bilimler alanında uğraşan bilim insanları ise "ideolojilerin ve tarihin bittiği"ni ilan eden ideolojik saldırı sonucu, oluşturdukları simulatif dünyada boğulmaktadırlar.

Bu özelliklere öğretim üyelerinin statükocu niteliklerini ve kariyer kaygılarını da eklediğimizde öğretim üyelerinin, üniversite mücadelesindeki etkinliğinin ve ilerci yönlerinin gün geçtikçe azalacağını söyleyebiliriz. Böyle bir atmosferin oluşması üniversite öğrencisine yeni sorumluluklar yüklemektedir. Öğretim üyesi ve çalışanıyla birlikte, üniversitenin bir bütün olarak toplumsal sorunlara taraf edilmesi sorunu, büyük oranda hatta neredeyse tamamen muhalif öğrencilerin sorumluluğu altına girmektedir. 95 sonrasında yükselen mücadelede öğrenciler tüm üniversiteyi örgütleyecek güç olarak kendilerini görmediler. Bu dönemde öğrenciler ne kendilerinden çok şey bilen öğretim üyelerinin kafasındaki egemen ideolojik kalıpları kıracak bir etkinliğe girdiler ne de kendileriyle aynı safta olduğunu söyleyen öğretim üyeleriyle geliştirici bir ilişki tanımladılar. Mevcut statükolar korunarak, destek ilişkilerinin ötesinde ortak bir üniversiter mücadele adımları atılmadı.

Tüm bu tartışmalardan sonra üniversiteye yeni bir toplumsal kimlik kazandırma faaliyeti nasıl tanımlanabilir?

Bu tartışmada öncelikle belirtilmesi gereken konu, üniversiteye toplumsal kimliğin kazandırılması sorununun bir devrim sorunu olduğudur. Gelinen noktada üniversitenin sermayenin yoğunlaşan saldırılarından kurtuluşunun tek yolu devrimdir. Bu nedenle üniversite muhalefeti, ideolojik ve pratik olarak sistemle tüm bağların: keserek ilerlediği takdirde başarılı olabilir. Bugün üniversiteye toplumsal kimliğin kazandırılması tartışmasını yapmak ise aslolarak gençliğin mücadele programı tartışması yapmakla eşanlamlıdır. Muhalif öğrenciler yani günümüzün aydınları, üniversitenin ve ülkenin aydınlanmasını, özgürlük ve devrim mücadelesini kendi omuzlarında hissederek davranmak ve mücadele programını buna göre oluşturmak durumundadırlar. Sistem sularında yüzerek özgürlük mücadelesinin öznesi olunamayacağı çok açıktır.

Yani gençlik mücadelesinin genel öğrenci kitlesi gözündeki inandırıcılığını yükseltmesi, masum görünmesi ile değil, toplumsal kurtuluşu inanılır bir dava haline getirmesi ve pratiğe tercüme etmesi ile mümkündür. Bugün gençlik mücadelesi öznelerine düşen görev bulundukları tüm alanlarda devrimi üretmek ve onun inandırıcı ilişkilerini bugünden kurmaktır.

Sistemin bireylerde içselleştirdiği tüm kalıpların kırılarak, alternatif bir kültürün oluşturulması mücadelenin ilk adımlarından birisini oluşturmaktadır. Bu noktada gençlik mücadelesi, sermayenin üniversiter yaşama yönelik saldırılarına isyan bayrağını açarken aynı zamanda bir isyan kültürünü de üniversiter yaşamda yeşertmek zorundadır. Bireyci, uzman, apolitik kimliklerin parçalanması dayanışmacı, özgürlükçü ve siyasi bir gençlik kültürünün yaratılması gerekmektedir. Böyle bir kültür, kültür-sanat faaliyetlerinin teknik örgütlenmesi olarak algılanamaz. Alternatif üniversiter kültür, üniversiteli tüm muhaliflerin kendi bireysel yaşamlarından sistemin kokuşmuş kültürlerini temizleme mücadelesi demektir. (95 sonrasında gelişen hareketi bu noktada eleştirmek mümkündür.) Kalıcı bir gençlik faaliyetinin oluşması, üniversitede mücadele geleneklerinin yaratılması ve sistem karşıtı, alternatif bir üniversiter yaşamın örgütlenmesi olmaksızın mümkün değildir.

Gençlik mücadelesinin öznelerinin üniversiteye toplumsal bir kimlik kazandırmak için atması gereken adımlardan bir ikincisi ise üniversitede bilgi üretim ve yayım süreçlerine toplumsal bir bakış açısıyla müdahale etmekten geçmektedir. Derslikler, amfiler, laboratuarlar toplumsal bir bakış açısına sahip gençlerin, ideolojik karşı koyusunun ve ideolojik yeniden üretiminin mekanları haline getirilmelidir. Bu noktada gençlik mücadelesi öznelerinin, mücadelenin değişik dönemlerinde ifade ettikleri "amfilere dönme" basit olarak amfilere/amfilerde propaganda yapmak olarak algılanmamalıdır. Amfilerin, üniversitenin sistem karşıtı bir harekete kazanması, gençlik mücadelesi öznelerinin üniversitedeki tüm duruşlarını, üretimlerini toplumsal, bir bakış açısıyla oluşturmaları ve üniversitede bu bakışı egemen hale getirmeleri ile mümkün olacaktır.

Üniversiteye toplumsal kimlik kazandırılması, devrim mücadelesi veren bir üniversiteli hareketinin yaratılması olarak,- algılanmalı, bu hareketin ideolojik-politik-pratik tüm savunuları bu doğrultuda ele alınmalıdır.



Yüklə 0,52 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   13




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin