Zor dönem devrimcileri (Not 1: Parentez içindeki rakamlar kitabın orjinal sayfa numarasıdır. Sayfa numaraları o sayfanın sonunu işaretler)



Yüklə 1,22 Mb.
səhifə44/53
tarix06.09.2018
ölçüsü1,22 Mb.
#78071
növüYazı
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   53

Sabah, yani ondördüncü gün, DGM’ye çıkarıldım. Bu kez Hüseyin Yadigar Özüdoğru olarak DGM’ye çıkmıştım. Savcıya bu yeni kimliğimle ifade verdim. Savcının odasından çıktım. Uzun bir beklemeden sonra tam hakimin odasına girecekken, tim şefi, elinde bir faksla yanıma geldi. İstanbul’dan faks geldiğini, benim Habip Gül olduğumu ve daha önce de İstanbul ve Adana’da yakalandığımı, hışımla söyledi. Benden önce, hakimin yanına giderek, durumu açıkladı. Beni yeniden(296)emniyette sorguya almak için hakimden izin istedi. Bu beklenmedik gelişme üzerine ifadem hakimlikçe, Habip Gül olarak alındı. Bütün işkencecilerin suratı görülmeye değerdi o sırada. “Bizi nasıl ondört gün atlattın”, diye köpürüyorlardı.

22 Mayıs 1996 günü Habip Gül olarak Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevi’ne geldiğimde perişan haldeydim. Ölüm Orucu'na dönüşüp, oniki devrimcinin şehit düşmesiyle sonuçlanacak olan süresiz açlık grevi, bizden iki gün önce, 20 Mayıs günü başlamıştı. Bir haftalık bir dinlenmeden sonra süresiz açlık grevine katıldım. Grevin ellinci gününde, örgütümüzün kararıyla, gönüllü olarak, Ölüm Orucu'na başladım. Oniki şehit verilerek 20 Temmuz günü zaferle sonuçlanan Ölüm Orucu'nun bittiği gece hastaneye kaldırılırken kalp krizi geçirdim. Doktorların müdahalesiyle yaşama dönmüştüm.

Yeniden Habip Gül olmuştum.

Ankara Ulucanlar Cezaevi’ne geldikten onbeş gün sonra Sabah gazetesinde fotoğrafımla beraber gerçek kimliğimin açığa çıktığını okudum. Nevzat Çiftçi... Tabii bu duruma, benimle beraber tutuklanan yoldaşlarım epeyce şaşırdılar. Polis, parmak izlerimden yola çıkarak, gerçek kimliğime, yani Nevzat Çiftçi’ye ulaşmıştı.

Bundan emin olmak için anneme gidip fotoğrafımı göstermişler. “Biz bunu vurduk, eğer senin oğlunsa gel cenazeyi al!” demişler. Annem de panikleyerek, ağlamış ve fotoğrafın bana ait olduğunu söylemiş. Böylelikle, annem, karım ve çocuklarım yedi yıl sonra nerede olduğumdan ve yaşadığımdan haberdar oldular. Ancak Ölüm Orucu bittikten sonra ailemle görüşebildim. O gün, rastlantıyla çocuklar için açık görüş vardı. Daha üç aylıkken ayrıldığımız oğlum Yoldaş, ziyaretime geldiğinde yedi yaşındaydı. Kocaman bir delikanlı(297)olmuştu. Yüzünde utangaç bir ifade vardı. Hayatın garip cilvesi, oğlum beni tanımadı. Çünkü beni sadece fotoğraflardan görmüştü. Tanımlaması güç, tuhaf duygular içindeydim. Oğlumun büyümüş olması bana gurur ve güven veriyordu. Onun koşup bana doğru gelmesini beklerken, başka bir arkadaşın kucağına gitmesi, bizi epey güldürmüştü. Sonra da böyle güldüğümüz için Yoldaş’a karşı suçluluk duyup utanmıştık.

Şimdi çocuklarımla ilişkilerimin iyi olduğu pek söylenemez. Birbirimize karşı adeta birer yabancı gibiyiz. Ayrı kaldığımız o koca yıllar, aramıza görünmez bir duvar örmüş sanki.”

Habip’in cezaevinden daktilo edip gönderdiği yaşam öyküsü bittiğinde saatler geceyi yarılamıştı.

Televizyonlar, Ulucanlar Cezaevi’nde öldürülenlerin adlarını veriyordu. Kars rahat uykusundaydı; tıpkı Ankara, İstanbul... gibi. Habip’in ruhu caddelerde ve sokaklarda kol geziyordu. Kars’ın sakin gecesinde acı bir hıçkırık patlıyordu.

Mahmut Alınak(298)

****************************************************

Asla affetmeyeceğim”

Ümit Altıntaş, Ankara Merkez Cezaevi’nde “operasyon”da öldürülen on tutukludan biriydi. Melek Altıntaş eşinin ölümüyle hukukun bir kez daha çiğnenişine tanık oldu. Ümit yaşasa belki ceza alacaktı ama... romanını yazıp kahkahasını atacaktı...

Genç bir ölümün önünde, bütün gençliğiyle dikiliyor. Zamansız.

Oysa konuşulacak çok şey vardı daha.

Gidilecek çok yol...

Daha ilk adımdaydılar, korkusuz, çıplak ve duru...

Yükleri ağırdı: Eskitilmiş, kirletilmiş bir dünya.

Düşleri herkes içindi: Eşitlik, özgürlük ve yaşanılabilir bir dünya...

O gece, 25 Eylül’de, gecenin üçünde ateş açıldı(299)hesapsız düşlerine...

O sabah, yani birkaç saat sonra Melek Altıntaş televizyondan öğrendi. Güvenlik güçleri Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde “operasyon” başlatmış, silah kullanılmış, çok sayıda tutuklu ve hükümlü yaralanmıştı. Yola çıktı:

Mola yerine vardığımızda Habip’in öldüğünü duydum. Başka ölüler de olduğu söyleniyordu. Eşimin, Ümit’in de aralarında olduğunu düşündüm...”

Akşama doğru Ankara’ya vardığında önce yaralılar listesine baktı, Ümit’in adı yoktu. Ölülerin listesi uzatıldı eline:

Habip Gül, Aziz Dönmez, Ahmet Devran, İsmet Kavaklıoğlu, Abuzer Çat, Zafer Kırbıyık, Mahir Emsalsiz, Önder Gençaslan, Halil Türker, Ümit Altıntaş.” Doğum yeri Erzurum yazıyordu nüfus cüzdanında Ümit Altıntaş’ın, yıl 1972. Babası astsubay Ercan, annesi ise emekli hemşire Makbule Altıntaş’tı. Her tayinde başka bir okulu okudu, liseyi Gaziantep’te... İlk çocuktu, on üç yıl sonra bir kardeşi olacak ama ilkliğin sevdası peşini bırakmayacaktı. İlkokuldaydı, kendisine alınacak bisiklete “hayır” dedi. O, ansiklopedi istiyordu. Her sayfanın okunduğuna annesi tanıktı.

Üniversite sınavlarına girip de Yıldız Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği’ni kazandığında tarihler 1990’ı gösteriyordu. Daha lise yıllarında sol görüşü benimsemiş, üniversitede de öğrenci hareketi içinde yer almıştı. Oysa babasıyla birlikte bütün ailesi, amcaları, dayısı asker kökenliydi. Asker olmayanlar ise ya işletme sahibi, ya bir işletmede genel müdürdü.

Babası ailenin bu ilk solcusunun görüşlerine katılmasa da sessiz kalmayı yeğledi. Annesi içinse düşünceleri ne olursa olsun mükemmel bir oğuldu. “Ümit” diyordu(300)“asla yalan söylemez, insanlara değer verir, sevecendir...”


Yüklə 1,22 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   53




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin