Onlar bugün gelecek olurlarsa ben hasta değilim; İşte mükemmel silah ve âletler.
Çarpışma başladı ve orada iki müslüman şehid edildi. Bunlar Hâlid b. Velîd'in süvari birliğindeydiler. Müşriklerden ise on iki civarında adam öldürüldü. Müşrikler yenildiler. Silah hazırlayan Himâs da yenildi, evine kaçtı ve karısına:
-Kapıyı üzerime kapa! dedi. Karısı ona:
-Hani dediğin nerede kaldı? dedi.
Resûlullah kalktı. muhâcirler ve ensâr, önünü, arkasını ve etrafını sarmış bir halde Mescid-i Harâm'a girdi. Hacer-i Esved'e doğru yöneldi, onu selamladı. Sonra Kâbe'yi tavaf etti. Elinde bir yay vardı. Kâbe'nin çevresinde ve üzerinde üç yüz altmış put vardı. Elindeki yayla putları iteleyip şöyle diyordu: "Hak geldi, bâtıl yok oldu; zira bâtıl yok olmaya mahkumdur."454 "Hak geldi. Bâtıl, ne yoktan bir şeyi var edebilir, ne de yok olanı getirebilir/diriltebilir."455 Resûl-i Ekrem'in itmesi üzerine putlar yüzleri üstü birbiri üzerine devriliyordu.
Hz. Peygamber, tavafını devesi üzerinde yapıyordu. O gün ihramlı değildi. Sonra Osman b. Talha'yı çağırdı ve Kâbe'nin anahtarlarını ondan aldı. Kâbe'nin içindeki resimler ile Hz. İbrahim ve İsmail'in fal okları çekiyor halde yapılmış resimlerini yok etti. Sonra namaz kıldı ve tekbir getirerek Kâbe'nin içinde dolaştı. Sonra kapının önünde durdu. Kureyş ise sıra sıra olmuş Hz. Peygamber'in ne yapacağını endişe içinde bekliyorlardı. Bunun üzerine Allah Resûlü şöyle buyurdu:
Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. O, tektir. O'nun hiçbir ortağı yoktur. O, vadini yerine getirdi ve kuluna yardım etti. Bütün düşman topluluklarını tek başına bozguna uğrattı. İyi bilin ki, cahiliye çağına ait her şey, mal ve kan davaları, Kabe'ye hizmet ile hacılara su dağıtma âdetleri dağıtma dışında hepsi de şu iki ayağımın altındadır, kaldırılmıştır. Ey Kureyşliler! Muhakkak Allah, cahiliye gururunu, cahiliye atalarıyla övünüp büyüklenmeyi sizden kaldırmıştır. Bütün insanlar Adem'den, Adem ise topraktan yaratılmıştır.
Sonra şu âyeti okudu: "Ey insanlar! Şüphesiz, Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz, Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır."456
Hz. Peygamber, "ey Kureyş topluluğu! Şimdi size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?" diye sorunca, onlar:
-İyilik yapacağını. Çünkü, sen iyi bir kardeşsin, iyi bir kardeş oğlusun, dediler. Hz. Peygamber:
-Ben, size Hz. Yûsuf'un kardeşlerine dediğini söyleyeceğim: 'Bugün size kınama yok!'457 Gidin, sizler serbestsiniz. Sonra Mescid-i Harâm'da oturdu. Hz. Ali, Kâbe'nin anahtarları elinde O'na doğru geldi ve:
-Ey Allah'ın Elçisi! Kabe'nin kapıcılığı (hicâbe) ile hacılara su dağıtma (sikâye) işini bize ver. Allah'ın selamı üzerine olsun, dedi. Allah Resûlü:
-Osman b. Talha nerede? diye sordu. Çağrıldı ve ona:
-İşte anahtarların ey İbn Talha. Bugün iyilik ve vefa günüdür.
Sonra Hz. Peygamber, Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hânî'nin evine girdi, boy abdesti aldı ve orada sekiz rekat namaz kıldı. Kuşluk vakti idi. Bu yüzden bazıları bu namazın, kuşluk namazı olduğunu zannettiler. Halbuki bu, Allah'a şükretmek için kıldığı fetih namazı idi; zira Ümmü Hânî'nin: "Bu namazı kıldığını ne bundan önce, ne de bundan sonra gördüm." dediği bunun delilidir.
İslâm komutanları, bir kaleyi veya bir şehri fethettikleri zaman, Allah Resûlü'ne uymak için bu namazı kıldılar.
Hudeybiye barışı, bu büyük fethe bir başlangıç ve bir hazırlıktı. Bu barış sayesinde insanlar birbirine güven duydular ve birbirleri ile konuştular, İslâm hakkında tartıştılar. Mekke'deki imanlarını gizleyen müslümanlar dinlerini açığa vurma, ona çağrıda bulunma imkanı buldular. Bu barış sebebiyle pek çok insan İslâm'a girdi. bu yüzden Allah Teâlâ, onu bir "fetih" olarak isimlendirdi: "Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik."458 Bu ayet Hudeybiye barışı hakkında inince Hz. Ömer: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu bir fetih midir?" diye sordu. Hz. Peygamber: "Evet!" dedi. Allah Teâlâ Hudeybiye'nin bir fetih olduğunu şu ayetlerle yineledi: "Andolsun, Allah, Peygamberi'nin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başlarını kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi." 459 Büyük olayların öncesinde, onlara bir giriş niteliğinde mukaddimeler takdim etmek Allah'ın adetidir. Nitekim Hz. İsa ve babasız yaratılışı kıssasının öncesinde, Hz. Zekeriya kıssasını ve onun durumundakilerin çocuk sahibi olamayacağı kadar yaşlı oluşuna rağmen ona çocuk verişini anlatmıştır. Yine kıblenin nesh edilmesinin öncesinde Kabe'nin tarihini, yapılışını ve hürmete layık oluşunu, isminin yüceltilişini, yapıcısını ve onun övgüye layık oluşunu anlattı. Bütün bunlardan önce neshi ve onu gerektiren hikmetini zikretmek suretiyle bir ön giriş yaptı.
Aynı şekilde Resûlünün peygamber olarak gönderilmesi öncesinde Fil kıssasını, kâhinlerin onu müjdelemelerini ve başka şeyleri anlatmıştır. Uyanık halde iken vahyin gelmesinden önce Resûlullah'ın gördüğü Salih rüyalar da aynı şekilde bir mukaddimedir. Hicret de cihat emri öncesi yine bir mukaddimedir.
Şeriat ve kaderin sırlarını gereği gibi düşünen, onun hikmetinin, akılları hayrete düşüren hallerini görür.
Bu savaşta (Mekke'nin fethi) anlaşmalılar, devlet başkanının zimmetinde, himaye ve koruması altında bulunanlarla savaştıklarında, devlet başkanına savaş açmış sayılacaklarına delalet etmektedir. Anlaşmalılar ses çıkarmadıkları, karşı gelmedikleri ve buna razı oldukları takdirde, bizzat yapanlarla destekçileri dahil hepsinin anlaşması bozulmuş olur. Kureyş'ten Bekiroğulları'na yardım edenler onların bir kısmı idi ve hepsi onlarla birlikte savaşmamışlardı. Bununla birlikte Hz. Peygamber hepsine birden savaş açmıştır. Nasıl sulh anlaşmasını tabi olarak girmişler ve onlardan her biri ayrı bir sulh anlaşması yapmamış, yapılan anlaşmaya razı olup kabullenmişlerse, işte onların anlaşmayı bozmalarının hükmü de aynen böyledir. İşte bu, Allah Resûlü'nün sünnetidir.
Bunun bütüne şamil edilmesi her bir fert anlaşmayı bozacak davranışı bizzat yapmış olmasa bile, onların cemaatinin buna razı olmaları halinde anlaşmayı bozan zimmîlere bu hükmün icra edilmesi demektir. Nitekim Hz. Ömer bazı yahudiler oğluna saldırdıklarında ve bir evin damından taş atıp kolunu kırdıklarında Hayber Yahudilerini yurtlarından sürmüştür. Hatta Hz. Peygamber Kurayzaoğulları'nın bütün savaşçılarını öldürmüş, onlardan her birine anlaşmayı bozup bozmadığını sormamıştır. Sadece iki adamın suikaste teşebbüs etmesine rağmen Nadîroğulları'nı sürmesi de böyledir. Kaynukaoğulları'na da böyle davranmıştır. Fakat Abdullah b. Übeyy, Hz. Peygamber'den onları bağışlamasını istemiştir. İşte Resûlullah'ın şüphesiz tavrı ve metodu budur.
Müslümanlar, destekçinin bizzat savaşa katılan kimse gibi olduğuna dair icma etmişlerdir; ganimet taksiminde ve sevap kazanma hususunda da hepsinin tek tek savaşa bizzat katılmaları şart değildir.
Yol kesicilerin de hükmü böyledir: Destekçileri de bizzat buna katılanlar gibidir. Çünkü bizzat yapan, ancak geride kalanlardan aldığı güç sayesinde kötülüğe girişmiştir, onlar olmasa ulaştığı şeye ulaşamaz. Şüphesiz doğrusu budur.
Düşman tarafın elçileri öldürülmez. Nitekim Ebu Süfyan anlaşmayı bozanların hükmüne dahil olduğu halde Allah Resûlü onu öldürmemiştir. Çünkü o, kavminin peygambere gönderdiği bir elçi idi.
Kadınlarla müt'a nikahının mübah kılınması da bu savaşta meydana gelen şeylerdendir. Sonra müt'a nikahını Mekke'den çıkmadan önce haram kılmıştır.
Buhârî ve Müslim İbn Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet etmektedirler: "Biz Resûlullah ile birlikte savaşıyorduk. Beraberimizde kadınlarımız da yoktu. Bunun üzerine: 'Hadım olalım mı?' diye sorduk. Fakat Resûlullah bize bunu yasakladı. Sonra bize elbise karşılığında belli bir zamana kadar kadınlarla nikâhlanmamıza izin verdi."460 Sonra Abdullah: "Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı şeylerin iyi olanlarını kendinize haram kılmayın. Haddi aşmayın. Zira Allah haddi aşanları sevmez."461 ayetini okudu.
Abdullah'ın bu âyeti, bu hadisin ardından okuması iki şekilde yorumlanabilir: 1) Müt'ayı yasaklayanların görüşünü reddetmektedir. Ayrıca müt'a iyi bir şey olmasaydı Resûlullah onu mübah kılmazdı. 2) Ayetin son tarafı, müt'ayı mutlak sûrette mübah göreni reddetmektedir ve mübah gören kimsenin haddi aşan bir kimse olduğunu bildirmektedir. Zira Resûlullah müt'a konusunda sadece zaruret sebebiyle, gazve sırasında duyulan ihtiyaç zamanında, kadınların bulunmadığı ve kadına şiddetle ihtiyaç duyulduğu vakitte izin vermiştir. Kadınlar çok iken ve normal nikahın kıyılmasına imkan varken, mukîm halde müt'aya izin veren kimse haddi aşmıştır. Allah ise haddi aşanları sevmez.
Dostları ilə paylaş: |