2. Uhud Savaşı
Yüce Allah, Kureyş'in ileri gelenlerini Bedir'de öldürüp benzerini tatmadıkları bir belaya uğratınca Ebû Süfyân b. Harb, Kureyş'in ileri gelenlerinin başvurması üzerine başkan oldu. O, (Mekkelileri) Hz. Peygamber'e ve müslümanlara karşı kışkırtmaya başladı. Kureyş'ten, müttefiklerinden409 ve Ehâbiş kabilesinden yaklaşık üç bin asker topladı. Erkeklerin savaştan kaçmamalarını sağlamak ve kendilerinden güç almak için kadınlarını da yanlarına aldılar. Sonra orduyu Medine'ye doğru getirip Uhud dağına yakın "Ayneyn" denilen bir yerde konuşlandılar. Bu olay hicretin üçüncü yılının Şevval ayında oluyordu/idi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, onlara karşı yola çıkma ya da Medine'de kalma konusunu ashabıyla istişare etti. Kendi görüşü Medine'den çıkmayıp orada savunma durumu alınması, şayet müşrikler Medine'ye girerlerse onlarla, müslüman erkeklerin sokak başlarında, kadınların ise damların üstünde savaşması şeklindeydi. Bu görüşe Abdullah b. Übey katıldı. Fakat Bedir savaşına katılamayan sahabenin önde gelenlerinden bir grup, Hz. Peygamber'e şehir dışına çıkma yönünde görüş belirttiler. Allah Resûlü kalktı, evine gitti ve zırhını giydi. Hz. Peygamber, 1000 kadar sahabenin başında sefere çıktı. Medine'de kalanlara namaz kıldırması için İbn Ümmü Mektûm'u vekil bıraktı. cuma günü sefere çıktı.
Medine ile Uhud arasında bulunan Şavt'a vardıklarında Abdullah b. Übey, askerin üçte biri ile ayrılarak: "Bana muhalefet ediyor ve benden başkasını dinliyorsun." dedi. Abdullah b. Amr b. Hüzâm onları kınayarak ve caydırmaya çalışarak peşlerinden gitti ve: "Gelin! Allah yolunda ya savaşın ya da savunmada bulunun!" dedi. "Savaşacağınızı bilseydik dönmezdik." dediler.410 Abdullah b. Amr onları takipten vazgeçti ve kendilerine küfretti. Ensârdan bir grup Hz. Peygamber'e anlaşmalıları olan yahudilerden yardım istemeyi teklif etti, fakat Resûlullah bunu reddetti.
Resûlullah Uhud'a varıp vadinin ağzındaki Şi'b mevkiine kadar yoluna devam etti. Uhud dağını arkasına aldı. Ashabına, kendilerine emredinceye kadar savaşmalarını yasakladı. Cumartesi günü olunca aralarında 50 atlının bulunduğu 700 kişinin başında savaşa hazırlandı. Okçuların başına -ki elli kişiydiler- Abdullah b. Cübeyr'i koyup, yırtıcı kuşların askeri kapıp götürdüğünü görseler bile yerlerinde durmalarını ve orayı asla terk etmemelerini emretti. Bu okçular ordunun arkasında konuşlanmışlardı.411 Onlara, müslümanları arkadan çevirmemeleri için müşrikleri okla püskürtmelerini emretti.
Hz. Peygamber o gün iki zırhını412 iç içe giyerek ortaya çıktı. Bayrağı Mus'ab b. Umeyr'e verdi. O gün gençlerin kendisine gösterilmesini istedi ve savaşamayacak derecede küçük gördüğü gençleri geri çevirdi. Abdullah b. Ömer, Üsâme b. Zeyd, Zeyd b. Sâbit, Üseyd b. Zahîr, Berâ b. Âzib, Zeyd b. Erkam, Arâbe b. Evs ve Amr b. Hüzâm bunlardandı.413 Savaşabilecek seviyede gördüklerine ise savaşmalarına izin verdi. On beş yaşlarında olan Semüre b. Cündeb ve Râfi' b. Hudeyc/Haîc bunlardandı.
Kureyşliler de savaşa hazırlandılar. Aralarında, 200 atlının bulunduğu 3000 kişiydiler. Sağ kanadı Hâlid b. Velid'in, sol kanadı İkrime b. Ebû Cehil'in komutasına verdiler. Resûlullah kılıcını Ebû Dücâne Simâk b. Hareşe'ye verdi. Ebû Dücâne, savaşta şimşek gibi hareket eden cesur bir kahramandı. Daha sonra müslümanlar şiddetli bir şekilde savaştılar.
O gün müslümanların parolası: "Öldür!" idi. Günün başında üstünlük müslümanların lehine, kâfirlerin aleyhine idi. Allah düşmanları bozguna uğrayıp öylesine geri dönüp kaçtılar ki kadınlarının yanına vardılar. Okçular, onların yenilgisini görünce, Resûlullah'ın korumalarını emir buyurduğu mevziilerini terk ettiler ve: "Arkadaşlar! Haydi ganimete, ganimete!" demeye başladılar. Komutanlarının, Resûlullah'ın sözünü hatırlatmasına rağmen onu dinlemediler. Müşriklerin geri dönmeyeceğini zannederek ganimet toplamaya gittiler ve geçidi boşalttılar.
Derken müşrik atlıları geri döndüler ve geçidi boş buldular; zira okçular yerlerinde değildi. Hemen geçitten geçtiler ve müslümanları arkadan çevirmeye imkan bulup kuşattılar. Allah Teâlâ, müslümanlardan ikram edeceğine şehitliği ikram etti ki bunlar 70 kişiydiler. Sahâbe geri çekildi.
Müşrikler Resûlullah'ın yanına kadar geldiler; yüzünü yaraladılar, alt çenesinin sağ tarafındaki küçük azı dişini kırdılar, başındaki miğferini parçaladılar; ona taş attılar. Nihayet fâsık Ebû Âmir'in müslümanlara tuzak kurmak için kazdığı çukurlardan birine yanı üzere düştü. Hz. Ali elini tuttu. Talha b. Ubeydullah kucaklayıp bağrına bastı (vücudunu ona siper etti). Mus'ab b. Umeyr önünde öldürüldü. Bayrağı Hz. Ali'ye verdi. Miğfer halkalarından ikisi yüzüne batmıştı. Bunları Ebû Ubeyde b. Cerrâh çıkarttı. Öyle asıldı ki, Resûlullah'ın yüzündeki o iki halkayı ısırmasının şiddetinden alt ve üst çenesinin ikişer ön dişi söküldü. Ebû Saîd el-Hudrî'nin babası Mâlik b. Sinân, elmacık kemiğinin üstündeki (yaradan sızan) kanı emdi. Müşrikler onu fark etmişlerdi. Allah'ın kendileri ile O'nun arasında engel olmamasını istiyorlardı. Müslümanlardan on kadarı öldürülünceye kadar O'na siper oldular! Sonra Talha müşriklere, Resûlullah'tan uzaklaştırıncaya kadar kılıç salladı. Ebû Dücâne (yüzünü Hz. Peygamber'e dönerek) sırtını siper etti; oklar sırtına saplanıyor fakat o hiç kıpırdamıyordu!! Şeytan en yüksek sesiyle: "Muhammed öldürüldü." diye bağırdı. Bu haber müslümanlardan çoğunun gönlüne düşünce, birçoğu kaçtı. (Halbuki Allah'ın emri kesinleşmiş bir hükümdür.)414
Enes b. Nadr, silahlarını atmış bir grup müslümana rastladı:
-Ne bekliyorsunuz? dedi. Onlar:
-Resûlullah öldürüldü, dediler.
-Onsuz bir hayatta ne yapacaksınız? Kalkın ve onun öldüğü şey uğruna ölün! dedi. Sonra düşmana doğru yöneldi. Sa'd b. Muâz'a rastlayınca:
-Ey Sa'd! Uhud dağının yanında cennet kokusunu duyuyorum, dedi; sonra öldürülünceye kadar savaştı. Vücudunda yetmiş darbe izi bulundu. O gün Abdurrahman b. Avf da yaklaşık yirmi yara almıştı.415
Resûlullah müslümanlara doğru ilerledi. O'nu miğferi altında ilk tanıyan Ka'b b. Mâlik oldu. Hemen en yüksek sesiyle: "Müslümanlar! Müjdeler olsun! İşte Allah'ın Resûlü!" diye bağırdı. Hz. Muhammed eliyle ona susmasını işaret etti. Müslümanlar hemen yanında toplandılar. Kendisiyle birlikte daha önce konuşlandıkları Şi'b mevkiine doğru gittiler. Bunlar arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Hâris b. Sımme el-Ensârî ve başka sahabiler de vardı. Dağa tırmanmaya başladıklarında, "Avd" denilen atına binmiş Übey b. Halef, Resûlullah'a yetişti. O Mekke'de iken atını besler ve: "Muhammed'i bunun üzerinde öldüreceğim." derdi. Resûlullah'a yaklaşınca, Hz. Peygamber Hâris b. Sımme'den mızrağını aldı ve onunla Übey'i yaraladı. Darbe köprücük kemiğine denk gelmişti; perişan bir halde geri döndü. Bu yaradan öleceğini kesin olarak anladı. Nitekim Mekke'ye dönüşü sırasında yolda "Serif" denilen yerde öldü.
Hz. Peygamber oradaki büyük bir kayanın üzerine çıkmak istedi fakat yapamadı. Talha çöktü, Resûlullah da onun sırtına basarak kayaya çıktı. Namaz vakti gelmişti. Onlara oturarak namaz kıldırdı. Resûlullah o gün ensâr bayrağı altında durdu.
Müslümanlar müşriklerin bayraktarını öldürdüler. Bayraklarını Amra bt. Alkame el-Hârisiyye isimli kadın yerden kaldırdı ve bayrak etrafında toplandılar. Ümmü Umâre -Nesibe bt. Ka'b el-Mâziniyye- çok çetin bir biçimde savaştı. Amr b. Kamie'ye darbe üstüne darbe vurdu, ancak onu üzerindeki iki zırhı korudu. Bu kez Amr, ona kılıçla vurdu ve omzundan ağır bir şekilde yaraladı.
Savaş bitince Ebû Süfyân dağa çıkıp seslendi:
-Muhammed aranızda mı?. Oradakiler cevap vermediler. Tekrar sordu:
-Ebû Kuhâfe'nin oğlu (Ebû Bekir) aranızda mı? Yine cevap vermediler. Bu sefer:
-Ömer b. Hattâb aranızda mı? diye sordu; yine cevap vermediler. Ebû Süfyân'ın kendisi ve kavmi, İslâm'ı ayakta tutanların bu üç şahsiyet olduğunu bildikleri için yalnızca bu üçünü sordu. Sonra:
-Bunları öldürdüysek, size bu kadarı yeter. dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer:
-Ey Allah'ın düşmanı! Adını saydıkların hayattadır. Yüce Allah sana kötülüğü dokunacak olanı sağ bıraktı, demekten kendini alamadı. Ebû Süfyân:
-En büyük Hübel! dedi. Hz. Peygamber: 'Cevap vermiyor musunuz?!' buyurdu. Ashab:
-Ne diyelim? dediler. Allah Resûlü:
-Allah en büyüktür, en yücedir! deyin buyurdu. Sonra Ebû Süfyân:
-Bizim Uzzâ'mız416 var, sizin Uzzâ'nız yok! dedi. Hz. Peygamber:
-Cevap vermiyor musunuz?! buyurdu. Ashab:
-Ne diyelim? dediler. Allah Resûlü:
-Allah bizim mevlâmızdır, sizin mevlânız yok, deyin, buyurdu. Sonra Ebû Süfyân:
-Bugün Bedir'e karşılık bir gündür. Savaş dönüşümlüdür, dedi. Hz. Ömer buna şöyle cevap verdi:
-Hayır, eşit değiliz; çünkü bizim ölülerimiz cennette, sizin ölüleriniz ise cehennemdedir."
İbn Abbas: "Allah Elçisi Uhud savaşında yardım olunduğu gibi hiçbir yerde yardım olunmadı!" dedi. Onun bu görüşünü inkar ettiler. Bunun üzerine: "Benimle inkar eden arasında Allah'ın kitabı hakemdir; zira Allah'ın kitabı şöyle demektedir: "Andolsun, Allah, izniyle onları (müşrikleri) kırıp geçirdiğiniz sırada size olan vaadini gerçekleştirdi."417 Ayetteki "el-hass" kelimesi öldürmek anlamındadır. Savaş, günün başında müşriklerden yedi veya dokuz kişi öldürülünceye kadar Resûlullah'ın ve ashabının lehinde idi." dedi ve hadisi zikretti. Allah Teâlâ, Bedir ve Uhud savaşlarında kendisinden bir güvenlik olarak müslümanların üzerine bir uyuklama indirdi. Savaşta ve korku anındaki uyuklama Allah'tan olan emniyete delildir; fakat namaz, zikir ve ilim meclislerindeki uyuklama ise şeytandandır.
Buhârî ve Müslim'de Ebû Hâzim'den rivâyet edildiğine göre, kendisine Resûlullah'ın yarasını sormaları üzerine şöyle anlattı: "Vallahi, ben Resûlullah'ın yarasını kimin yıkadığını, suyu kimin döktüğünü ve ne ile tedavi edildiğini bilirim. Kızı Fâtıma yarasını temizliyor, Ali b. Ebû Tâlib de suyu döküyordu. Hz. Fâtıma suyun kanı fazlalaştırdığını görünce, bir hasır parçası alıp o parçayı yaktı ve yaraya sürdü; kan da dindi.418
Dostları ilə paylaş: |