Aydınkaya’nın Küçükaydın’ın Protestosuna Cevabı
28 Ekim 2010 00:23
Demir Hocam selam,
Attığınız protesto mailini şaşkınlıkla okuduğumu belirtmek isterim. Doğrusu kullandığınız üslup, aşağılama tonundaki değerlendirmelerinizi hayretle ve esefle okudum.
Dergi yayın kurulu, tüzel kişilik olarak zaten size ayrıntılı bir cevap verecektir. Fakat kişisel olarak da size birkaç şey yazmak isterim. Kısa sayılamayacak bir kişisel tanışıklığımız ve Koxuz’de yazılarımı yayımlamanız aramızda doğal olarak bir hukuk oluşturmuştur. Bu nedenle yayın kurulu kimliğimle değil fakat bahsettiğim hukuka dayanarak bir iki şeyi hatırlatmak isterim.
Öncelikle teknik olarak birkaç bilgi vereyim size. Yazınız, bizi en fazla meşgul eden, üzerinde en fazla tartışma yaptığımız bir yazı oldu. Hatta bir toplantımızı alacak kadar vakit aldı. Yazının pek çok şeyini konuştuk. Fakat emin olunuz ki sansür ben dahil hiçbir arkadaşın gündeminde olan bir husus olmadı. Sansür tartışması yapan veya sansür uygulama ihtimali olan hatta sansürü terminolojisine alan bir kurumda çalışmayacağımı en başta sizin bilmeniz gerekirdi. Bu manada arkadaşlarımı da tenzih ederim. Sitenizde pek çok yazım yayımlandı. Yıllarca hem devletin hem çeşitli kurumların sansür uygulamalarını en açık ifadelerle bu yazılarda eleştiren bir kişiye bu ithamı yöneltmek açıkçası ya beni tanımamaktır ya da bana hakarettir. Bırakın sansürü, sırf bu anlayışları engellemek için “yıkıcı eleştiri” kavramını dahi dergimizin temel prensibi haline getirdik.
Ayrıca dönüp yazınızı bir de sansür memuru olarak okudum. Ama samimiyetime inanın, sansür kapsamına girebilecek bir konuyu göremedim. Bu nedenle sansür derken neyi kastettiğinizi pek anlamadım. Eğer kast ettiğiniz dergiyi eleştiren boyut ise yine samimiyetime inanın bu tutumunuzu yazınızın yayımlanması için artı bir değer olarak gördüm. Ki dergiye dair benzer tespitleri benim de yaptığımı size yazdığım yazıda da daha evvel söylemiştim.
Öte yandan gelen yazılara benim de arkadaşlarımın da katılıp katılmaması bizim için zerrece önemli değildir. Her sayıda yaklaşık 15 yazı yayımlanıyor. Kişisel olarak çoğu zaman yayımladığımız yazıların neredeyse hiç birisiyle dahi aynı fikirde olmayabiliyorum. Benim için önemli olan bu değil. Açıkçası benim için bir yazının literatürü hatırlatarak genel geçer şeyleri aktarması değil, bir şeyi eleştirel ela alması tercih sebebidir. Bu nedenle sorun yazınıza katılıp katılmama meselesi de değil.
Yazınız dediğim gibi yayın kurulunda etraflıca ele alındı. Hatta yayın kurulu oy çokluğuyla yazınızı koymadı. İma ettiğiniz gibi size karşı önyargılı falan değildik. Olsak zaten yazı istemezdik. Yazıyı birkaç arkadaş eksiklerine rağmen yayımlanabilir buldu. Çoğunluk ise yazıyı size yazılan gerekçelerle koymayı uygun bulmadı. (neden konulmadığına dair size yayın kurulu ayrıca bilgi verecektir.) Siz elbette neden konulmadığını sorgulayabilirsiniz. Fakat bu konuda eğer yenilir yutulur sözler yazmadan önce talep etseydiniz daha ayrıntılı bir maille size bilgi verebilirdik. Bundan sonra siz de kendi eleştirilerinizi yazabilirdiniz. Ve elbette sitenizde veya başka yerde bunu yayınlayabilirdiniz. Fakat siz bunu yapmadınız ve bizi hiçbir hukukla bağdaşmayan aşağılama yoluna gittiniz.
Sayın hocam, size kısaca yaşadığımız bu nahoş deneyime dair kısaca bilgi vermek istedim. Bu arada size red yanıtını benim vermem ise tamamen dergimizin iç çalışma şekliyle alakalı. Sizinle yayın kurulu adına ben iletişime geçmiştim. Yine size bildirimde bulunacak kişi de görevimin devamı olarak bana ait. Zaten zannederim konumuz şahsi değil.
Hocam, bir de teşhir tehdidiniz vardı unutmadan. Biz gizli saklı hiçbir şey yapmıyoruz. Kriminal şeyler yapıyormuşuz gibi bizi tehdit etmeyin. Elbette istediğiniz platformda yazınızı, yazışmalarımızı koyabilirsiniz. Teşhir etme, eleştirme hatta yıkıcı bir şekilde eleştirme hakkınız var. Fakat bu haklar herhalde size hakaret etme ve aşağılama hakkını sağlamaz.
Sonuç olarak yazı yayımlanır veya yayımlanmaz, bu ayrı bir mesele. Kaldı ki yaşam sadece yazılardan ibaret değil. Benim için şahsen yazı kadar yazı sahibinin bazı durumlardaki tavırları da önemlidir. Bu anlamda sizi dost olarak bilen kişilere karşı takındığınız düşmanca tavra ve aşağılayıcı ifade tonuna hayret ettiğimi belirterek bitireyim.
*
Dipnot Yayın Kurulu’nun Küçükaydın’ın Protestosu’na Cevabı
28 Ekim 2010 Perşembe 00:00
Merhaba,
Biz de söze sizin adınıza üzüldüğümüzü ve sizin adınıza hayal kırıklığına uğradığımızı ifade ederek başlayalım. Bunun iki boyutu var. İlki bizimle paylaştığınız yazınız. Diğeri ise bize gönderdiğiniz (sizin terminolojinizle) buram buram hezeyan kokan ölçüsüz protesto metniniz. Önce ilkinden başlayalım.
Sizin görüşlerinizi biliyoruz. Tam da bunun için sizden yazı talebinde bulunduk. Hatırlayacak olursanız, daha önceki çalışmalarınızdaki yaklaşımınızdan hareketle “Beşikçi sosyolojisinin pozitivizm üzerinden eleştirisi” bağlamında bir yazı istemiştik. Çünkü, derginin üçüncü sayısının dosya konusunu (pozitivizm ve bilimcilik) kurgularken özgün bir bakış açısına sahip olması hasebiyle böylesi bir yazının bulunmasının yerinde olacağını düşünmüştük. Oysaki siz bize on altı sayfalık bir metinde, Beşikçi sosyolojisinden yalnızca son bir yahut bir buçuk sayfasında geçerken değinen başka bir yazı gönderdiniz.
Bize gönderdiğiniz yazının iddiası da aslında heyecan vericiydi. Yani, hakim algının zıttı olacak bir biçimde; “Modernite, Aydınlanma ve Pozitivizm” arasındaki ortaklıkların altını çizmenin aksine, ilişkisizliği savunan bir pozisyonu savunmak önemli. Ancak ne yazık ki sizin gönderdiğiniz yazının bu iddiaya katkı sunacak doygunluktan ve tutarlılıktan yoksun olduğuna, polemiğin sığ sularında debelenen bir mecrayı aşamadığına üzülerek şahit olduk. Dergimize ve okuyucularımıza böyle bir haksızlıkta bulunup, büyük iddialarını ortaya koyamamış, mimarisi, anlam bütünlüğü, akışı ve örgüsü oldukça problemli bir yazıya sayfalarımızda yer veremezdik. Yine biçimsel olarak yazım tekniği açısından iddialı bir başlık koyup, o başlığın altına yalnızca üç satır karalayıp bırakmanın ve başka bir başlığa geçmenin mantığını anlamakta zorlandığımızı ifade etmeliyiz.
Öte yandan biçim ve öz arasındaki ontolojik ilişkiyi hatırlamanız gerçekten sevindirici. Bu kadim felsefi ilişkiye değindiğinize göre, bize gönderdiğiniz yazınızda biçimin özü nasıl gölgelediğini de farketmiş olmalısınız. Bize gönderdiğiniz yazıya sinen aşağılayıcı, didaktik, kibirli, hizaya getirmeye çalışan sömürgeci dilin, yani biçimin nasıl bir özsel arkaplana dayandığını kendiliğinden ifade etmiş oldunuz. “Madem böyle ciddi bir sosyal bilim dergisi çıkarmaya niyetlendiniz, size öğreteyim de kendinize gelin” gizli başlığıyla döktürmüşsünüz. Bu başöğretmen tavırlara ve sömürgeci dilin buyurgan tavrına biz çok muhatap olduk. Alışkınız buna. Aslında dostlarımızdan da buna alışkınız. Fakat hiç değilse dostlarımız bunu gözümüze sokmadan yapmaya gayret ederdi. Fakat sayenizde gözümüze parmak sallanarak bu işin yapıldığını da gördük.
Kusura bakmayın; yazının muhatabı olan okuyucu kitlesini aşağılayan, kendi görüşlerini ifade etmesine bir biçimde olanak sunan bir platforma yukarıdan bakan - had bildiren, “nasıl dergi çıkarılır” başlıklı hiyerarşik dersler vermeye kalkan, bunu yaparken bir elinde marangozdan yaptırdığı meşe ağacından sopayla tehditkar bir üslup kullanan başöğretmen bilgiçliği biçimindeki hezeyanlarınıza alet olamazdık. Bunu, yeni sayımızı heyecanla bekleyen okuyucularımıza yapmaya hakkımızın olmadığını düşündük. Bunda ne kadar haklı olduğumuzun sağlamasını yaptığınızın da umarız ki farkına varırsınız.
Protesto metninizde sıklıkla zikrettiğiniz sansürcülük ve “dar kafalı sansür memurları” mevzusuna gelince. Bu derginin yola çıkma gerekçelerinden en önemlisi bahsettiğiniz sansürcü anlayışlara meydan okumaktır. Emin olunuz ki hayatınızda herhangi sıradan bir Kürdün onda biri oranında dahi sansüre maruz kalmamışsınızdır. Bu nedenle bize sansür dersi veremezsiniz. Bu derginin çıkması başlı başına sansürcü geleneğe başkaldırıdır. Bu nedenle yazısı yayımlanmayan her yazarın yaptığı gibi sansür klişesine başvurmanıza, işin kolayına kaçmanıza hiç gerek yok. Sansür konusunda bu nedenle biz çok hasassız. Bundan bahsettiğiniz için, yani dar kafalı sansür memurluk görevimizi de hatırlayarak bir daha dönüp yazıya bu sefer sansüre değer bir şey var mı diye baktık. Fakat emin olunuz ki yazınızda sansüre değer bir konu bile bulamadığımızı da yeri gelmişken hatırlatalım. Yayın kurulumuzun görevi, dergimizin ilk sayısında “Dipnot Dergisi Niçin Çıkıyor?” metniyle ifade etmeye çalıştığımız temel hedefler-ilkeler ışığında ve ortaya konulan iddialar temelinde ciddi bir yayın politikası inşa etmek. Tek gayemiz ve çabamız, “yeni bir sosyal bilim” şiarıyla demokratik modernite imkanını gündemleştirip, bunun tartışma zeminini sağlayan antikapitalist bir platform dergiyi kurumsallaştırmak. Dolayısıyla, bize gelen yazıları, gönderen kişinin titri, ünvanı, statüsü ne olursa olsun bu ilkeler temelinde titiz bir okumadan geçirmek de bu iddianın belirleyiciliğinde, haliyle bizim boynumuzun borcu. Yayın kurulunun gönderilen yazıların akıbetine karar verme yetkisi olduğunu zaten okuyucularımıza dergimizin her sayısında ve ayrıca internet sitesinde künyemizin hemen altında ilan etmiş bulunuyoruz. Dolayısıyla size de malumun ilanını yapmaya gerek görmedik.
Size gönderdiğimiz cevabi nitelikteki bu yazının hem ilk hem de son olduğunu belirtiyor, ciddi anlamda ilgi alanınıza girdiğini satırlarınızdan öğrendiğimiz rating, okunma sayısı, besucher, dergi satış rakamı gibi gerçekliğin matematiksel ifade çabalarını mutlaklaştıran mantığınız ve uğraşlarınızla sizi başbaşa bırakıyoruz.
Teorik boyutuyla radikal demokrasi iddianızı coşkuyla desteklediğimizi, hatta aynı yolun yolcusu olduğumuzu düşünüyorduk. Ancak radikal demokrasi inşasının öncelikle demokratik olgunlukla ilmek ilmek örülmüş bir üslup ve ifadenin inşasından geçtiğini tavırlarınızla bize bir kere daha hatırlama imkanı verdiniz.
Selametle
Dipnot Dergisi Yayın Kurulu
*
Dostları ilə paylaş: |